Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Cumhuriyetin kurucuları, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, kurucu felsefeyi belirlerken geçmişten ve emperyalizmin bu topraklardaki uygulamalarından çok büyük ders almışlardı. Bu derslerin en önemlisi de barış içinde yaşamaktı. Komşuların içişlerine karışmadan, ülkenin etrafında bir barış denizi, kuşağı oluşturmak ana gayelerinden biriydi.

    Atatürk’ün ‘’Yurtta sulh, cihanda sulh’’ parolasıyla açıkladığı bu barış kuşağı oluşturuldu da. Dış politikada esas ülke çıkarlarının korunması , yapılan her işte , alınan her kararda ulusal çıkarların göz önünde bulundurulması olmalıydı. Denge politikası esastı. Büyük güçler arasındaki çelişkilerden istifade edilmeli ve ulusal çıkarlarımıza uygun bir dış politika yürütülmeliydi. Cumhuriyetin ilk dönemlerimde 1938 e kadar bu esaslara sadık kalındı  ve Türkiye Cumhuriyeti saygın bir devlet olarak yerini aldı dünyada.

    Tabii ki temel esaslara sadık kalınmak şartıyla yani milli menfaatlerin korunması esas olmak koşuluyla değişiklikler yapılabilir, günün şartlarına uygun veya duruma uygun politikalar geliştirilebilir. Ancak bu konuda kıstas her zaman milli çıkarlar olmalıdır. Tabii barışın muhafaza edilmesi, başka ülkeleri toprağında gözümüzün olmaması her zaman temel prensip olmalıdır.

    Türkiye’nin dış politikası bu esaslardan uzaklaştıkça ülke zora girmekte, yapılan hatalar millete ve ülkemize çok büyük maliyetler getirmektedir. Bu gün içine düştüğümüz açmaz gibi. Fırsatçı ve barışı bozmaya yönelik dış politika uygulamaları maalesef bumerang gibi geri dönmüş ve Türkiye’yi vurmaya başlamıştır.

      Türkiye dış politikada tekrar fabrika ayarlarına dönmelidir. Aksi takdirde yanlışların bedeli ülkemiz ve milletimiz için yıkım olacaktır.