Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

IŞİD terör örgütünün artan tehditleri gerekçesiyle Türkiye’nin ülke dışındaki tek toprağı olan Suriye’deki Süleyman Şah Saygı Karakolundaki 38 personelin Türkiye’ye getirilmesi ve türbe içerisinde bulunan Süleyman Şah ve iki muhafızının naaşı ile diğer eşyaların Suriye’nin Eşme köyüne taşınması Şah Fırat adı verilen operasyonla 22 Şubat 2015 tarihinde gerçekleştirilmişti.

Söz konusu operasyonun üzerinden geçen bir yılda neler oldu diye geriye baktığımızda operasyonun hemen ardından yazdığımız yazıdaki tespitlerimizin (PYD’nin resmi ve güçlü bir aktör olarak ortaya çıkması, Türkiye’ye yönelik IŞİD terörünün artması, Türkiye’nin geri çekildiğini ve caydırıcılığını kaybettiği, Türkiye’nin sınırları içine ve hatta Türkiye’nin orta batı Anadolu’ya sıkışması, Türkiye’nin Ortadoğu’da yeni düzenin kurulmasında masada olamayacağı) Türkiye açısından maalesef gerçekleştiğini görüyoruz.

 

İşte Şah Fırat operasyonundan hemen sonra yani yaklaşık bir yıl önce yazdığımız, bugünlerde sahada olanları ve nedenlerini ortaya koyan o yazı.

 

——————————————————————————————————————-

 

 Şah Fırat Operasyonunun Türkiye Açısından Stratejik Sonuçları ve Etkileri

 

Türkiye’nin içeriden ve dışarından yoğun gündem bombardımanına maruz bırakıldığı bir ortamda aslında sonuçlarının Türkiye’nin bekasına ve geleceğine önemli etkileri olan Şah Fırat Operasyonu yani “Süleyman Şah türbesinin bulunduğu vatan topraklarının terk edilerek türbede bulunan kutsal emanetlerin ve saygı karakolunda görevli askerlerin tahliye operasyonu” gündemden düşmüş gibi gözüküyor. Belki önümüzdeki günlerde Suriye Eşmesi denilen yerdeki yeni türbenin açılışıyla ilgili törenleriyle magazinsel olarak kısa süreli de olsa tekrar gündeme gelecektir. Ama her zaman olduğu gibi işin özü, gerçekte Türkiye’nin ne kaybettiği ve varsa ne kazandığı bir türlü konuşulamayacaktır.

Bu makalede önemli bir bölümü yapay olan yoğun gündem maddelerini bir kenara itip Şah Fırat Operasyonu hangi sonuçları doğurdu ve bunlar Türkiye’yi nasıl etkileyecek konusunu incelemeye çalışacağız.

İşte Şah Fırat operasyonunun stratejik sonuçları ve Türkiye’ye etkileri:

– PKK terör örgütünün Suriye kolu PYD Suriye’nin kuzeyinde resmi ve güçlü bir aktör/muhatap olduğu tescil edilmiştir.

Türkiye Şah Fırat operasyonunun zamanlaması, planlaması ve icra şekli nedeniyle daha önce ve halen en üst noktadan seslendirdiği “PKK ne ise PYD de o dur yani terör örgütüdür” ya da ABD’nin Ayn El Arab (Kobani)’de PYD’ye askeri yardım malzemesi ulaştırma üzerine “PYD bir terör örgüdür, yardım yapılması, ilişki kurulması kabul edilemez” türünden açıklamalarını maalesef boşa çıkaran ve adeta kendini yalanlayan bir konuma düşmüştür. Başbakan Davutoğlu her ne kadar “biz sadece bilgilendirdik” dese de operasyonun icra şekline bakıldığında PYD’nin işin içinde olduğu çok aşikardır. Zaten PYD liderliğiyle siyasi platformda görüşen AKP hükümeti bu operasyonla terör örgütü kabul ettiği bir örgütle askeri anlamda da bir koordinasyona girişmiştir.

PYD ise bu operasyon süresince aldığı tavırla “bakın biz TSK ve Türkiye’ye karşı düşmanca bir tutum içinde değiliz, işbirliğine açığız” mesajı verme ortamı bulmuştur ki bu mesajın adresi doğrudan çözüm sürecidir. PYD ayrıca bu yolla Türk kamuoyunda ve uluslararası alanda Öcalan ve Kandil’in elini ve sözde “barışçı” algısını güçlendiren bir aktör olarak ortaya çıkmayı başarmıştır. IŞİD’e karşı Irak’ın kuzeyinde ve Ayn El Arab’ta PKK’nın faaliyetleri zaten bütün batı dünyasının hayranlık uyandırılmasına yönelik bir algı yönetme sürecine dönüştürülmüş iken Şah Fırat operasyonuyla ortaya çıkan Türkiye/TSK-PYD/YPG irtibatıyla batı kamuoyundaki olumlu PKK/PYD algısı daha da güçlendirilmiştir. Bu yaklaşım çözüm sürecinde AKP iktidarına baskı olarak da dönecektir.

– Türkiye’nin pazarlığa açık yaklaşımları Türkiye’nin caydırıcılığını azaltmıştır.

AKP iktidarının geçen 12 yılı göstermektedir ki devlet yönetiminde karşılaştıkları olaylara ilişkin kararlarını ticari gözlükten bakarak oluşturuyorlar. Bu durum pratikte bir alışveriş ya da pazarlık şeklinde gerçekleşiyor. Bunun böyle olduğunu özellikle 2011 sonrası dönemdeki somut örneklerde görmek mümkün. Tabi bunların en başında gelen ise gizli görüşmelerinin 2006’da başladığı artık deşifre olan AKP-PKK görüşmelerinin bugün adına çözüm süreci denen sürece dönüşmüş PKK açılımı ve görüşmeleridir. Buradaki pazarlığın PKK’nın taleplerine karşılık AKP’nin de seçimlere avantajlı konumda girebilmek için PKK’nın eylemsizlik uygulaması şeklinde olduğunu artık daha net anlıyoruz. Bugünlerde de benzer pazarlıkların devam ettiğini görüyoruz.

Yine terör örgütleri tarafından kaçırılan Türklerin (Mayıs 2013’te Afganistan’da Taliban’ın kaçırdığı 8 Türk, Ağustos 2013’te Lübnan’da kaçırılan 2 Türk pilot, Haziran 2014’te kaçırılan 49 Musul Başkonsolosluk Türk personel ve 28 Türk şoförü, Haziran 2014’te Libya’da kaçırılan 3 Türk, Kasım 2014’te Fildişi sahillerinde kaçırılan 2 Türk mürettebat, Kasım 2014’te Libya’da kaçırılan 9 Türk) sağ salim kurtarıldı ama bunun Türkleri kaçıran terör örgütleriyle yapılan bir pazarlık sonucunda olduğunu söyleyebiliriz.

Evet, Türk vatandaşları çok şükür ki sağ salim kurtarılmıştır ama karşılığında ne verilmiştir? Münferit olaylarda belli miktarlarda fidyeler ödendiğini söyleyebiliriz ama Musul Başkonsolosluk personelinin sadece fidye karşılığı kurtarılmadığı IŞİD ile daha kapsamlı bir pazarlığın yapıldığı artık gün gibi ortadadır. Ama bunların ne olduğunu bilmiyoruz. İşte bu bilmediğimiz pazarlık konularında aksayan bir şeyler olmuş olacak ki Süleyman Şah’ta personelimize yönelik tehditlerin artmasıyla da Türkiye geri adım atarak uluslararası anlaşmalarla Türk toprağı olarak tescil edilmiş vatan toprağını tek taraflı bir kararla terk etmek zorunda kalmıştır. İşte Türkiye’yi geri atmaya zorlayan şey caydırıcılığının kalmamış olmasıdır. Terör örgütleri yaptıkları pazarlıkta AKP’nin yumuşak karnını (yani rehinelerin ölümünün kamuoyunda hükümet aleyhine oluşturacağı ortamın AKP açısından katlanabilir olmaması) tespit olacaklar ki pazarlıktaki taleplerini yükseltmiş olabilirler. Bu durum Süleyman Şah olayının Türkiye açısından geri çekilmeyle sonuçlanmasına yol açmıştır.

Konuya IŞİD / El Kaide bağlamında bakmaya devam edersek batılı ülkeler (ABD, Fransa, İngiltere) IŞİD / El Kaide’nin elindeki rehine vatandaşlarını kurtarmak için başarısız da olsalar askeri kurtarma operasyonları icra ederken Türkiye’nin bu tür bir yaklaşımı benimsemediğini görüyoruz. Bırakın rehine kurtarma operasyonu Türkiye’nin 30 yıldır mücadele ettiği PKK terör örgütüne karşı operasyonlar düzenlemekten kaçındığı da ortaya çıktığını hatırlayalım. Örneğin 2012 son baharında, henüz teröristbaşının çözüm süreci kurgusu ortaya çıkmamışken, ABD’nin Ankara Büyükelçisinin Kandil’deki elebaşlarına ABD’nin El Kaide lideri Ladin’e düzenlediği tipte operasyon düzenlemesinde Türkiye’ye destek olabiliriz teklifi AKP iktidarınca riskli bulunmuş ve operasyona yanaşılmamıştır. Hal böyle olunca Türk hükümetinin karar alma sürecini, yaklaşımlarını, politikalarını yakından izleyen ülke, grup ve örgütler risk almayı sevmeyen, iç politika önceliklerine ağırlık veren tutumları görünce Türkiye’nin caydırıcı gücünü kullanamayacağını değerlendirip Türkiye’yi pazarlık masasına çekmektedirler. Bu pazarlık masalarında kısa vadede kazanılıyor gibi olunsa da uzun vadede caydırıcı olmayan Türkiye’nin politikaları ve kararları uluslararası arenada destek bulamamakta, uzun soluklu politik oyunlar kaybedilmektedir.

Uluslararası arenadaki nihai durum ise Türkiye tehdidi hissettiği anda geri adım atabileceğini defalarca ve son olarak Süleyman Şah’la teyit edilmesi olmuştur. Halbuki savaş yani askerin kullanılması politikanın başka araçlarla devamıdır. Bunu kullanmaktan çekinen ya da kullanmayacağını hissettiren bir Türkiye artık caydırıcı bir devlet ve güç değildir.

– Şah Fırat taktik anlamda “sözde başarılı” bir tahliye operasyonu, stratejik anlamda geri dönüşü olmayan başarısız bir çekilme operasyonudur.

Taktik seviyede baktığımızda bu bir tahliye operasyonudur. Taktik alanda şartlar Türkiye’nin lehinedir. Yani yerel unsurlar kendilerine karşı bir operasyon olarak görmedikleri tahliye operasyonunu engellemeyi kendi menfaatlerine aykırı gördüklerinde herhangi bir müdahalede bulunmamışlardır. Bunda tabi ki Ankara’nın bölgedeki gruplara “tek amaçlarının türbeyi ve personeli tahliye etmek olduğu” teminatı vermesi de etkili olmuştur. Başbakan bu durumu Türkiye’nin B planı olarak açıklamış ve “bize kurşun atmazsanız biz de size bir şey yapmayız” şeklinde bölgedeki aktörlere bir güven mesajı olarak verilmiştir.

Zaten sahada hangi yerel gruba sorarsanız sorun bir şekilde Türkiye’yi askeri anlamda karşılarına almak uygun bir hal tarzı değildir. Türkiye aslında yukarıda belirtilen yaklaşımıyla bölgedeki silahlı terör gruplarının beklediği mesajı resmileştirmiştir. Bunun yanında IŞİD koalisyonu ülkeleri de bilgilendirildiği için çok muhtemel istihbarat vasıtalarıyla operasyonu takip etmişler, operasyonun tamamlanmasını dört gözle beklemişlerdir. Çünkü türbenin bulunduğu nokta gerek yerel silahlı grupların birbirleriyle çatışmalarında arada kalabilecek gerekse koalisyonun müteakip harekat planlamalarını aksatabilecek bir noktadır ve türbeye yönelik olabilecek bir saldırı Türkiye’nin olaya müdahale olmasını yol açabilecektir ki yerel gruplar gibi koalisyon ülkeleri de bunu kesinlikle istememektedir. Bu nedenledir ki koalisyon ülkeleri tahliye operasyonuna fiilen olmasa da istihbarat açısından destek verdikleri gibi çok büyük olasılıkla Süleyman Şah toprağının bir an önce terk edilmesi yönünde Türkiye’ye telkinde bulunmuşlardır.

Sahada şartların Türkiye’nin lehine olmasına, yerel unsurların ve koalisyonun desteğine rağmen kazayla da olsa bir askerimizin şehit olması operasyonun başarısına gölge düşürmüştür. Şah Fırat’ın başarısız bir stratejik geri çekilme operasyonu olduğunu ise bölgedeki aktörlerin tavrıyla yorumlamak mümkündür. Yerel aktörler ve koalisyon bu operasyonun gerçekleşmesine ses çıkarmamalarının ve hatta desteklemelerinin arkasında operasyon sonrasında bölgede stratejik seviyede onların lehine Türkiye’nin aleyhine oluşacak bir beklenti olduğunu söyleyebiliriz.

– Türkiye Cumhuriyeti devleti Ortadoğu’dan Türkiye sınırları içine, Türkiye içinde de batıya doğru çekilmektedir.

Gelişmeler göstermektedir ki Türkiye Ortadoğu’da hızla geri çekilmekte ve kendi sınırları içine hapsolmaktadır. Aslında Türkiye’nin bölgeden çekilmesi çözüm süreci hatta daha da öncesindeki açılım politikalarının açıklanmasıyla başlamıştı. Bu dönemde Barzani’nin sözde desteği de alınacak kabulüyle ve Maliki yönetimine karşı Kürtleri koz olarak kullanmak üzere Kerkük’teki defacto uygulamalarına göz yumuldu. IŞİD’in ortaya çıkmasıyla birlikte de Türkmenler kitleler halinde yerlerinden edildi, Kerkük fiilen ve resmen Barzani’nin eline geçti. Musul Başkonsolosluğunun işgali ve çalışanlarımızın rehin alınması/kurtarılması sürecine angaje edilmemiz nedeniyle ne Türkmenlere ne de Barzani’nin Kerkük’e yönelik oldu-bittilerine tek bir cılız tepki bile veremedik. Aksine Irak’ın kuzeyinde Kerkük’ü ve petrol sahalarını işgal eden Barzani’nin bağımsızlık açıklamalarına sessiz kalarak onay vermiş olduk. Böylece Kerkük, Musul ve dolayısıyla Irak’tan çekildik. Zaten Suriye’deki fiili bir varlığımız yoktu. Türkmenler üzerinden olan ilişkilerimiz ise IŞİD’le birlikte kopmuş, Türkmenler tamamen kendi kaderlerine terk edilmişti. Suriye ile tek somut bağımız olan Süleyman Şah topraklarını kendi kararımız ve isteğimizle terk etmekle şimdilerde de Suriye’den tamamen çekildik. Bakmayın Süleyman Şah türbesinin sınırımızın hemen yanındaki Suriye Eşme’sine getirilmesine, Türkiye artık kendi sınırlarının içine çekilmiştir.

Türkiye’nin caydırıcılığını ortadan kaldıran bu pazarlık süreçleri Türkiye’yi sadece Ortadoğu’dan sınırları içine çekmekte kalmadı eş zamanlı olarak Türkiye’nin içinde de devleti batıya doğru bir çekilme eğilimine soktu. PKK açılımı ve özellikle 2013 başında başlayan pazarlık süreci (PKK eylemsizliğine karşı TSK/polisin pasif konuma gelmesi vs) ülkenin doğu ve güneydoğusunda devlet uygulamaları yapan gücün fiilen devletten PKK terör örgütüne geçmesinin önünü açtı. Böylece AKP iktidarı ve T.C. devleti genel anlamda ülkenin batısına sıkışmış oldu.

– Ortadoğu’nun yeniden dizaynında Türkiye rol alamayacaktır!

IŞİD tehdidiyle birlikte ortaya çıkan küresel oyun şudur ki 100 yıl önce I.Dünya Savaşından sonra Ortadoğu’da kurulan düzen dünyada yeni oluşan küresel jeopolitik dengeler bağlamında yeniden dizayn edilmektedir. IŞİD bu yeni düzenin kurulma girişimlerini tetiklemiştir. Batılı ülkeler yeni düzende yeni aktörlerin de rol almasını öngörmektedir. Batılı ülkeler yeni aktör kim olacak konusunda kartlarının çoğunu Kürtler üzerine yatırmış gözüküyor. 100 yıl önce Ortadoğu’dan çıkarılan ancak tarihi, kültürel bağları nedeniyle Ortadoğu’da etkisini sürdürebilen Türkiye’nin yeni düzende bu etkilerinin önünü tamamen kesecek bir senaryoyla karşı karşıya olduğunu, AKP iktidarının da ileriyi / gelişmeleri öngöremeyen dış politikaları nedeniyle olabilecekleri hesaplayamadığını, tehditleri doğru değerlendiremediğini ve karşılaştığı sorunlara uygun strateji geliştiremediğini görüyoruz.

PKK’nın Irak ve Suriye’deki varlığına, Türkmenlere ve Kerkük’e yapılanlara sessiz kalınmasının yanında Musul Başkonsolosluğunun işgali ve çalışanlarının rehin alınması ve son olarak Süleyman Şah toprağının terk edilmesi bunun en önemli işaretleridir. Bu saydığımız konular Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki gelişmelere müdahil olmasındaki en önemli manivelalar idi. Ama artık Türkiye bu kozlarını kaybetmiştir. 2003’te Irak’ı işgal eden ABD’nin en büyük kaygısı Türkiye’nin PKK, Türkmenler, Kerkük bahanesiyle Irak’a girmesiydi. O tarihlerde Amerikan Dışişleri Bakanlığı “Türkiye Irak’a girer mi girmez mi” sorusunun cevabını bulmak için özel toplantılar yapıyordu. PKK’ya karşı sınırlı etkili sınır ötesi hava harekatı yapmasına göz yumulan Türkiye’nin çok haklı olarak yaptığı Şubat 2008’deki kısa süreli sınır ötesi tek kara harekatına şiddetle karşı çıkılmış ve hemen Irak’ı terk etmesi istenmişti.

Çok haklı ve elinde kozları elinde kozları olduğu dönemde bile Irak’a girmesine izin verilmeyen Türkiye’nin bu dönemde IŞİD’e karşı da olsa bile sahada Irak ve Suriye’de hem yerel unsurlar hem koalisyon ülkeleri kesinlikle izin vermeyecektir. Bu nedenle merak edenler için kesinlikle söyleyebilirim ki Musul’da IŞİD’e karşı yapılacak bir kara harekatında karada Türk askerlerinin yer alması mümkün olmayacaktır. Ama IŞİD koalisyonuna kerhen girmiş olan Türkiye’nin coğrafi konumu nedeniyle lojistik ve istihbarat desteğini vermesi istenecektir. Suriye ve Irak’taki manivelalarını kaybetmiş olan Türkiye sıcak savaşın içinde de yer alamayınca bölgenin yeni dizaynında da söz sahibi olamayacaktır. Bu cümleden keşke savaşa girsek anlamı çıkarılmamalıdır. Aksine sıcak savaşa girmeden nasıl ve neyle söz sahibi / oyun kurucu olunurun hesabı terör örgütleriyle, yerel grup ve yönetimlerle girilen pazarlıklar ve ilişkilerden önce yapılmalıydı sonucu çıkarılmalıdır.

– IŞİD’ten kurtulduğunu düşünen Türkiye koalisyonun baskısı altına girmiştir.

Türkiye IŞİD tehdidinin hemen başında Musul Başkonsolosluk çalışanlarının rehin alınması nedeniyle uluslararası IŞİD koalisyonuna girmeye ve IŞİD’e karşı sert söylem ve eylemler yapmaya yanaşamadı. Pazarlık süreci sonunda bu rehinelerimizin kurtarılmasıyla birlikte Türkiye eli biraz daha rahatlamış olarak IŞİD’e karşı söylemlerini değiştirmeye başladı ama aktif askeri bir tutum izleyemedi. Hatta Ayn El Arap’taki çatışmalarda bir tarafta terörist PYD/YPG diğer tarafta terörist IŞİD arasında kaldı. Muhtemelen Musul rehinelerinin kurtarılmasındaki pazarlıklarda konuşulduğunu değerlendirdiğim Süleyman Şah türbesi konusunda IŞİD değişen şartlar nedeniyle yeni pazarlıklar peşine düşmüş ve sözünde durmayacağı izlenimi vermiş olacak ki AKP iktidarı çözümü türbeyi tahliye etmekte ve vatan toprağını terk etmekte bulmuştur.

Türkiye bu hareketle görünüşte IŞİD tehdidinden kurtulmuştur ama aslında bu sefer de uluslararası IŞİD koalisyonunun baskısı altına girmiştir. IŞİD’in elinde Türk rehineler ve Süleyman Şah türbesi ve oradaki Türk güvenlik güçlerinin durumunun AKP iktidarı üzerindeki baskıyı anlayışla(!) karşılayan koalisyon artık bunun ortadan kalktığını düşünerek Türkiye’den sahada asker kullanmadan daha aktif destek (İncirlik’in açılması, Suriye sınırının IŞİD’ın eleman ve lojistik desteğine tamamen kapatılması gibi) isteyeceklerdir. Türkiye IŞİD’e karşı bu tür keskin tedbirler aldıkça ve koalisyona kapılarını iyice açtıkça IŞİD’in mutlak hedefleri arasında olmaktan kurtulamayacaktır. Yani Türkiye bu yeni ortamda aslında bir taraftan koalisyonun baskısı altına girerken diğer taraftan IŞİD’e karşı daha büyük bir hedef haline gelmektedir.

– Zaten var olan PKK terör örgütünün yanısıra IŞİD terör örgütü de tehdidi çekilen Türkiye’nin peşinden Türkiye’nin içine gelmiştir.

Çözüm sürecinin yarattığı ortamda PKK’nın Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda paralel bir yapı oluşturduğunu ve bölgede devlet uygulamaları yaptığını, T.C. devletinin kurumlarının ve güvenlik güçlerinin karargah ve kışlalarına hapsedildiğini, T.C. devletinin batıya sıkıştığını yukarıda ifade etmiştik. Ayn el Arab’ta PYD/YPG’nin IŞİD’le savaşının yarattığı ortamla birlikte Suriye’nin kuzeyindeki Kürt varlığı, buraların PYD kontrolünde (yani PKK kontrolünde) özerk bir bölge olduğu algısı da yaratılmış ve Suriye ile olan sınırlarımızın yaklaşık 500 km.lik bölümü PKK’nın kontrolüne geçmiştir. Yani PKK artık hem Türkiye’nin içinde hem Irak’ın kuzeyinde ve son olarak artık Suriye’nin kuzeyinde adeta Türkiye’yi çevrelemiştir.

Bu gerçeğin yanında şimdi de IŞİD Musul’daki rehinlerini ve Süleyman Şah türbesini kurtaran Türkiye’nin peşinden Türkiye’nin sınırlarına kadar gelmiştir. IŞİD’in diğer bir çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de elemanlarının, yandaşlarının ve hücrelerinin bulunduğu gerçeğini herkes kabul etmektedir. Hal böyle olunca hücre yapılanmasında olan ve siber ortamı çok etkin kullanmasıyla biline IŞİD’in Türkiye’deki hücrelerini aktif hale getirmesi hiç de zor olmayacaktır. Bunu bir tehdit unsuru olarak Türkiye’ye karşı kullanabilecektir. Artık tüm Türkiye IŞİD’in tehdidi altındadır dersek hiç de abartmış olmayız. Daha önce Irak’taki (Musul Başkonsolosluğu gibi) ve Suriye’deki (Süleyman Şah türbesi gibi) belirli noktalar hedef iken şimdi hedef sayısı çoğalmış ve büyümüştür. Tabi IŞİD’in Türkiye içinde hedefler seçebilecek konuma gelmesinde Musul ve Süleyman Şah kapsamında yapılan pazarlıkların yanısıra IŞİD’in henüz Musul’u işgal etmeden önce Suriye’de iken AKP iktidarının IŞİD’le girdiği iddia edilen ilişkilerinin etkisinin de çok büyük olduğunu söylemeliyiz.

Sonuç olarak; Şah Fırat taktik anlamda “sözde başarılı” bir tahliye operasyonu, stratejik anlamda geri dönüşü olmayan başarısız bir çekilme operasyonudur. PKK ile yürütülen çözüm süreci kurgusu nedeniyle Türkiye içinde de batıya doğru çekilmekte olan Türkiye Şah Fırat operasyonuyla Ortadoğu’dan Türkiye sınırları içine çekilmiştir. Bu operasyonla Türkiye Suriye ve Irak’taki sorunlarını çözmüş, tehditlerden kurtulmuş değildir. Bilakis caydırıcılığı azalan bir Türkiye hem PKK hem de IŞİD bağlamında daha büyük tehditlerle karşı karşıyadır. Türkiye’nin yıllardır mücadele ettiği PKK terör örgütü Türkiye’nin muhatabı olarak ortaya çıkmış, Türkiye çarpık, çelişkili ilişkilere mahkum edilmiştir. Mevcut ortam ve kurulmuş olan ya da kurdurulmuş olan ilişkiler mekanizması Türkiye’nin aleyhine gelişmektedir. Bu geri çekilme ve azalan caydırıcılığı Türkiye’yi bölgedeki oyunun dışına da itmektedir. Bu oyunu bozmak için işte bu ilişkiler yumağında olmayan, bilerek ve bilmeyerek oyun dışı bırakılan (Türkiye’nin Esad’la işbirliği yapması gibi) ama bölgedeki dengeleri yeniden değiştirebilecek seçenekleri yeniden gözden geçirmek gerekecektir.