Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Yaşadığımız bölgeye ait şimdiki emperyalist planın adı;  Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), onun da silahı yine din ve adı “Siyasal İslam” veya emperyalizmin verdiği ad ile “Ilımlı İslam!”dır.

Siyasal İslam nedir?

Siyasal  İslam, devletin İslamî esaslara göre yapılandırılması düşüncesidir.

Bir başka deyişle ; insanların dini inançları, duyguları ve zaafları üzerinde oynanarak yapılan siyasettir.  Siyasal İslam, devlet yönetiminde İslam’ın referans alınmasını amaçlamaktır. Ayrıca İslam’ın siyasallaştırılması, onun ana rehberi olan kutsal kitabı Kuran’dan ve hadislerinden uzaklaşmayı ve olaylara taraflı, mezhepçi bakış açısı ile bakmayı esas kılar. Böylece o asla birleştirici değildir. Olamaz, eşyanın tabiatına aykırıdır. Eğer “Siyasal İslam” devleti ele geçirmişse; zaman içinde devletin gücünü kullanarak diğer mezhepler ve kendisinden farklı İslam anlayışı olanlar üzerinde ağır baskı kurar, ezer, asimile etmeye çalışır, öldürür ve katleder. Öte yandan ilginçtir ki; “Siyasal İslam” için esas tehdit Hristiyanlar,  Museviler veya inanmayanlar değil, aynı dinde olup farklı mezhep ve tarikatta olanlardır.  “Siyasal İslam” için sizin ne kadar iyi bir Müslüman olduğunuz, ne kadar ahlaklı, temiz, dürüst ve dindar olduğunuzun da hiç önemi yoktur. Asıl sorun; emperyalistlerin ve onun hegemonyasındaki iktidarın egemenliğini tanıyıp tanımadığınız, sorgulayıp sorgulamadığınız, biat edip etmediğinizdir! Bu gerçek sadece İslam için geçerli değildir. Tüm dinler siyasete alet olduğu andan itibaren bu durum geçerlidir.

Ortaçağ Avrupa’sında Hristiyanlar din adına birbirilerini yediler ve en çok Hristiyan katledildi,  müslüman değil. Avrupa’daki mezhep savaşları sırasında (Katolik-Protestan) sadece  Almanya,  nüfusunun yüzde 40’ını kaybetti. Gerisini siz tahmin edin.  Ortaçağ’da yani dinsel düşünce döneminde olan Avrupa’da Katoliklik için zaman içinde halledilmesi gereken birincil tehdit önce Ortodoksluk, sonra da Protestanlıktı!

Konu İslam olunca, ünlü strateji ve İslam uzmanı Graham Fuller[1]’in de BOP’a katkısından söz etmek gerekir. Amerikan istihbaratının önde gelen Ortadoğu, Türkiye ve İslam uzmanlarından Graham Fuller, 1990’lı yılların başından beri “ılımlı İslam” projesi üzerinde çalışıyordu. Ilımlı İslam, siyasal İslam’a emperyalistlerin verdiği isimdir. Bugün ‘İslam’ı ılımlaştırma’ safsatası, dinler arası diyalog ve uzlaşma safsatası çerçevesindeki girişimler, Müslümanları yozlaşmış Yahudilik ve Hristiyanlıkla aynı potaya sokma gayretleridir ve özellikle ılımlı İslamcı yazarların ‘Muhafazakâr Müslümanlığı’ savunmaları bu yüzdendir. Aslında Müslümanlık ve Muhafazakârlık tamamen farklı ve aykırı şeylerdir. Muhafazakârlık; ‘tutuculuk, statükoculuk, atadan-babadan devralınan gelenek ve görenekleri sorgulamadan koruyuculuk’ demektir. Muhafazakârlık; alışılagelen hayat tarzını, yaşayıp uyum sağladığı devlet ve siyaset nizamını, din adına uygulana gelen ruhsuz ve şuursuz tören ve tatbikatları, ‘doğru mu yanlış mı, yararlı mı zararlı mı?’ diye akıl ve ilim süzgecinden geçirmeden aynen kabullenip, taklitçilik ve şekilcilik olarak yerine getirmektir. Muhafazakârlık: ‘uydum kalabalığa, doydum alabalığa’ mantığıyla hazıra rıza göstermek, kolaycılığı tercih etmek, olumlu değişimlere ve onurlu dönüşümlere direnmek ve özellikle risk ve özveri gerektiren gayretlere hiç girişmemektir. İnanç ve ahlak değerlerine, haklı ve hayırlı prensiplerine bağlı kaldıkları için Müslümanlara da muhafazakâr denmesinin münasip düştüğünü söyleyenler olsa da, aslında Müslümanlıkla muhafazakârlık tamamen farklı ve aykırı şeylerdir. Nefsanî dürtülerine ve şeytani beklentilerine göre birtakım eklemeler ve eksiltmeler yapılarak, özellikle cihat şuuru, hak ve adaleti hâkim kılma sorumluluğu çıkarılarak yozlaştırılmış ve “Ilımlı İslam” kılıfı takılmış bir yaklaşım ve yaşam tarzını hırsla ve heyecanla korumak, aslında batılıların savunup sahiplendiği muhafazakârlığın ta kendisidir[2].

Gerçek Müslümanlar, gerici ve bozuk durumu muhafaza edici değil; ileri düşünceli, değişimci, Hak ve hayır adına devrimci bir ruha sahiptir.

İşte Fuller, Ortadoğu’daki anti-Amerikan radikal İslamcı akımları önleme ve geriletmenin yolunun, laik sistemleri desteklemekten değil, aksine radikal İslamcı partileri küresel kapitalist sistem içine çekecek ve özlerini dönüştürecek bir yaklaşımı benimsemek gerektiği tezini savunuyordu[3].  Fuller, 1990 yılında da “Kemalizmin miadını doldurduğunu, artık piyasacı-küreselleşmeci İslam’ın ana belirleyici olduğu Osmanlı benzeri Yeni Türkiye’nin zamanı geldiğini” söylüyordu. Onunla aynı amaç için çalışan Paul Henze ise; “Yeni dünya düzeni ile birlikte Atatürkçülük ölmüştür. Ulus devletler dönemi bitmiştir. Türkiye, Osmanlı gibi çok kültürlü, çok dinli ve çok ırklı bir yapıyı benimsemelidir” şeklinde beyanatlarda bulunuyordu[4].

Amerikalı strateji uzmanlarından Dinesh D’Souza ise 1995’te yazdığı bir kitapta aynı paralelde; “Biz İslam köktendinciliğini dönüştürmeli, onları liberalleştirmeliyiz”  diyerek konuyu bir başka şekilde ifade etmekteydi[5].

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) – Yeni Skyes Picot

BOP’un çıkış noktası, 11 Eylül saldırılarıdır. Bu saldırı, küresel terörizmin hangi boyutlara ulaştığını bütün dünyaya göstermesi bakımından da önemlidir. Bir başka önemi de, o güne kadar klasik yöntemlerle yürütülen küresel terörle mücadelenin bir işe yaramadığının anlaşılmasını sağlamasıdır. Çok bilinen bir uyarıdır: “Sıtmadan kurtulmak için sivrisinekleri öldürmek yetmez; esas olan bataklığı kurutmaktır.” Amerika geç de olsa bunu algılamış ve “terörist üreten bataklıklar nasıl kurutulur” arayışları BOP’un doğuşunun temelini oluşturmuştur. Projenin kapsama alanı içerisine alınan 23 ülkenin (Moritanya, Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Sudan, Lübnan, Filistin, Ürdün, Suriye, Türkiye, Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Yemen, İran, Pakistan ve Afganistan) hepsi de ABD’nin “stratejik enerji kaynaklarının ve ulaştırma hatlarının denetim altında tutulmasına yönelik” ulusal çıkarları ile örtüşen ülkeler olduğu dikkat çekicidir[6].

BOP’un varlığı somut olarak ilk kez dönemin ABD Dışişleri Bakanı olan Condolezza Rice’ın 2003’te Kongre’de yaptığı bir konuşma ile ortaya çıkmıştır. Rice “Fas’tan Pakistan’a kadar 22 ülkenin sınırlarının değişeceğini ve yeni bir dünya haritasının oluşacağını, bunun da Afganistan ile Irak’ın işgalleriyle başladığı” yönünde bir konuşma yapmıştır. Bu beyanatlar 7.8.2003 tarihli Washington Post Gazetesi’nde “Transforming The Middle East” başlığıyla yayımlanmıştır. Rice’ın açıkladığı Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bir emperyalist Haçlı projesidir.

Rice’ın açıklamasında Türkiye’nin ismi yer almamıştır. Dolayısıyla proje kapsamında 22 ülke isminden bahsedilmiştir. Çünkü BOP’un hedef ülkeleri arasında yer verilmiş olmasından dolayı tepki gösteren Türkiye; ABD’nin uzun süreli sadık müttefiki, NATO üyesi, AB adayı ve laiklik temelinde demokratik ülke olma özellikleri göz önüne alınarak, sözde bu projenin kapsama alanından çıkarıldı. Böylece “hedef ülke” olmaktan kurtulan Türkiye, bu kez de “demokratik ve ılımlı İslam ülkesi” olduğu savıyla “model ülke” bazına oturtuldu. “Ilımlı İslam Ülkesi” tanımlamasına öncelikle Genelkurmay sert tepki verdi[7]. Buna ilaveten Nisan 2004 ayında Washington’da yapılan Amerikan Türk Konseyi toplantısında bir konuşma yapan Büyükelçi Loğoğlu’nun “Türkiye bir İslam devleti değil, laik bir ülkedir” [8]  şeklindeki sert uyarısı üzerine, ABD yetkilileri bu tanımlamadan ve buna dayalı “model ülke” söyleminden vazgeçiyor; bunun yerine ne anlama geldiği pek belli olmayan “demokratik ortak” ifadesini kullanmaya başlıyorlardı. Bunların ardından zamanın Başbakanı  Erdoğan da ABD ziyaretinde katıldığı “Ortadoğu” panelinde ABD kongre üyesi Jane Hormon’un “Ilımlı İslam” ifadesine, ılımlı-ılımsız İslam olamayacağı gerekçesiyle tepki gösteriyordu. [9]

Yine ayni dönemde NATO Generali ABD’li Wesley Clark ise bu konuda şunları beyan etmiştir: “Pentagon’un listesinde işgal edilecek 7 ülke vardır. Afganistan’dan sonra işgal edilecek ülkelerden biri de Libya’dır. Irak, Somali, Sudan, Lübnan, Suriye ve İran’da bu listenin içerisindedir”. 2003 yılından sonra yaşananlara bakıldığında bu listenin uygulanmak amacıyla ciddi şekilde yürürlüğe konduğunu ve gerçekleşmekte olduğunu da görebilmekteyiz. ABD’nin bu anlamdaki gücünü ve etkisini görebilmek gerekir.

ABD’nin Avrasya macerası ise 11 Eylül ile birlikte başlamış, bu tarih, ABD’nin Avrasya jeostratejik hamleleri için milat oluşturmuş, ilk askeri müdahale Afganistan’a yapılmış, onu Irak harekâtı takip etmiş, daha sonra Büyük Ortadoğu Projesi ile etki alanı Afrika’nın kuzeyini içine alacak şekilde genişletilmiş ve bu projeyi, aynı coğrafyada Arap Baharı[10]  takip etmiştir.

ABD ve stratejik ortakları İngiltere ve İsrail ve bunlara eklemlenen Fransa ve Almanya’nın bölge planlarının gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel Türkiye’dir. Bu nedenle Büyük Ortadoğu Projesi-BOP’un GİZLİ tutulan ana hedefi; Türkiye’nin federal bir devlete dönüştürülüp, ülkenin güneydoğu ve doğusunda özerk bir Kürt bölgesi kurdurmak, bu bölgeyi Barzani ve kuzey Suriye’deki benzer bir oluşumla birleştirmek, aynı operasyonu İran’a da uygulayarak, topyekûn bir Kürdistan devleti kurmaktır. Bazılarının söylediğinin aksine İsrail’in güvenliği bu projenin ikincil hedefidir. Çünkü, Kürdistan kurulursa İsrail’in güvenliği sağlanmış olacaktır.

Türkiye’de hangi eğilim iktidarda olursa olsun, Türkiye bu emperyalist saldırıya büyük bedeller ödeyerek de olsa direnecektir. Jeopolitik gerçekler, iktidar sahiplerini batılı saldırganlara karşı, başta Rusya, İran, Irak, Suriye, Çin, Hindistan gibi Avrasya güçleriyle işbirliği ve ittifak yapmaya zorlayacaktır. Bu durumda, Türkiye NATO’dan çıkartılacak ve düşman statüsüne alınacaktır.

Müslümanlar, enerji jeopolitiği açısından önemli toprakların üzerinde oturuyorlar. Emperyalizm açısından malı götürebilmek için   Müslümanların birbirini yemeleri şart ! Büyük Ortadoğu Projesi’nin Suriye bacağının gerçekleştirilmesine ve İsrail hegemonyasına aktif bir şekilde direndiği için zengin enerji kaynaklarına sahip İran’da rejim değişikliği ve ülkenin bölünmesi isteniyor. Bu kapsamda İran üzerinde ülkeyi dünyadan izole edecek ve saf dışı tutacak ağır yaptırımlar uygulanıyor ve İran’a askeri müdahale için fırsat kollanıyor.

Emperyalizm, sünniler üzerinden koalisyon kurdurup müslümanı müslümana kırdırmak istiyor.

HUNTİNGTON İLE ATATÜRK DÜŞMANLIĞI

FETÖ’cü  Atatürk düşmanlığının diğer bir ayağı da Samuel Huntington[11]’dur.  “Medeniyetler Çatışması’’ tezi ve kitabının yazarı Huntington 1996 ve 2005’te Türkiye’ye gelip konferanslar vermiştir. FETÖ’cü camianın çok sevdiği ve o dönemler Zaman gazetesinin epeyce pohpohladığı Huntington’un hedefinde Atatürk vardı…İsrail’in savunması için BOP planının fikir babası da olan Huntington, Türklere, Atatürk’ü reddetmeyi ve Arap-İslam dünyası liderliğine yönelmeyi tavsiye ediyordu…Atatürk düşmanlığı, İslam dünyasının liderliği, Batı medeniyeti yerine Osmanlı-İslam medeniyetine dönüş… İşte bu tezlerin savunucusu ve şampiyonu İsrail yanlısı Huntington’dur[12].

Büyük hayallerle çıktığımız Şam seferinde başımıza neler geldiğini hepimiz görüyoruz. Federal yapıya geçmeyi düşünürken, açılım hikâyesiyle binin üzerinde şehit verdik. Bu arada PKK’nın kandırdığı binlerce genç heba oldu. Suriye sınırımızda YPG/PKK kantonları kuruldu. Şimdi onları temizlemeye çalışıyoruz. Suriye’de iç savaş başladığından bu yana resmi rakamlarla 3,5 milyon Suriyeli ülkemize sığındı; 40 milyar dolardan fazla para harcadık. Irak parçalandı şimdi ise Suriye parçalanmak üzere ve hatta parçalandı. İki parça olması kesin de, 3 veya 4 parçaya mı ayrılacak o şekillendiriliyor.  Bu arada İsrail, Kudüs’ü başkent ilan etti. Son olarak İsrail’in Golan tepelerinin sahibi oldu ve güney Suriye (Şam’a 15 km uzağına kadar), Ürdün sınırına kadar uzanan sınır hattında kendine büyük bir avantaj sağlayan araziyi ele geçirip kontrolu altına aldı.

Müteakip olarak neyle karşılaşacağız? Fırat’ın doğusunda ABD tarafından desteklenen PYD/YPG veya diğer adıyla Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Irak Kürtleri ile birleşecek ve Büyük İsrail projesinin ikinci aşaması olan Kürdistan devleti kurma yönünde adım atılacak, sonra İran istikrarsızlaştırıp rejim değiştirilip bölünecek ve buradaki kürt toprakları Suriye ve Irak uzantısı ile birleştirilecek. Daha sonra mı? BOP’de açıkça ismi zikredilmeyen ülkemizdeki sözde Kürtlere ait topraklarda Suriye-Irak-İran’daki Kürt topraklarına eklenerek Büyük İsrail kurulmak istenecek. Bu iki iki daha dört.

BOP İÇİN ABD VE TÜRKİYE AYNI  MİNVALDE HAREKET EDİYOR

Kimse kimseyi kandırmasın şu anda görünen manzarada BOP için ABD ve Türkiye aynı çizgide hareket etmektedir. Suriye’de Mart 2011’de başlatılan vekalet savaşları, ve HTŞ’nin İdlip’te fiili olarak 28 Ocak 2017’den beri ABD, İngiltere ve dolaylı olarak İsrail tarafından eğitilip donaltılarak  27 Kasım 2024’de Suriye Milli Ordusu ile de mutabakat sağlayıp Halep, Humus, Hama ve Şam’ı ışık hızıyla ele geçirdi. Bu harekât aynı emperyalist planın (Büyük Ortadoğu Projesi) parçasıdır. Bu sebeple görülen o ki; sonuç odaklı olarak Türkiye ABD ile hala bir şekilde aynı cephededir, sürdürdüğü politikalar İsteyerek veya istemeyerek-bilerek veya bilmeyerek BOP’a hizmet etmektedir.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

BOP ile ilgili olarak dünya kamuoyuna açıklanmış resmi bir belge henüz yok. “BOP Uygulama Planı” hazır hale getirildikten sonra bile, evrensel dış politika gelenekleri gereği, “bilmesi gerekenlerin, bilmesi gerektiği kadar” ilkesine bağlı kalınarak yapılacak açıklamalarla dünya kamuoyunun bilgisine sunulacaktır. Bu kapsamda Amerika, Soğuk Savaş döneminin alışkanlığı ile Türkiye’yi her daim kendi yörüngesinde tutmak istemekte, Türkiye’nin her zaman kendine yakın kişilerce yönetilmesini arzu etmekte ve bu nedenle de zaman zaman değişik yöntemlerle siyasete müdahale edebilmektedir. BOP’nin silahı Siyasal İslam ile İslamcı ezikleri başımıza;  Bid’atüzzaman Said Nursi’ye  “Müslüman İseviler” sloganını fısıldayan, Fitnetüzzaman Fethullah’a  Dinlerarası Diyalog ve İbrahimi Dinler projesini yükleyen, Adnan Oktarcılara “Derin İngiliz Devleti” saçmalığını pas atıp Mehdicilik oyununa yönlendiren ve İslamcı siyasetçilere BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) senaryoluğuna taşeronluk görevi veren Amerika menşeli Evanjelistler[13] bela etti. Laftan anlamayan, firaseti[14] kısır, iradesi ipotekli ve şeyhine ya da liderine raiyye olmayı maharet ve sevap telakki eden sürü psikolojili bu prototipi İslam dünyasına layık gören Evanjelizmin karşısındayız.

Günümüzdeki Evanjelist, Ezoterik, Kabalist ve bir yerde Siyonist formatlı “Büyük Orta Doğu Projesi (BOP)”’nin sadece stratejik veya politik çıkarlar noktasında değil, ilahi ve ezoterik unsurlara da bağlı olduğunu iyi bilmek gerekir. Ezoterik örgütler, Kudüs merkezli tek dünya devletini gerçekleştirmek istiyorlar ve bunun için “Yeni Dünya Düzeni”ne giden yolu hızlandırmak gayreti içerisindedirler. Neticede BOP, öncelikle ezoterik örgütlerin hedefine, sonra İsrail’in “Büyük İsrail” ideallerine ve sonra da Evanjelistler’in cennet beklentilerine hizmet etmesi için vizyona sürülmüştür.

ABD, BOP’u yaşama geçirmede son derece kararlı gözükmektedir. Çoğunlukla geri kalmış ülkelerin yer aldığı İslam coğrafyasını, hem ekonomik hem de sosyal yönden çağdaş değerlerle buluşturmak gibi yüksek bir amaca hizmet için ortaya atıldığı öne sürülen bu proje, bu amaca sadık kalındığı sürece, bütün dünya için, insanlık için olumlu sonuçlar doğurabilecek unsurlar içermektedir. Ancak üzerine stratejik enerji kaynaklarının kontrolüne yönelik “sömürgecilik ruhu taşıyan” ulusal çıkarlar ile ideolojik dayatmalar monte edilirse, sona eren “Soğuk Savaş” döneminin ardından, bütün dünyaya daha büyük acılar getirecek “Yeşil Savaş” döneminin başlaması kaçınılmaz olacak ve; 21. yüzyılın savaşlarının medeniyetler arasında bir savaş olacağını, savaşın taraflarının Müslümanlarla Hıristiyanlar olmakla birlikte, bunun dinler savaşı değil, dinlerde kendisini gösteren farklı uygarlık düzeyleri arasında geçeceğini ileri süren Huntington hep hatırlanacaktır[15].

Öte yandan, bugün FETÖ denen terör örgütünün  “Siyasal İslamcı” ideolojisi, “Yeni Osmanlıcılık” hayali, mezhepsel bakış açısına sahip ve tüm Siyasal İslamcılar gibi emperyalizm tarafından desteklenen bir örgüt olduğunu ve Türkiye’de iktidarın azami desteğine mazhariyetini zamanında (kendimizi hedef tahtasına oturtup haklarımızın göz göre göre gasp edilmesine seyirci kalarak) uyardık ve anlattık. Evet anladılar ama geç anladılar. Bununla birlikte, olayın sıcaklığı geçtikçe yine aynı hataların yapılmaya devam edildiğine şahit oluyorum.  Askerlikte bir söz vardır: “Su uyur, düşman uyumaz!” derler. Düşmanın sinsice güçlenip değişik bir kisve ile ortaya çıkabileceği unutulmamalıdır. Bu yüzden aman rehavete kapılmayalım…

Ancak ne diyeyim. Şu atasözü her şeyi açıklıyor: Anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az“.

Başımıza musallat olan her felâket tablosunda, dış güçlerin etkisi ikincildir. “Amerikalılar kötü, Ruslar iyi”, “Almanlar kötü, Çinliler iyi” diye kategorize edilebilecek bir dünya yok! İyilik, kötülük, dostluk ve düşmanlık; şarta, zamana, mekâna, çıkarlarınızın çatışmasına veya örtüşmesine göre değişir. Asıl olan; ülkemizin çıkarları ve güvenliğidir.

O halde bırakalım artık kişisel ve siyasi parti ideolojilerini bir tarafa. Geçte olsa aklımızı başımıza alalım. Eski Yugoslavya, Libya, Irak ve Suriye örneğini iyice irdeleyelim. Tamam bu ülkelerin bizimle kıyaslanacak durumları yok. Böyle bir kıyas yapılması akıllara ziyan olur. Fakat yine de, ekonomik olarak zayıfsan, ülkende demokratik ve evrensel normlarda bir anayasa temelli düzen yoksa ve üstelik demografik yapındaki çeşitliliğin ortaya koyduğu kontrol edemediğin hassasiyetlerin varsa ve bir de cam evde oturuyorsan o halde bu durumda  kimselere taş atmayacaksın.

Şu anda izlediğimiz siyaset ve politika bizim ne geçmişimi ne de Türk’lük şuurumuza yakışmıyor. Olaylara devlet odaklı ve milli olarak bakalım. Vatanımızın bütünlüğünü, bekası ve geleceğini, milletimizin birlik ve beraberliğini yabancı ellere bırakmayalım. Bunlar önemli meseleler. Uluslararası ilişkilerde duygusallığa yer yok. Her devlet kendi çıkarlarını düşünür. Artık sıyrılalım bunlardan. Kendi göbeğimizi kendimiz keselim. Milli ve onurlu bir siyaset izleyelim.

Bütün bu proje ve povokasyonlara karşın Türkiye’nin,

– ABD ve İngiltere ile, karşılıklı ülke ve bölge çıkarları doğrultusunda, kendisinden ödün vermeden, bölge ülkelerinin toprak bütünlüğünü esas olan bir politika doğrultusunda hareket etmelidir. Bölgenin istikrarı ile beraber bölgede kendi güvenliğine zarar verecek oldu bittilere meydan vermemesinin,

– ABD’nin ardından bazı Avrupa ülkelerinin sözde tarihsel geçmişlerine takılı kalıp bölge ülkeleri üzerinde hak iddia etme ve ekonomik avantajlar elde etme gayretlerini boşa çıkarmasının,

–  Rusya ve İran ile, ülkemiz ve ikili ülke çıkarları ve endişeleri doğrultusunda iş birliği  yapmasının,

– Suriye, Irak, Filistin, Lübnan ve Ürdün başta olmak üzere emperyal tehditle direk muhatap olan bölge ülkeleri ile karşılıklı ve ortak çıkarlar temelinde yakın ilişkiler kurmasının, en uygun dış politika stratejisi olacağını değerlendiriyorum.

Şunu aklımızdan çıkarmayalım: “Stratejik hatalar taktik başarılarla düzeltilemez.” (Nietzche)

Mevcut durum ve şartlarda, orta ve uzun vade gelecekte ne olacak? öngörüsü sorusuna ilişkin olarak yapacağımız isabetli “Stratejik İstihbarat Analizi” çalışmalarını yapacak ve karar vericilerimizi doğru ve zamanlı istihbarat ile yönlendirecek istihbarat analizcilerine ihtiyacımız var. Artık, geçte olsa, olaylara şimdiki zaman perspektifi ile değil orta ve uzun vade gelecek perspektifinden bakmak gerektiğini kabul edelim.

Son sözü yine Atatürk’ün sözü ile noktalayayım: “Asıl olan iç cephedir. Dış cephe, ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe mağlup olabilir; fakat hiçbir zaman bir memleketi yok edemez. Önemli olan, memleketi temelinden yıkan iç cephenin çökmesidir.¨

Türkiye, vakit geçirmeksizin iç cepheyi bir araya getirip güçlü tutmak zorundadır. İktidara düşen en önemli ve milli görev budur. Kısır döngülü iktidar- muhalefet çatışmalarından şu zamanlarda özellikle uzak durulmalıdır.

Mevzubahis devletimizi âli menfaatleri ise hep birlikte TÜRKİYE olacağız…

“Bir ulus sımsıkı birbirine bağlı olmayı bildikçe yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez.” Mustafa Kemal ATATÜRK

[1] 1980’li yıllarda CIA’nın “Yakın ve Güney Asya Bölgesi Milli İstihbarat Şefi” görevini yürüten ve RAND kuruluşu araştırmacı yazarlarından olan Fuller, RAND Raporu’nun ardından çıkardığı “Siyasal İslam’ın Geleceği” adlı kitapta; Amerikan dış politikasının en önemli hedeflerinden birinin özünde İslamcı fakat aynı zamanda liberal bir İslami reformu teşvik etmek, bu amaçla da Nurcuların -özellikle Fethullah Gülen’indesteklenmesi gerektiğini ileri sürmektedir (KAYNAK: Günal ALTUĞ, “Büyük Ortadaoğu Projesi ve Türkiye”, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/556861, Erişim Tarihi: 13.12.2024)

[2] Akgül,Abdullah. Milli Çözüm Dergisi Makale :Müslüman Muhafazakar Olur mu?, 2012. https://www.millicozum.com/mc/2012/nisan-2012/musluman-muhafazakar-olabilir-mi/, Erişim Tarihi: 16.11.2015.

[3] https://m.bianet.org/bianet/siyaset/33856-bir-abd-projesi-olarak-akp-ve-ilimli-islam

[4] https://odatv.com/bir-cia-projesi-olarak-ataturke-saldirmanin-dayanilmaz-kustahligi-0905171200.html

[5] https://m.bianet.org/bianet/siyaset/33856-bir-abd-projesi-olarak-akp-ve-ilimli-islam.

[6] Günal Altuğ, Dergipark Makale: “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye”, s.159, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/556861, Erişim Tarihi: 16.10.2024)

[7] Radikal Gazetesi, 20-3-2004:Genelkurmay II. Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, ABD’ye yaptığı resmi bir ziyarette ve dönüş yolunda gazetecilerle yaptığı söyleşide “Türkiye laik bir ülkedir. Hem laik, hem de ılımlı İslam devleti bir arada olmaz” demiştir.

[8] http://www.turkpartner.de/D/4/PowellDem.htm ve http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=1124 38&tarih=07/04/2004, http://www.deik.org.tr/faaliyet_raporlari.asp?counci lId=&activityId=534

[9] http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=119 335

[10] Arap Baharı (Müslüman ülkeleri istikrarsızlaştırma operasyonu) : Emperyalist devletlerin kışkırtmalarıyla başlatılan halk hareketleri; Tunus’ta 17 Aralık 2010, Mısır’da ise, 17 Ocak 2011 tarihinde başlamıştı. Amacı, bölgenin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra çizilen ve artık demode olduğu düşünülen siyasi haritasını İsrail’in güvenliğini pekiştirecek ve enerji kaynaklarının ve güzergahların kontrolünü sağlayacak, yeni enerji yolları inşa edecek şekilde değiştirmek, bölgede rejim değişiklikleri ile müzahir yönetimler oluşturmak, devletleri kontrol altına almaktı.

[11] Samuel Phillips Huntington : Amerikalı siyaset bilimci. Dünyanın gelecek yüzyılda büyük bir medeniyetler çatışmasına sahne olacağını savunur. Ona göre ideolojiler ölmüş dinlerden kaynak bulan medeniyetler cağı geri dönmüştür. Ortadoğu ile ilgili çoğu kehaneti gerçekleşmiş,  böylece diğer stratejistlerce kahin seklinde tanınmasına neden olmuştur.

[12] Çalışkan Kemal, Makale: “Atatürk düşmanlığı FETÖ mirasıdır”, 2018, https://www.odatv.com/yazarlar/kerem-caliskan/ataturk-dusmanligi-feto-mirasidir-150566, Erişim Tarihi: 11. 09.2019.

[13] Evanjelizm: ABD’de egemen olan dini akım. Protestan Hristiyanlık mezhebinin kurucusu Martin Luther’in kurduğu kilise kaynaklı akım. Bugün ABD’de en az 150 Milyon ve dünyada da yaklaşık 500 Milyon Evanjelik bulunduğu ileri sürülmektedir. ABD’ye yön veren önemli örgütlerden CFR’de Kissinger gibi birçok Siyonist üye bulunmasına rağmen asıl ağırlığın Evanjelik Kilise mensubu üyelerinde olduğu ve buradaki ‘Tek Dünya, Tek Yönetim’ stratejisinin gerçek mimarlarının da onlar olduğudur.

[14] Firaset: Mânen kavrama, an­la­ma, sez­me kâ­bi­li­ye­ti anlamına gelir.

[15] HUNTİNGTON, Samuel P., (1993) : “The Clash Of Civilizations?”, Foreign Affairs, Vol. 72, No. 3, 1993, s 22-49.