Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN 101.YILINDA GENEL BİR DEĞERLENDİRME

Geçtiğimiz hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nin açılışının 101. yıldönümü pandemi koşullarında ve kısıtlı imkânlarla kutlandı.

23 Nisan 1920’de açılan Birinci Meclisin en önemli eseri, 1921 tarihli anayasadır. O zaman ki adıyla ”Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, Ankara rejiminin ilk Anayasasıdır. Millî iradeyi ve millî hâkimiyeti esas alan Tam Bağımsızlık ve Kayıtsız, Şartsız Millî Egemenlik” aslında millî mücadelenin temelini teşkil eder.

Bu makalede, tarihsel süreç içerisinde, Türk kültüründen yola çıkılarak, Türklerin geleneksel devlet-yönetim anlayışı ve -günümüz mevcut koşullarını da göz önüne alarak- Türk Milletinin bünyesine en uygun yönetim biçimi üzerinde durulmuş, özellikle tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız millî egemenlik üzerine inşa edilen yönetim modelinin ortaya konulması amaçlanmıştır.

Giriş

Eski Türklerin yaşam biçiminin esası, devleti korumaya yönelik demokratik bir anlayışa dayanmaktaydı. Bu anlayış yüzyıllar boyu devam eden köklü bir geleneğin eseridir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür. Millî kültürü her alanda açılarak yükseltmek, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel direğini teşkil eder. Diğer bir ifade ile Türkiye Cumhuriyeti ”millî kültür” direği üzerine inşa edilmiştir. Bahse konu millî kültür, milattan öncesine uzanır.

Tarihsel süreç içeresinde eldeki kaynaklar incelendiğinde, dünya üzerinde Türk toplumu kadar hiç bir toplumun tarihin akışı üzerinde etkili olmadığı, yaşadığı döneme ve geleceğe yön vermediğini söylemek mümkündür. Bunun başlıca sebebinin de, Türklerin dünyaya açılıp, geniş alanlara yayılması gösteriliyor.[1]

Bununla birlikte, Türklerin dünya tarihine yaptığı etkiyi sadece Ziya Gökalp, Yusuf Akçura gibi Türkçülüğün önde gelen isimleri söylememiştir. Türklük kavramının dil ve kültür birliğine dayanan geniş ve köklü bir uygarlığın eseri olduğunu ve dünya tarihine damgasını vurduğunu, dünyanın sayılı düşünür, bilim adamı ve tarihçileri de çeşitli söylemleriyle ortaya koymuştur.

Türk Kültürü ve Yönetim Anlayışı

Kültür, bir ulusun doğasını belirleyen en önemli unsurdur.

Bir milletin temelini kültür meydana getirir. Kültür, bir topluluğun kendine has, özgü yaşayış ve davranış biçimlerinin tamamıdır. Kültürün unsurları; dil, din, ırk, inanç, örf, adet, gelenek ve görenekler ile sanat, hukuk ve ahlâk olarak belirlenmiştir.

Millet kavramı, ‘’Aynı millî kültüre mensup insanların meydana getirdiği sosyal topluluk, dil, kültür ve ülkü birliği ile birlikte bağlı olan insanların oluşturduğu sosyal varlık’’ olarak ifade edilmektedir.[2]

Diğer taraftan, A. Afet İNAN tarafından derlenen ve M. Kemal ATATÜRK’ün el yazılarını da içeren Medeni Bilgiler” isimli yapıtta, ”Millet dil, kültür ve mefkûre birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği siyasî ve içtimaî bir heyettir.” şeklinde formüle edilmiştir.[3]

Ayrıca, Medeni Bilgiler’de Atatürk’ün şu notu dikkat çekicidir: Türkler demokrat, hür ve mes’ul vatandaşlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları ve sahipleri bizzat kendileridir.” Bu cümle, Atatürk’ün millet bütününe ne kadar değer verdiğinin ifadesidir.

Şu halde, bir milleti var eden en önemli olgu, onun kültürüdür. Türklerde millet kavramı, Türk tarihinin başlangıcından beri vardır. ”Türk” adının, kültürel karakter özelliğine sahip bir millet adı olarak, ilk defa ’’Orhun Abideleri’’nde geçtiği bilinmektedir.

Türk kültürü batı ve doğu kültüründen farklı olarak kendine özgü siyasi ve sosyal yönetim anlayışına sahiptir. Ne batı merkezli ”Avrupacılık”, ne de doğu merkezli ”Arapçılık” ideolojik akımlarının etkisindedir. Türkler, Batı toplumlarından farklı olarak hiç bir zaman ”köleci düzen” yaşamamıştır. Bu nedenle sınıf çatışmasının yarattığı şiddet toplum yaşamına girmemiştir. Türkler tarih boyunca demokratik, katılımcı, eşitlikçi, özgürlükçü yönetim biçimleri ile tanınmış, insanı ezen, sömüren, baskı ve şiddeti uygulayan, bunun için silah kullanan bir güç olmamış, böyle bir içeriğe sahip olmamıştır. Örneğin, Fransa Kralı 14. Louis ”devlet benim uyruklarımın canı ve malı benimdir.” derken, Bilge Kağan Orhun yazıtlarında, ”Türk Milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım.” diyordu.[4] Bu belgeler, Türklerin yaşam biçiminin, devleti korumaya yönelik demokratik bir anlayışa dayandığını göstermektedir.

Türk Kültüründe Meclis Geleneği

Türk tarihinde meclis geleneği ”Toy” [5] adı verilen teşkilâtla kendini gösterir. Toy, milattan önceki asırlardan beri süregelen millet meclisi karakterinde bir kuruluş idi. Türk siyasi topluluklarında büyük ”devlet meclisi” müessesesinin devamından ibaretti. Toy, hükümetten ayrı olarak, Türk devlet teşkilâtında, siyasi, askeri, iktisadi ve kültürel meselelerde genel kararların alındığı en yüksek kuruluş idi. Diğer bir ifade ile Toy, önemli siyasi, askeri, iktisadi ve kültürel bütün meselelerin görüşülüp kararlaştırıldığı bir büyük meclis karakterindeydi.[6]

Günümüzde Durum

Günümüzde ne yazık ki, 29 Ekim 1923’de kurulan devletin temel ilkelerine ve Cumhuriyetin temel felsefesine aykırı siyasi sorunların varlığı müşahede edilmektedir. Devletin dayandığı temel esaslar tartışmalı bir hâle getirilmek istenmektedir.

Tanzimat’tan beri süren ”Batıcılığın’, son 20 yılda yaygın bir ”Arapçılıkla” birleştiği ve Türklük düşüncesinin Osmanlı’da olduğu gibi baskı altına alındığı gözlemlenmektedir.

Yine son 20 yılda Türk karşıtlığı siyasetin, küresel politikaların etkisi altına girdiği ve mevcut küresel politikaların milliyetçiliği eritmek, ulus devlet kimliğini yok ederek parçalamak ve bölmek eğiliminde olduğu görülmektedir.

Küresel politikalara yön veren ideolojik temel, yüzlerce yıl işlenen Türk karşıtlığına dayanmaktadır. Bugün kimliğini yitirmiş sözde Batıcı aydın tipi ile, etnik sorunlar üzerinden Türk kimliğini açıktan inkâr eden ”bölücülük” ve sözde Türk-İslam sentezciliği ile ulusçuluğu yadsıyan yıkıcı ”ümmetçilik” kolayca bir araya gelerek uyuşabilmektedir. Uyuşmanın temelinde, milliyetçiliği ümmetçilik içinde eritmeyi hedefleyen küresel politikalar vardır. Ortak amaç, küresel politikaların esasını teşkil eden ulus devlet yapısını ortadan kaldırmak, bölmek ve parçalamaktır.[7]

İç politik çekişmelerin, yıkıcı ve bölücü faaliyet gösteren şer odaklarının işine yaradığı bilinmektedir. Yine iç politikada sıklıkla vuku bulan çıkar çatışmaları Cumhuriyetin niteliklerinde sapmalara imkân tanımaktadır. Bu durum, Cumhuriyetin kuruluşunda ortaya konulan temel ilke ve prensiplere tekrar dönme zaruretini daha güçlü olarak idrak etmemizi dikte etmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti halen dünya üzerindeki mevcut jeopolitik konumu itibaryla, sürekli tehdit üreten bir coğrafyada varlığını sürdürmeye devam etmektedir.

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşları tarafından ulus devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyetinin, bugün birden fazla potansiyel tehditle karşı karşıya olduğu bilinmektedir.

Üniter devlet ve ulus devlet kavramları birbirlerini tamamlar. Üniter olan bir devlet aynı zamanda bir ulus devlettir. Bugün için Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı en büyük tehlike ve tehdit, Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsızlıktan uzaklaşması ve üniter yapısının bölünerek parçalanması ve ulus devlet kimliğinin yok edilmesidir. Bu bir beka sorunudur.

Küresel savaş plânlayıcılarının geliştirdikleri Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve benzeri emperyal projeler arasında ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti de bulunmaktadır. Listelerine aldıkları ülkelerde ana hedef veya temel görev, o ülkenin rejimini değiştirip kendi çıkarları doğrultusunda bir nevi kukla devletçikler oluşturmaktır.

Devletin Dinamik İdeali

Kurulduğundan itibaren yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kişileri ile halkı ve tüm kurumları ile dinamik hedeflere doğru yürüyen dinamik bir varlıktır.

Dinamik ideal genel anlamda, Türk Milletinin, en medeni ve refah seviyesi yüksek bir millet olarak varlığını yükseltmektir.

Dinamik ideal devlet hayatının, fikir hayatının ve ekonomik hayatın uyumlu olarak çalışmasını sağlayacak dinamik amaçları kapsar.

Mustafa Kemal ATATÜRK, Cumhuriyet kurulduktan sonra 1924’de Türkiye Cumhuriyeti’nin hedefi ve dinamik idealini şu sözlerle ifade eder:

”Milletimizin hedefi, milletimizin ideali bütün dünyada tam anlamı ile medeni bir sosyal toplum olmaktır. Medeniyet yolunda yürümek ve başarılı olmak, hayatın vazgeçilmez şartıdır. Medeniyet yolunda başarı yenileşmeye bağlıdır.

Temel hedef, Türk Milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu hedef, ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla gerçekleşebilir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden daha yüksek bir muameleye lâyık görülemez.

Medeniyet aynı zamanda kültür demektir. Medeniyeti kültürden ayırmak güçtür ve lüzumsuzdur. Kültür ne demektir? Tarif edeyim:

Kültür bir toplumun devlet hayatında, fikir hayatında yani ilimde, toplum biliminde ve güzel sanatlarda, ekonomik hayatta yani tarımda, sanatta, ticarette, kara, deniz ve hava ulaştırmacılığında yapabildiği şeylerin ortak sonucudur.” [8]

Diğer taraftan M. Kemal ATATÜRK, 1937’de Büyük Millet Meclisini açış nutkunda devletin dinamik ideali konusunda, ”Büyük davamız, en medeni ve en müreffeh olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarda değil, düşüncelerinde de köklü bir inkılâp yapmış olan büyük Türk Milletinin dinamik idealidir.” diyerek daima geleceğe yönelik, neleri, ne için yapmamız gerektiğini ve bunları yapacak güce sahip olduğumuz için de geleceğe güvenle bakmamızı öngörmüştür.

Türk Milletini yukarda belirtilen hedef ve dinamik ideallere ulaştıracak en uygun hareket tarzlarının esasları yüzyıllar öncesinden gelen Türk kültür ve tarihinde mevcuttur. Esasen Mustafa Kemal’de Türk tarihini ve kültürünü derinlemesine inceleyerek ve irdeleyerek bu hedef ve idealleri tespit etmiştir. Bunun dışında başka farklı fikir, düşünce akımı, otorite, ideoloji ve siyasi sistemin etkisinde kalmamıştır.

Mustafa Kemal’e göre medeni toplum olmanın şart ve gerekleri belli esaslara dayanır. Bunun başında, yenileşme ve gelişmeyi sağlayacak egemenliğin kullanılması ve millî egemenlik” gelir. Bunun için devlet, bir takım vasıtalara sahip olmak zorundadır. Bu vasıtalar ”Millet Meclisi ve Hükümettir.” [9]

Türkiye Büyük Millet Meclisi, yukarda belirtilen hedef ve ideallere ulaştıracak stratejileri belirlemek ve ortaya koymakla yükümlüdür. Yani ”Stratejik akıl” oluşturmak, en başta gelen görevlerinden biridir. Stratejik akıl demek devlet aklı demektir.

Strateji, Belirlenen hedeflere ulaşmak için güç hazırlama/geliştirme ve zamanı geldiğinde millî gücü kullanma ilim ve sanatıdır.” şeklinde tanımlanır.

Millî Strateji oluşturulması, bir ön çalışmayla birlikte aşağıdaki işlem sırasının takibini gerektirir.

-Önce millî menfaatler belirlenir. Millî menfaatler, devletin bekasını ve milletin refahını sağlamak için ulaşılması ve korunması gereken amaçlardır.

-Belirlenen millî menfaatleri sağlayacak millî hedef/hedefler tespit edilir.

-Üçüncü adım olarak, tespit edilen millî hedeflere ulaşmak için millî siyasetin ne ve nasıl olacağına karar verilir.

-Dördüncü ve son adım olarak, millî siyasette öngörülen hedeflere ulaşmada millî güç unsurlarının her birine düşen görevi ve güç unsurlarının ne yönde, nasıl geliştirileceği ve kullanılacağını belirtmek için stratejik akıl dediğimiz millî strateji hazırlanır.[10]

Sonuç ve Değerlendirme

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e dikkat çeken modernleşme, tarihsel süreçte yapılan Anayasalar üzerinden gelişim göstermiştir. Bu modernleşmenin en önemli parametresi ise Türk siyasal sisteminin monarşiden, demokratik hukuk devletine evirilmesidir. Söz konusu demokratik hukuk devletine evrilme süreci, mutlak monarşiden sınırlı meşruti monarşiye dönüşme ve buradan da parlamenter sisteme geçiş süreci ile tamamlanmıştır.

Bu kapsamda, 1876 Kanun-ı Esasi’nin ilanına kadar bütün yetkilerin merkezinde padişahın olduğu tam bir mutlak monarşi söz konusudur. 1876 Kanun-i Esasi’nin ilanıyla meşrutî monarşiye geçiş mahiyetinde bir adım atılmış, 1909 yılında Kanun-i Esasi’de yapılan değişikliklerle meşrutî monarşiye geçilmiştir. 1921-1923 yılları arasında meclis hükümeti modeli uygulanmıştır. 1923 yılında başlayan 1924 Anayasası’yla devam eden değişikliklerle parlamenter hükümet modeliyle meclis hükümeti modelinin karması bir hükümet modeli uygulanmıştır.

1961 ve 1982 Anayasalarıyla ise parlamenter hükümet modeli uygulanmıştır/uygulanmaktadır. 2017 Anayasa değişiklikleriyle ise merkezinde Cumhurbaşkanının olduğu Türkiye tipi Cumhurbaşkanlığı modeliyle ilgili düzenlemeler getirilmiştir.

Bu bağlamda yapılan düzenlemeler, değişim ve dönüşümler, Türk demokrasi hayatının ve devlet geleneğinin seyrini olumsuz yönde etkilediğine ilişkin, kamuoyunda çeşitli endişeler ve tartışmalara sebep olmuştur ve halen olmaya da devam etmektedir. Türk toplumunda duyulan endişelerin ve tartışmaların ana kaynağı, ”Tek Adam Sistemi, ya da Hükümet Devleti” ile karşı karşıya kalınmasıdır.

Şu halde Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren geliştirilerek uzun yıllardan beri uygulanan ”Parlamenter Sistemin”, Türk demokratikleşme süreci içerisinde ve devlet hayatında önemli bir olgu olarak hâlâ konumunu muhafaza ettiğini söylemek mümkündür.[11]

Türk Milletinin güçlü, mutlu ve kararlı olarak yaşayabilmesi için, devletin her yönüyle millî bir politika izlemesi ve bu politikanın bünyemize uygun, Tam Bağımsızlık ve Kayıtsız, Şartsız Millî Egemenlik” ilkelerine dayalı olması zorunludur, elzemdir.

Yüzyılların oluşturduğu bir hayat tarzımız, yeni, çağdaş ve modern bir yönetim sisteminden vazgeçmemeyi ve gerçek demokrasiyi hedefler. Bu durum, parlamenter sistemin öngördüğü aşağıdaki temel yönetim ilkelerinin uygulanmasını gerektirir.

-Türkiye; milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve devrimci bir Cumhuriyettir.

-Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.

-Türk Milletinin idare şekli kuvvetler ayrılığı esasına dayanır. Kuvvetler ayrılığı, çağdaş demokrasilerin ortak özelliğidir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, devlet iktidarını ifade eden yasama, yürütme ve yargı işlevlerinin farklı organlarca kullanılması ve bunların birbirleri karşısında yetkilerle donatılmış olması gerektiğini ifade etmektedir.[12]

-Egemenlik birdir. Kayıtsız şartsız milletindir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, millet adına egemenlik hakkını kullanır. Yasama ve yürütme yetkisi Büyük Millet Meclisinde toplanır. Meclis yasama yetkisini bizzat kullanır. Yürütme yetkisi, seçilecek Cumhurbaşkanı ile onun tayin edeceği Bakanlar Kuruluna tarafından yerine getirilir. Türkiye’de mahkemeler bağımsızdır.

-Meclis yalnız milletindir ve ancak milletin vekillerinden oluşur. Milletin verdiği yetki ve görevleri yapan kişilerden ibarettir. Bundan dolayı yalnız ve yalnız milletindir. Meclis ancak milletin emrine itaat emek zorunluluğundadır.

Sonuç olarak, bugünkü Türk siyasetinin, hem hükümet ve yönetim sisteminden kaynaklanan endişelerin giderilmesi, hem de mevcut iç ve dış tehditlere karşı ülkenin beka ve toprak bütünlüğünün korunması maksadıyla, Cumhuriyetin niteliklerine ve yukarıda belirtilen temel yönetim ilke, usûl, esas ve prensiplerine dönme ve uygulamanın zaruri bir ihtiyaç olduğu değerlendirilmektedir.

KAYNAKÇA:

[1]Türk Uygarlığı-Metin Aydoğan-Gözgü Yayıncılık,2020

[2]Türkçülüğün Esasları-Ziya Gökalp-Anonim Yayıncılık,2014

[3]Medeni Bilgiler-A. Afet İnan-Türk Tarih Kurumu, 4.Baskı

[4]Türk Uygarlığı-Metin Aydoğan-Gözgü Yayıncılık,2020-S.49

[5]Toy, bütün Türk lehçelerinde ve Türkçe’den intikal eden diğer dillerde doğrudan doğruya ”meclis, toplantı” anlamına gelmektedir.

[6]Türk Milli Kültürü-Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu-Ötüken Yayınları, 44. Basım

[7]Türk Uygarlığı-Metin Aydoğan-Gözgü Yayıncılık,2020-S.9-230

[8]ATATÜRKÇÜLÜK, Atatürk’ün görüş ve direktifleri (Birinci Kitap)-Milli Eğitim Basımevi-1984

[9]A.g.e.-S.73

[10]Atatürk, Atatürkçülük, Türkiye-İsmet Görgülü-Kilit Yayınları-2017

[11]http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2018-137-1783

[12]https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/229911#:~:text=Yasama