Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

 

Suriye’de iç savaş bütün hızıyla sürerken soruna siyasi bir çözüm bulma amacıyla başlatılan Cenevre sürecinin üçüncüsü önceden belirlenen 25 Ocak’ta olmasa da Şubat ayının hemen başında başladı. Görüşmelerin geç başlamasına, başlamış kabul edilse bile öngörülen şekilde henüz yürütülememesinin ana nedenlerinden biri ise Suriyeli muhalifleri oluşturacak heyette kimlerin yer alacağı oldu.

Bugün itibariyle Rusya Riyad heyeti olarak da bilinen heyette yer alan Ceyş’ül İslam ve Ahrar’uş Şam gibi örgütlerin yer almasına yönelik itirazını kaldırdı. Ancak özellikle Türkiye’nin sert karşı duruşu nedeniyle PKK’nın Suriye kolu PYD’nin görüşmelerde şimdilik yer almadığı görüldü. Rusya’nın PYD’nin masada yer alması gerektiğine ilişkin girişimlerine rağmen PYD’nin masada yer almaması kamuoyunda Türkiye’nin başarısıymış gibi sunulsa da hem Rusya hem de PYD tarafından gelen bilgilerden PYD’nin görüşmelerin ilerleyen safhalarında masada olacağı yönündedir.

 

ABD’den Suriye kuzeyine üst düzey ziyaret

Bu süreçte ABD’nin kamuoyu önünde PYD lehinde açıklamalarda bulunmaması ve nispeten sessizliğe bürünmesi dikkat çekiciydi. Halbuki ABD’li yetkililer en üst seviyedeki açıklamalarında bile PYD/YPG’nin Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan en etkin yerel güç olduğunu ve belki de sahadaki tek müttefikleri olduğunu söylüyorlardı. İşte aşağıda inceleyeceğimiz husus ABD’nin neden böyle bir tutum takındığını da açıkça göstermektedir.

Yabancı medyada çok az yer almamasına rağmen Türk kamuoyunda PYD’nin Cenevre’de yer alıp almayacağına odaklanmışken ABD’den dikkat çekici ve Türkiye’ye karşı sert mesaj içeren bir hamle geldi. Obama’nın “IŞİD’le mücadele koalisyonu özel temsilcisi” sıfatını taşıyan Büyükelçi Brett McGurk, geçtiğimiz hafta sonu Suriye’nin kuzeyindeki Ayn el Arab (Kobani) şehrini ziyaret etti. McGurk’un ziyaretinde Fransız ve İngiliz diplomatlar da yer aldı.

Mc Gurk ve heyeti ziyaretleri kapsamında Müslim başta olmak üzere PYD yönetimiyle ve silahlı gücü YPG’ nin komutanlarıyla görüştü. Çatışmalarda hayatını kaybeden YPG’lilerin mezarlarını ziyaret etti. YPG komutanından (ki daha sonra o kişinin PKK saflarında yer aldığını gösteren fotoğraflar da ortaya çıktı) şilt aldı. İki günlük ziyarete ilişkin çok sayıda fotoğraf tarafların sosyal medya hesabında da yayınlanınca ziyaretin boyutu ve basit bir ziyaret olmadığı ortaya çıkmış oldu. ABD gibi algı yönetimi ve psikolojik harekata büyük bütçeler ayıran ve personel çalıştıran Amerikan yönetiminin bu ziyaretin zamanlamasının yanında ziyarete ilişkin haberlerin ve fotoğraflarının bu şekilde medyada yer almasını hesaplamamış olması mümkün değildir.

 

Bu ziyaret neden önemli ve anlamı nedir?

ABD Suriye kuzeyinde PYD/YPG ile ilişkilerini Türkiye’nin tepkisini çekmeyecek şekilde daha doğrusu Türk hükümetinin kamuoyun önünde zor durumda kalmasını önleyecek şekilde geliştirmeye çalışıyordu. Öyle ya Türkiye’ye göre PYD/YPG, PKK terör örgütünün Suriye koluydu ve bir terör örgütüydü. Kobani’de çatışmalar döneminde Ekim 2014’te PYD/YPG’ye havadan askeri yardım indirmesi nedeniyle orta çıkan tepkiyi gören ABD, ileriki dönemlerde benzer tepkileri önlemek üzere hemen hemen tamamı YPG’den oluşan Demokratik Suriye Güçleri (DSG) adıyla yeni bir oluşumu örgütledi ve böylece PYD/YPG’yi maskeleyip sanki PYD/YPG muhatap alınmıyormuş algısı yaratmaya çalıştı. Ve yaptığı askeri yardımları DSG’ye yaptık diye pazarladı. Hatta 2015’in son günlerinde PYD’nin Tışrin barajı üzerinden Fırat’ın batısına geçişi de PYD değil DSG geçti diye pazarlandı. Türk hükümeti de bu söylemi kullandı.

İşler bu şekilde yürürken Cenevre-3 sürecinde Türk tarafı PYD konusunu belki de tek konu yaparken ABD’nin neden sessiz kaldığı kısa sürede anlaşıldı. ABD’nin sessiz kalırken aslında önemli ve Suriye’de bundan sonraki gidişatı etkileyecek çok kritik bir girişim planladığı ve geçtiğimiz hafta sonu da bunu icra ettiği ortaya çıktı.

Obama’nın özel temsilcisi McGurk’ün ziyareti hem askeri hem de siyasi anlamı olan bir ziyarettir. Askeri anlamda YPG’nin askeri faaliyetlerinin takdir edildiği ve devamının geleceği, siyasi anlamda ise Suriye kuzeyinde PYD yönetiminin siyasi olarak resmen tanındığının ifadesidir. Salih Müslim ile daha önce gizli ortamlarda görüşmeler yürüten ABD artık bunu herkesin gözü önünde açıkça yaparak önümüzdeki günlerde bu seviyenin daha da yükseleceğini, bugüne kadar vize verilmeyen PYD lideri Müslim’in Vaşington’da da kabul göreceğinin göstergesidir.  Ayrıca Cenevre-3’ün ilerleyen safhalarında PYD’nin de masada yer alacağını söylemek için hiçbir engel kalmadığını da söylemeliyiz.

 

Suriye’nin kuzeyinde sahada ve siyasette ne olacaktır?

Peki bütün bu gelişmeler nelerin habercisi? Öncelikle şu tespiti yapalım. Bölgedeki Türk-Rus gerginliği ABD’nin ekmeğine yağ sürüyor. Bunu gören ABD de Türkiye ile Rusya arasında rahatlıkla halledilebilecek hava sahası ihlali gibi sorunları perde arkasından körükleyerek Rusya ile Türkiye’nin sıcak bir çatışmaya girmeden sürekli gerginlik ve kriz halinde bulunmalarının önünü açıyor. Nasıl derseniz, işte açıklaması: Özellikle Rus uçağının düşürülmesi sonrasında ABD büyük bir avantaj elde etti ve tüm tarafları (Türkiye, PYD, ılımlı muhalifler gibi) koalisyonun içinde tutarak Suriye kuzeyindeki hedeflerini gerçekleştirmeye çalışırken karşılaştığı sorunları başkaları üzerinden çözümleme fırsatı yakaladı. İşte Türkiye ile Rusya’nın karşı karşıya gelmesinden istifadeyle PYD/YPG ve Cerablus-Azez hattında kontrolün kime geçeceği sorununu Rusya ile Türkiye arasındaki soruna dönüştürdü.

Nitekim uçak krizi nedeniyle Türkiye’ye karşı sert politikaları uygulamaya sokan, uçağın düşürülmesinin acısını çıkarmak isteyen Rusya Türkiye’nin canını çok yakacak bir konuyu (Suriye kuzeyinde Kürt koridorunun oluşması) ana hedef olarak seçti. PYD/YPG’ye askeri yardımını artırdı. Türkiye’nin kırmızı çizgi ilan ettiği Cerablus-Azez hattının PYD kontrolüne geçmesini sağlamak bağlamında ABD-Türkiye-S.Arabistan’ın desteklediği ılımlı muhaliflere yönelik operasyonlarını hızlandırdı, gereken yerlerde IŞİD hedeflerini vurdu. ABD’nin desteğiyle Tışrin barajı üzerinden Fırat’ın batısına geçen PYD/YPG şimdi ABD’nin Tışrin’de bıraktığı noktadan bu sefer Rusya’nın ve tabi ki Esad güçlerinin askeri desteğiyle batıya ve eş zamanlı olarak Afrin’den doğuya doğru Cerablus-Azez hattını ele geçirmek üzere harekete geçti.

 

1916 Sykes-Picot’tan 2016 Kerry-Lavrov dengesine

Bütün bu gelişmeler yani hem Rusya’nın Suriye kuzeyinde PYD/YPG’ye yönelik artan askeri desteği hem de ABD’nin PYD yönetimini önce maskelenmiş yöntemlerle PYD/YPG’ye sahada askeri desteği, şimdi de açıkça ve en üst seviyede (unutmayalım ki IŞİD özel temsilcisi McGurk ABD Başkanı Obama adına hareket etmektedir) askeri-siyasi desteği Suriye kuzeyinde Irak’takine benzer özerk bir bölgesel yönetimin oluşturulmakta olduğunu, bunda da ABD ile Rusya’nın tam bir mutabakat içinde bulunduğunu göstermektedir.

Bu mutabakatın bir diğer anlamı da bir süreliğine (yani bu kısa süreli geçici bir dönem olacaktır ve Türkiye’deki durumun netleşmesine göre nihai halini alacaktır) başında Esad’ın (ya da Esad’ın yani Baas ideolojisinden gelen bir iktidarın) bulunduğu bir yönetimle Irak’taki gibi federal bir yapının üzerinde mutabakata varılmış olunmasıdır. Bu mutabakat aslında bölgedeki daha büyük bir mutabakatın da habercisidir. O da yüzyıl önce 1916’da Sykes-Picot gizli anlaşmasıyla yani İngiltere ile Fransa’nın liderliğinde kurulan Ortadoğu’daki dengenin şimdi yine bir gizli anlaşmayla (Kerry ve Lavrov arasında) bu sefer ABD ile Rusya liderliğinde Ortadoğu’da yeni bir dengeye getirilmesidir. Diğer bir ifadeyle 1916 Sykes-Picot dengesinden 2016 Kerry-Lavrov dengesine gidilmektedir. (Bu konu ayrı bir yazıyla detaylıca anlatılacaktır.).

İşin Türkiye açısından ilginç yönü ise bütün bu gelişmelerin ve hemen yanı başında kurulan ve hatta kendini de etkileyecek yeni dengenin, sürekli olarak Türkiye’nin kırmızı çizgilerini ve öngörülerini çökerterek yaşanması, Türk hükümetinin de bunu kabul etmeye mecbur bırakılmasıdır. Yukarıda bahsedilen öngörülerin gerçekleşmesinin Türkiye açısından trajik bir sonucu da özellikle Suriye kuzeyinde oluşacak özerk PYD yönetiminin (ki bu aslında PKK hedefleri bağlamında Batı Kürdistan’ın kurulmasıdır) oluşması PKK terör örgütünün Türkiye’nin güneydoğusunda sözde kuzey Kürdistan oluşturmaya yönelik ana hedefini gerçekleştirmesine teşvik edecek bir başarı hikayesi olacak olmasıdır.

PKK’nın Türkiye’deki hedeflerini gerçekleştirmeden önce Suriye kuzeyinde Batı Kürdistan’ı kurmak istedikleri özellikle PKK’nın 2011’den sonraki söylem ve eylemleriyle net olarak ortaya konmuştur. Türkiye’de 2013’ten itibaren sözde eylemsizlik yalanıyla hükümeti razı ettikleri çözüm süreci denen kurgu da bunun en önemli parçasıdır. Bu nedenle Türkiye yurtiçinde PKK terör örgütüyle mücadele ederken Suriye kuzeyinde Kürt koridorunun ya da özerk PKK/PYD bölgesinin oluşturulmasını engelleyecek stratejiyi hayata geçirmelidir. Bunun ilk basamağını da terör örgütü olarak kabul ettiği ve PKK’ya eleman, silah, patlayıcı sağlayan PYD’nin Suriye kuzeyindeki hedeflerinin vurulması olacaktır. Çünkü bugünkü PYD bölgesi (Fırat’ın doğusu) TSK’nın sınır ötesi hava operasyonları nedeniyle Irak’ın kuzeyinden kaçan PKK’lı teröristler için hem güvenli sığınak hem de Kandil’in yedek üssü olmuştur. Buralar etkisiz hale getirilmeden yurtiçindeki terörün sona erdirilmesi de mümkün olmayacaktır.