Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Türkiye’yi yönetenler 2003’ten sonra yeniden teröre başlayan PKK terör örgütüne çoğu zaman terör örgütü gibi muamele etmekten imtina etmesi nedeniyle terörün ve terör örgütünün siyasallaşmasını engelleyemedi. 2005 ve özellikle 2008’den itibaren yürütülen açılım politikaları, terör örgütünün sözde ateşkes adı altında uyguladığı eylemsizlik taktikleri, 2013 yılında PKK terör örgütünün hükümlü liderinin güdümündeki çözüm süreci kurgusu terör örgütünü siyasi bir muhataba dönüştürdü ve müzakere masasına oturulmasına neden oldu.

Tabi bu noktaya gelinmesindeki en büyük etkenlerden birisi de Hükümetin “stratejik iletişim”deki büyük başarısızlığıydı. Bunu da, söylemlerinde çelişen ifadeler kullanarak, terör örgütüne yardım edenleri muhatap alarak, 30 yıllık terörün bir numaralı sorumlusu olan terör örgütünün hükümlü liderini terörü sona erdirecek barışçı bir lider olarak sunarak, terör örgütünün barıştan yana olduğunu ancak örgüt içindeki bazı radikallerin terör saldırıları yaptığını idda ederek, terör örgütüyle şeffaf olmayan şekilde görüşmeler yaparak, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasını ve kamu düzenini değiştirecek hususları terör örgütü temsilcileriyle görüşerek, vb  şekilde yaptılar.

Bunun son örneğini, terör örgütünün doğu ve güneydoğu bölgemizdeki değişik illerde aslında çözüm süreci döneminde de yaşanan ancak 7 Haziran seçimleri sonrasındaki terör sarmalında ve 1 Kasım seçimleri sonrasında giderek artan ve yaygınlaşan şekilde gördüğümüz il ve ilçelerde hendek kazarak kamu düzenini akasatıp müdahaleye gelen güvenlik güçlerine saldırarak şehit edilmesi olaylarıyla ilgili olarak, 14 Aralık 2015 tarihindeki Bakanlar Kurulu toplantısından sonra yapılan açıklamada gördük. Toplantısı sonrasında konuşan Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, Cizre ve Silopi’de yaşanan olaylarla ilgili, “Hiç kimse zannetmesin, hiç kimse şöyle bir kanaate varmasın ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti “hendek siyasetine” teslim olacak. Böyle bir şey olmaz. Hendek siyaseti sona erecek” dedi.

Böylece Hükümet, kazdığı hendeklerle kamu düzenini bozan, hendeklere yerleştirdiği patlayıcıları patlatarak güvenlik güçlerinin şehit edilmesine ve yaralanmasına neden olan PKK terör örgütünün yaptıklarını siyasi bir eylem gibi değerlendirip “hendek siyaseti” olarak tanımladı. Hükümetin stratejik iletişim stratejisi daha doğrusu terörle mücadele stratejisi olmadığını bilen ve gören PKK terör örgütünün elebaşları ve PKK’nın siyasetteki temsilcisi siyasi parti hendek siyaseti söylemine kendi jargonlarındaki kavramlarla yani yıllardır tekrar ettikleri “direniş ve özerklik” kavramlarıyla karşılık verdiler ve “bölge gençliğinin” yaptıklarının hakları olduğunu söylediler. Öyle ya, ne de olsa siyaset yapmak yasak değildi!

Halbuki PKK’nın hendekler kazarak Lice, Silvan, Varto, Kulp, Doğubayazıt, Yüksekova, Cizre, Silopi, Nusaybin, Dargeçit, Sur ve diğer yerlerde başlattığı (kendi söylemleriyle)şehir savaşları” terörden başka şey değildi. Diğer taraftan, çözüm süreci denen kurgu sürecini şehirlere patlayıcı depolamak, terörist nakletmek ve sivil görünümlü silahlı milis örgütlemekle kullandığı açığa çıkan PKK terör örgütüne halen, sonradan sulandırılabilecek belli şartlar altında da olsa, yeniden müzakerelere dönebiliriz umudu verilmesi de terör örgütünün terör saldırılarını artırmasına yol açmaktadır. Çünkü müzakere masasına oturulacağını düşünen terör örgütü terör sarmalını artırarak masaya daha kuvvetli bir pozisyonda oturmayı hesap ediyordu. Son dönemdeki terör saldırılarının çoğunun kazılan hendeklerin kapatılması bağlamındaki operasyonlara karşı gerçekleştirildiğini dikkate aldığımızda PKK’nın hendekler yoluyla terör sarmalı geliştirmesini hendek siyaseti olarak tanımlamak stratejik iletişim başarısızlığı olduğu gibi, bu başarısızlık aynı zamanda bir terörle mücadele stratejisi olmadığını göstermektedir.

Ve terörle mücadele stratejiniz yoksa terör örgütüyle müzakere dayatmalarına maruz kalınması kaçınılmaz olacaktır. Şuanda güneydoğuda yaşadıklarımızın arkasındaki temel sebeplerinden biri belki de ana sebebi budur. Terör örgütü bölgede yaptıklarından sonuç aldığını gördükçe bu tür terör saldırılarını (yani şehir savaşlarını) başta İstanbul olmak üzere batıdaki büyük şehirlere de yaymaya teşebbüs edecektir.

Stratejinin en basit tanımıyla temel unsurları zaman, mekan ve kuvvettir. Eğer bir tehdide karşı bir stratejiniz varsa uygun zamanda, uygun yerde, uygun kuvvetle müdahale edersiniz. Aksi durum günlük konjonktürel kararlardır, uzun vadeli olmadığından da hata yapmanız çok mümkün olacaktır. Eğer siz çözüm süreci bozulmasın gerekçesiyle istihbaratını almış ve yapıldığını gözünüzle görmüş olmanıza rağmen terör örgütünün şehirlere patlayıcı depolamasına, özellikle bölgede kendi düzenini hakim kılma girişimlerine o anda müdahale etmemişseniz bugün hendekler kazılarak sokak sokak, mahalle mahalle şehirlerin kurtarılmış bölgeler haline getirildiğini görürsünüz. Ama artık zaman çok geçtir ve mekan (yani şehirler) terör örgütü açısından avantajlı bir konumdur, bu duruma müdahale etmek için kullanacağınız kuvvet de maalesef ağır silahlarla donatılmış askeri kuvvetler olacaktır. Bu stratejisizliğin ve öngörüsüzlüğün (terör faaliyetlerini siyaset olarak tanımlamanın) maliyeti de hem devlete hem de masum vatandaşa maliyeti ağır olacaktır.

Terörle mücadele uzun soluklu, kararlı, yalpalamayan strateji gerektirir. Terör örgütünün tek bir eylemini bile siyaset içinde görmek terör örgütü tarafından istismar edilebilecek, bu istismar zaman içinde terörle mücadele stratejinizi sulandıracak ve etkisiz hale getirecektir.