Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

 

İnsanların, uğruna canlarını verecek kadar önemsediği, temel değerlerden birisi de kimliktir. Kim olduğumuza ilişkin düşüncelerimiz, ötekilerle aramızdaki farklılıkları, benzerlikleri, çatışmaları, dostlukları ifade etmesi bakımından oldukça önemlidir. İnsanlık tarihi kimliklerin yapılandırılması, sürdürülebilmesi ve başkalarına kabul ettirilmesi adına meydana gelen savaşlar ve çatışmalarla doludur. Bu çatışmalarla birlikte değişen değerler, inanç sistemleri ve diğer çevresel uyaranlar kimlik olgusunu sürekli canlı ve dinamik tutmaktadır. Ülkemizde de çeşitli dönemlerde kimliklerin ifade edilmesi, kabul ya da inkâr edilmesi ve dayatılması kapsamında sorunlar yaşanmış ve hala da yaşanmaktadır. 30 yılı aşkın bir süreyle devam eden bölücü terör sorununun bir boyutunu da kimlik sorunları oluşturmaktadır.

Kimliğin ne olduğu konusunda disiplinler arası bir fikir birliği olmasa da, kimlik; bireyin kişisel özellikleri (değerleri, duyguları, düşünceleri, inanışları, ilgileri, yetenekleri gibi), ilişkili olduğu kişi ve gruplar ile topluluklardan edindiği (aidiyet, beğenilme, kabul görme, tanınma gibi), kendine yönelik bilinçli kavrayışı olarak tanımlanabilir (Bilgin, 2007; Cheek, 1982). Bireyi ‘öteki’lerden belirgin olarak ayırır, onun bağımsız ve biricik olduğunu ifade eder. Kimlik; bireye kendini değerli hissettirir, bireyin tanınmasını, onaylanmasını, desteklenmesini, yaşadığı topluma aidiyetini ve toplumun diğer üyeleriyle yakın ilişkiler geliştirmesini sağlar. Bu nedenle kimlikleri kabul etmek, ettirmek ve diğerinin kimliğine saygı duymak çok önemlidir. Bir bireyin ya da bir grubun kimliksiz olması düşünülemez. Belirgin bir kimliği olmayan bir topluluğun ne yapacağı belirsizdir ve zayıf olarak nitelendirilir (Verkuyten, 2005). Her birey kendine özgü olumlu bir kimlik duygusu geliştirmek ve bunu şekil, sembol, takı ve kıyafet gibi çeşitli biçimlerde görünür kılmak arzusundadır. O nedenle bayrağımız, liderimiz, liderimizin heykeli, askerimizin üniforması gibi kimliğimizin ifade bulduğu değerlere yapılan saldırıyı kendimize karşı yapılmış gibi algılar ve tepki gösteririz.

 

a

 

 

Diğerlerine karşı duygu, davranış ve tutumlarımızı etkileyen en önemli etmenlerden biridir kimlik. Biz bizden olanı, bize benzeyenleri, bizimle birlikte yürüyenleri sever, onları kayırırız. Kim olduğumuzu tanımlarken bir yandan ait olduğumuz grupların diğer üyelerine benzerliklerimizi öne çıkarır diğer yandan farklı ve eşsiz olduğumuza vurgu yaparız. Bu durumlar kimliğin bireysel ve toplumsal boyutlarıyla ilgilidir. Bireysel kimlik, bireyi diğerlerinden ayıran kişisel niteliklerini (fiziksel ve zihinsel özellikleri, ilgileri gibi) ve davranış örüntülerini içerir. Kimliğimizin toplumsal yanı ise ait olduğumuz gruplarla özdeşleşmelerimizden doğar. İnsanların ait oldukları gruplara üyelikleri hakkındaki düşünceleri, kendileri hakkındaki düşünceleri üzerinde önemli rol oynar. İnsanlar, diğerleriyle ilişkilerinde ait oldukları grupların bir üyesi olarak davranırlar.

 

ass

 

 

Grup üyeliklerimizin her birinden ayrı bir toplumsal kimlik ediniriz. Bağlantılı olduğumuz kişilerden edindiğimiz (bakanın oğlu, dernek başkanının kardeşi gibi) ilişkisel kimlik, doğuştan üyesi olduğumuz (Laz, Tatar, Türkmen, Kürt, Müslüman, Alevi, Sünni gibi) etnik ve dinsel kimlik, benimsediğimiz politik görüşe bağlı (sağcı, ülkücü, solcu, demokrat, muhafazakâr, devrimci gibi) siyasal kimlik, çalıştığımız işle ilgili (işçi, memur, öğretmen, mühendis gibi) mesleki kimlik, konumumuza (profesör, müdür gibi) bağlı olarak edindiğimiz kimlik gibi çeşitli boyutlarda toplumsal kimliklerimiz vardır (Deaux ve arkadaşları,1995). Bu kimliklerin her biri bazı beklenti ve davranışları birlikte getirir. Örneğin, siyasi bir dernek üyesi rolünde iken çocuk ya da arkadaş rollerinde olduğundan farklı davranırız. Toplumsal kimliğin içinde olmakla birlikte ondan belirgin olarak ayrılabilen bir diğer boyut kolektif kimliktir. Toplumsal kimliğin büyük topluluklar düzeyindeki anlatımı ya da üstgrup kimliği olarak da bilinen kolektif kimlik, Müslümanlar, Aleviler, Sunniler, Türkler, Kürtler, Zazalar, Çerkesler gibi belirli bir insan grubunun, kendine özgü özelliklere sahip olduğu ve bu yönüyle ötekilerden ayrıldığı yönündeki bilinci ve aidiyet duygusudur.

 

ae

 

 

Kolektif kimlik edindiğimiz topluluğun diğer üyeleriyle yakın kişisel ilişkileri kurmasak da onları ‘bizden birisi’ olarak görürüz. İşin içine ‘biz ve ötekiler’ girince otomatik olarak önyargı ve kalıpyargıların etkisi ortaya çıkar. Kalıpyargılar, grup üyelerine vurulan bir damga gibidir ve diğer grubu olumsuz göstermeye, kendi grubunu ise yüceltmeye hizmet eder. Böylece herkeste, belirli bir toplumsal kimliğe dayanarak bir kişi hakkında oldukça çok şeyin bilinebileceğine dair bir düşünce oluşur. Farklı ülkeden, dinden ya da meslek grubundan biriyle tanışacaksak öncesinde onun hakkında kalıpyargılar temelinde bir fikre sahip oluruz. Gerçekte ise bireyin ait olduğu grubun, algılanan özelliklerine ne kadar sahip olduğu belirgin değildir. Bir kişinin Kürt kökenli olması onun PKK terör örgütünü desteklediği anlamına gelmeyeceği gibi halkın yüzde 99’unun Müslüman olması toplumsal yaşamın dini esaslarla yürütülmesinin, dindar bir nesil yetiştirilmesinin destek göreceği anlamına gelmez.

Kim olduğumuz, sahip olduğumuz kimliklere ne kadar değer verdiğimiz büyük ölçüde yetiştirildiğimiz kültür, toplumsallaşma sürecimiz, yaşadığımız yer ve dönemle ilgilidir. İnsanlar, belirli bir ailenin, dinin, kültürün, dilin, ırkın, ulusun ve soyun üyesi olarak dünyaya gelirler. Birey içine doğduğu kültürün değerlerini ilk olarak aile içinde ve anadiliyle öğrenir. İnsan kişiliğinin ve kimliğinin temeli bebeklik döneminde ailede atıldıktan sonra yaklaşık beş yaşına kadar hızla gelişir. Ailedeki sıcak ve kabul edici ilişkiler çocukların olumlu bir benlik kavramı geliştirmelerine yardımcı olurken, düşmanca ve reddedici ilişkiler, güvensizlik ve utangaçlık yaratır (Gander ve Gardiner, 2001). Çocukluktan başlayarak ebeveynler, akrabalar ve yaygın kitle iletişim araçları aracılığıyla iletilen iletilerle “biz ve onlar”, “bizden olanlar ve olmayanlar” duygusu gelişir. Altı-yedi yaşlarından başlayarak çocuk ailesinin dışında okul ortamına girerek kimliğine bu yeni ortamın özelliklerini katmaya, toplumsal süreçleri daha yakından görmeye ve yaşamaya başlar (Çevik, 2007).

rr

 

 

Bireyin toplumsallaşmasında, doğumundan başlayarak etkileşim içinde olduğu bireyler, eğitim kurumları, üyesi olduğu çeşitli gruplar, toplumsal kesimler ve etkinlikler ile kitle iletişim araçları belirleyici olmaktadır (Uluğ, 1999). Toplumsallaşma sürecinde kendi toplumunun normları ve değer sistemlerini kavrar ve içselleştirir. Kimlik gelişimine yönelik toplumsallaşma çerçevesinde, Türk toplumunda ilk olarak toplumsal cinsiyet rolleri öğretilmekte, bunu zamanla ailenin etnik kökeni, inançları, politik görüşleri, toplumsal köken değerleri hakkındaki farklılıkların ortaya çıkması izlemektedir (Özpolat, 2010).

Bireyin, yaşadığı toplumun saygın bir üyesi olması bu süreçler sonunda edindiği kimlikle diğerleri arasında kendisini nasıl ve nerede konumlandırdığına bağlıdır. Bireysel olarak değer gördüğü, tanındığı, kabul edildiği, olanaklara ulaşmak bakımından kendini eşit algıladığı ve farklılıkları nedeniyle sorun yaşamadığı bir ortamda bulunan birey olumlu kimlik geliştirir. Aksi durumlar kimlik krizine neden olur ve bireyi dış etkilere açık hale getirir. Olumsuz çevresel koşullarda bulunan, gelişim dönemi sorunlarıyla uğraşan, arayış içindeki kişilerden yararlanmak isteyen grupların başında da terör örgütleri gelir. Terör örgütleri dini, siyasi ya da etnisite gibi kolektif temelli kimliklerinin çoğunluk tarafından kabul görmediği, bilinçli olarak asimilasyona uğratıldığı; topluluklarının baskı ve zulüm gördüğü, bilerek fakir ve eğitimsiz bırakıldığı, ayırımcılığa maruz kaldığı ya da kendi değerlerine uygun yönetilmediği gibi propagandalarla örgüte katılımları artırmaya çalışırlar.

Ülkemizde de başlangıçta Marksist-Leninist temellere dayalı olarak kurulan, ‘Soğuk Savaş’ döneminin sona ermesinden sonra bu siyasi etkinin zayıflaması üzerine etnik milliyetçilik temelinde propaganda ve eylemlerini sürdüren PKK bölücü terör örgütü, bölgesel olumsuz koşulların etkilerini de kullanarak gençleri zehirlemeye devam etmektedir. Terör örgütüne katılımların en yoğun olduğu bölgeler ekonomik, toplumsal ve kültürel kapsamda birçok yetersizlik içinde olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki iller ile büyük şehirlerde göç alan, yoksul, her bakımdan şehirleşme sorunları olan bölgelerdir. Sorun sadece bölgesel koşullarla da ilgili değildir. Çok çocuklu geniş aile yapısı, dar mekânlarda toplu halde yaşamak zorunluluğu, eğitim sorunları, ekonomik ve toplumsal olanaksızlıklar, göçün travmatik etkileri, iş bulma zorluğu, geleceğe yönelik karamsarlık gibi birçok etmen yaşamı zorlaştırmaktadır. Kalabalık, fakir ve eğitim düzeyi düşük ailelerde bireyin kendini değerli hissedebileceği bir kimlik geliştirmesi çok zordur. Bu tür ailelerdeki anababa tutumu genellikle ya yetkeci ya da izin verici-ilgisizdir. Yetkeci biçemde baskı, cezalandırma, boyun eğme esastır ve çocuklarda benlik saygısı, kişilik gelişimi olumsuz etkilenir, saldırganlık düzeyi artar. Güvensiz, kaygılı, düşük özsaygılı, yetke yokluğunda kurallara aykırı davranan bireyler yetişir. İzin verici-ilgisiz anababalar da çocuklarının davranışlarını yeterince denetlemezler ve çocuklarına karşı sorumluluk duymazlar. Onlara sevecen ve sıcak davranmaz, gelişimiyle ilgilenmezler. Öyle ya, ekonomik kaygı içinde hangi biriyle ilgilensin? Sonuçta bu çocuklar diğerleriyle ilişki kurmakta zorlanır, onlara güvenmez, kuşkuyla yaklaşırlar. Aile dışındaki toplumsal ortamlar da yetersizdir. Kişinin ilgi alanlarında kendini geliştirmesi, yeteneklerini keşfetmesi, kendisini diğerlerinden farklı ve değerli hissetmesi imkânsız gibidir. Yokluk ve sorunlar kişinin gelişimi önünde sürekli engeller çıkarır. Böyle bir ortamda yaşayan ve hedeflerine ulaşması engellenen bireyde kızgınlık, öfke ve saldırganlık gelişir. Bütün bu etmenler terör örgütlerinin eleman bulma, varlıklarını sürdürme, gelir elde etme gibi hayati süreçlerini devam ettirmeleri bakımından oldukça önemlidir.

Etnik temelden beslenen PKK terör örgütü üyeleri ve sempatizanları, bilinçli ve örgütlü bir şekilde, bu engellemelerin devlet politikalarından kaynaklandığı yönündeki propagandaları ile birlikte, çocukları çok küçük yaşlardan itibaren devleti temsil eden otoriteye karşı eğitmekte, zaman zaman şiddet kullanarak isyan etmeyi öğretmektedirler. Güvenlik güçlerinin konvoylarına taş atan, onların geçişinde zafer işareti yapan, eylemlerde eline molotofkokteyli tutuşturulan çocuklar bunun en somut örnekleridir. Ayrıca bu davranışlar para verme, sözlü onay ya da gülümseme gibi ödüllendirici davranışlarla çeşitli biçimlerde pekiştirilmektedir. Bazen aile üyeleri de bilinçsiz olarak bunun bir parçası olurlar.

Bu propagandaların bilişsel temellerinin önemli bir bölümü geçmişte uygulanan yanlış politikalara dayanmaktadır. Bölücü terör örgütünün propagandasının temelini Kürt kimliğinin inkâr edildiği, Kürtlerin asimülasyona uğratıldıkları yönündeki savları oluşturmaktadır. Bu durum terör örgütüyle aynı nihai hedefleri amaçlayan ve uygulamalarıyla örgütü destekleyen siyasi oluşumlar tarafından da sürekli gündemde tutulmaktadır. Geçmişte Kürtçe konuşmanın, eser üretmenin yasaklanması, Kürt etnisitesinin olmadığına yönelik geliştirilen kuramlar gibi alınan yanlış kararlar ve yapılan yanlış uygulamalar ayrılıkçı terörün ekmeğine yağ sürmüştür. Sayısı az da olsa bazı devlet görevlilerinin fiziksel şiddet uygulamaları her yerde ve herkese yapılmış gibi yayılmış, kanun dışına çıkılarak ve yargılamadan insanların cezalandırıldığı ve öldürüldüğü örnekler görülmüş, insanların yas tutmaları, acılarını yaşamaları ve paylaşmaları bile engellenmiş, mezarı belli olmayan birçok kayıp yaşanmış, ölü bedeni aşağılayıcı uygulamalar bile yapılmıştır. Terör örgütünün etkili olduğu bölgelerdeki vatandaşlar çaresizlik duygularıyla başbaşa bırakılmışlardır. Bütün bunlar toplumsal gerilemeye neden olmuş, bireyselliği ikinci plana atarak etnik temelli kolektif kimlikleri (Türk ya da Kürt olmak gibi) görünür kılmıştır. Bu yanlışların temelinde etnik çeşitliliğin bir zenginlik unsuru olarak ele alınmayışı, bu kimliklerin sürekli olarak bölücü bir etmen olarak algılanması ve yok edilmeye çalışılması yatmaktadır. İnsanların kolektif kimlikleri yokmuş ya da tehditmiş gibi davranılmıştır. Fakat bu çabalar başarısız olmuş, ne bir Hakkârili Kürt olduğunu unutmuş ne de Sünni kültürünün dayatıldığı zorunlu din dersleri alan bir Alevi kendi inancını.

Toplumun tüm kesimlerince benimsenmeyen tarihi, siyasi, etnik ya da dini temelli kolektif kimlik dayatması her zaman tepkiyle karşılanmış, toplumsal anlamda azınlık konumundakilerde kızgınlık yaratmış ve başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Yanı sıra bir de artan terör belası getirmiştir. Diğer yandan onları çoğunluğa karşı destekleyen diğer güçlerin etkisine açık hale getirmiştir. Bazen de politikacılar tarafından kasıtlı olarak ‘ötekiler’ yaratılır, ‘biz’ olarak tanımlananlarla farklılıkları abartılır, olumsuz yanları öne çıkarılır ve kendi çıkarlarına hizmet edecek yeni bir siyasi kimlik yaratılır. Aslında kimlik kuramsal bir gerçekliktir. Bu nedenle birey kendisini nasıl ve nerede tanımlıyorsa öyledir ve tüm kimliklerini eş değerde görmesi beklenemez. Ancak, kolektif kimliklerin içinde en belirleyici olanı etnik kimliktir. Etnik özelliğin en temel göstergesi de anadildir. İnsanların anadilini konuşmaları yasaklamalarla yok edilemez. Bu tür kimlik politikalarının yaşamın değişik dönemlerindeki kişiler üzerindeki etkileri farklı olmakla birlikte, bu uygulamalardan en çok etkilenen kesim ergenlik dönemindeki gençlerdir. Bu dönem bireyin, biyolojik, duygusal, toplumsal ve bilişsel anlamda birçok değişim yaşadığı, kimlik arayışının en belirgin olduğu dönemdir. Bu da onları her türlü etkiye açık hale getirmektedir. Yapılan incelemeler bu tespiti doğrulamakta; terör örgütüne en çok 15-20 yaş aralığındaki gençlerin katıldığı görülmektedir.

Future after school?

 

Ergenlik dönemindeki birey; kim olduğu, ne olmak istediği, gelecekte arzuladığı yaşam biçimi gibi önemli gelişim sorunlarının üstesinden gelmeye çabalar. Bağımsızlık arayışı, kimlik arayışı, özel yaşam arayışı, cinsiyet ve cinsellik, başarı arayışı peşindedir. Kendinde meydana gelen değişimlere uyum sağlamaya çalışır. İlgi alanlarında ve duygularında ani değişimler görülür, okul yaşamında sorunlar yaşar ve kendine hayali amaçlar edinir. Bu dönemde başkalarından farklı bir kimlik geliştirmek isteyen ergen, beklenmedik davranışlarda bulunabilir, risk alabilir ve gösterilen tepkilere aldırmaz tutumlar geliştirebilir (Atabek, 2002). Arkadaşları arasında kabul görmek, kendi kimliğini bulmak ve bunu kabullenmek çok önemlidir. Birey, diğerleriyle ilişkilerini geliştirdikçe, kendini onlarla karşılaştırır, kendini onlara benzer ya da onlardan farklı algılayarak kendisine bir yer bulur. Toplumsal karşılaştırmanın sonucu olumsuz ise birey göreli bir yoksunluk duygusu yaşar. Buna düşmanlık ya da aşağılık duyguları eşlik eder. Toplumsal baskı altında kendisini ifade edemeyen, kimliğini açıklayamayan, eleştirilerini ve siyasi taleplerini gündeme getiremeyen kişi kendini geri kalmış, engellenmiş hisseder, özgüveni zedelenir ve öfke geliştirir. Kimliğini rahatça ifade edebileceği, kabul edileceği ve saygı göreceği gruplara yönelir. Çetelere girebilir, terör örgütlerine katılabilir, radikal siyasi etkinliklere yönelebilir.

Bu tür örgütlere girenler, aldıkları eğitimlerin de etkisiyle bir süre sonra örgütle özdeşleşir, kendisini örgüte adar, mantıklı düşünme yeteneğini kaybeder ve dünyaya hep o pencereden bakar. Girdiği bu aşırı gruplarla yüksek düzeyde özdeşleşmeleri, karşıt gruptakileri bir düşman olarak görüp, onlara rahatlıkla ve acımasızca zarar vermelerine neden olabilir.  İlave olarak bazı gruplarda radikal bir örgüte katılım toplumsal açıdan itibarlı görünebilir, ölen örgüt üyelerine yüksek değer verilerek gençlere rol model olarak sunulabilir. Bu durum özellikle cinsiyeti nedeniyle ikinci plana atılan, hor görülen, değer verilmeyen, eğitim alması engellenen, sürekli baskı altında ezilen genç kızları daha fazla etkileyebilir. Diğer yandan çevreden gelen baskılar, arkadaşların, akrabaların yöneltici etkileri de gençleri radikal örgüt üyeliğine sürükleyebilir. Bu nedenle gençlerin olumlu kimlikler geliştirebileceği ortamları sağlamak çok önemlidir. Geleceğe daha güvenli, kendini tanıyan, artan bilgi ve yeteneklerinin yanı sıra toplumsal nitelikleri de gelişmiş bireyler yetiştirebilmek için yürütülecek politikalarının belirlenmesi önemli bir ihtiyaçtır. Bu politikalar, farklı kolektif kimliklere sahip gençleri toplumsal paylaşım yapabilecekleri ortamlarda bir araya getirerek, toplumsal yaşamda eşitliğe ve adalete dayalı bir sistem kurarak gerçekleştirilebilir.

fff

 

 

Öyleyse geçmişteki yanlış uygulamaları unutturacak, tüm vatandaşları kucaklayacak ve kaynaştıracak, güçlü bir milli kimlik inşası yönünde çaba gösterilmesi gerekmektedir. Etnik toplulukların dillerini kullanabilmeleri, eğitim yapabilmeleri, kitle iletişim araçlarıyla yayın yapabilmeleri, kültür ürünleri yaratabilmeleri, seçimlerde kendi dilleriyle politika yapabilmeleri gibi önemli adımlar atılmış olmasına rağmen hala birbirini seven, birlik ve beraberlik içinde yaşama arzusunu güçlü bir biçimde simgeleyen bir kolektif kimliğin benimsendiğini göremiyoruz. Bu durumu kullanan PKK terör örgütünün, kolektif kimlikleri karşı karşıya getirmek için çabaladığı da bilinmektedir. Bu kapsamda Türkiye’nin batısındaki illerde gerçekleştirdiği, toplumu sokağa dökebilecek nitelikteki eylemleriyle özellikle aşırı milliyetçi kesimi radikalleştirmeyi hedeflemiştir. Böylece radikalleşen kitle etnik kökenden beslenen terör örgütünü Kürtlerle özdeşleştirecek, öfke ve nefretini en yakında bulunan Kürt vatandaşlara yöneltecektir. Bu durum da Kürtleri yalnızlığa itecek ve ötekileştirilen Kürtler toplumdan ayrışarak, terör örgütüne yaklaşacaklardır. Bu yaşanabilecek en tehlikeli senaryodur. Ancak bugüne kadar vatandaşlarımızın sağduyulu davranması, Kürt kökenli vatandaşlarımızın terör örgütüne eylemleri için destek vermemesi ve güvenlik güçlerinin etkili operasyonlarıyla, amaçlanan toplumsal ayrışma, kutuplaşma ve çatışmalar engellenmiştir.

Toplumsal ayrışmanın oluşmasında, kimin daha güçlü olduğu ya da algılandığı önemlidir. İnsanlar yaşamsal tehlike gördüklerinde güçlünün yanında yer almak isteyeceklerdir. Bu nedenle, kişisel ya da siyasi amaçlar uğruna terör örgütünün güçlenmesine, belirli bölgelerde kontrolü ele almasına asla müsaade edilmemelidir. Terörle mücadelenin yanı sıra toplumsal bütünleşmeyi sağlayacak kolektif kimlik politikaları da üretilmelidir. Tüm vatandaşlarımızın kendilerini tanıma ve tanıtma, saygı görme ihtiyaçlarını karşılayan bireysel, toplumsal ve kolektif düzeyde tüm kimliklerini rahatça ifade edebileceği, bu kimlikleri temelinde ayırımcılığa maruz kalmayacağı bir düzenleme yapılmalıdır. Bunun için yeni bir üst kimlik aramaya gerek yoktur. Cumhuriyetimizin değerleriyle örtüşen ve Atatürk’ün ‘Türk Milleti’ olarak tanımladığı eşitlikçi, özgürlükçü ve vatandaşlık bilincine dayalı kolektif kimliğimiz benimsenmeli ve değerli kılınmalıdır. Öte yandan, bu konular sadece yasa yapmakla çözülmez, devlet kurumlarına ve adalet sistemine güveni, uygulamanın sıkı takibini gerektirir. Örneğin, yazılı sınavda başarılı olan bir genç, yapılan mülakatlarda diğerleriyle eşit koşullar altında olduğunu hissetmeli, etnik, mezhepsel ya da siyasi tercihleri nedeniyle elendiğini düşünmemelidir. Liyakat usulüne göre personel alımı yapılmalı ve süreç şeffaf ve sorgulanabilir olmalıdır. Devlet kurum ve kuruluşlarında görev yapan yetenekli insanlar dini, siyasi, etnik kimliği nedeniyle pasif kadrolara alınarak, beceriksiz ve layık olmayan yandaşlar etkili konumlara getirilmemelidir. Aksi takdirde, kolektif kimlikleri nedeniyle devlet kademelerinde yer alamayanlar, ayırımcılığa maruz kalanlar ile çevresindekilerin, devleti yönetenlere ve devlete öfkeleneceği, kendisine güvenmeyenlere güvenmeyeceği, kendisine bunu yapanlara hesap soracağı günü bekleyeceği açıktır.

y

Sonuç olarak, kimlik gelişimi sürecinde etkili olan ve aileden başlayan tüm toplumsal birimlerin geliştirilmesi ve iyileştirilmesi kapsamında; önce eğitim sisteminin kalitesi artırılmalı ve ders içerikleri yeniden düzenlenmeli, kitle iletişim araçları ve sosyal medya kullanılarak aileler bilinçlendirilmeli, çocuklara ve gençlere başarılı rol modelleri tanıtılılmalı, spor ve kültürel etkinlik olanakları artırılmalı, gençler toplumsal gruplara yönlendirilmeli, farklı alt kimliklere sahip gençler çeşitli etkinliklerle biraraya getirilmeli ve bunlar yaygınlaştırılmalı, sıkı denetimli ekonomik gelişim programları yürütülmelidir. Yanı sıra her bakanlık kendi alanına yönelik etkin tedbirler almalı, sivil toplum örgütleri bu amaca yönelik aktif programlar uygulamalıdır. Soran, sorgulayan, araştıran, kendini değerli bulan, özgüveni yüksek, kimliklerini özgürce yaşayan, diğerleriyle olumlu ilişkiler kuran bireyler yetiştirmek için aklın, bilmin ışığında, hiçbir siyasi, etnik ya da dini kimliği öne çıkarmayan milli politikalar belirlenmelidir. Özellikle liderler kullandıkları dile dikkat etmeli, toplumsal bütünleşmeyi sağlayıcı ifadeler kullanmalı ve farklı düşüncelere sahip liderlerle biraraya gelerek, onları anlamaya çalışmalı ve topluma örnek olmalıdırlar. Tüm vatandaşlar kimliğine saygı gösterildiğini, devletin kendisine eşit ve adil olanaklar sunduğunu, devletin kaynaklarının tüm topluma adil bir biçimde dağıtıldığını hissedebilmelidir. Aksi takdirde terör örgütleri gibi radikal oluşumların besleneceği ortamlar oluşacak, toplumsal bütünleşme sağlanamayacaktır.

 

Kaynakça

Atabek, E., (2002), Erken Büyüyen Çocuklar: Günümüzün Ergenleri, İstanbul: Altın Kitaplar.

Bilgin, N., (2007), Kimlik inşası, İzmir: Aşina Kitaplar.

Cheek, J.M., (1982), Aggregation, Moderator Variables, and the Validity of Personality Tests: A Peer-Rating Study, Journal of Personality and Social Psychology, 43, 1254-1269.

Çevik, A., (2007), Politik Psikoloji, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.

Deaux, K., Reid, A., Mizrahi, K., Ethier, K.A., (1995), “Parameters of Social Identity”, Journal of Personality and Social Psychology, 88, 280-291.

Gander, M.J., Gardiner, H.W., (2001), Çocuk ve Ergen Gelişimi (Çev.: Bekir Onur), 4.Baskı, Ankara:İmge Kitabevi.

Özpolat, A., (2010), Ailede Demokratik Sosyalleşme, Aile ve Toplum Dergisi, 5 (20), 9-24.

Uluğ, F., (1999), Eğitimde Grup Süreçleri, Ankara: TODAİE Yayınları.

Verkuyten, M., (2005), Social Identity, The Social Psychology of Ethnic Identity (Ed.: M.Verkuyten), 39-90, East Sussex: Psychology Pres.