Cumhurbaşkanı Erdoğan Nükleer Güvenlik Zirvesi için bulunduğu Vaşington’da sırasıyla Amerikan Dışişleri Bakanı Kerry, Bşk. Yrd. Biden ve Başkan Obama ile görüştü. Her üç görüşmeye ilişkin olarak Amerikan makamlarının yaptığı açıklamaya bakılırsa ana gündem IŞİD’le mücadele bağlamında Cerablus-Azez hattının nasıl kapatılacağı oldu. Ana konunun böyle olduğu Cumhurbaşkanlığı sözcüsünün açıklamalarından da anlaşılıyor.
Aslında gündemin bu olacağı CB Erdoğan’ın görüşmeleri başlamadan belliydi. Çünkü Vaşington’a daha önce gelen Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Amerikalı mevkidaşı ile yaptığı görüşmeye ilişkin yapılan resmi açıklamada da yer almıştı. Bunun yanında Çavuşoğlu’nun Amerikanın Sesi radyosuna verdiği röportajdaki “PYD nedeniyle ABD ile küsecek değiliz” açıklaması Vaşington’un artık PYD konusunun IŞİD’le mücadeledeki Amerikan girişimlerinin önüne bir engel olarak çıkarılmasını istemediğinin, Ankara’nın da bunu kabul ettiğinin işaretiydi.
Bu görüşmeler ve açıklamalardan önce ABD’nin Cerablus-Azez hattının IŞİD’e kapatılmasına yönelik operasyonları kapsamda Cerablus ile Menbiç arasındaki ulaşım hatlarını dahil Menbiç çevresinde yoğun bir ABD bombardımanı başlamıştı. Aslında Aralık 2015’te Tışrin barajı üzerinden Fırat’ın batısına geçen PYD/YPG Menbiç’e yönelmiş, ancak ateşkes ve barış görüşmelerinin başlamasıyla birlikte Menbiç’i ele geçirmeye yönelik harekatı başlatmamış ama harekatın hazırlıklarını sürdürmüştü. Anlaşılan o ki Amerikan yönetimi Vaşington görüşmeleri öncesinde ön alarak yani Menbiç’e yönelik PYD/YPG operasyonun önünü açacak hava operasyonlarını başlatarak niyetini belli etmiş, Türkiye’ye mesajını vermiş, daha önceleri sürekli ve kararlı bir şekilde açıkladığı şekilde PYD/YPG’nin arkasında durmaya devam edeceğini göstermişti.
Türkiye’nin PYD/YPG konusundaki görünürdeki sert tutumunu değiştireceğinin belki de en somut göstergesi aslında Türkiye’nin Suriye’deki PKK/PYD hedeflerine yönelik hiçbir hava operasyonu yapmamasıydı. Türkiye’nin sınır il ve ilçelerinde yoğunlaşan PKK terör sarmalında PKK’lı teröristlerin PYD bölgesinden eleman, silah, patlayıcı transferi yaptığı defalarca tespit edilmiş olmasına, PKK’nın önemli bir ağırlığını Suriye kuzeyine kaydırdığı bilinmesine rağmen Irak kuzeyine sınır ötesi hava operasyonları yapılırken Suriye kuzeyine hiç yapılmadı. Bu durum Türkiye’nin PYD/YPG’ye terör örgütü muamelesi yapamadığının da göstergesidir. Bu husus belki de ABD ile yapılacak görüşmelerde bir müzakere noktası olarak kenarda tutuldu.
Suriye ve IŞİD konusu elbette sadece ABD, Türkiye, PYD arasında ve Cerablus-Azez hattıyla sınırlı değil. Geçen hafta Palmira’nın Suriye ordusunun kontrolüne geçmesiyle birlikte Rakka operasyonu gündeme oturmuş durumda. Nitekim, Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Oleg Sıromolotov ABD ile Rakka’ya yönelik operasyonu konuştuklarını açıkladı. Her ne kadar Rakka’ya yönelik bir işbirliği girişimi varmış gibi gözükse de ABD ile Rusya arasında beki de ne büyük çekişme Rakka operasyonu nedeniyle yaşanabilecektir. Çünkü Rakka’yı kimin kontrol altına aldığı (Rusya destekli Suriye ordusu mu, ABD destekli Sünni Arap ordusu mu) Suriye’de oluşturulacak yönetim şeklinin (güçlü bir merkezi Şam yönetimimi mi, yoksa federal bir Suriye mi) belirlenmesinde de etkili olacaktır.
Aslında ABD yönetimi Ocak 2016’da Musul ve Rakka’nın kurtarılmasına yönelik operasyonun nasıl olacağına ilişkin planlara yönelik açıklamalar yapmıştı. Burada ABD Cerablus-Azez hattının kapatılması gerektiği, aksi halde Rakka’daki IŞİD’lilerin bu hattan kaçabileceğini ifade etmişlerdi. Ve eğer Türkiye bu hattı gerektiği şekilde kapatmazsa ABD’nin bu bölgenin kapatılması için PYD/YPG’ye yardım edeceğini “ima” etmişlerdi. İşte hem Menbiç civarında başlayan Amerikan hava operasyonlar hem de Vaşington’daki görüşme serilerinden yapılan açıklamalar bu “ima”nın artık fiiliyata geçirilmeye başlandığını göstermektedir.
Bütün bunlar Vaşington görüşmeleri öncesinde ABD ile Türkiye arasında bir pazarlığın başladığını, Vaşington görüşmeleriyle de bunun sonuçlandırıldığını göstermektedir. Son ana kadar programda olmayan Obama-Erdoğan görüşmesinin gerçekleşmesini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Peki nasıl bir çözüm konusunda anlaşılmış olabilir?
Sahadaki gelişmelere de bakılırsa Kobani-Afrin kantonlarının coğrafi olarak birleşmesinin önünde bir engel kalmamıştır.Bu birleşmenin ilk etapta Menbiç-Mare hattı ve güneyinde gerçekleşeceğini söyleyebiliriz. Bu hattın kuzeyinde Türkiye sınırına kadar kalan 90×15 km.lik bir alan (ki bu alan Amerikalıların da ifadesiyle IŞİD’in Dabık başta olmak üzere ideolojik anlamda merkezi olması nedeniyle IŞİD’ın kuvvetli olarak bulunduğu bir yerdir) muhtemelen eğer çatışmalar sonunda alabilirlerse sözde ılımlı muhaliflere bırakılmış olabilir. Ilımlı muhaliflerin bu bölgedeki IŞİD’i yok edebilmesi için ise Türkiye’nin yakın ve yoğun askeri desteğine ihtiyaç duyacaktır.
Türkiye’nin bu bölgede arazide asker bulundurmasına Rusya ve Suriye tarafından (Suriye’nin egemenliğine saldırı gerekçesiyle) izin verilmeyecektir. Bu bağlamda bu bölge bir şekilde (Türkiye’nin kendi toprakları ve hava sahasından sağlayacağı askeri destekle) IŞİD’ten temizlenip ılımlı muhalifler yerleşse de bunun kısa vadeli olacağını, ilerleyen dönemde ılımlı muhaliflerle PYD/YPG arasındaki çatışmalar sonucunda PYD’nin kontrolüne geçmesi beklenmelidir. (Tabi bu arada buradaki IŞİD’lilerin Türkiye içlerine kaçması da söz konusu olabilecektir ki bu da bir başka tehdittir.). Ya da belki de daha büyük olasılıkla, eğer ılımlı muhalifler hem ABD hem de Türkiye’nin telkiniyle çatışmayı seçmezse, PYD’nın geçen haftalarda ilan ettiği federasyon kapsamında ılımlı muhaliflerin kontrol edeceği Menbiç-Mare hattının kuzeyindeki yaklaşık 90×15 km.lik alanda oluşturulacak “yönetim”in ılımlı muhaliflerin kararıyla PYD’nin Kuzey Suriye federasyonuna katılması da diğer bir alternatif olarak görülmelidir.
Böylece Türkiye’nin kırmızı çizgi olarak ilan ettiği Fırat’ın batısındaki Cerablus-Azez hattında “görünürde” istediğini almış gibi gözükse de “gerçekte ve sahada” kazanan ABD ve PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG olacaktır. Bu gelişmeler ABD ve Rusya’nın açıkladığı Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasına yönelik mutabakata da aykırı değildir. Çünkü ortaya çıkan defacto durum zaten artık Suriye’de bir federal yönetimi kaçınılmaz kılmaktadır ve bu yönetim mevcut Suriye’nin “toprak bütünlüğü” üzerinde tesis edilebilir. Detaylarda (Rakka’yı kim kurtaracak, Cerablus-Azez hattına ilişkin yukarıdaki senaryo gerçekleşip Kuzey Suriye federasyonun önü açılacak mı) gizli olan ise bu Şam merkezli Suriye federal devletinin merkezi yönetimin güçlü mü gevşek mi olacağıyla ilgilidir. Bunu da zaman gösterecektir.
Suriye’nin geleceğiyle ilgili bu hususlar Irak ve Türkiye’deki durumla da yakından ilgilidir. Irak’ın “bölündük” diye resmi açıklama yapılmasının an meselesi olduğunu herkes kabul etmektedir. Türkiye’deki durum ise PKK terörüyle mücadelenin nasıl sonuçlanacağıyla ilgilidir. ABD ve diğer Batılı ülkelerin Türkiye’nin tekrar PKK ile müzakere masasına dönmesini istediği ve bu yönde baskı yapıldığını herkes biliyor, çünkü açıkça yapılıyor. Türkiye’nin PYD konusunda geri attığının ortaya çıkması aslında PKK ile müzakere masasına dönme konusunun da Vaşington görüşmelerinde (ve öncesinde) konuşulmaması mümkün değildir. Çünkü PYD konusu PKK ile doğrudan bağlantılıdır. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde yeniden masaya dönüşe ilişkin bir hamlenin gelmesi büyük ihtimaldir. Artan PKK terör saldırıları da hükümetin tekrar masaya dönmeye zorlayan bir etken olarak maalesef sahada süre gelmektedir. Yani aslında konu Suriye değil Türkiye’dir. Türk kamuoyu bu gerçeği anladığında belki de çok geç olacaktır.
* Makale içeriklerinde yer alan görüşler yazarlarımıza aittir. ANKA Enstitüsünün kurumsal düşüncelerini yansıtmayabilir.