Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

ADI VE SONU BELLİ OLMAYAN SÜREÇ

Ülke olarak 2024 Yılı Eylül ayından bu yana Suriye’deki gelişmelerden bağımsız olmayan garip bir süreç içinde yaşıyoruz. Masraflı dekorlar ve özenle yazılıp bölge dillerine çevrilmiş replikler üzerinden sergilenen sahneler hızla akıp gidiyor. Coğrafyamızda oynanan oyunun senaryosu her topluma, millete kendi algılaması gerektiği kadar sunuluyor. Oyunun tümünü ve son sahneyi sadece kurgucular ve yapımcılar biliyorlar. Senaristler bile kendilerine dikte edilen güncellemeleri senaryoya ekliyorlar.
Aslında Türk Milleti olarak senaryolar hakkında yeterli deneyime sahibiz; konunun başını da sonunu da tahmin edebiliyoruz. Aynı ve benzer kurgucuların ve yapımcıların dünyaya sunduğu senaryo ve oyunları daha önce fazlasıyla izledik. Şu anda da bir süreç yaşanıyor, ancak sonu belirsiz olan sürecin bileşenleri gündem farklılıkları ve rolleri nedeniyle adında bile anlaşamıyorlar. Üç iç bileşenden olan mevcut iktidar, yaşanan süreci “Terörsüz Türkiye”, taraf unsur olan DEM Parti “Barış ve Demokratik Toplum” süreci olarak nitelendiriyor. Sürecin ilanını yapan MHP lideri kurulacak komisyon için “Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu” ismini önermiş. Şimdilik içerikte olmasa bile ambalajda belli bir ayrışma görülüyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu politik iradesi sıfatına sahip olan Cumhuriyet Halk Partisi ise muhtemelen gelişmeleri kontrol edebilmek maksadıyla süreçten uzak durmuyor ve komisyona “Terörsüz Demokratik Türkiye Komisyonu” adını öneriyor ancak DEM Parti “Terörsüz Türkiye” ismine karşı çıkıyor. “Terör Örgütü kendini lağvetti, bakın silahlarını bile yaktı” diyenler “Terörsüz Demokratik Türkiye” ifadesinden rahatsız oluyorlar! Son dönemde “terörsüzlüğü” de savunduklarına göre “Türkiye” sözcüğünden mi rahatsızlar?
102 yıldır gözümüzün bebeği gibi baktığımız Cumhuriyetimizin bekasına ve onun asli kurucu unsuru olan Türk Milletinin varlığına kastetmiş Bölücü Terör Örgütüne karşı boyun eğmeden duran, asimetrik ve namert düşmanlıklarla mücadele ederek kanlı terör örgütünün fiili amaçlarına engel olan Türk devleti ve Türk milletinin fertleri olarak elbette tepkiliyiz. Bundan doğal ne var? Dünyadaki örnekleri, devletlerin ve devlet topluluklarının diğer bazı devletlere ve milletlere çıkarlarını dayatmak için besleyip desteklediği bölücü ve ayrılıkçı vekil terör örgütlerinin sonlandırılış süreçlerini bilmiyor muyuz? ETA’yı, Kızıl Tugayları, Baader Meinhof’u, Tamil Kaplanları’nı, El Kaide’yi ve diğerlerini unuttuk mu? Bunların hiçbiri galip gelmiş pozlarla ve tiyatrosal sahnelerle tarih sahnesinden çekilmediler.
1959’da diktatör General Franco döneminde Bask bölgesinin bağımsızlığı için mücadele vermek amacıyla kurulan ve İspanya’nın kuzeyi ile Fransa’nın güneybatısında faaliyet gösteren ETA’nın düzenlediği eylemlerde 829 kişi ölmüştü. 2001’de Avrupa Birliği, İspanya hükümeti için zafer olarak nitelenen bir kararla, ETA’yı terörist örgüt olarak ilan etti. İronik olarak bağımsızlıklarını savunduğu Bask toplumundan gelen baskıların sonunda ETA, 2011 yılında sembolik bir silah bırakma gösterisiyle tek yanlı olarak ateşkes ilan etti. Zaten silah ve cephanesinin büyük kısmı kullanılmaz durumdaydı. Sonrasında ETA’nın tümü Fransa sınırları içinde olan, kalan silah ve cephanesinin yerlerini gösteren belgeler Fransa’ya verildi ve silahlarının tamamı resmen teslim edildi. Büyük bir sansasyonla tarih sahnesine çıkan silahlı örgüt, 50 yılı aşkın süre devam eden bombalı ve silahlı eylemlerinin yarattığı öfke ve anlaşmazlıklardan sonra, terör tarihindeki sayfasını tekrar güdümlenene kadar sessiz sedasız kapatmış oldu. İspanya ve Fransa hükümetleri hala “terörist” diye tanımladıkları ETA artığı grupla müzakereyi reddetmeye devam ediyorlar.
1960’ların sonlarında toplumsal mücadeleler bağlamında haklı görülen fikirlerle ideolojisi oluşturulan, sonrasında silahlı mücadele yoluyla yeni bir devlet kurmayı ve İtalya’yı Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nden (NATO) çıkarmayı amaçlayan ancak sonrasında soğuk savaş döneminin enstrümanı olarak bir terör örgütüne evrilen Kızıl Tugaylar (BR) 1970 yılında kurulmuştu. İlk on yılında 14.000 şiddet eylemi gerçekleştirdiği ifade edilen ve 75 kişinin öldürmekle sorumlu tutulan Kızıl Tugaylar’ın asayiş operasyonları ve hukuki takiple etkisizleştirildiği bilinmektedir.
“Baader-Meinhof çetesi” diye de adlandırılan Kızıl Ordu Fraksiyonu (Rote Armee Fraktion) Almanya’da 1970’te kurulmuş ve 1998’e kadar faaliyet göstermişti. Baader-Meinhof, Batı Almanya’daki seçkin sınıfa ve “Amerikan emperyalizmi”ne savaş açmış ve bankacıları, iş adamlarını, yargıçları ve Amerikan askeri personelini hedef alan saldırılar düzenlemişti. 1970 ve 80’lerde düzenlediği saldırılarla 30’dan fazla kişiyi öldürmüştü. Örgüt, savunduğu fikirlerin ötesinde bir soğuk savaş enstrümanı haline gelmişti. Baader-Meinhof’un saldırılarında, hedef alınan kişilerin özel korumalarını ve şoförlerini de öldürülmüştü.
Sri Lanka’da 1972 Sri Lanka Anayasası’na tepki olarak ortaya çıkan ve adanın kuzeydoğusunda Tamil Eelam adlı bağımsız bir Tamil devleti kurmayı savunan Tamil Kaplanları Örgütü (Tamil Eelam Kurtuluş Kaplanları-LTTE) 1976’da oluşturulmuştu. Örgüt, zamanla gelişmiş bir askeri örgütlenmeyle geleneksel silahlı kuvvetlere benzemeye başlamıştı. Dünyadaki en etkili ve disiplinli isyancı ve terörist gruplardan biri olarak kabul edilen örgüt hem askeri hem de sivil hedeflere yönelik intihar bombalamasını etkili bir taktik olarak kullanmıştı. Özellikle 1983-1987 döneminde Hindistan, istihbarat teşkilatı (RAW) dan ciddi estek alan Tamil Kaplanları (Bu süre zarfında, LTTE terörislerini eğitmek için Hindistan’da 32 kamp kurulmuştu. Silah, eğitim ve parasal destek verilmişti.) dünya çapında 42 ofise sahip olmuştu. Hindistan’ın desteğinin kesilmesinin ardından Myanmar, Tayland, Malezya, Kamboçya ve Endonezya ve Kuzey Kore tarafından desteklenmeye devam edilen Tamil Eelam Kurtuluş Kaplanları 26 yıllık çatışmanın ardından 2009’da Sri Lanka Devletince elde edilen askeri başarı sonunda ortadan kaldırılmıştı. 11.664 LTTE üyesi Sri Lanka ordusuna teslim olmuştu. Yaklaşık 150’si lider kadrosunda olmak 1250 örgüt üyesi Hindistan’a kaçmıştı. Örgüt yenilgiyi kabul etmişti. Örgütün hitap ettiği bölgeye yönelik analizler kapsamında, Tamil siviller arasında da “yüksek düzeyde meşruiyete” sahip olduğu görülmüştü. Politika Alternatifleri Merkezi tarafından 2002 yılında 89 Sri Lankalı Tamil’den oluşan bir örneklem üzerinde yapılan bir anket, %89’unun LTTE’yi tek temsilcileri olarak gördüğünü ortaya koymuştu Ancak, aynı dönemde İnsan Hakları Üniversite Öğretmenleri (Jaffna), LTTE’nin iç terör ve dar milliyetçi ideolojinin birleşimiyle toplumu parçalamayı başardığını” iddia etmişti. Bir ülkenin bölünme girişimi toplumun geneli tarafından reddedilmişti.
ABD’nin El Kaide’ye ve türevlerine, İsrail’in Hizbullah ve Hamas’a karşı yürüttüğü süreçler ve gelişmeler çok taze olduğu için ifade etmiyorum.
Terör örgütleri ile mücadele ve etkilerinin sonlandırılması ile ilgili örnekler kolaylıkla artırılabilir. Görülen örneklerin çok büyük bölümünde örgütün büyük oranda etkisizleştirilmesi ve teslime zorlanması var. Üstelik PKK Terör Örgütü neden olduğu şiddet, baskı, can kaybı ve verdiği insanlık zararı nedeniyle terör örgütlerinin belki de en kötü sicile sahip olanıdır. Biz ise bu arada başka şeyler dinliyoruz. Meclisimizde kurulacak malum komisyonunun gündem maddelerinin ne olacağı fazlasıyla tedirginlik yaratıyor. DEM Parti’nin önceliği, örgüt üyeleri için bir “eve dönüş yasası” önerileri olacak. Ayrıca İnfaz Yasası değişikliği, Terörle Mücadele Yasası değişikliklerinin gündeme gelebileceği söyleniyor. Sonrasında yeni süreçte dünkü teröristlerin birer siyaset ya da iş insanı olarak karşımıza çıkabileceği endişeleri var. Bunlar 40 yıldır terörle mücadele eden Türk Milleti için fazlasıyla incitici ve itici gelişmelerdir. Devlet nizamı, toplum vicdanı ve desteği bunu kabul edemez.
Daha önemli ve üstünde durulması gereken konu ise tüm bu gelişmelerin Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sını ve değişmez maddelerini hedefleyerek devletin yapısının sorgulanmasına kadar gidecek olağanüstü tehlikeli bir sürecin başlatılmasıdır. Kendi ülkelerinde üniter devlet yapısını katı bir şekilde koruyup üstüne bir de yayılmacılık stratejilerini yürüterek etki alanlarını kendi milli kimlikleriyle genişleten kurgucu devlet yapılarının söz konusu bizim coğrafyamız olduğunda etnik paylaşımcılıktan, gerçekdışı ümmetçilikten dem vurmaları ve bu planlamaları sinsice dayatmalarıdır. Söz konusu devlet yapıları ve onların istihbarat teşkilatları tüm barış, kardeşlik vb söylemlerinin yaratacağı illüzyon ortamından istifade ederek yeni bir “Sevr haritası” için bir sonraki aşamanın taşlarını itinayla döşeyecektir. Suriye bunun en son örneğidir. Esad ülkesini terk edip kaçtıktan sonra el bebek gül bebek olarak özenle dünyanın önüne sunulan Colani kodlu Ahmet El Şara ve ekibi kendilerine biçilen rolü itinayla oynayıp İsrail’in bölgede kalıcı olarak yayılmasına uygun koşullar yaratmaktadır. İsrail şimdi Dürzileri koruma gerekçesiyle Suriye Rejiminden arta kalan ve kullanılmaya devam edilen askeri karargâhları ve tesisleri vuruyor. Aslında Suriye’de neden oldukları ve olacakları baskı ve şiddetle giderek daha fazla müdahale gerekçesi yaratan radikal dinci yapılanmaya karşı laik kürtlerin tercih edilmesine çalışılıyor ve İsraille yakın ilişkileri olan Kürtlerin yönetimde etkili olacağı bir devlet kurgusu oluşturulması maksadıyla ortam şekillendirmesi yapılıyor. Belki Mazlum Abdi ve yanındaki ekibi burada stajlarını da yapacaklar. Aşırı dinci yapılanmalar tarafından dürzi ve alevilere yönelik saldırılar sürerken buna engel olmayan El Şara da Suriye’de toplumun tüm kesimleri için kapsayıcı yaşamsal güvenceler veren söylemlere başladı. Bu söylemlere rağmen iç çatışmalar devam ediyor. Bu arada Dürziler tarafından yoğun olarak yaşadıkları Suriye’nin güneyinden başlayan ve kuzey doğusundaki SDG bölgesine kadar uzanan bir güvenlik ve irtibat koridoru oluşturulması talebinde bulunuldu. Bir nevi Davut Koridoru. Ne güzel planlama değil mi? Gelişmeler çerçevesinde Türkiye’ye sığınan Suriyeli arapların geri dönüşü de hayal olabilir. Şimdi soruyoruz kazanan kim?! Yürütülen açılıma buradan da bakmak lazım.
Tüm bu gelişmeleri dikkatle izliyoruz. Bildiğimiz ve güvendiğimiz tek gerçek güvencemiz binlerce yıllık devlet geleneğimizde, Cumhuriyetimizin temel değerlerinde, Ebedi Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ilkeleri, emaneti ve direktiflerinde, Anayasamızın ilk dört maddesinde, Büyük Türk Milletinin karakterinde ve damarlarımızdaki asil kandadır. Detaylı bir dış kurguyla yıllardır bu güvencelerimizin aşındırılmaya çalışılması tesadüf değildir.

Sevgi ve saygılarımla.