…
TÜRKİYE VE STAGFLASYON RİSKİ
Küresel Kuzey ülkeleri başta olmak üzere, uzun süredir global ölçekte yaşanan enflâsyon ile başa çıkmak için, FED ve ECB (Avrupa Merkez Bankası) başta olmak üzere merkez bankalarının önemli bir kısmı “faiz artışına” gittiğini birlikte gördük ve yaşadık.
Söz konusu “faiz yükseltme” sürecinin sonunda karşılaşılacak olan “durgunluk/ resesyon” riskinin gerçekleşmemesi için, bu aşamanın zamanında saptanması çok önemliydi. Yoksa girilecek bir “stagflasyon” evresinin maliyeti çok yüksek, çıkılması da zor olabilirdi.[1]
Bu yazımızda, anılan sürecin günümüzde global ölçekte ve Türkiye’de deneyimlenen yüzlerini ele almaya çalışacağız.
Çalışmamıza, “stagflasyon ve slumflasyon” kavramlarının tanımı ile başlamayı yeğledik.
STAGNASYON, STAGFLASYON, SLUMFLASYON KAVRAMLARI ÜZERİNE
Stagflasyon, yüksek enflâsyon ile durgunluğun birlikte, eş zamanlı olarak deneyimlenmesidir. Kısacası, ekonomide durgunluk ve enflâsyonun aynı anda yaşanması anlamına gelmektedir. Sözcük, durgunluk içinde enflâsyon; ekonomik büyümenin sıfıra geldiği ama enflâsyonun devam ettiği ekonomik durumu anlatmak için kullanılmaktadır. Bu durumda işsizlik oranı artarken, fiyatlar da hızla yükselmeye devam ediyor.
Fransızca “durgunluk” anlamına gelen “stagnation” ile “şişkinlik” anlamına gelen “inflation” sözcüklerinden oluşturulmuş bir sözcük olan ve ekonomi biliminde yer alan stagflasyon, durgunluk ile enflâsyonun aynı anda görüldüğü özel bir durumu ifade eder.
“Durgunluk/ stagnasyon“, stagflâsyondan farklı olarak ekonominin ortalamadan düşük bir hızda büyümesi veya büyümemesi durumuyken, slamflasyon ise, “ekonomi küçülürken enflâsyonun yüksek seyretmesi” halidir.
Farklı nedenlere bağlı olarak gerçekleşen stagflasyon ortamında “işsizlik oranı” artar ve aşırı fiyat yükselişleri kaçınılmaz olur. Genel anlamda stagflasyona yol açan etkenleri şöyle sıralayabiliriz:
-Tüketim oranının ve fiyatların hızla artması,
-Para arzının ülke üretiminin üzerinde olması,
-Yanlış maliye ve para politikaları,
-Döviz kurunda istikrarsızlık ve hızlı yükselişler,
-Yatırımların yavaşlaması veya durması.
Stagflasyonu yaşayan ülkelerde işsizlik oranının yükselmesiyle birlikte “geçim sıkıntısı” da artar. Stagflasyonun deneyimlendiği ülkelerde, temel geçim ürünlerine olan talep azalmış olsa bile fiyatlar artmaya devam eder.
Bir devlet ekonomisi için büyük riskler taşıyan stagflasyon olgusunun çözümü için para ve maliye politikasında radikal kararlar alınması gerekir. Durgunluk ortamında yüksek enflasyon yaşanmasına neden olan stagflasyona çözüm bulmak merkez bankası ve ülke para yönetiminin sorumluluğundadır.
Stagflasyondan çıkabilmek için öncelikle ekonominin “artık değer” üretim kapasitesinin artması gerekir. Bunun için gerekli “yapısal reformlar” ise, uluslararası sermayenin, ana akım ekonomistlerin düşündüklerinden çok farklı olmalıdır.
Stagflasyon krizinden çıkmak için, “kapitalist gerçekçilik” içinde kalarak bile kimi önerilerde bulunmak olanaklıdır. Bunların başında sıkı para ve maliye politikası gelmektedir. Bunun yanında aşağıdaki önlem ve uygulamalar öne çıkmaktadır:
-Nominal olan tüm değişkenlerin, belirli bir rakam indeksine tabi tutulması, böylece fiyatların reel değerlerine dönüştürülmesi; fiyat artışlarının, endeksleme yöntemiyle kontrol altına alınması,
–Temel gıda maddelerinin fiyatlarının denetlenmesi, gerekirse desteklenmesi,
–Kamu harcamalarının, verimliği artıracak, emek dışı maliyetleri düşürecek, eğitimi, özellikle işgücü eğitimini, sağlık sistemini, teknolojik yenilenmeyi, inovasyonu geliştirici altyapı yatırımlarında yoğunlaştırılması,
–Vergiler arttırılması ve vergiye konu olacak yeni gelir konuları oluşturulması; marjinal tüketim eğilimi yüksek olan ücretlilerin vergi yükünün azaltılıp, rant ve sermaye gelirlerine uygulanan vergilerin artırılması.
Ancak tüm bu önlemlerin mevcut siyasi ve ekonomik rejimlerle yapılmasının çok zor olduğu da bilinen bir gerçektir.
Ekonomik krizlerin en ağır olanlarından biri de, İngilizce “çöküş” anlamına geken “slumpflasyon” dur. Slumpflasyon, ekonomik küçülmeye yüksek enflâsyonun eşlik etmesi durumu olup, çözülmesi en zor kriz hallerinden birisidir.
TÜRKİYE’de DURGUNLUK ve STAGFLASYON
Ülkede bir süredir, ekonomik hayatın üretim veya satış tarafında olan esnaf, sanayici ve tüccar kesimi, ekonomide stagflasyon yaşandığını dile getirmektedir. Çünkü üretim, satış miktarları ve giderek artan döner sermaye gereksinimleri onlara bu tespiti yaptırmaktadır. İktisatçıların bunu söyleyebilmesi için ise, mevcut fotoğrafta enflâsyonun yüksek, büyümenin sıfıra çok yaklaşmış olmasının net olarak görünmesi gerekir.
Bu bağlamda elimizde, enflâsyon oranı yüzde 61, büyüme için ise ilk çeyrek (yüzde 5,7) verileri bulunmaktadır. Buna göre stagflasyonun enflâsyon ayağı durumu doğrulasa da büyüme verisi durumu desteklememektedir.
İkinci çeyrekte büyüme oranının ne ölçüde arttığını veya düştüğünü ancak Eylül sonunda TÜİK açıkladığında öğrenilecektir. Ancak birçok öncü gösterge, büyümenin ikinci çeyrekte sıfıra çok yaklaştığını; uzmanların yaptığı tahminlerde de, ikinci çeyrekte yüzde 0 ile 0,5 arasında bir büyüme gerçekleştiği beklentisinin yaygın olduğunu işaret etmektedir.
Eğer durum böyle ise ekonomi, ikinci çeyrekten itibaren “stagflasyona girmiş” demektir. Zaten piyasa, bu durumu iktisatçılardan önce görebilmektedir. Çünkü yukarda da dediğimiz gibi talep, satış hacimleri, kârlar vb. çeşitli parametrelerin tümü önce bu kesimin elinde ve önünde oluşmaktadır. İktisatçılar ve dış gözlemciler ise ancak, geriden gelen verilere bakarak ve geçmiş deneyimlerini ekleyerek, yaşanan gelişmeyi değerlendirebilmektedir.
Ülkenin stagflasyonun içinde olup olmadığını veya deneyimlenmesinin ne kadar yakın olduğunu anlayabilmek için, aşağıdaki göstergeleri değerlendirmek yararlı olacaktır.
- Enflâsyon Beklentileri
Bilindiği gibi, toplum kesimlerinin enflâsyon beklentilerindeki gelişmeler, merkez bankalarının para politikası kararlarını etkileyen ve aynı zamanda politika kararları ile şekillenen önemli bir unsurdur.
Bu kapsamda TCMB da bir süredir, farklı ekonomik aktörlerin gelecek 12 aya ilişkin enflâsyon beklentilerini, “Sektörel Enflasyon Beklentileri” yayını altında birleştirerek kamuoyu ile paylaşmaya başladı.
Söz konusu anketin 3 alt kırılımı bulunmaktadır. Bunlar: Piyasa katılımcıları, reel sektör ve hanehalkıdır. Bu bağlamda “Sektörel Enflasyon Beklentileri”, Piyasa Katılımcıları Anketi ile derlenen finansal ve reel sektörden katılımcıların, İktisadi Yönelim Anketi ile derlenen imalât sanayinde faaliyet gösteren firmaların ve Tüketici Eğilim Anketi ile derlenen tüketicilerin, 12 ay sonrası tüketici enflâsyonu beklentilerinin izlenmesi amaçlamaktadır.[2]
2024 yılı Ağustos ayında 12 ay sonrası yıllık enflasyon beklentileri, piyasa katılımcıları için 1,3 puan azalarak yüzde 28,7 seviyesine, reel sektör için 1,2 puan azalarak yüzde 53,8 seviyesine gerilerken, hanehalkı için 1,1 puan artarak yüzde 73,1 seviyesine yükselmiştir.
Söz konusu 3 sektöre ait aylar itibariyle gelecek 12 için enflâsyon beklentilerinin grafiği (ay ve % olarak) aşağıda gösterilmiştir.
Kaynak: TCMB
Bu bağlamda belirtmemiz gereken bir başka ölçüm de, gelecek 12 aylık dönemde enflâsyonun düşeceğini bekleyen hanehalkı oranının, sadece yüzde 29,6 seviyesinde olduğudur.
Diğer yandan Koç Üniversitesi ve KONDA işbirliğiyle hazırlanan TEBA Ağustos ayı sonuçlarına göre hanehalkı yıllık enflâsyon beklentisi, Ağustos ayında bir önceki aya göre değişmeyerek yüzde 113 olarak kaldı.[3]
Ankete göre hanehalkı yılsonu enflâsyon beklentileri, Ağustos ayında bir önceki aya göre 3 puan yükselerek yüzde 96’ya çıktı. Keza Ağustos 2025’e kadar olan 12 aylık dönemde enflasyon beklentisi de, yüzde 100’den yüzde 101’e yükseldi.
12 ay ileriye dönük beklentilerdeki değişim, TCMB’nin Ağustos ayında yayımladığı “sektörel enflasyon beklentileri” anketiyle uyumludur. Yukarıda özetlediğimiz gibi TCMB anketinde de, hanehalkı beklentilerinde son iki ayda benzer bir artış gözlemlenmiştir. Ancak, TEBA anketindeki beklenti seviyesi daha yüksek kalmaktadır.
Bir önceki aya göre “manşet enflâsyon” rakamındaki 10 puanlık düşüşe (baz etkisiyle) karşın enflâsyon beklentilerinde benzer bir yumuşama görülmemesi, aylık enflasyon trendinin ve hissedilen enflasyonun daha baskın olduğunu düşündürmektedir.
TEBA değerlerinin ima ettiği trendin seyrine bakıldığında, enflasyon beklentileri Ağustos 2024-Aralık 2024 döneminde 17 puanlık bir düşüş yansıtırken, 2025 ilk yarısında bu trendin yönünü hafifçe yukarı çevirmesi beklenmektedir.[4]
Söz konusu anketle ilgili ilgili olarak hazırlanan raporda aşağıdaki başlıklarda toplanan iki çıkarım, beklentinin değerlendirilebilmesi açısından önemli bulunmuştur.
-Gelir düştükçe enflâsyon daha çok hissedilmektedir.
-Yaş arttıkça enflâsyon beklentisi de yükselmektedir.
- Üç Yılın Zirvesindeki Geniş Tanımlı İşsizlik
TÜİK’e göre Türkiye’de 15 ve üstü yaştaki kişilerde işsiz sayısı ise 2024 yılı II. Çeyreğinde, bir önceki çeyreğe göre 2,2 puanlık artış ile 3 milyon 156 bin kişi oldu. “Geniş tanımlı işsizlik”, Covid-19 salgın dönemini de aşarak yüzde 27,3 oranıyla (10 milyon 712 bin kişi), 2021 yılı ilk çeyreğinden beri en yüksek noktası olarak kaydedildi. 2019 Nisan’da yüzde 13,8 olan dar anlamda “İşsizlik oranı” ise, önceki aya göre değişim göstermeyerek yüzde 8,8 seviyesinde gerçekleşti.(!) İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 7,3, kadınlarda yüzde 11,7 olarak tahmin edildi.
15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfustaki işsizlik oranı, bir önceki çeyreğe göre 0,4 puanlık artış ile yüzde 16,3 oldu. Geniş tanımlı işsizlik gençlerde yüzde 36,2, genç kadınlarda ise yüzde 45,7!
Mevsim etkisinden arındırılmış istihdam ve işgücüne katılma oranları sırasıyla 49,6 ve 54,4 oldu. İşgücüne katılma oranı erkeklerde yüzde 72,3, kadınlarda ise yüzde 36,8 olarak açıklandı. Keza, zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan “âtıl işgücü oranı”, 2024 yılı II. çeyreğinde bir önceki çeyreğe göre 2,2 puanlık artış ile yüzde 27,3 olarak hesaplandı. Bunu anlamı da, neredeyse çalışabilirler içerisinde her 3 kişiden birinin işsiz konumunda olduğudur.
Bu arada çarpıcı iki noktayı daha burada belirtmekte yarar görmekteyiz: Resmi işsizlerin yaklaşık yüzde 90’ı işsizlik ödeneği alamamakta; geniş ve dar tanımlı işsizlik farkı yüzde 18,7 oranıyla en yüksek düzeyindedir.[5]
- Sanayi Üretiminde Gerileme
TÜİK tarafından açıklanan son verilere göre, Haziran 2024 döneminde yıllık bazda sanayi üretim endeksi yüzde 4,7, imalat sanayi sektörü endeksi yüzde 6,9 azaldı.
Kaynak: TÜİK
Düşüşte uzun bayram tatilinin de etkisi vardır. Çünkü yıllık değişim sadece mevsim etkisinden arındırılmış olarak hesaplanıyor. Buna karşılık özellikle Haziran ayında aylık endekste de yüzde 2,1 “düşüş” olması “üretimde gerilemeyi” göstermektedir. Çünkü aylık endeks hem mevsim hem de takvim etkisinden arındırılmış olarak hesaplanıyor. Bu durumda sanayi kesimi üretimindeki “düşüş” gerçeğine bir itiraz kalmamaktadır.
- Ticaret Satış (Hacim) Endeksinde Düşüş
Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış “aylık ticaret satış hacim endeksi” değişimi, ekonomideki talep hakkında anlamlı fikir verir. Haziran ayındaki zayıf toparlanma dışında ikinci çeyrekte negatif değer göstermiştir. Kısacası ekonominin “talep cephesinde gerileme” söz konusu olmuştur.
Konut satışlarında, piyasada düşüş olduğu iddiaları olmasına rağmen TÜİK verileri, tam tersine ikinci çeyrekte geçen yıla göre “fazla bir değişim olmadığını” yansıtmaktadır. Bu olgunun anlamı, talepteki gerilemeye karşın insanlar “enflâsyondan korunma” amacıyla konut talep etmeyi sürdürmektedir.
Bilindiği gibi, piyasadaki canlılığı gösteren önemli göstergelerden birisi de, otomobil ve hafif ticari araç satışlarındaki satış verileridir. Otomobil ve hafif ticari araç satışlarına baktığımda da, geçen yıla göre düşüş gözlemekteyiz. 2024 yılı ikinci çeyrek satışları, on yıllık ortalamaların hala üzerinde seyretmekle birlikte geçen yılın ikinci çeyreğine göre satışlarda gerileme söz konusudur.
- Düşüş Gösteren Ödemeler Dengesi Verileri
IMF’nin Temmuz ayında yayımlanan son raporuna göre, Türkiye ekonomisi hem “gelişmiş ekonomiler” hem de “yükselen ve gelişmekte olan ekonomiler” içinde, 2021-2023 döneminde en yüksek cari açık veren ekonomi oldu.[6]
Cari açık ikinci çeyrekte 4,1 milyar dolar ($) olarak geçekleşti. Geçen yıl aynı dönemde bunun üç katı büyüklükteydi (12,1 milyar $) Bu düşüşün bir bölümü altın ithalâtına getirilen kısıtlamadan kaynaklanıyor olsa da, önemli bir bölümü yurtiçi talep düşüşü nedeniyle sermaye malları ve ara malı ithalatının düşmesinden ileri gelmektedir. Bu gelişmelerin sonucu olarak da şöyle bir süreç doğmaktadır: Talepteki düşüş sanayi üretimini olumsuz etkilemekte, devamında da ithalât ve dolayısıyla cari açık düşmektedir.
ÇOK SORULAN SORULAR
Yüksek faiz, yavaşlayan büyüme, çok artmış olan işsizlik, ekonomiyi soğutma ve bütçede yer olmadığı gerekçeleriyle emekli maaşlarına yapılan komik zamlar ve asgari ücrete yıl içinde zam yapılmaması karşısında bunalan halk, aşağıdaki üç soruyu sürekli gündemde tutmaktadır:
- Faizi artırmasaydı ekonomi stagflasyona girmeden kurtulabilir miydi?
Yüzde 80’leri aşmış olan enflâsyonu kontrol altına almak başka türlü olanaklı değildi. Çünkü TCMB brüt döviz rezervleri tükenmiş (eksiye dönmüş), cari açık hızla artmakta, KKM hesapları her geçen gün şişiyordu. (Kademeli olarak durdurulmasına karşın 2.5 yıllık toplam kur farkı maliyeti -Hazine+TCMB olarak- 1.3 triyon TL’yi aştı.) Kısacası, anılan faiz artış hamlesi ülke ekonomisini duvara çarpmaktan kurtarmıştır.
- Faizler ne kadar zaman bu düzeyde kalır?
“Büyüme negatife dönüşene ve işsizlik artışı ülke için sorunlu bir hal alana kadar” şeklindeki bir cümle bu sorunun en doğru yanıtıdır. Yani faizlerin bu düzeyde tutulması bir süreye değil, bu iki göstergenin nasıl gelişeceğine bağlıdır. Çünkü Türk siyasetçisinin, koltuk korkusundan dolayı en hassas olduğu konu, yüksek enflâsyon değil, “düşük büyüme – yüksek işsizlik oranı” ikizidir.
- Büyümeyi düşürmeden enflâsyon ile baş edilemez miydi?
Bunu yapabilmenin bir tek yolu, geleceğe yönelik beklentileri olumlu hale getirmektir. Siyasal ve sosyal altyapısı nispeten sağlam, enflâsyonu ve riskleri düşük ekonomilerde, faizi artırmakla ve/veya para basarak piyasaya destek olmakla çözüme ulaşılabilir. Nitekim ABD ve gelişmiş ülkelerin çoğu bu yöntemle sonuca ulaştılar.
Fakat Türkiye gibi enflasyonu ve riskleri yüksek, siyasal ve sosyal altyapısı sağlam olmayan ekonomilerde sadece faizle veya kurla oynayarak geleceğe ilişkin olumlu beklenti yaratmak pek olanaklı olmuyor. Türkiye, 2001 krizi sonrasında bazı yapısal reformları yaparak (bankacılık reformu, kamu mali disiplininin sağlanması ve AB ile tam üyelik müzakeresine başlanması) geleceğe ilişkin beklentileri olumlu yöne soktu ve sonuçta enflâsyonu düşürürken büyümeyi de artırmayı başarmıştı.
SONUÇ YERİNE
Son günlerde, Türkiye’nin yılın son çeyreği ile birlikte, “ekonomide enflâsyon artışı ile durgunluğun aynı anda yaşanması” anlamına gelen “stagflasyon”a doğru sürüklendiği yorumları yapılmaktadır.
Türkiye, açıklanmış resmi verilere göre (TÜİK!) henüz tam olarak “stagflasyon” sürecine girmiş değil. Ancak büyümeye yönelik öncü göstergeler, aylık bazda enflâsyon artışının sürmesi ve enflâsyonla mücadelenin “para politikaları” ile sınırlı kalması, önümüzdeki aylar için “stagflasyon” riskinin arttığına işaret etmektedir.
Ülkemiz Temmuz 2024 verilerine göre, yıllık bazda yüzde 61,78 enflâsyonla AB ülkeleri içinde birinci, G20 ülkeleri arasında ise, Arjantin’den sonra ikinci sırada yer almaktadır.
Enflâsyonla başa çıkma kapsamında büyümenin yavaşlama eğilimine girmesi de Türkiye için “stagflasyon sürecinin yakın” olduğu görüşünü güçlendirmektedir. 2023 yılını yüzde 4,5 büyüme ile kapatan Türkiye, 2024’ün ilk çeyreğinde ise yüzde 5,7 büyüme yakalamıştı. Daha önce de belirttiğimiz “sanayi üretim endeksi”, “dış ticaret endeksi” ve PMI “Türkiye İmalât satın alma yöneticileri endeksi” verilerinde görülen düşüşler, Türkiye’nin Covid-19 salgını ve deprem felâketine karşın 15 yıldır aralıksız sürdürdüğü büyümesinde sona gelindiğinin işaretleri olarak görülmektedir.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı verilerine göre teşvikli yatırımlarda, yılın ilk 6 ayındaki tutarın geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 42,75 oranında azaldığı izlenmektedir.
Diğer yandan, cari açığın azalmasıyla birlikte bir başka ciddi sorun başladı. Ekonomik durgunluk, iflâslar, işten çıkarmalar, konkordatolar giderek arttı. Ekonomi yumuşak inişle değil, sert bir çakılmayla belirsizliğe sürüklenmektedir.
Uluslararası verilere göre, Türkiye ekonomisinden başka stagflasyona girmekte olan bir başka orta gelirli ülke yok.
Ergin YILDIZOĞLU hocamızın belirttiği gibi stagflasyon, ekonomi yönetiminde geçerli “standart modelinin” iflas ettiğini gösterir. Böyle bir durum 1970’lerde, “ulusal Keynesçi” modelin tükenmesiyle yaşanmıştı. O dönemin “standart modeli” terk edildi, kurumları tasfiye edildi, kaynakları egemen sermayeye aktarıldı, ideolojisi, siyaset rejimleri değişti. Ulusal dünya ekonomisi, ABD hegemonyasının basıncı altında yeniden şekillenmeye zorlandı. Yeni “standart model”, neoliberal küreselleşmeydi. O “standart modelin” bir “bağımlı ülke” versiyonu, 1980’lerden bu yana, Türkiye’de de uygulanıyor. “Stagflasyon” tartışmaları “standart modelin” artık tükendiğini, ısrar etmenin yıkıcı olduğunu göstermektedir.
Keza hocamızın belirttiği gibi stagflasyon, durgunlukla mücadele ederken enflâsyonu, enflâsyonla mücadele ederken “durgunluğu” kalıcılaştırma ikilemini getirmesi riski de bulunmaktadır.
Tüm bu riskler ve deneyimler ortada dururken ülkemizde, 22 yıldır bu ülkeyi yöneten ve yaşanan bu ekonomik sıkıntıların temelinde uyguladığı “yanlış ekonomi politikasının” payı olan hükümet, bırakın istifa etmeyi ve erken seçime gitmeyi, eleştiriye bile katlanamamakta; yönetimini her geçen gün daha anti demokratik önlemlerle korumaya almaktadır. Bizce ülkenin stagflasyonla mücadelesindeki en başat sıkıntısı burada yatmaktadır.
Anılan stagflasyon sıkıntısı karşısında neler olabilir sorusunu, Mahfi EĞİLMEZ hocamızın yaptığı gibi iki varsayım başlığı ile yaklaşabiliriz:
Bunların ilki Türkiye, temel yapısal reformları yapar. Bu şekilde yola devam edilirse, tıpkı 2001 krizi sonrasında olduğu gibi birkaç yıllık sıkıntıdan sonra buradan çıkılır ve yola devam edilir. Ancak burada, bugün yapılması gereken “yapısal reformların” 2001’de yapılanlardan çok daha fazla olduğunu, ekonomi dışı alanlarda da birçok reformun hayata geçirilmesinin zorunluluğunu vurgulamamız gerekir.
İkinci varsayımda ise Türkiye, yapısal reformları yapmadan yoluna devam etmesidir. Bu durumda ülke, yılsonuna doğru bir sonraki aşamaya yani “slumpflasyona” geçer. Bilindiği gibi slumpflasyon, ekonomik küçülmeye yüksek enflasyonun eşlik etmesi durumu olup, çözülmesi en zor kriz hallerinden birisidir.
Seçim ve refah hakkı, öncelikle seçmenler olmak üzere tüm ekonomik aktörlerindir.
Ersin Dedekoca 1 Eylül 2024
Kaynakça:
[1] Ersin Dedekoca, “Kaçınılmaz Bir Süreç: Düşük Faiz-Enflâsyon- Stagflâsyon-Resesyon”, Eskimiyen.com., 13.07.2022, https://eskimiyen.com/kacinilmaz-bir-surec-dusuk-faiz-enflasyon-stagflasyon-resesyon/
[2] “Sektörel Enflasyon Beklentileri”, TCMB, Ağustos 2024, https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Egilim+Anketleri/
[3] “Türkiye Hanehalkı Enflasyon Beklenti Anketi”, TEBA, Ağustos 2024, https://tebadata.com/
[4] “Türkiye Hanehalkı Enflasyon Beklenti Anketi (TEBA) Sonuçları”, Ağustos 2024, https://tebadata.com/wp-content/uploads/2024/08/Enflasyon-beklenti-anketi-sonuclari_Agustos-2024.pdf
[5] “İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu (2024 2. Çeyrek)”, DİSK-AR, 19.08.2024, https://arastirma.disk.org.tr/?p=11883
[6] “IMF External Sector Reports”, IMF, https://www.imf.org/en/Publications/SPROLLs/External-Sector-Reports#sort=%40imfdate%20descending
- TÜRKİYE VE BRICS+: DIŞ BASINDAN ÖĞRENİLEN BAŞVURU - 18 Eylül 2024
- TÜRKİYE VE STAGFLASYON RİSKİ - 3 Eylül 2024
- İKİNCİ ÇEYREK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE OLUMLU KIRILMA OLSUN - 24 Ağustos 2024
- FİNASALLAŞMIŞ KAPİTALİZMİN YENİ BİR KRİZİ Mİ? - 8 Ağustos 2024
- DÜNYA VE TÜRKİYE’DE ENERJİ - 2 Ağustos 2024
- PETRO-DOLARIN SONU MU? - 10 Temmuz 2024
- ÇİN DEVLET BAŞKANI’NIN AVRUPA ÇIKARMASI - 19 Mayıs 2024
- UĞURLADIĞIMIZ VE YENİ YIL; KÜRESEL YAŞANANLAR VE BEKLENTİLER - 4 Şubat 2024
- YÜKSEK ENFLÂSYONDA ORTAK ÖZELLİKLER VE BEKLENTİ İLİŞKİSİ - 1 Aralık 2023
- SAĞ POPÜLİST VE OTOKRAT REJİMLER DE YENİLMEZ DEĞİLMİŞ! - 31 Ekim 2023