Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

ANAYASANIN YENİDEN YAZILMASININ YIKICILIK VE BÖLÜCÜLÜK AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

Giriş

Son yıllarda Türkiye’ye vaki, sayıları milyonlarla ifade edilen dış mülteci akınını da potansiyel bir iç tehdit değerlendirmesi kapsamına dahil edersek, yeni Anayasanın yıkıcılık ve bölücülük açısından yeniden değerlendirilmesi ihtiyacı ortaya çıkıyor.

Türkiye’de yeni bir Anayasa yazılmasının telaffuz edilmesi yeni değildir. Geçmişte hüsranla sonuçlanan sözde ‘’Çözüm Süreci’’ ne kadar uzanır. Yeni Anayasa yazma talebi, o dönemde Bölücü Terör Örgütü (BTÖ)’nün silah bırakma olasılığına karşı bugünkü siyasi iktidar tarafından açıklanan bir konuydu. Söz konusu açıklama, çerçevesi İmralı’da ki terörist başı tarafından çizilen sözde 10 maddelik bir pakete istinat ettirilmişti.

BTÖ ele başı tarafından tespit edilen 10 maddelik paketin içeriğine bakıldığında, anılan paketin özü ve esasını, sözde ‘‘Türkiye’de yeni bir demokratik anayasayla, eşit vatandaşlık tanımıyla gerçek demokrasinin yolunun açılmasının’’ oluşturduğu görülmekteydi. Yani iş dönüp dolaşıp yapılacak sözde yeni Anayasa, BTÖ’nün silah bırakması karşılığında, Türkiye’nin millî ve üniter yapısını tehlikeye atacak biçimde, BTÖ’nün taleplerine dayandırılmıştı.

Söz konusu paketin hayata geçirilmesi için, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal yapılanmasının federal bir yapıya dönüştürülmesi ve mevcut Anayasanın yeniden yazılması öngörülmüştü. Zira BTÖ’nün talepleri arasında Kürt kimliğinin öne çıkarılarak, ana dilde eğitim hakkı ve özerklik taleplerinin yasal bir statüye kavuşturulmasının önündeki yegâne engelin mevcut Anayasa olduğuna vurgu yapılmaktaydı.

Çözüm süreci içinde mevcut Anayasa’nın değiştirilmesini öngören BTÖ talepleri, üç temel esasa dayanmaktaydı:

  1. Kalıcı Barış,
  2. Eşit Vatandaşlık,
  3. Özerklik (Ortak Vatan)

Kalıcı barıştan kastedilen, üniter yapının ve lâikliğin barışın önünde engel teşkil etmesi nedeniyle ortadan kaldırılması görüşüdür.

Eşit vatandaşlık kavramı ile, millet-ulus kavramının reddedilerek, yerine etnik-dinsel temele dayalı vatandaşlık anlayışının hâkim kılınması amaçlanmaktadır. Bu anlayışa göre, mevcut Anayasanın öngördüğü bireysel vatandaşlık tanımı yetersiz kalmakta ve 21. Yüzyılın ihtiyaçlarını karşılamamaktadır. Bu nedenle, farklı etnik kimliklere ana dilde eğitim hakkı verilmedikçe eşit vatandaş olunamaz.

Üçüncü temel esas olan Özerklik, ortak vatan anlayışı ile bağdaştırılmaktadır. Buna göre Türkiye ortak vatan değildir. Kürdistanı da içerir. Kürdistan’dan kasıt, halen Irak ve Suriye’nin kuzeyi ile İran’daki Kürtlerin yaşadıkları topraklardır. Özerklik talebi ile de üniter devleti yapısının ortadan kaldırılarak, yerel yönetimlerin özerkliğe kavuşturulması hedeflenmektedir.

Böylelikle, Kürt kimliğinin dahil edilerek iki uluslu yeni bir devlet Anayasasının ortaya çıkarılması halinde önce özerklik, bilahare federal bir yapıya geçilmesi ile birlikte, başlangıçta hedeflenen siyasal merkezli Kürtçülük meselesinin çözümü güya gerçekleştirilmiş olacaktır.

Göçmenlerin durumu

Şimdi düşünün, bugün Türkiye’de sayıları 10 milyonu aşan mülteci, ya da sığınmacı veya göçmenin, yeniden yazılması düşünülen Anayasadaki yeri ne olacak? Hızla çoğalan Arap göçmen sayısı göz ardı edilecek mi? Yoksa onlara da yer verilecek mi? Söz konusu göçmenler de yukarda belirtildiği gibi yeni Anayasada eşit vatandaşlık, hatta özerklik gibi talepleri olursa ne olacak? Siyasi bir yapılanma içinde bu taleplerinin karşılanmasını istedikleri takdirde Türkiye’nin hareket tarzı ne olacak? Bütün bu hususlar düşünülmüş müdür? Hesaplanıyor mu? Göz önünde bulunduruluyor mu? Konu ile ilgili soru listesi uzar gider.

Yeni Anayasa yazılması konusundaki endişeler

Mevcut Anayasanın değiştirilmesi, Anayasanın 3. maddesinde belirtilen ‘’Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir’’ ifadesi değiştirilmek istenmesi konusunda Türk kamuoyu derin endişe içindedir.

Bununla da yetinilmemekte, 1982 Anayasasının 3. maddesinin yanı sıra, başlangıç bölümündeki diğer üç maddesinin de değiştirilmek istendiği öngörülmektedir. Böylece ‘’Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür’’ tanımının yok hükmünde sayılması planlanmaktadır.

Anayasanın tanımı literatürde, ‘’Ülke üzerindeki egemenlik haklarının kullanım yetkisinin içeriğinde belirtildiği şekliyle devlete verildiğini belirleyen toplumsal sözleşme ve temel uzlaşma metinleri’’ olarak geçer. Bu tanım, içerik olarak oldukça geniş bir anlam ihtiva etmektedir. Bu nedenle, bu tanımın, yeni kurulan bir devlet veya herhangi bir nedenle kabuk değiştiren bir toplum için geçerlidir. Bir başka ifade ile, yeni Anayasa yapılmasının ardında, o devletin hayatında çok büyük bir değişimin olması, dönüşüme maruz kalması ve toplumun değişik katmanlarının, bu değişimden ve dönüşümden geniş ölçüde etkilenmesinin kaçınılmaz olduğu gerçeği yatmaktadır.

Sonuç ve Değerlendirme

“Türkiye’de yeni Anayasa yazılmasına ihtiyaç var mıdır? Varsa bu ihtiyaç neden kaynaklanmaktadır?” sorularını kendi kendimize soracak olursak, bu sorulara muhatapları tarafından tatmin edici cevapların verilemediği görülmektedir. Bu durumda, yeni Anayasa yazılması ihtiyacının esas itibariyle Anayasanın başlangıç maddelerinde yazılı hususların bilhassa yıkıcı ve bölücü unsurlar için sıkıntı yarattığı, istenmediği, bu sebeple yeni Anayasa yazılmasın gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu kapsamda, 2013 yılında “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” ilk dört maddenin değiştirilmesi teklifini TBMM’ye verme cüretini gösteren milletvekillerinin olduğu da bilinmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti 100 yılda, -1921 Anayasası da sayılırsa- bugüne kadar dört anayasa ile yönetilmiştir. Halihazır durum dikkate alınarak yeni Anayasa yazılması konusunda ısrarcı olunmasının nedenleri üzerinde düşünmek gerekir. Çok partili döneme geçildiği 1946 yılından beri işbaşına gelen hiçbir siyasi parti yeni Anayasa yazılması konusunda ısrarlı ve inatçı olmamıştır.

Diğer taraftan, “Neden yeni anayasa?” sorusuna, muhataplarınca, ‘’Demokrasi, Özgürlük, Askeri vesayetten ve darbe Anayasasından kurtulma, uzlaşma, Sivil Anayasa vb.’’ basma kalıp, klişeleşmiş gerekçelerle cevaplar verildiği bilinmektedir. Bugün artık bu gerekçeler yerini, akıbeti meçhul, ne olacağı bilinmeyen milyonlarca göçmenin de içinde barındırıldığı, laik, demokratik ve sosyal hukuk devlet yapısına alenen karşı çıkan yıkıcı ve bölücü unsurların insafsız talepleri ve girişimlerine maruz bırakılan bir Türkiye tablosuna bırakmıştır.

Toplumun önemli bir kesiminin karşı çıktığı yeni Anayasa için zorlama yapıldığı takdirde, bu zorlamanın tabi neticesi dayatma olarak ortaya çıkar. Bu durum, yeni Anayasa yazılması savını meşru kılmaz. Yukarda belirtilen gerekçelerin hiç birisi yeni Anayasa yazmanın meşru ve hukuki bir gerekçesi olamaz ve sözde kalır. Bugün gelinen noktada, özellikle göçmen sorununun çözüme kavuşturulmadan yeni Anayasa yazılması telaffuz dahi edilmemelidir. Aksi halde, ortaya çok tartışmalı ve toplumun önemli sayılabilecek bir kesimini huzursuz ve rahatsız eden bir tablonun çıkması kaçınılmaz bir sonuçtur.

Diğer yandan, geçtiğimiz aylarda vefat eden Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih KANADOĞLU’nun yeni Anayasa yazılması konusundaki aşağıda belirtilen görüşlerine kulak verilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir.

-Evvela halkın yeni bir Anayasa isteyip istemediği referanduma sunulmalıdır.

-Nitelikli çoğunlukla kabul edilirse yapılacak barajsız bir seçimle bir “Kurucu Meclis’’ oluşturulmalıdır.

-Bu kurucu meclisin hazırlayacağı yeni Anayasa taslağı yeniden referanduma sunulmalıdır.

Sonuç olarak, Türkiye’nin üniter yapısının tasfiye edilerek sözde yeni Anayasa ile Türk Milletin adını, kimliğini, vatan, cumhuriyet ve millet kavramlarını değiştirmeyi tasavvur etmek, haddinden fazla çelişkili ve kabul edilecek bir durum değildir.

İstiklal Harbi’mizin sonucunda kurulan Aziz Cumhuriyetimizi hiçbir zaman benimsemeyen, her fırsatta Türk Milleti’ne ve millî-üniter devlet yapısına karşı olduğunu gösteren yıkıcı bölücü unsurlar ve çözümlenemeyen göçmen sorunu, Türkiye’yi hızla federasyona ve bölünmeye sürükleyebilecektir.