Avrupa Komisyonu tarafından yayınlanan 20’nci Türkiye İlerleme Raporu 17 Nisan’da, ilk defa Türkiye ile karşıtlığı ile tanınan Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn tarafından değil, Komisyon’un birinci Başkan Yardımcısı Frans Timmermans tarafından açıklanmıştır. Johannes Hahn, “Türkiye, Avrupa’dan büyük adımlarla uzaklaştı” (Turkey is moving rapidly away from the path of European Union membership) açıklamasında bulunmuştur. (https://www.reuters.com/article/us-eu-turkey/turkey-taking-huge-strides-away-from-european-union-top-eu-official-idUSKBN1HO22G) Hahn haklıdır. Çünkü, 25 Ocak 2017 tarihinde Kalkınma Bakanlığı’na sunduğum Avrupa Birliği Özel İhtisas Komisyonu kurulmasına ilişkin önerim, Bakanlık tarafından kabul edilmemiştir.
On Birinci Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonlarının Oluşturulmasına İlişkin 2017/16 Sayılı Başbakanlık Genelgesi kapsamında Avrupa Birliği Özel İhtisas Komisyonu’nun kurulmaması üzerine bu Komisyon’un olmamasından duyduğum hassasiyeti belirtmek amacıyla DPT’da 1982 yılında Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’n direktifleri ile DPT AET Dairesini kuran ve 3 yıl Başkanlığını yapan eski bir DPT mensubu olarak yazdığım yazı olumlu karşılanmamıştır. “2019-2023 dönemini kapsayan On Birinci Kalkınma Planı, 2023 vizyonu doğrultusunda ülkemizin kalkınma hedeflerini daha da ileriye taşıyacaktır” ifadesine rağmen, kanımca bu dönemde Türkiye’nin AB üyeliği öngörülmemesi sebebiyle ÖİK kurulması gereksiz görülmüştür.
Türkiye’nin AB ile olan Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, bazı AB çevrelerinde yeniden gündeme getirilmeye çalışılan imtiyazlı ortaklık görüşünün mevcut hukuki düzenlemeler kapsamında geçersizliğinin ortaya konulması, tıkanan müzakere sürecinde yeni başlıkların açılmasının sağlanması, AB ile sorunların çözüm yollarının tespit edilmesi, vizelerin kaldırılması ve de en önemlisi Sayın Cumhurbaşkanımızın Avrupa Birliği ile ilgili temaslarda bulunmak üzere geçen yıl 5 Eylül’de Brüksel’de “Avrupa’nın kaderini ve geleceğini Türkiye’den ayrı düşünmek mümkün değildir. Avrupa Birliği stratejik hedeftir” direktifi karşısında Komisyon’un kurulmaması bir eksikliktir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Başbakan iken 25 Temmuz 2012 tarihinde Kanal 24’de katıldığı Sansürsüz Özel canlı yayınında “Türkiye AB sürecini unuttu mu?” sorusuna verdiği cevap açıktır: “Çok açık ve samimi söyleyeyim, bizim aslında AB sürecini unutmak, kaybetmek diye bir şey söz konusu değil.” Bu açıklamaya rağmen Turgut Özal’ın 14 Nisan 1987 tarihindeki üyelik başvurusu sırasında söylediği “Bu uzun ve meşakkatli bir yoldur. Bizi caydırmak için çok şey yapacaklar. Ama yılmamalıyız” sözü unutulmuştur. 1959 yılında başlayan ama bir türlü sonuçlanmayan AB üyeliği gerçekleşmez ise, bunun alternatiflerinin ortaya konulmamasının 11’nci Kalkınma Planı döneminde ele alınmaması doğru bir tasarruf değildir.
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik’in Tallin’de 7-8 Eylül 2017 tarihlerinde düzenlenen AB Gayrı resmi Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda (Gymnich) AB üyeliğinin Türkiye için stratejik bir hedef olduğunu vurgulaması ve “Bu hedef korunmaktadır” değerlendirmesi göz ardı edilmiştir. TRT’de 17 Nisan’da yayınlanan Derin Analiz programında konuşan Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Yiğit Bulut’un İlerleme Raporu’ndan ısrarla Avrupa Parlamentosu Raporu olarak söz etmesi, konunun Türkiye’nin gündeminde olmadığının bir göstergesidir. Bu sebeple Hahn’ın tespitine katılmamak mümkün değildir.
İlerleme Raporu’nda Türkiye’nin; vize muafiyeti önerisinin değerlendirileceği, mülteci konusunda yapılan çalışmaların takdir edildiği, 15 Temmuz darbe girişiminin kınandığı yer almıştır. Türkiye’nin, hukuk devleti ve temel haklar alanlarında olumsuz eğilimi tersine çevirmesinin gerekli olduğuna da dikkat çekilmiştir. Rapor’da Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerinde yeni başlık açılmasına yönelik bir öneri yer almamış, fakat müzakerelerin sonlandırılması tavsiyesinde de bulunulmamıştır. (http://europa.eu/rapid/press-release_MEMO-18-3407_en.htm)
Rapor, Türkiye’yi AB üyelik kriterleri açısından değerlendirerek hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı ve özgürlükler alanlarında eleştirmiştir. Fakat, Türkiye’nin AB’ye aday ülke olduğunun onaylanması ve müzakerelerin tam üyeliğe hedeflediğine vurgu yapılması önemlidir. (https://mail.google.com/mail/u/0/#inbox/162d4ab0c424e7b9?projector=1&messagePartId=0.2) Fakat, bazı AB üyelerinin Türkiye kriterleri yerine getirse dahi üyeliğe kabul edileceği yönünde ciddi bir şüphelerinin olması, Türkiye’de AB katılım sürecine olan inancı zayıflatmaktadır. Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ bu konuda şunları söylemiştir: “Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı objektif eşit ve adil bugüne kadar hiç olmadı. Şimdi rapor açıklamalarda Türkiye’nin AB’den uzaklaştığı ifade ediliyor. Türkiye yarım asrı geçkin bir süredir Avrupa Birliği’nin kapısında tam üyelik hedefiyle ısrarla beklemektedir. Türkiye Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefinden, Avrupa Birliği üyelerinin, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı uyguladığı haksız politikaları nedeniyle bugüne kadar vazgeçmemiştir. Avrupa Birliği’ne tam üyelik Türkiye için değişmemiş bir hedeftir.
Ancak maalesef Türkiye ile aynı ekonomik şartları aynı siyasi ve hukuki şartları taşımayan, Türkiye’den çok geri olan pek çok ülkeyi Avrupa Birliği’ne tam üye yaptıkları halde ısrarla Türkiye’ye karşı olumlu adımlar atmamakta direniyorlar. Uzunca bir zamandır açılan fasılların kapatılmaması, yeni fasıl açılmaması ve bu noktada Türkiye’ye karşı adil olmayan, sübjektif olan ve bundan önceki üye olan ülkelerle Türkiye’ye karşı eşit olmayan yaklaşımlar ortaya koymuşlardır. Burada Avrupa Birliği’nden uzaklaşan Türkiye değil, Avrupa Birliği’ne tam üyelik konusunda tarafsız olmayan, tarafsız davranmayan, maalesef taraflı olan, eşit davranmayan AB’dir. Biz buna rağmen AB hedefinden vazgeçmedik. Vazgeçmeye niyetimiz yok. Eğer onlar vazgeçmeye niyetleniyorlarsa o zaman çıksınlar desinler ki ‘biz Türkiye’ye ilişkin kanaatlerimizi değiştirdik, vazgeçtik’ desinler. Biz bunu da defalarca kendilerine ifade ettik.”
Avrupa Birliği Bakanı Ömer Çelik ise Komisyonu’nun Türkiye raporuna tepki göstermiş, adil ve ilkeli bir şekilde yaklaşılmadığını söylemiştir. Türkiye’nin her şeyi mükemmel yapmadığını da dile getiren Çelik, “Rapor yakınlaşmayı teşvik etmekten uzaktır” demiş ve şu değerlendirmede bulunmuştur: “Türkiye’nin aday ülke olma perspektifi bir kenara bırakılıp komşuluk perspektifi kabul edilemez. Türkiye’nin aday olma konusu bir tarafa bırakılamaz. Adil ve ilkeli bir yaklaşım yok. Türkiye’yi evrensel değerlerden uzaklaşmakla itham ediyor. AB değerlerinden uzaklaşma sözü siyasi bir yaklaşımdır.”
Sırbistan ve Karadağ gibi Batı Balkan ülkeleri Türkiye’den çok sonra müzakere sürecine başlamalarına rağmen Avrupa Komisyonu Başkanı Juncker katılım için 2025 tarihini açıklamıştır ama bu ülkelerin yönetişim, hukukun üstünlüğü ve yolsuzluklar açısından önemli sorunları olduğunu görmezden gelmiştir. Türkiye için AB üyeliğinin erişilebilir bir hedef olduğu vurgulanmamakta, sürecin siyasi gerekçelerle bloke edilmeyeceği güvencesi verilmemektedir. Bu kapsamda Dışişleri Bakanlığı da haklı olarak rapora tepki göstermiştir: “AB’nin Türkiye’nin içinden geçtiği süreci anlamadığı tepkidir. Raporda FETÖ tehdidine değinilmemesi vahim bir eksiklik. Başta PKK, DAEŞ ve FETÖ olmak üzere terörle mücadele ediyoruz.”
Rapor’da; OHAL kapsamında alınan önlemlerin orantısız olduğu belirtilirken, parlamentonun yasama işlevinin kısıtlanmış ve muhalif grupların barışçıl toplantılarının yasaklanabilmesi için idarenin yetkilerinin artırılmış olması örnek gösterilerek darbe girişimiyle başlayan OHAL uygulamasına en kısa sürede son verilmesi istenmiştir. OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar orantısız bulunarak eleştirilmiş ve bunun düzeltilmesi için Avrupa Konseyi ile işbirliği çağrısı yapılmıştır.
İlerleme raporlarına 2014 yılından başlayarak, geriye gidiş (backsliding) ifadesi girmiştir. İlk olarak kamu alımları alanında gerileme olduğu açıklanmış, 2015 raporunda gerileme olan alanlara ifade, medya ve internet özgürlüğü ile toplanma özgürlüğü eklenmiş, 2016’da listeye kamu hizmetleri ve insan kaynakları yönetimi, yargının durum ve bağımsızlığı, iş ortamı, örgütlenme özgürlüğü ve işkence ve kötü muamelenin önlenmesi girmiş, 2017’de ise sivil toplum, kamu hizmeti ve insan kaynakları yönetimi, yargı ve temel haklar, ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, mülkiyet hakları, ekonomi ve iş ortamı, bilgi toplumu, sosyal politika ve istihdam, dış ilişkiler eklenmiştir. Böylece müktesebat başlıkları ile ilgili olarak gerileme olan alanlar artmıştır. İlerleme Raporu ile birlikte açıklanan ekonomik reform programında da ekonomideki gelişmeler ile ilgili olumsuz tespitler vardır. (Commission Staff Working Document Economic Reform Programme Of Turkey (2018-2020) Commission Assessment https://mail.google.com/mail/u/0/#inbox/162d4ab0c424e7b9?projector=1&messagePartId=0.3)
Bu yılki raporda önceki raporlardan farklı olarak FETÖ için “hükümet tarafından terör örgütü olduğu belirlenen Gülen hareketi” ifadesi yer almış, AB tarafından terör örgütü olarak tanınmasa da Türkiye tarafından terör örgütü olarak tespit edildiği açıklanmıştır. Rapor’da Komisyon, Türkiye’nin 3,5 milyon Suriyeliye ev sahipliği yaparak AB için çok önemli bir fayda sağladığı da vurgulanmıştır. Sınır kontrolü, vize, dış göç ve iltica politikalarını kapsamına alan Adalet, Özgürlük ve Güvenlik başlığında Türkiye’nin orta derecede hazırlıklı olduğu ve göç ve iltica politikasında geçen yıl ilerleme sağladığı belirtilmiştir.
Rapor’da yargı ve temel haklar alanında, 2016’da yapılan tavsiyelerin yerine getirilmediği belirtilerek aynı tavsiyeler yinelenmiştir. Türkiye’nin AB katılım müzakerelerinde yargı ve temel haklar ile adalet, özgürlük ve güvenlik alanlarını ilgilendiren 23 ve 24’üncü başlıkların açılması konusuna ise değinilmemiştir. Yapısal reformların yavaşlaması, makroekonomik dengesizlikler, yargının etkinliği ve bağımsızlığı alanındaki kuşkuların iş ortamını da olumsuz etkilediğine dikkat çekilmiş, gümrük birliğinin güncellenmesine ilişkin müzakerelerin başlatılmasına yönelik olumlu görüşlere yer verilmiştir
Avrupa Birliği Türkiye’ye tarafımdan adlandırılan Bobon kriterlerini (BO: Bizden Olanlar, BON: Bizden OlmayaNlar) uygulasa, Türkiye bazı Avrupalılar tarafından BON kapsamında algılansa da, Dokuzuncu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in Aydın Doğan’a 7 Şubat 2015 tarihinde yazmış olduğu mektuptaki “Türkiye, ne olursa olsun, Avrupa Birliği çıpasına sarılmalıdır. Bundan vazgeçmek olmaz” görüşü günümüzde de geçerlidir. Müzakerelerin açıldığı 2005 yılında Avusturyalıların direnişini kıran İşçi Patisi milletvekili ve dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw 2013 yılında yayınlanan kitabının 18’nci bölümünü Avrupa Birliği ve Türkiye’ye ayırmıştır. Hasta Adam Karşılık Veriyor: Avrupa ve Türkiye başlıklı bölümde Straw, müzakere sürecinin başlamasından bu yana Angela Merkel ile Nicolas Sarkozy gibi Avrupalı siyasetçilerin Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıktığını hatırlatarak, bu iki siyasetçinin Türkiye’nin üyeliğini arzulamamasını Türkiye’nin Müslüman ülke olmasına bağlamıştır:
“33 müzakere başlığının, 17’si engellenmiş durumda. Hiçbir aday ülkeye böyle davranılmamıştır. Acil sorun Kıbrıs’tır. Bu sorun, Fransa, Almanya ve İngiltere tek ses olursa çözülebilir. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Avrupa’nın kendisine sınır çizmesi gerektiğini söylediğinde, coğrafi sınırları kastetmemişti. Öyle olsaydı, Malta veya Güney Kıbrıs’ın alınmaması gerekirdi. Kastettiği dini sınırlardı. Tüm bunda kaybedecek olan AB’dir, Türkiye değil. Türkiye’nin AB’ye duyduğu ihtiyaçtan çok, AB’nin Türkiye’ye şu anda ihtiyacı vardır.” (Straw, 2013, Chapter 18)
Atatürk 29 Ekim 1923 tarihinde Fransız yazar Maurice Pernot’ya verdiği demeçte tercihini yapmıştır: “Kabul etmelisiniz ki, doğuda yaşamayı seçmeye mecbur olduğunuz için, ırkımızın beşiği ile ilgili olması nedeniyle mümkün olduğu kadar yakın batıyı bir yerleşim yeri seçtik. Fakat vücutlarımız doğuda ise fikirlerimiz batıya doğru yönelik kalmıştır. Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye’de asri binaenaleyh batılı bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmek arzu edipte Batıya yönelmemiş millet hangisidir?”
Lucius Annaeus Seneca “Hangi kapıya yöneldiğini bilmeyen hiçbir zaman uygun esen rüzgârı bulamaz” (ignoranti quem portum petat nullus suus ventus est) derken haklıdır. Çünkü yöneldiğiniz kapıyı bilmezseniz, hiçbir zaman uygun esen rüzgarı yakalayamazsınız. Ama bazen kapıyı bulmanız yeterli olmayabilir. Çünkü rüzgâr eğer tersten eserse, sizi uygun olan kapıya değil, istemediğiniz bir kapıya yönlendirebilir. Ama bu kapı hiçbir zaman Avrasya Ekonomik Birliği ya da Şanghay İşbirliği Kuruluşu olamaz.
- KAMALA HARRİS SEÇİLİRSE TÜRK ABD İLİŞKİLERİ NE YÖNDE GELİŞİR? - 1 Ekim 2024
- TÜRK ÜNİVERSİTELERİ DÜNYA SIRALAMASINDA NEDEN GERİLERDE? - 25 Eylül 2024
- ORTA VADELİ PROGRAM: ENFLASYON TEK HANEYE DÜŞÜRÜLECEK Mİ? - 8 Eylül 2024
- FİLİSTİN LİDERİ MAHMUT ABBAS ANKARA’YA GELDİ VE GİTTİ - 26 Ağustos 2024
- ABD BAŞKAN ADAYI KAMALA HARRIS VE SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI - 6 Ağustos 2024
- TÜRKİYE’NİN TAPU SENEDİ LOZAN ANTLAŞMASI 101 YAŞINDA - 2 Ağustos 2024
- KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI SONUCUNDA DOĞAN KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ İLELEBET YAŞAYACAKTIR - 23 Temmuz 2024
- CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN “ALIN BİZİ ŞANGAY BEŞLİSİ İÇİNE BİZ DE AB’YE ‘ALLAHAISMARLADIK’ DİYELİM, AYRILALIM ORADAN” DERKEN HAKLI MIYDI? - 20 Temmuz 2024
- SREBRENİTSA SOYKIRIMI’NI VE NATO GENEL SEKRETERLİĞİNE SEÇİLEN MARK RUTTE’Yİ UNUTMADIK! - 15 Temmuz 2024
- “BRICS’İN AB’YE NAZARAN FARKLI VE GÜZEL TARAFI” NEDİR? - 5 Temmuz 2024