Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN TEMELİ KÜLTÜRDÜR

Değişen ve sürekli kabuk değiştiren dünya içinde bulunduğumuz dönem itibariyle Cumhuriyetimizin birinci asrını doldurduk.

Türkiye Cumhuriyeti ikinci yüzyılına, 1923’de kurulan yeni devletin ilk gününden itibaren çağdaşlaşma ve modernleşme adımları ve atılımları ile birlikte, birinci yüzyıldan tevarüs eden kadim problemleri ile girmekte.

Bu yazıda, 1923’den beri cereyan eden tarihi olayların yakasına yapışarak hesaplaşmadan ziyade, yaşadığımız birinci yüzyılın özet bilançosunu çıkararak, ikinci yüzyılda ülkenin karşı karşıya kalabileceği benzer olaylar ve yukarda sözü edilen kadim problemler ya da sorunlar karşısında oluşturacağı hareket tarzlarına ışık tutmak ve gelecekte karşılaşılması muhtemel sorunlar karşısında izlenmesi gereken yolun tespitine yardımcı olmak amacı güdülmüştür.

Bir milletin temelini kültür meydana getirir. Kültür, bir topluluğun kendine has, özgü yaşayış ve davranış biçimlerinin tamamıdır. Kültürün unsurları; dil, din, ırk, inanç, örf, adet, gelenek ve görenekler ile sanat, hukuk ve ahlâk olarak belirlenmiştir.

Toplum bilimci, şair ve siyasetçi merhum Ziya GÖKALP’in ‘’Türkçülüğün Esasları’’ kitabında belirttiği millet kavramı, ‘’Aynı millî kültüre mensup insanların meydana getirdiği sosyal topluluk, dil, kültür ve ülkü birliği ile birlikte bağlı olan insanların oluşturduğu sosyal varlık’’ olarak ifade edilmektedir. Şu hâlde, milletleri var eden en önemli yapı taşı, onların kültürleridir. Türklerde millet kavramı, Türk tarihinin başlangıcından beri vardır.

Millî kültürün tanımı

Geçmişten günümüze kuşaktan kuşağa taşıdığımız ve taşıyacağımız değerlerin tümü ‘’millî kültürümüzün yapı taşları’’ olduğu düşüncesinden hareket ederek işe önce buradan başlamalıyız.

Millî kültür, bir millete kimlik kazandıran maddi manevi değerlerine verilen isimdir. Milletin ortak değerlerinden meydana gelir. Ortak değerlerden, dil, din, gelenek- görenek, sanat, dünya görüşü ve tarih anlaşılır. Bunlar aynı zamanda millî kültürü oluşturan ana unsurlardır.

Cumhuriyetimizin kurucusu Aziz Atatürk diyor ki, ‘’Cumhuriyetin temeli kültürdür’’ ve devam ediyor, ‘’Kültür, okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden mâna çıkarmak, uyanık davranmak, düşünmek, zekâyı terbiye etmektir. Doğudan ve Batıdan gelen tesirlerden tamamen uzak millî seciye ve tarihimizle mütenasip bir kültür kastediyorum. Çünkü millî dâvamızın inkişafı ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir. Kültür zeminle mütenasiptir. O zemin milletin seciyesidir. Kültür dediğimiz zaman bir insan cemiyetinin, devlet hayatında fikrî hayatında, iktisat hayatında yapabilecekleri şeylerin muhassalasını (toplamını) kastediyoruz ki, medeniyet de bundan başka bir şey değildir.’’ [1]

Kültürün bir devletin devlet hayatındaki yeri ve önemi bundan daha güzel anlatılamaz ve izah edilemez. Zira bir milletin bütünlüğünü sağlayan ve onu diğer milletlerden ayıran yegâne unsur ‘‘millî kültür ölçüsü’’dür.

Bu nedenledir ki, yüce Atatürk’ün Cumhuriyetin 10. yıldönümündeki konuşmasında, “Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.’’ demiştir. [2]

“Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız” sözünden, her türlü yabancı unsurlardan arındırılmış millî bir medeniyet olgusunun amaçlandığı sonucunu çıkarıyoruz. Bununla birlikte, bu söz doğrultusunda ‘’millî kültürün’’ bir devleti ayakta tutan güç olduğunu anlıyoruz.

Millî kültürün unsurları

Geçmişten günümüze kuşaktan kuşağa taşıdığımız değerlerin tümü millî kültürümüzün unsurları olarak kabul edilir. Mimari ve sanat eserlerimiz, şarkılar, türküler, hikâyeler, yiyecek ve içecekler, geleneksel kıyafetler, halk oyunları, edebi eserler ve inançlar, millî kültürümüzün belli başlı unsurları olarak yüzyıllardır bizimle birlikte yaşamaktadır.

Millî kültürümüz evrenseldir. Bizim, kendimize has sandığımız çoğu güzellikler, zaman ve mekân bakımından çok uzaklardan Orta Asya’dan, en azından 1500 sene evvel geriden ve tarihin derinliklerinden gelmiştir.

Söz konusu örf adet ve gelenekler, eski Türk topluluklarından alınarak yaşatılmış ve günümüze kadar taşınarak kendi kültür ögemizi oluşturmuştur. Türk Milleti olarak bizi güçlü kılan şey de budur. Tarihteki bütün yüksek uygarlıkların temeli, kendi özgün kültürleri ile bağlarını koparmayan ulusların, örf adet gelenek ve göreneklerini koruyarak ve yüz yıllar boyunca nesilden nesile aktararak yaşatmasından ibarettir.

İkinci Dünya Savaşından harabe hâlinde, açlık ve sefalet içinde çıkan Japonya’nın bugünkü gelişmişlik seviyesine, kendi özgün kültürüne bağlılığı ve disiplinli, nitelikli insan gücü sayesinde ulaşması tarihsel bir gerçektir.

Millî kültürümüzün unsurları, aynı zamanda toplumu birbirine bağlayan tarihsel gerçeklerdir. Millî ve dinî bayramlarımız, doğum, düğün, sünnet, asker uğurlama, geleneksel sanatlar vb. gelenek, görenek ve etkinlikler Türk millî kültürünün değişmez ve vazgeçilmez unsurları olup Anadolu’nun bilinen en eski ve zengin kültürel zenginliklerini bağrında taşır.

Millî kültürün özellikleri

Eldeki kaynaklar incelendiğinde Türk kültürünün özü ve esasının, yüzyıllardan beri ‘’doğruluk, refah ve mutluluk, akıl ve kanaata’’ isnat ettiği görülmektedir.

Bu kapsamda, Türk kültürünün dayandığı zengin tarihsel birikim tekilciliği reddeder. Zira tekilcilik otoriter düşünceyi öne çıkarır ve mevcut düzeni otokratik rejime sürükler. Ortak devlet aklı ancak çoğulda gelişebilir, o nedenle çoğulcu düşünme şekli ve bunun tezahürü olarak ortaya çıkan çoğulcu demokrasi fikri, Anadolu kültürünün bariz ve belirgin özelliklerinden biridir.

Türk millî kültürü daha 11. yüzyılda hizmeti devletin bir lütfu olarak değil, vatandaşlarına karşı insani ve ahlâki yükümlülüğü olarak görür ve öyle kabul eder. Devleti bir hizmet örgütü ya da aygıtı olarak değerlendiren, bireyi önemseyen bir yönetim ve hukuk anlayışı esastır.

Millî kültürümüzün öngördüğü temel esaslardan bir diğeri de devletin ancak “adaletle” var olabileceği hükmüdür. Ancak bunu lâyıkı veçhiyle uygulayabilecek, adaletle özdeşleşmiş yöneticilere ihtiyaç vardır. Devletin temeli adalettir. Bir grubun, sınıfın, ailenin veya zümrenin ayrıcalığına, ön plâna çıkmasına ve diğerine zorbalığa kalkışmasına izin verilmez. Yönetici daima adil olur ve yasalara göre ülkeyi yönetir, kapsayıcı, kucaklayıcı, uzlaşıcı ve sevecendir. Anadolu’daki çoğulculuk ve hoşgörü kültürü ile kendini yetiştirmiştir. [3]

Türkiye Cumhuriyeti “Millî Kültür” direği üzerine inşa edilmiştir

Türkler tarih boyunca demokratik, katılımcı, eşitlikçi, özgürlükçü yönetim biçimleri ile tanınmış, insanı ezen, sömüren, baskı ve şiddeti uygulayan, bunun için silah kullanan bir güç olmamış, böyle bir içeriğe hiç sahip olmamıştır. Bunun başlıca sebebi olarak da Türklerin dünyaya açılıp, geniş alanlara yayılması ve tarih boyunca 16 devlet kurması gösterilmektedir.[4]

Diğer yandan eski Türklerin yaşam biçiminin esası, devleti korumaya yönelik demokratik bir anlayışa dayanmaktaydı. Bu anlayış yüzyıllar boyu devam eden köklü bir geleneğin eseridir. Millî kültürü her alanda açılarak yükseltmek, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel direğini teşkil eder. Diğer bir ifade ile Türkiye Cumhuriyeti “Millî Kültür” direği üzerine inşa edilmiştir. Bahse konu millî kültür, milattan öncesine uzanır. Orta Asya Türk tarihini yıllarca inceleyen kurucu liderimiz Atatürk’ün kafasında oluşan Cumhuriyet fikri, söylev ve demeçlerine şu sözlerle yansımıştır; “Türk Milletinin tabiatına ve geleneklerine en uygun olan yönetim, Cumhuriyet yönetimidir.” [5]

Saltanattan Cumhuriyete giden yol

Öncelikle bilinmelidir ki, Osmanlıdan sonra Cumhuriyet rejimine giden süreç hiç kolay olmadı. Lozan Antlaşması ile sınırları cetvelle değil, kanla çizilen Cumhuriyetin kadrini ve kıymetini bilmek için o dönemin şartları ve ülkenin içinde bulunduğu durumun tahayyül edilmesi elzemdir.

Yüzyılların oluşturduğu bir hayat tarzına bir anda son verip; yeni, çağdaş ve modern bir yönetim sistemine geçmek, gerçek demokrasiyi hedeflemek elbette kolay olmadı.

Saltanat 1 Kasım 1922 de kaldırıldığında bile 1.Meclis yani Gazi Mecliste büyük gürültü koptu, tantana oldu. Osmanlı nizamına alışkın olanlar tarafından kabul görmedi. Hatta hilâfet devam etti. Atatürk’ün yeni halife olması için önerge veren milletvekilleri bile oldu.

1923’den 2023’e gelirken

Kıtaları birbirine kavuşturan Türkiye, dünyanın en önemli stratejik konumuna sahip ülkelerden biridir. Cumhuriyet kurulduğunda 13 milyonluk nüfusun %90’ı köylerde yaşıyorken, bugün 85 milyona yaklaşan nüfusun %90’ı şehirlerde yaşamaktadır. 1923’den 2023’e gelirken siyasi, iktisadi, hukuki, idari ve kültürel olarak çok çeşitli merhalelerden geçen Türkiye gerek nüfus gerek millî gelir ve gerekse gelişmişlik bakımından çok farklı bir konuma geldi. Sahip olduğu zengin yeraltı ve yerüstü kaynakları ile ekonominin ana dalları olan sanayi ve ticarette hızlı bir gelişme süreci yaşadı. Bulunduğu coğrafi konum itibariyle gerek Ortadoğu gerek Kafkaslar ve gerekse de Balkanlar’da siyasal yönden güçlü ve söz sahibi olması yönünde mücadelesini bugün de sürdürmeye devam etmektedir.

Soğuk savaşın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla çift kutuplu dünya düzeni son bulmuş, süper güç olarak nitelendirilen ABD’nin liderliğinde tek kutuplu düzene geçilmesiyle bütün dünya, bölgesel ve küresel asimetrik tehditle karşı karşıya kalmıştır. Bu bir beka sorunudur. Bundan en çok etkilenen ülkelerden biri de dünyadaki jeopolitik konumu itibariyle Türkiye Cumhuriyetidir.

Türkiye Cumhuriyeti jeopolitik konumunun sebep olduğu mevcut sorunlar nedeniyle birçok cephede üniter devlet yapısını, toprak bütünlüğünü, bekasını ve sınırlarını korumak, kollamak ve muhafaza etmek adına yoğun mücadele vermektedir. Söz konusu mücadelenin esasını, vaki olan asimetrik tehdidin bertaraf edilmesi teşkil eder. Türkiye Cumhuriyeti son 50 yıldır psikolojik harbin etki ve ilgi alanındadır.

Türklerin bu topraklara yani Anadolu’ya İran üzerinden 12. yüzyılda geldikleri kabul edilir. 12. yüzyıldan beri dünya üzerinde bulunduğu konum itibariyle doğu ile batı arsında köprü vazifesi görmeye halen devam etmektedir. Bu hassasiyeti nedeniyle yüzyıllardan beri daima geleceği ile ilgili endişe duyulmuş ve halen duyulmaya devam edilmektedir. Tarihsel süreç içerisinde karşı karşıya kaldığı çeşitli tehdit ve riskler sebebiyle angaje olmak zorunda kaldığı belli başlı sorunlar tüm açıklığı ve çıplaklığı ile ortadadır.

Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyeti bugün idrak ettiği ikinci yüzyılında da mevcut stratejik sorunları nedeniyle bir çok cephede üniter devlet yapısını, bilhassa demografik yapısını, toprak bütünlüğünü, bekasını ve sınırlarını korumak, kollamak ve muhafaza etmek adına yoğun mücadele içinde olacağı değerlendirilmektedir.

Atatürkçülük ve devletin dinamik ideali

Türk Milletinin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması, devletin millet egemenliği esasına dayandırılması, güçlü ve muntazam bir devlet yönetiminde, aklın ve ilmin rehberliğinde Türk kültürünün çağdaş uygarlık düzeyi üzerine çıkarılması amacı ile; temel esasları yine Atatürk tarafından belirtilen devlet hayatına, fikir hayatına ve ekonomik hayata, toplumun temel müesseselerine ilişkin gerçekçi fikirlere ve ilkelere ‘’Atatürkçülük’’ denir.[6]

Atatürkçülük idealizmi gerektirir. Halk denilen piramidi geniş taban üzerine oturtur. Herkesi kucaklar. Gerçekçidir. Devlet aklını ön plânda tutar. Kaynağını Türk millî kültüründen alarak doğru politikalar üretir. Halktan kopmaz ve halkı kutuplaştırmaz. Çoğulculuğu esas alır. Tekilciliği reddeder. Toplumdaki değişmelere ayak uydurmakta zorlanan ve ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara cevap veremeyen, toplumu yeni arayış ve beklentiler içine sürükleyen oluşumlara ve gelecekle ilgili dogmatik endişelere izin vermez. Milleti etnisitelere, mezheplere sınıflara gruplara bölmez. Herkesi Türk Milletinin eşit parçası olarak kabul eder. Aynı sevgi ve yakınlıkla hepsini kucaklarlar. Üniter yapıyı benimser. Bölücülük ve yıkıcılığı milletin baş düşmanı sayar. Türk Milleti için ”Millî Devlet”in manevî bir değeri vardır ve kutsaldır.

Cumhuriyet yönetimi, devlet hayatında ortaya çıkan farklı strateji ve öngörülere ve dogmatik düşüncelere karşı, Türk Milletine gelişme ve çağdaşlaşma yolundaki ana esasları, ilkeleri, prensipleri ve ”millî irade, millî hakimiyet, millî bağımsızlık” gibi temel zeminleri verir. Bunları öngörür. Gerisini, yani bunun içini doldurmayı ”akıl ve ilimin” ışığında bize bırakır. Çünkü, Cumhuriyet yönetiminde devletin dinamik ideali, genel olarak Türk Milletinin ‘’en medeni ve refah seviyesi yüksek bir millet olarak varlığını yükseltmeyi öngörür.’’ Dinamik ideal devlet hayatının, fikir hayatının ve ekonomik hayatın uyumlu olarak çalışmasını sağlayacak dinamik amaçları kapsar. Bu amaçlar üç bölümde toplanır: 1) Millî birlik ve millî duyguyu güçlendiren millî amaçlar ile temel maddi amaçlar, 2) Kişi ile ilgili amaçlar, 3) Millî kültüre ilişkin amaçlardır.[7]

Sonuç ve Değerlendirme

1923 Cumhuriyetinin felsefesi ve onun lâik-demokratik, modern, çağdaş ve üniter yapısı dünya üzerinde bugün de geçerliliğini korumaktadır. Zira içinde bulunduğumuz çağın gerekleri bu durumu dikte etmektedir. Üniter devlet ve ulus devlet kavramları birbirlerini tamamlar. Üniter olan bir devlet aynı zamanda bir ulus devlettir. 1923 Cumhuriyeti ve onun felsefesi, bir siyasal ve kültürel ulusal demokrasi rejimi olarak demode (modası geçmiş) değildir. Modası geçmeyen, hâlâ geçerli olan bu rejim, içinde var olduğu ülkesi için birliği, beraberliği, bütünlüğü ve sahip olduğu millî kültürü ile ayakta kalabilecek tek rejimdir. Bu kapsamda, bundan 100 sene evvel kurulan Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesini oluşturan ‘’Altı Ok’’un rehber alınarak, benimsetilip geliştirilerek, günümüzün şartlarına ve dünya koşullarına göre yeniden değerlendirilerek, altı doldurularak bundan sapmadan, taviz vermeden, dünyaya açılan ve kültürel değerlerine sahip çıkan yeni yüzler, yeni söylemler, yeni projelerle ve uğrunda yılmadan, yorulmadan mücadele edilecek şekilde ve millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarılmasını sağlayacak olan, yeni stratejik hedeflerle Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına giriş yapmanın zarureti bugün bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Bununla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılını idrak ettiğimiz bu günlerde, kaybettiği kültürel değerleri yeniden kazanmak, iç cepheyi daima sağlam tutmak, demografik yapısını korumak ve Atatürk’ün kurduğu demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti olgusunun temelini oluşturan Türkiye Cumhuriyeti felsefesine tekrar geri dönmek zorundadır. Aksi takdirde, bölgemizdeki savaşın bizi de içine almasının kaçınılmaz olacağı, beka ve toprak bütünlüğümüzün tehlikeye düşeceği değerlendirilmektedir.

KAYNAKÇA:

[1]https://www.ktb.gov.tr/TR-96461/kultur.html

[2]https://uludag.edu.tr/atabolum/konu/view?id=3374&title=ataturkun-onuncu-yil-nutku

[3]Anadoluda Çoğulculuk ve Tolerans- Onur Bilge Kula-İş Bankası Kültür Yayınları

[4] Türk Uygarlığı -Metin Aydoğan- Gözgü Yayıncılık,2020

[5] http://www.gudul.gov.tr/turk-milletinin-tabiatina-ve-geleneklerine-en-uygun-olan-yonetim-cumhuriyet-yonetimidir-mustafa-kemal-atatrk

[6] https://atamdergi.gov.tr/ozet/404/tur

 [7] Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Üçüncü Kitap, Sayfa 13 (Milli Eğitim Basımevi-1984)