Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Geçtiğimiz yıla damgasını vuran ve etkilerini önümüzdeki yıllarda göreceğimiz dört başat gelişmeyi aşağıdaki başlıklarda toplayabiliriz:

  • Birleşik Krallık’ın AB’den çıkma konusundaki halk iradesini ortaya koyan referandum,
  • Donald Trump’ın ABD’nin yeni başkanı seçilmesi,
  • Suriye’de, 2011 yılından bu yana süren iç savaş vahşeti
  • Liberalizme bir tepki olarak, doludizgin yayılan “popülizm”.

Dikkat edilirse anılan dört gelişme, Amerika, Avrupa ve Ortadoğu gibi, yerkürenin en önemli bölgelerinde yaşanmıştır. Yukarıdaki yaşananları aynı zamanda, uzun zaman önce (en azından 2008 küresel ekonomik krizle) başlayan, liberal kurallara dayalı global sistemin  dağılması/çözülmesi olarak da değerlendirebiliriz. Söz konusu argümandan hareketle, bu gelişme ve bununla ilgili emarelerin irdelenmesi, aşağıdaki çalışmamızın konusu olmuştur.

 

Uluslararası Kurumlarda ve Kurallardaki Yetersizlik

 Bilindiği gibi, II. Dünya Savaşı (II.DS) sonrasında tesis edilen liberal global düzen, uzun yıllardır gözlenen bir gerginlik içindeydi. En azından, hukukî yapı ve kurumlardaki gelişmelerin yetersizliğine karşı bu gelişme izlenebiliyordu. Bir diğer ifade ile yaşananlar, “21.Yüzyıl global gücünün ‘yuvarlak’ gerçeğini, II.DS’nın sonrasının ‘köşeli’ deliklerine uydurma” olarak da nitelendirilebilir.[i]   

Söz konusu çarpıklık/yetersizliğin en belirgin olduğu hususlardan ikisini, “yetersiz ve eski dönemi yansıtan temsiliyet”in hakim olduğu BM Güvenlik Konseyi ile, IMF’in yönetim meclisi olarak sayabiliriz. Her ikisinin de mevcut yapısı, anılan kurumların günümüz sorunlarına etkin çözüm bulabilmesinde yetersizliğe yol açtığı gibi, bu kurumların “meşruiyet/temsiliyet” konularını da tartışmaya açmaktadır.

Bu konuda çeşitli çevrelerce yükseltilen bir diğer ses de, gelişmekte olan ekonomilerin, mevcut uluslararası kurumlarda daha fazla temsil edilmeleri şeklindedir. Bu bağlamda üzerinde durulan bir diğer konu da, devlet dışı aktörlerin (sivil toplum kuruluşları/NGO ve iş hayatının temsilcileri) daha etkin olarak mevcut uluslararası kurumların “karar mekanizmaları” nda yer almaları talebidir. Böylesi gelişme ve isteklerin sonucu olarak G-20 gibi, resmi olmayan (informal) sistem uygulamaya girmiş ve henüz denenmemiş bir kuruluş olan Asya Altyapı Yatırım Bankası faaliyete geçmiştir.

 

Liberal Uluslararası Düzende Yıpranma ve Sapmalar

 Liberal uluslararası sistemin felsefi özünün, çağdaş dünya ile özdeşleşmiş bazı temel değerler vasıtasıyla, giderek altının oyulduğu gözlenmektedir. Söz konusu çağdaş temel değer/düşüncelerin en başta gelenlerini, serbest ticaret, demokrasi ve insan hakları olarak sayabiliriz. Kimilerine göre, 70 yıldır görülmemiş barış ve gönenç sağlayan liberal uluslararası sistemdeki bu aşınma, çağdaş dünyanın anılan fikrî gerçeklerinin kabulüne kadar sürecektir.[ii]

70 yıldır devam eden mevcut sistem, bir aydınlanma ve farkındalığın ürünüydü. Kökleri, insanlığın acımasızca gelişme/ilerlemesine olan ve evrensel boyut taşıyan tutkulu düşünceye dayanıyordu. Bu düşüncenin temelinde, doğaya hâkimiyet ve çıkarın/tatminin maksimize edilmesi yatıyordu. Bu bağlamda hukuk kuralları, insan haklarının korunması ve ticaret, önceki cümlede belirttiğimiz ana hedefin gerçeklemesi yolunda “araç” konumundaydı.

Günümüzde ise bu görüşler ve sistemin amacı önemli ölçüde sallanmakta ve tartışılmaktadır. Her şeyden önce şu gerçek çok iyi biliniyor ki: sistemin amacını destekleyecek kaynaklar sınırsız değil. Bir diğer anlatımla yerkürenin artan nüfusunu, önceki hayat standartlarında yaşamasını desteklemesi artık olanaksızdır. Bunun bir örneği, 2016 yılında petrol konusunda yaşandı. Mevcut evrensel sistemin etik anlayışı, amaçları ve beklentilerinin temelden gözden geçirilmesi gerçeği ile yüz yüze gelindi.[iii]

 

Mevcut Düzendeki Yıpranmanın Onarılması

 Bu yapılacakların başında “olanak ve gereksinimlerinin hesaplanması” gelmektedir. Daha açık bir ifade ile, aydınlanma/farkındalık retoriklerine ve dogmalarına sıkı sıkı bağlanma yerine, dünyanın imkân sınırlarını tanımak ve tüm çalışmaları, onu keşfedip/sömürmek yerine, onu korumaya doğru yön değişikliği yapılmalıdır. Böylesi bir yaklaşımın da, bu yönde bir vizyonu destekleyen yeni ve çağdaş bir global düzen gerektirdiği açıktır.

Böylesi bir düzen değişimi, gelecek kuşakların daha fazla olanakları olacağını öngörmek yerine, “onların daha iyi olması için ne yapmalıyız” ı plânlamayı gerektirmektedir. Bu yöndeki çalışmaların da, GYMH veya ticaret dataları yerine, “servet dağılımı”, “eğitim”, “hayat kalitesi(standartları) gibi, daha ince ayrıntılar içeren ölçümlere gereksinim duyduğu bilinmektedir.[iv] Bu tür bir ölçüm değişikliği çeşitli ekonomistlerce de desteklenmektedir.[v]Diğer yandan, temeline “kazan-kazan politikası” nı almayan gerçekçi yeniden dağıtım politikalarına da ihtiyaç bulunmaktadır.[vi]

Bu bağlamda ortaya çıkan en ana gereksinim de, yeni uluslararası sistemin mutlaka evrensel etik ve amaçlarla desteklenmesidir. Diğer yandan bu konunun iki yüzü bulunmaktadır. Bunların ilki, yeni uluslararası sistemin yeterli evrensel normlarla desteklenmemesi halinde, dünyanın sürekli olarak etki-tepki içinde (reactive) olmasının gerektiğidir. Böyle bir model verimsiz/etkisiz ve istikrarsız olacak, gelecek için yapıcı bir vizyon getiremeyecektir.

İkincisi de, yeni düzenin yeterli amaç/amaçlar ile beslenmemesi hali olup, bu durumda da sistem kişisel çıkar ve hırsları destekleyecek; kararların sistematik değil, işlem ve olay bazında alınması sonucuna ulaştıracaktır. ABD’nin yeni başkanı D.Trump’ın bu ikinci yolu tercih ettiği ve bunu Suriye sorununda uygulamak istediği anlaşılmaktadır. Trump’ın göreve başlama konuşmasında da, yeni global düzene dönüşüm konusunda önemli vurgular bulunmaktadır.[vii]

 

Popülizmin Hız Kazanması

 “Halk için” ve “halka rağmen” parametrelerini, birbirine zıt da olsa içinde barındıran, yığınları kısa vadede memnun etmek adına yine aynı kitlenin, genellikle orta-uzun vadeli çıkarları ile çelişebilecek siyasi ve ekonomik politikalar olarak tanımlayabiliriz. Bu tarz bir yönetişim tarzında, uzmanlık bilgileri ve rasyonel düşünce gerektiren “objektif gerçekler” pek önemsenmez; tepkisel duygular ve önyargılar ağırlık kazanır. Bu tür bir politikanın temel aldığı yaklaşım, tüm taraflar için “kazan-kazan” politikasıdır.[viii]

Popülizmin son yıllarda hız kazanmasının temelinde, liberal düzenin mutlu etmediği yığınların tepkisi gelmekte ve bu gelişme, mevcut sistemin açıklarını, karanlık noktalarını açığa çıkarmaktadır. Tarihçi Ash’ın belirttiği gibi, her hegemonik düzen, kendi memnuniyetsizliklerini yaratır.[ix] Batı demokrasilerinde görülen bu gelişmeyi Daron Acemoğlu, anılan ülkelerin, sandıktan çıkan otoriter, popülist “şahsi yönetimlere” karşı donanımlı olmamalarına bağlamakta ve bu gerçeği de “demokrasinin yumuşak karnı” olarak nitelendirmektedir.[x]

Söz konusu bu eğilimin sevindirici yanı ise, mevcut sisteme olan memnuniyetsizliğin beslediği bu gelişimin, liberal dünya düzenin, daha tutarlı ve kucaklayıcı bir sistem ile ikamesini hızlandıracağı beklentisidir. Ancak burada öne çıkan bir diğer husus da, bu gereksinmenin, hâlihazırdaki kurum, kural ve değerlerin daha çok yıpranmadan ve yaşadığımız tepki sistemi kalıcılaşmadan hayata geçirilmesi olmaktadır.

 

Yeni Dünya Düzeni ve Suriye Örneği

Yeni global düzenin etkinliği ve sürdürülebilir olması için gerekli yukarıdaki iki koşulu Suriye sorunu bağlamında da gözleyebiliriz. Halep şehri yaklaşık altı yıldır çok kanlı bir kuşatma ve çatışma altında olmasına karşın, Batılı liderlerin gözünde sorunun halâ, gerçek (sonuç alıcı) müdahaleyi hak etmediği izlenmektedir.

2011 yılından bu yana, kapsama alanı ve tarafları hızla genişleyen Suriye kanlı iç savaşında komşu ülkeler, yangını söndürmekten öte, pay alma ve sorunu lehlerine çözme endişesi ile hareket etmektedirler. Aynı endişe ve yaklaşımı Rusya ve ABD’de de görmekteyiz. Soruna, kuralsızlıklar plâtformunda ve evrensel normlar yoksunluğunda yaklaşılmakta, çözüm de giderek uzamaktadır. Hâlbuki Suriye konusu bu kadar karanlıklar içinde kalmamalı ve tüm taraflar/ilgililer, söz/ağıt/sızlanma yerine, kalıcı ve adil çözüm üretmelidirler.

 

Sonuç Yerine

 II.DS sonrası kurulan “liberal dünya düzeni”, özellikle son on yılda sorunlara ve gelişmelere karşı yetersiz kalmakta ve sonucunda da yıpranmıştır. Bunun gerisinde yatan ana etmenin, bu düzeni fikrî olarak besleyen temelin, günümüz sorunlarına ve bugün ulaşılmış olan düşünce ve değerler karşısında yetersizliği olduğu görülmektedir. Mevcut düzenin kurum ve kuralları/kuralsızlıklarının yetersizlikleri artık sorgulanır olmuştur. Çünkü mevcut sistem içinde yığınların refahı arttıramaz olduğu gibi, servet dağılımı da giderek daha bozulmuştur. Öte yandan sistemin, serbest ticaret, demokrasi, insan hakları gibi konularda yetersizliği ve krizlere kalıcı/makul çözüm üretemediği de anlaşılmıştır.

Mevcut sistemin “liberal” niteliğine olan tepkinin en görünür olanı da, giderek yaygınlaşan sağ nitelikli “popülizm” olmuştur. Daha doğrusu, doğan boşluktan en çok yararlanan gelişme popülizm olmuş ve bu desteği de oya çevirmeyi başarmıştır. Bir diğer anlatımla, daha çok demokrasi, adil gelir paylaşımı, insan hakları derken, ülke yönetimlerinin bir kısmının, oy desteği ile “otokratik” nitelik kazanması ve liberal demokrasiden uzaklaşması bir realite olarak yaşanır ve hatta kanıksanır hale gelmiştir.

Bugün yaşadığımız dünyayı sarmış olan popülizm, mevcut sistemin açıklarını, karanlık noktalarını açığa çıkarıyor. Sistemin bu şekilde sürdürülmesi halinde, Doğu Avrupa ülkeleri, Türkiye, Hindistan, ABD gibi demokrasinin hakîm olduğu ülkelerde gerçekleştiği gibi, diğer ülkelerde de Putin ve Trump benzeri popülist ve otoriter liderlerin seçilmesi, bu akımın daha da yaygınlaşması olası durmaktadır. Ancak bu anılan gelişmenin “mevcut düzene başkaldırma” olarak değerlendirip; bu tıkanıklığın “sistemin yenilenmesi/düzenlenmesi” ile aşılabileceğinin anlaşılması ile, çağın ihtiyaçlarına cevap veren yeni bir sisteme geçilmesi hızlanacaktır. Bunun için, liberal dünya sistemi ile ilgili hayıflanma ve yas bir kenara bırakılarak, çağdaş/paylaşılmış/yer kürede yaşayanların refahını arttırıcı/sorunlara etkin/hızlı şekilde çözüm bulucu yeni bir dünya düzenine hızlıca geçilmesi hepimizin amacı olmalıdır.

[i] Ana Palacio,” The Next World Order”,Project Syndicate,9.01.2017, https://www.project-syndicate.org/commentary/trump-end-of-liberal-world-order-by-ana-palacio-2017-01

[ii] Palacio, agm.

[iii] Ersin Dedekoca,”Petrol Bolluğunun Ekonomi-Politiği: Tehdit mi, Fırsat mı?”,Bilgesam,11.02.2016, http://www.bilgesam.org/Images/Dokumanlar/0-32-20160211201291.pdf

[iv] Edoardo Campenella,”Is It Time to Abandon GDP?”,Project Syndicate,4.11.2016, https://www.project-syndicate.org/onpoint/is-it-time-to-abandon-gdp

[v] Joseph E.Stiglitz,”The Price of Inequality”,Project Syndicate,5.06.2012, https://www.project-syndicate.org/commentary/the-price-of-inequality; Barry Eichengreen,”Today’s Productivity Paradox”,Project Syndicate,10.12.2015, https://www.project-syndicate.org/commentary/productivity-paradox-disruptive-innovation-by-barry-eichengreen-2015-12; Joseph E.Stiglitz,”The Innovation Enigma”,9.03.2014,             

https://www.project-syndicate.org/commentary/joseph-e–stiglitz-argues-that-the-impact-of-technological-change-on-living-standards-has-become-increasingly-unclear 

[vi] Kemal Derviş,” The Win-Win Fantasy of Liberal Democracy”,Project Syndicate,5.12.2016, https://www.project-syndicate.org/commentary/failure-to-predict-brexit-and-trump-by-kemal-dervis-2016-12

[vii] “Donald Trump and the New World Order”,Spiegel International,20.01.2017, http://www.spiegel.de/international/world/trump-inauguration-signals-new-world-order-a-1130916.html

[viii] Antonio Argandoña,”Why Populism Is Rising And How To Combat It”,Forbes,24.01.2017, http://www.forbes.com/sites/iese/2017/01/24/why-populism-is-rising-and-how-to-combat-it/#98c88c71dd79

[ix] Çınar Oskay,”Timothy Garton Ash ile, otoriterleşme ve popülizm dalgası hk.söyleşi”,Hürriyet,19.02.2016

[x] Daron Acemoğlu,”We Are the Last Defense Against Trump”,Foreign Policy,18.01.2017, http://foreignpolicy.com/2017/01/18/we-are-the-last-defense-against-trump-institutions/

 

 

YAZIDA BELİRTİLEN GÖRÜŞLER YAZARA AİTTİR, ANKA ENSTİTÜSÜ’NÜN RESMİ GÖRÜŞÜNÜ YANSITMAZ.