Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

2010 yılında Arap dünyasında başlayan Arap Baharının Mısır, Tunus ve Libya gibi ülkeleri etkiledikten sonra, -domino etkisiyle- sıranın Suriye’ye geldiği yönündeki değerlendirmeler yerini bularak,  2011 yılının Mart ayında Suriye’de iç savaş başladı. Anılan savaş, aynı zamanda  Orta Doğu’yu etkisi altına alan  geniş bir protesto hareketinin bir parçasıydı.

 

İktidardaki otoriter Esad yönetimine karşı 15 Mart 2011’de  başlatılan gösteriler, en fırtınalı ve yıkıcı bir biçimde hızla etkisini göstererek,  Nisan 2011 tarihinde ülke çapına yayıldı. Suriye’yi çok kanlı çatışmalara ve büyük bir insanlık dramına sevk etti. Ülkenin beş yıl içinde harap olmasına sebep oldu.

 

Suriye’nin bugününe dönüldüğünde, Ortadoğu için başlangıçta yapılan uluslararası kapsamlı planın, öngörüldüğü şekilde devam ettiği görülüyor.

 

Arap dünyasına gerekli ayar verilmiş, bölgenin kurumsallaşmış etnik mozaik yapısında istifade ile din ekseninde mezhep kavgalarına isnat ettirilen iç savaş tüm acımasızlığı ile bölgeyi etkisin altına almış, El Kaide kökenli IŞİD gibi radikal İslami bir terör örgütü icat edilerek sahaya sürülmüş, IŞID’le mücadele bahanesiyle bölgenin demografik yapısı ile oynanmış,  bu durum batının kaçınılmaz müdahalesinin temelini oluşturmuş, perde arkasında ki asıl planın Suriye kuzeyindeki Kürtlerin bölgenin kuzeyine hakim olması ve kuzeyde Akdeniz’e uzanan Kürt koridorunun tesis edilmesi projesi yürürlüğe sokularak, tıpkı Irak gibi ülkenin önce parçalanması sonra da  bölünmesi hedeflenmiştir.

 

2015 yılının yaz aylarına gelindiğinde, Rusya’nın da bu bölgede boy göstermesiyle Suriye deki politik-askeri durum yeni bir safhaya girmiştir. Söz konusu safhanın, satranç tahtasındaki aktörlerinin, son zamanlarda Esad rejimine destek sağlanması gibi sürpriz ve aldatıcı   hamleler yapmaya yöneldiği görülmektedir. Yapılan tüm hamleleri ve atılan tüm adımları, yukarda belirtilen asıl hedefe değişik yollarda el atma düşüncesinden başka bir şey olmadığı şeklinde değerlendirmek gerekir.

 

Suriye’de ki tüm bu gelişmeler, sözde mevcut soruna çare bulmak amacıyla,  uluslar arası koalisyonun isteği ve insiyatifi ile,  2012 yılından itibaren BM platformuna taşınmıştır.  Burada yeri gelmişken bir parantez açarak BM in işlevi ve fonksiyonu hakkında şöyle bir değerlendirme yapmak mümkündür.

 

BM  her şeyden önce, devletler üstü bir statüye sahip değildir.  Gerek hukuki ve gerekse askeri herhangi bir yaptırım gücüne de sahip değildir. Dolayısıyla dünyada meydana gelen her anlaşmazlığı çözecek, her çatışmayı durduracak bir yapısı da yoktur. Bunun böyle olduğu 2003 yılındaki Irak savaşında ortaya çıkmış ve çok açık bir biçimde anlaşılmıştır.  BM’nin Irak savaşını önlemeye yönelik iyi niyetli çabalarının boşa çıktığı görülmüştür. ABD,  BM’in yaptırım gücü boşluğundan yararlanarak Irak’a savaş açmıştır. Bugün Suriye için alınan BM kararlarında ve bu kapsamda planlanan Cenevre görüşmelerinin sonunda da benzer durumu görmek söz konusu olabilecektir. Burada yine BM’nin Suriye ilgili aldığı karara kimsenin itibar göstermeyeceği ve boşa çıkacağı görülecektir. Nitekim, sözde 29 Ocak ta başladığı açıklanan  Cenevre görüşmeleri daha başlamadan, 03 şubat 2016 tarihli Hürriyet Gazetesinin haberine göre toplantılara 25 Şubat 2016 tarihine kadar ara verilmiştir.

Gelelim Suriye’de yaşanan son dönemdeki gelişmelere;

Türkiye halen bölgedeki gelişmelerden en fazla etkilenen ülke olma konumunu muhafaza etmektedir. Türkiye’nin Suriye sınır bölgesinde meydana gelen olaylar, endişe verici gelişmelere sahne olmaya devam etmektedir. Bölgede ki halihazırdaki tablo, Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit etmesinin yanı sıra Türk dış politikasını da zora sokmaktadır. Kuzey Suriye’yi kontrolü altına almaya çalışan PKK’nın Suriye’de ki uzantısı konumunda olan  PYD/YPG,  uluslararası koalisyonun himayesi ve desteğinde, Türkiye’nin gelecekte toprak bütünlüğünü ve bekasını ciddi derecede tehdit altında tutmaktadır. Nitekim PYD/YPG güçlerinin bölgedeki nüfuz alanı giderek yayılmakta olduğu ve adım adım kantonlarını genişletme çabasında oldukları kaygıyla  izlenmektedir. Bu kapsamda,  www.radikal.com.tr’nin haberine göre, geçen ay ABD Başkanı Barack Obama’nın IŞİD’le mücadele özel temsilcisi Brett McGurk, Fransız ve İngilizler diplomatlar dahil bazı Avrupalı yetkililer Kobani ve Cizire kantonlarına giderek PYD/ YPG, Suriye Demokratik Güçleri ve yerel yetkililerle görüşmeler yaptı.   “Sizinle geliştirdiğimiz ilişkiler Cenevre’den daha önemli” mesajı verildi. PYD’nin Cenevre’nin sonraki aşamalarına katılacağı ve özellikle yeni anayasa sürecinde Kürtlerin de olacağı, Kürtlerin organize bir güç olarak kendi varlıklarını dayatacağı vurgulandı.

 

Geçtiğimiz ay yapılan son MGK toplantısındaki önemli başlıklarından birisi de Suriye idi.  Suriye’de gelinen en son politik-askeri  duruma bakıldığında, Kobani ve daha doğudaki Cizire kantonlarını elinde tutan PYD, aynı zamanda kuzey Suriye’nin en batısındaki, Akdeniz’e en yakın bölge olan Afrin kantonunu da kontrolü altında bulundurduğu ve  Kobani ile birlikte daha doğudaki Cizire kantonlarıyla Afrin kantonu arasındaki Cerablus’u ele geçirmesi halinde Suriye’nin kuzeyine bütünüyle hakim olabileceği değerlendirilmektedir.

 

Bununla birlikte, Türkiye, uzunca bir süre önce Suriye’nin kuzeyindeki Cerablus-Azez hattını, yani Fırat Nehri’nin batısını kırmızı çizgi ilan ettiği de bilinmektedir.  Ne var ki, bu kez de PYD  Fırat’ın batısını kullanmak yerine Afrin’in doğusundan  Cerablus bölgesine geçeceği bilgisi açık kaynaklarda yer almıştır.

 

 

ABD’nin ardından şimdi Rusya’dan da anılan güçlere aktif destek verilmektedir. Bu durumu teyit eden ve açık kaynaklara da yansıyan son istihbarat raporları, PYD/YPG ile birlikte Rusya’nın himayesinde hareket eden rejimin yeni bir plan geliştirdiği yönündedir. Söz konusu raporlarda,  geçtiğimiz Ocak ayında Rusya ile İran’ın YPG’nin kontrolündeki Afrin’e havadan silah, mühimmat ve lojistik malzeme indirdiği şeklinde teyit edilmiş bilgiler mevcuttur.

 

Afrin’e yapılan bu yığınağın bilahare daha doğuda ki Cerablus ile birleşme harekatına yönelik bir faaliyet olduğu, bölgeden gelen raporlarda dikkat çeken hususlar arasındadır. Türkiye,  Fırat’ın batısındaki bölgeyi kırmızı çizgi saydığını sürekli tekrarlamakla birlikte,  bunun PYD/YPG üzerinde ne derece etkili olacağı veya bir başka ifade ile YPG güçlerinin daha ileriye gitmesi halinde Türkiye’nin hangi riskleri göze alarak harekete geçeceği halen bilinmemektedir. Bu karmaşık tabloya ilave olarak IŞİD’in Türkiye’nin dış ve iç güvenliği için oluşturduğu tehdidi eklemenin uygun olacağı kıymetlendirilmektedir.

 

Cenevre görüşmelerinden bir sonuç çıkar mı?

 

Suriye gündemi şu sıralar BM nezdinde yapılması planlanan görüşmelere odaklanmış durumdadır.  2015 Aralık ayında BM Güvenlik Konseyinin almış olduğu 2254 sayılı kararı gereğince Cenevre’de yeni bir müzakere süreci başlatılmıştır.

 

Bu safhada sözde BM devreye sokulmasının amacı, Suriye’de siyasi bir geçiş sürecinin sağlanması, anılan sürecin şartlarının temini,  Suriye’de ateşkes ilan edilmesi, tam yetkili bir geçiş hükümeti kurularak seçimlere gidilmesi ve yeni bir Anayasa yazılması.

 

Oysa, daha önce Haziran 2012 ve Şubat 2014 tarihlerinde yapılan birinci ve ikinci Cenevre görüşmelerinden bir sonuca ulaşılamamıştı.

 

Halen devam eden üçüncü Cenevre görüşmelerinden de sağlıklı bir sonuç çıkmayacağı yönünde kamu oyunda yaygın kanaat hakimdir. Zira yukarda da belirtildiği gibi 29 Ocak 2016 da başlatılan görüşmeler hiçbir haklı ve makul bir gerekçeye dayandırılmaksızın Şubat ayı sonuna ertelenmiştir. Bununla birlikte söz konusu görüşmelerin perde gerisinde PYD’nin Suriye’nin geleceğinde rol oynama ve pazarlığın tarafı konumuna gelmesi gibi çeşitli oyunların oynandığı görülmektedir.

 

Cenevre görüşmelerinden nasıl bir sonuç çıkacağına dair aslında,  Suriye’de iç savaşın başladığı 2011 yılında ki haritası ile, bugünkü haritasına mukayese ederek bakmanın,  Suriye’nin geleceği hakkında fikir vermesi bakımından yeterli olacağı düşünülmektedir.

 

 

 

ABD ve Rusya’nın Suriye planı

 

Birinci Dünya Savaşı sonunda,  Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu topraklarının nasıl bölüşüleceğine dair İngiltere ile Fransa arasında imzalanan Sykes­-Picot isimli gizli bir anlaşma ile, Ortadoğu toprakları İngiltere ile Fransa arasında altında parçalanarak bölüşülmüştü. Şimdi İngiltere ve Fransa’nın yerini ABD ve Rusya’nın aldığı görülmektedir. Oyun aynı, aktörler farklıdır.

 

Diğer taraftan,  bölgede ABD’den başka Rusya ve İran’da kendi çıkarları peşinde ve pastadan pay kapma çabası içendedirler. Irak gibi Suriye kuzeyinde de Kürdistan’ın gerçekleştirilmesi ise İsrail’in bilinen Büyük Kürdistan hedefinin bir parçasıdır.

 

Halen Suriye’de söz sahibi olan uluslararası koalisyonun çıkarları Türkiye’nin aleyhine seyretmektedir. Anılan çıkarlar, Türkiye’nin milli güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehdit eder durumdadır. Şayet uluslararası koalisyonun Suriye planı gerçekleşecek olursa,  Türkiye güneyden kuşatma altına alınmış olacaktır. Dahası, doğuda Musul ve Kerkük’ten başlayarak tesis edilecek Kürt koridoru sayesinde,  Türkiye’nin Ortadoğu ile bağlantısı kesilecek,  ekonomik bakımdan bundan zarar görecek petrol kaynaklarının tamamı Kürtlerin kontrolü altına geçecektir. Ayrıca,  Akdeniz’e açılan Kürt koridoru sayesinde petrol ve doğal gaz rezervlerinin ABD ve Avrupa’ya kolayca ulaşması temin edilecektir.

 

 

Yapılan stratejik hatalar

 

Şurası çok açıktır ki, Türkiye şayet başlangıçta benimsediği Suriye politikasını Beşar Esad’ın gitmesi üzerine değil de, bölge ülkeleri ile işbirliği içerisinde, Esad’ın başında varlığını sürdürmeye devam ettiği Suriye’nin toprak bütünlüğü tezi üzerine yoğunlaştırsaydı, Suriye kuzeyi bugün tıpkı Irak kuzeyi gibi terör yuvası haline gelmez,  PYD güçlenmez, güneyinde Kürt koridoru oluşma riski diye bir risk olmazdı.

 

Rusya Esad’ın teşvikiyle bölgeye boy göstermeye soyunmazdı. Deniz ve hava gücünü Ortadoğu’ya taşıyarak stratejik dengelerin değişmesine sebep olmazdı.

 

Daha önce normal seyrinde devam eden Türk-Rus ilişkileri, uçak düşürme hadisesi ile birlikte bozulmaz ve kriz yaşanmazdı.

 

Türkiye’nin Ortadoğu ihracatı ve dolayısıyla ülke ekonomisi olumsuz etkilenmez, sadece Hatay ilimizden Suriye’ye yapılan Lojistik Tır taşımacılığı ve ticareti durma noktasına gelmezdi. Türkiye, 2.5 milyon mülteciyi besleme ve barındırma zorunda kalmazdı.

 

Sınırlarımız delik deşik olmaz, radikal İslami terör örgütleri sınırımızda cirit atamazlardı.

 

Türkiye ne yapmalı?

 

Suriye’nin kuzeyinde varlık gösteren etnik ve dini terör grupları Suriye Kürtlerinin temsilcisi durumunda değildir. Türkiye de bu safhada, Suriye’nin kuzeyindeki hiçbir terör örgütünün ve silahlı gücün fiili bir durum yaratmasına müsamaha göstermemeli ve müsaade etmemelidir. Zaten bunu çok önceden açıklamıştır. Ne var ki, bölgede ki uluslararası koalisyonun terörist gruplara verdiği her türlü destek, Türkiye’yi bu konuda zora sokmaktadır. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde yaşayan Kürtlerle bir sorunu yoktur. Bu safhada,  PYD’ye karşı ortak bir tavır sergileyecek şekilde öncelikle uluslararası koalisyonla mutabakata varılmalı ve Suriye sınırında  ilave askeri tedbirler alınmalıdır. Bununla birlikte,  yakın gelecekte Irak ve Suriye gibi parçalanmaya namzet ülke konumuna gelmemesi için ayrıca aşağıda belirtilen ilave tedbirlere ihtiyaç olduğu değerlendirilmektedir.

 

Türkiye gerek birinci gerekse ikinci Körfez savaşın­dan sonra, bölgede doğru politikalar üretip yürütemediğinden her iki savaşın sonunda kendi beka ve milli güvenliği bakımından zararlı çıkmıştır. Benzer durum Suriye için de söz konusudur. Aynı hatalı düşmemek maksadıyla, bölge ülkeleri ile işbirliğine gidilerek Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlayacak ve Şam’la irtibat ve diyalog sürecine girecek yeni politikalar geliştirmelidir.

 

Türkiye’nin terörle mücadele ettiği sınırlar, Suriye ve Irak sınırlarıdır. Suriye sınırı 877 km., Irak sınırı 330 km. olup her ikisini toplam uzunluğu yaklaşık 1200 km. dir. Sınır güvenliğini etkileyen en önemli faktör arazi yapısı yani coğrafi faktördür. Su­riye sınırının güvenliğinin sağlanmasında, doğru ve zamanında istihbarat paylaşımı ve akışı yapıldığı takdirde herhangi bir sı­kıntı veya zorluk yoktur. Sınırı başlangıç noktası olan Hatay böl­gesinden itibaren sınırın bittiği Silopi bölgesine kadar arazi ta­mamen düzlük bir karakter arz eder. Bu arazideki sınır güvenliği, ortalama 5 km.de bir konuşlandırılan sınır güvenlik karakolları ile sağlanmaktadır. Suriye sınırının güvenliği, askeri tek­nik ve usullere göre alınan tedbirler sayesinde sorunsuz olarak korunmaktadır. Arazinin engebeli olmayışı güvenlik güçlerinin işlerini kolaylaştırır. Ne var ki, mevcut durum bugün için yetersiz kalmaktadır.  Yeterli kuvvetlerle yapılacak ilave yığınaklanma ile bu zafiyet giderilmeli, ara bölgeler kapatılmalı, Türkiye’nin caydırıcı gücü karşı tarafa hissettirmeli ve Suriye sınırının delik-deşik olduğu algısı ortadan kaldırılmalıdır.

 

Türkiye gibi kritik bir coğrafyada, psikolojik ve asimetrik psikolojik saldırıların odağında bulunan bir ülkenin, Suriye sınırının hassasiyeti dikkate alınarak, her şeyden önce bu saldırıları önleyecek ve kıracak çapta yeniden gelişti­rilmiş bir istihbarat yapılanmasına ihtiyacı vardır.

 

Terör, mülteci sorunu, iç savaş, bahane edilerek Suriye üzerinden sürdürülen güç mücadelesi uluslar arası ve küresel bir boyut kazanmıştır. Bu nedenle modern istihbarat üretme metodlarından, görüntü istihbaratı (IMINT), açık kaynak istihba­ratı (OSINT), sinyal istihbaratı (SIGINT), ölçüm ve iz istihbaratı (MASINT), insan istihbaratı (HUMİNT)  gibi, diğer gelişmiş ileri teknoloji ürünü görüntü alma ve özellikle de dinleme sistem ve teknikleri kullanılarak, stra­tejik seviyede yapılacak istihbarat değerlendirmelerine ve üreti­mine  katkıda bulunulması sağlanmalıdır.

 

İstihbaratın temel fonksiyonlarından biri olan istihbarata karşı koyma (İKK), bir başka ifade ile karşı istihbarat eksikliği, kendi milli gücümüz ve istihbarat çalışmalarımız hakkında ya­bancı istihbarat örgütleri ve gizli servislerinin iştahını kabartır.  Bu bakımdan Türkiye içindeki IŞİD ve buna müzahir gruplar tespit edilerek baskı altına alınmalı ve bertaraf edilmelidir. Suriye tarafından gelen terörist grupların kendi topraklarımızda tabiri caizse cirit atmasına, bilgi edinmesine ve zararlı faaliyetlere maruz kalınmasına engel olacak tedbirler mutlaka alınmalı ve bu durum devlet ve hükü­met politikası haline getirilmelidir.

 

Diğer taraftan, siyasetçi ve uzmanların açık kaynaklarda yer alan ve atılması gereken acil çözüm adımları kapsamındaki aşağıdaki görüşlerine kulak vermenin uygun olacağı değerlendirilmektedir.

 

– Türkiye-İran-Irak-Suriye işbirliği yapılmalıdır.

– Şam yönetimiyle derhal temasa geçilmelidir.

– Suriye yönetimine karşı savaşan El Fetih Ordusu’nun Türkiye’deki harekat merkezi kapatılmalıdır.

– Etnik sürgün yaratan Amerikan İHA’larının İncirlik Üssü’nü kullanması durdurulmalıdır.

– Türkiye, sınırlarını  terörist geçişlerine derhal kapatmalı, özellikle PKK’nın kendi topraklarımız üzerinden Suriye tarafına geçişi engellenmelidir.

-Suriye içindeki ılımlı Kürt grup ve aşiretleri ile ılımlı muhalifler dahil, Türkiye’ye müzahir gruplar desteklenmeli ve ilişkiler güçlendirilmelidir.

-Sınırlarımız içinde halen PKK’ya karşı özellikle yerleşim merkezlerinde sürdürülen terörle mücadeleye kararlılıkla devam edilmeli ve güvenlik güçlerinin tüm alana hakim olması sağlanmalıdır.

-Suriyeli Türkmenlere lojistik destek başta olmak üzere her türlü destek kesintisiz verilmeli, IŞİD tehdidi olmadığı halde Rusya’nın Türkmenlere düzenlediği gayrı meşru saldırılara göz yumulmamalı ve ezilmelerine izin verilmemelidir.

-Türkiye’ye iltica eden 2.5 milyon Suriyeli mültecinin kendi ülkelerine geri gönderilmesi sağlanmalıdır.

 

Bununla birlikte, Suriye’de halen Beşar Esad rejimi işbaşındadır. Üçüncü Cenevre görüşmelerinden Türkiye’nin lehine bir sonuç çıkacağı beklenmemelidir.

 

Suriye için gelecekte çeşitli alternatif modeller düşünülmekle birlikte, Esad’lı veya Esad’sız  Suriye’ye de  ortaya çıkacak resmin nasıl olacağı da henüz net olarak belli değildir. Esad ister kalsın ister gitsin, Suriye’nin eski Suriye olmayacağı muhakkaktır.

 

Yine siyasetçi ve uzmanlar tarafından Türkiye’nin milli menfaatleri açısından, Suriye için gelecekte, Suriye Türkmenlerini de içine alan ve demokratik açıdan gelişmiş,  güçlenmiş Federal bir Suriye modeli öngörülmektedir.

 

Suriye’de artık Irak benzeri bir bölünme sürecine girilmiştir. Bu açıdan önümüzde yakın vadede Türkiye’nin güvenliği,  bekası ve toprak bütünlüğü için askeri seçenek de dahil her türlü önlem alınmak zorundadır.