Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Milliyetçiliğe yol açan en önemli etken, daha önce hükümdar ve sülale zemininde tanımlanan siyasi aidiyet duygusunu, hükümdardan bağımsız olarak, halkın ortak iradesine dayandırılmasıydı. 19. yüzyıl başlarından itibaren Avrupa’da, 20. yüzyılda ise tüm dünyada egemen siyasi düşünce tarzı olmuştur. 19. yüzyılda milliyetçilik, radikal, devrimci, anti-monarşist, yerleşik düzene zıt bir siyasi düşünce olarak değerlendirildi. Anglosakson kültürüne bağlı toplumlarda ve Avrupa Birliği düşüncesini savunan çevrelerde olumsuz bir anlam yüklenmiştir. Günümüzde dünya siyasi haritası bu dönemde milliyetçilik ilkelerine göre biçimlendirilmiştir.

Dünyayı iki kez harabeye çeviren savaşlara neden olan milliyetçilik olgusu, ikinci dünya savaşının bitmesinden sonra ve ardından gelen soğuk savaş yıllarında unutturulmaya çalışılmış ve her şeyin suçlusu gibi görülmesi amaçlanmıştır. Dünya iki kutuplu olmuş, milliyetçiliğin karşısına komünizm engeli çıkmıştı. Berlin Duvarının yıkılmasıyla Almanya’nın birleşmesi, Sovyetlerin dağılması ile Avrupa’da milliyetçilik olgusu tekrardan gündeme başlamıştır. [1]

Kırılma noktası ise 11 Eylül Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırı sonrası terör eylemlerini lanetleyen dönemin ABD Başkanı George W. Bush saldırıların ardından yaptığı açıklamada tüm dünya liderlerine saflarını seçmeleri çağrısını yaparak şöyle seslendi: “Ya bizdensiniz ya da onlardansınız.” Tüm dünya Amerika’da gerçekleşen saldırıların şokunu atlamadan 7 Ekim 2001’de başlayan Afganistan işgaliyle dünya siyasi ve askeri tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olacağını kanıtlarcasına 7 Mart 2003 tarihinde Dönemin Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Washington Post’a  “Fas’tan, Basra Körfezi’ne kadar, Türkiye de dahil, Ortadoğu’da 22 ülkenin sınır ve haritaları değişecek” açıklaması savaş çanlarının çalmasına yol açtı. 20 Mart 2003 Irak işgaliyle Avrupa kıtasına yönelik göç dalgasının fitili ateşlenmişti. Ortadoğu coğrafyasında başlayan “Arap Baharı” ve akabinde Suriye’de ki iç karışıklık insanların göç etmesinin temel sebebini oluşturmaktadır.

11 Eylül ertesi siyasilerin söylemlerinin daha da sertleşmesi ve güvenlik politikalarında Laiklik ilkesinden ödün vererek insanları dini kimlikleri üzerinden hedef alan bir yaklaşım içerisine girmeleri daha önce dini inançları ne olursa olsun insanlara karşı önyargısı bulunmayan insanlarda bile bir önyargının doğmasına neden olmuştur. Avrupa’da aşırı sağ partilerin yükselişi de bu duruma eklenince milliyetçilik önüne geçilemeyen bir hızla Avrupa kıtasına iyice yayılmıştır.[2] Almanya’nın eski merkez bankası müdürü Thilo Sarrazin kaleme aldığı Türkleri aşağılayıcı ve hakaretlerle dolu bir kitabın iki milyon üzerinde satması Avrupa’da milliyetçiliğin yükselmiş olduğunun en somut örneğidir. [3]

Avrupa’da milliyetçiliğin yükselmesini sadece yaşanan göçlerle birlikte yaşanan kültürel uyuşmazlıklara bağlanması ya da Madrid, Londra ve Paris şehirlerinde yaşanan dinsel olgunun ön planda olduğu terör olaylarına bağlamamak gerekir. Avrupa Birliği’nde milliyetçiliğin yükselmesinin, birliğin yapısına ve sonuçlarına karşı gelişen tepkilerle de ilgisi vardır. Avrupa Birliği içinde güçlü bir kanadın, milli devletleri ve milletleri aşındırarak kurulması hedeflenen Avrupa Birleşik Devletleri’nin halkını oluşturacak olan bir Avrupa milleti projesine Alman, Fransız ve diğer milli kimliklerden büyük direnç gözlemleniyor. Bu direnç sadece kendisini seçimlerin sonuçlarında göstermiyor.

Avrupalı milletler, Avrupa Birliği ve Avrupa Milleti projesinin başarılı olabilmek için mevcut milli kimlikleri aşındırırken, etnik kimlikleri de canlandırdığını gördü. Birleşik krallık İngiltere parçalanma süreci içinde. İspanya’nın başı Katalanlarla dertte ve parçalanması an meselesi. Belçika, AB üyesi olduğu zaman ki üniter devlet yapısını kaybedip federal devlet oldu. Bugün bir devlet olmasını AB başkentinin Brüksel’de olmasına bağlamış durumda. Kuzey İtalya’da ayrılıkçılık güçleniyor. Avrupa Birliği Süreci’nin milli birliklerini tahrip ettiğini gören kitlelerin Avrupa’da bu tepkiyi göstermelerini kolaylaştıran bir başka etken ise 2008’de başlamış olan ekonomik-finansal krizin etkilerinin ağır bir şekilde hissedilmesi de görülmektedir.[4]

Avrupa’da milliyetçilik akımı altında kendisini gösteren şiddet eylemlerinin önüne geçilmesi için siyasi önderlerin camilerin, okulların, ev ve işyerlerinin işaretlenmesi, yakılıp yıkılması gibi olayları kayıt altına alınmasını engelleyip yaşananları göz ardı etme çabalarına karşın hukukçulara büyük görevler düşmektedir. Ayrıca Avrupa ülkelerinin güvenlik güçlerini oluşturan polis teşkilatı ve istihbarat birimlerinin yaşanan kutuplaşmalar sonucu oluşan grupların kayırmasının önüne geçilmesi için eğitilmeleri gerekmektedir.

[1] Burak AKİ, http://www.millifikriyat.com/?p=44 07/12/2015.

[2] M. Nail ALKAN, Avrupa’da Yükselen Irkçılık: Pegida Örneği Akademik Bakış Dergisi(İstanbul, 2015)279.

[3] Salih YILMAZ, Avrupa’da Yükselen Ayrımcılık Nefret, İslamofobi ve Irkçılık (İstanbul, Şan Ofset, 2015)18.

[4] Ümit ÖZDAĞ, http://www.yenicaggazetesi.com.tr/avrupa-asya-boyutunda-yukselen-milliyetcilik-30929yy.htm 07/12/2015.