Türk Edebiyatında Dönemler

1) İSLAMİYETTEN ÖNCEKİ TÜRK EDEBİYATI

İslamiyet öncesi Türk edebiyatı, M.Ö. 4000’li 3000’li yıllardan başlayarak Türklerin İslamiyeti kabul ettiği XI. yüzyıl ortalarına kadar sürer. Bu uzun dönemin Köktürkler’e ait yazılı anıtların ortaya konduğu M.S. VI. yüzyıla kadar olan bölümü sözlü edebiyat dönemi olarak adlandırılır.

Bilindiği gibi söz yazıdan öncedir. Böyle olunca da yazılı edebiyat ürünlerinden önce, sözlü edebiyat ürünlerinin oluştuğu ortadadır. Bütün ulusların edebiyatında olduğu gibi Türklerin edebiyatında da sözlü edebiyatın doğuşu dinsel temellere dayanır. Sözlü edebiyat ürünleri, daha yazının bulunmadığı dönemlerde, dinsel törenlerde üretilmeye başlanmış, kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılmıştır.

Edebiyat türleri içinde ilk doğan tür olan şiir, sözlü edebiyatın anlatımında önemli bir rol oynar. İslamiyet öncesi Türk edebiyatında da şiirin önemli bir yeri vardır.

İslâmiyet öncesindeki şiir, türüne göre; koşug, kojan, koşma, takşut, takmak, küg, şlok, padak, kavi, baş, başik, sagu adlarını alır.

Sözlü Dönemin Özellikleri

1. Şiirler, “Kopuz” adı verilen sazla dile getirilmiştir.

2. Ölçü olarak ulusal ölçümüz olan “hece ölçüsü” kullanılmıştır.

3. Nazım birimi “dörtlük”tür.

4. Dönemine göre arı bir dili vardır.

5. Dizelere genel olarak yarım uyak hakimdir.

6. Daha çok doğa,aşk ve ölüm konuları işlenmiştir.

7. Bu döneme yönelik elimizdeki en eski kaynak Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügat-it Türk” adlı eseridir.

Sözlü Dönemin Ürünleri

1. Koşuk: Sığır denilen sürek avlarında söylenen şirlerdir.Konusu daha çok doğa, aşk, şavaş ve yiğitliktir. Bu tür daha sonra halk edebiyatında koşma adıyla anılmıştır.

2. Sav: Dönemin özlü sözleridir.Bugünkü atasözlerinin ilk biçimi niteliğindedir.

3. Sagu: “Yuğ” adı verilen ölüm törenlerinde ölen kişinin erdemlerini ve onun ölümünden duyulan hüznü dile getiren şiirlerdir.

4. Destan: Toplumu derinden etkileyen olaylar sonucunda halk arasında kendiliğinden oluşan uzun nazım türüdür.

Eski Türk Şiiri

İslamiyet öncesi Türk şiiri hece ölçüsüyle yazılmıştır. Yedili, sekizli, onikili ölçülere çok rastlanır. Kafiye önemlidir, dize başlarında da kafiye yapılır. Nazım birimi dörtlüktür. İslamiyet öncesi Türk şiirinin dili Öz Türkçedir. Şiirler, Türklerin o çağdaki dünya görüşlerini, yaşantılarını, duygularını, düşüncelerini doğal bir dille anlatırlar. Şiirlerde doğa, aşk, kahramanlık, cesaret, binicilik, at sevgisi, askerlik, ölüm en çok işlenen konulardır.

Çin kaynaklarında M.Ö. II. yüzyıla ait eski Türk şiir çevirilerine rastlanmaktadır.

İlk Türk Şairleri

İslamiyet öncesindeki Türklerde şairlere baksı, kam, ozan gibi adlar verilirdi. Kaşgarlı Mahmud’un Divânü Lûgati’t Türk adlı eserinde ve Turfan kazılarında ele geçirilen metinlerde adlarına ve şiirlerine rastlanan ilk Türk şairleri Aprın Çor Tigin, Çuçu, Ki-ki, Kül Tarkan, Asıg Tutung, Pratyaya Şiri, Kalun Kayşı, Çisuya Tutung’dur.

İlk Türk Şiiri

İslamiyet öncesi Türk şiirinin, şairi bilinen ilk örneklerini Uygurlar’da bulmaktayız. Aprın Çor Tigin’in yazdığı “Bir Aşk Şiiri” adlı ilk Türk şiirinin son parçasının aslı ve çevirisi şöyledir: 

Eski Türkçe İle

Yaruk tengriler yarlıkazun

Yavaşım birle

Yakışıpan adrılmalım

Küçlüg biriştiler küç birzün

Közi karam birle

Külüşügin oluralım.

Türkiye Türkçesi İle

Nurlu tanrılar buyursun

Yumuşak huylum ile

Birleşip bir daha ayrılmayalım

Güçlü peygamberler güç versin

Kara gözlüm ile

Gülüşerek yaşayalım.

Destan (Epope)

Destanlar ulusların yazı öncesi çağlarında oluşmuş olağanüstü olaylarla, doğaüstü kahramanlarla ve kahramanlıklarla yüklü, öyküleyici özellikler taşıyan uzun şiirlerdir. Destanlar, eski çağlarda ezgiye eşlik etmeye en uygun biçimde, çoğunlukla nazımla düzenlenmiştir. Epik şiirin en güzel örnekleri olan destanlarda olağanüstü olayların, doğaüstü kahramanların, tanrıların savaşlarının yanı sıra; eski çağ insanlarının inanışları, yaratılış ve varoluş konusundaki düşünceleri; ulusların özlemleri ve düşleri de dile getirilir. Destanlar insanların olayları dinleme ve anlatma gereksiniminden dolayı kuşaktan kuşağa yayılmıştır.

Destanların Doğuşu

İnsanlar ilk çağlarda toplum ve doğa olaylarını anlamakta güçlük çektiler. Her olay onlara önce Tanrıyı düşündürdü: Gök gürlemesi Tanrının hiddetiydi. Yıldırımlar, kasırgalar, susuzluklar Tanrının insanlara verdiği cezalardı. İnsanlar her doğa olayını korkuyla karışık bir hayranlıkla izledi.

Zengin bir hayal dünyası olan ilk insanlar, önemli gördükleri her olayı, olağanüstü olay ve hayallerle süsleyerek birbirlerine anlattılar. Yeni olaylarla zenginleşen destanlar, halk arasında yayılarak ortak bir eser haline geldi. Destanları anlatan her yeni ağız destanlara yalnız bir olay değil, dil ve söyleyiş güzelliği de kattı. Destanlar, başlangıçta manzum oldukları, ezgiyle söylendikleri için halk dilinde uzun süre yaşayabildi.

Atilla Özkırımlı’nın (1995) Tarih İçinde Türk Edebiyatı adlı yapıtında da belirttiği gibi: “Denilebilir ki, doğayla savaşımın ve toplum biçiminin, yine toplumun ortak düş gücüyle insanın zihninde sanatsal bir biçimde yoğrulması destanları doğurmuş; insanlar toplumun oluşumuna, doğanın gizlerine destan kahramanlarının serüvenleriyle yanıt vermişlerdir.”

Destanlar, birçok doğa olayının çözüme ulaştığı dönemlerde bile yer yer önemini koruyarak köklü bir destan geleneğinin oluşmasını sağlamıştır. Zamanla, destan gelenekleri zenginleşen ulusların, destan şairleri yetişmiştir.

Sözlü dönem destanlarının özellikleri

1. Toplumun ortak görüşleri yansıtılmıştır.

2. Olağanüstü özellikler bulunmaktadır.

3. Önemli kişiler han, kral gibi seçkin kişilerden veya toplumun kabullendiği bir kahramandan ibarettir.

4. Söyleyiş milli dil tarzındadır.

5. Oldukça uzun yazılardır.

6. Milli nazım ölçüsü kullanılmıştır.

7. Konuları bakımından savaş, deprem, yangın, mizah, ünlü kişilerin yaşamları şeklinde gruplandırma yapmak mümkündür.

Türk Destanları

Bir ulusun destan sahibi olabilmesi için:

O ulusun halkının hayal gücünün en eski çağlarda bile, efsaneler, destanlar yaratmaya elverişli olması,

O ulusun tarihinde unutulmaz doğa olayları, büyük savaşlar, güçler, baskınlar, değişik coğrafi çevrelere dağılmalar gibi halkının gönlünde ve kafasında nesiller boyu yaşayacak önemli olayların yaşanmış olması gerekir.

Destanların oluşumu için gerekli olan bu şartlar, Türk tarihinde fazlasıyla görülür. Seyit Kemal Karaalioğlu Türk Edebiyat Tarihi adlı yapıtında: “Türk tarihine, Türk destanları ile girebiliriz, Türk tarihinin kökenine ilk Türk destanları ile inebiliriz” derken, Türk tarihinin destanlarla, destanlaşmış kahramanlarla dolu olduğunu da vurgular. Ne yazık ki, Türk destanlarının asıl metinleri elimizde değildir. Çok zengin olduğu bilinen Türk destanları ile ilgili bilgiler Arap, İran ve Çin kaynaklarından elde edilmektedir.

Türk destanlarının bir kısmı Türk ve yabancı araştırmacılar tarafından halk ağzından derlenmiştir. Bir kısmına Arap, İran ve Çin kaynaklarında rastlanmaktadır. Bir kısmına Batılı kaynaklarda rastlanırken bir kısmı da Türk aydın ve yazarları tarafından çeşitli dönemlerde, çeşitli nedenlerle, çeşitli dil ve yazılarla kaleme alınmıştır.

Destanlarımızın büyük bir kısmı yazıya oldukça geç geçirilmiş, sözlü edebiyattaki şekliyle de tamamen yazıya aktarılamamışlardır. Ancak yüzyıllar içinde yaşayıp yeni olaylarla zenginleşmiş Türkün duygu, düşünce ve anılarıyla değer kazanmışlardır. Araştırmacılar Eski İran ve Yunan destanları ile Türk destanları arasındaki benzerliklere dikkat çekerler. Destan devri yaşayan uluslar arasındaki bu tür alışverişler doğaldır.

Destan Kültürünün Önemi

Destanlar; tarih, düşünce ve sanat bakımından büyük değer taşırlar. Tarihi aydınlatır, düşünce ve sanata kaynak oluştururlar. Bilimsel tarih araştırmaları yanında, tarihi olaylar karşısında halkın duygu ve düşüncelerini yansıtırlar. Nihat Sami Banarlı’nın (1971) Resimli Türk Edebiyatı adlı yapıtında da belirttiği gibi: “Destanlar halk gözüyle görülen, halk ruhuyla duyulan ve halk hayalinde masallaştırılan tarihlerdir.” Destan kahramanlarının doğaüstü özellikler göstermesi, olayların olağanüstülüklerle anlatılması destanların gerçeklerden uzak olduğunu göstermez. Destanlar, anlatımlarındaki olağanüstü özellikler ayıklandığında ulusların tarihini aydınlatan en önemli kaynaklardır.

Yüzyıllar boyunca Türklerin duyuş, düşünüş, inanış ve hayallerini; güzel sanatlarını; aşk, aile, vatan, ulus ve devlet anlayışlarını Türk destanlarında görebiliriz.

Sav

İslamiyet öncesi Türk edebiyatında atasözünün karşılığıdır. Bir düşünceyi, bir deneyimi, bir öğüdü, en az sözcükle kısaca anlatan kalıplardır. Biçim olarak bir düz yazı tümcesi veya bir şiir dizesi gibi olabilirler. İslamiyet öncesi Türk edebiyatına ait savların kimileri küçük ses değişiklikleriyle, Türkçede bugün de yaşamaktadır. 

Eski Türkçe İle

Türkiye Türkçesi İle

1. Aç ne yimes, tok ne times.

2. Alın arslan tutar, küçin sıçgan tutmas.

3. Bir karga birle kış kelmes.

4. Böri koşnısın yimes.

5. Ermegüke bulıt yük bolır.

6. Efdeki buzagı öküz bolmas.

7. İt ısırmaz, at tepmes time.

8. Tag taga kavuşmas, kiş kişike kavuşur.

9. Yılan kendi egrisin bilmes, tefi boynın eğritir.

10. Kanıg kan bile yumas.

1. Aç ne yemez, tok ne demez.

2. Al (Hile) ile aslan tutulur, güç ile sıçan tutulmaz.

3. Bir karga ile kış gelmez.

4. Kurt komşusunu yemez.

5. Tembele bulut yük olur.

6. Evdeki buzağı öküz olmaz.

7. İt ısırmaz, at tepmez deme.

8. Dağ dağa kavuşmaz, kişi kişiye kavuşur.

9. Yılan kendi eğrisini bilmez, deve boynun eğri der.

10. Kanı kanla yıkamazlar

İslamiyet öncesi Türk edebiyatına ait en güzel savları XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı Divânü Lûgati’t Türk adlı eserde görüyoruz.

Sav Özellikleri:

-“Sav” olarak adlandırılan bu ürünler bugünkü anlamda atasözüdür.

-Uzun gözlem ve deneyimlerin sonucunda söylenmiş, gerçekleri yansıtan sözlerdir.

– Bu savların bir kısmı günümüzde atasözü olarak bilinip kullanılmaktadır.  

Sagu

Sagular da savlar gibi eski Türklerin yaşam biçimlerinden doğan sözlü ürünlerdir. Eski Türklerde sevilen, sayılan bir kişinin ölümünden sonra düzenlenen cenaze törenine “yuğ töreni“, bu törenlerde söylenen şiirlere “sagu” adı verilirdi.

Ölen kişinin yiğitliğini, yaptığı işleri, değerini anlatan, ölümünden doğan acıyı dile getiren bu şiirler bir tür ağıttır. Destan özelliği de gösteren sagularda geniş doğa tasvirlerine rastlanır.

Aşağıda Alp Er Tunga’nın ölümü üzerine duyulan acıyı dile getiren “Alp Er Tunga Sagusu”nu okuyacaksınız. Alp Er Tunga Sagusu XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından halk ağzından derlenmiştir.

Alp Er Tunga Sagusu

Karahanlı Türkçesiyle Türkiye Türkçesiyle
Alp Er Tonga öldi mü

İsiz ajun kaldı mu

Ödlek öçin aldı mu

Emdi yürek yırtılur

Alp Er Tonga öldü mü,

Kötü dünya kaldı mı,

Zaman öcün aldı mı

Artık yürek yırtılır.

Ödlek yarag közetti

Ogrı tuzak uzattı

Begler begin azıttı

Kaçsa kah kurtulur

Felek fırsat gözetti,

Gizli tuzak uzattı,

Beyler beyin şaşırttı;

Kaçsa nasıl kurtulur?

Ulşıp eren börleyü

Yırtıp yaka urlayu

Sıkrıp üni yurlayu

Sıgtap közi örtülür

Uludu erler kurtça,

Bağırıp yırttılar yaka,

Çığırdılar ıslıkla,

Yaştan gözler örtülür.

Ödlek arıg kevredi

Yunçıg yavuz tavradı

Erdem yeme savradı

Ajun begi çertilür

Zamane hep bozuldu,

Zayıf tembel güçlendi,

Erdem yine azaldı,

Acun beyi yok olur.

Bilge bögü yunçıdı

Ajun atı yençidi

Erdem eti tmçıdı

Yerge tegip sürtülür

Bilge bilgin yoksul oldu,

Acun atı azgın oldu,

Erdem eti çürük oldu,

Yere değip sürtülür.

Koşuk

Sığır törenlerinde (av şenlikleri) ve şölenlerde söylenen aşk, kahramanlık, doğa sevgisi temalı şiirlere genel olarak “koşuk” denmiştir. Daha çok lirik, pastoral ve epik özellikler taşıyan bu şiirler belli bir ezgiyle söylenmiş, bu ezginin oluşması için kopuzdan da yararlanılmıştır. Şiirler daha çok törenlerde söylendiği için şiir söyleme eylemine bugün için dans olarak adlandırılabilecek ritmik öğeler de katılmıştır.

Koşuklar, her ne kadar sözlü gelenek içinde oluşmuşsa da bunların günümüze kadar ulaşması bu şekilde yani sözlü gelenekle mümkün olmamıştır. Bunun en önemli nedeni Türklerin medeniyet ve coğrafya değiştirmeleri, bunun doğal sonucu olarak da dildeki kimi sözcük ve seslerde çeşitli değişikliklerin olmasıdır. Bu şiirleri Türk boyları arasından derleyen kişi, Kaşgarlı Mahmut’tur.

Gerek koşuk gerekse de sagu dediğimiz şiirler “Divânü Lûgâti’t-Türk”te başı sonu belli olan manzumeler halinde verilmemiş; bunlar, sözü edilen eserde -bu eser Türk dilinin ilk sözlüğüdür- madde başı olan Türkçe sözcüklerin cümle içi kullanılışlarını göstermek için dörtlükler halinde birer örnek metin olarak sunulmuştur. “Divânü Lûgâ-ti’t-Türk’teki bu şiir parçaları günümüz Türk dili uzmanlarınca Türk şiirinin genel özellikleri dikkate alınarak art arda sıralanmış ve birer manzume olarak ortaya çıkarılmıştır.

“Divânü Lûgâti’t-Türk’ten alınan aşağıdaki şiirler, Türk dilinde ortaya konmuş ilk şiirler değildir fakat bunlar halk ağzından derlenmiş, yani sözlü gelenek içinde yaşam bulmuş ve yaşarlığını devam ettirmiş ilk şiirlerdir. Yapılan araştırmalar sonucunda en eski Türk şiirinin Uygurlar döneminde yazıldığı ortaya çıkarılmıştır. Ama bu şiirler sözlü gelenekten derlenmemiş, yazılı olarak ortaya konmuştur, dolayısıyla bunların yazılı edebiyat ürünü olarak değerlendirilmesi gerekir.

Eski Türkçe ile Türkiye Türkçesi ile
Öpkem kelip ogradım

Arslanlayu kökredim

Alplar başın togradım

Emdi meni kim tutar

Öfkelenip dışarı çıktım

Arslan gibi kükredim

Yiğitler başını doğradım

Şimdi beni kim tutabilir.

Kanı akıp yoşuldu

Kabı kamug deşildi

Ölüg birle koşuldu

Togmuş küni uş batar

Kanı akıp boşandı

Derisi baştan başa deşildi

Ölülerle bir oldu

Doğan güneş işte batıyor

Kaklar kamug kölerdi

Taglar başı ilerdi

Ajun tını yılırdı

Tütü çeçek çerkeşür

Kuru yerler hep gülerdi

Dağbaşları göründü

Dünyanın soluğu ılındı

Türlü çiçekler sıralandı

Etil suwı aka turur

Kaya tübi kaka turur

Balık telim baka turur

Kölün takı küşerür

İtil suyu akar durur

Kaya dibini oyar durur

Bütün balıklar baka durur

Gölü bile taşırırlar

Bulnar mini öles köz

Kora mengiz kızıl yüz

Andın tomar tükel tuz

Bulnap yana ol kaçar

(O) baygın göz(ler) beni avlıyor (ve üzerinde)

Kara benler (bulunan o) pembe yüz (beni tutsak ediyor)

(Bütün güzellikler) ondan damlıyor (sanki)

(Beni) tutsak ediyor, sonra da kaçıp gidiyor

Avlap meni koymangız

Ayık ayıp koymangız

Akar közüm uş tengiz

Teğre yöre kuş uçar

Beni avlayıp bırakmayın (ne olur)

Söz verip sözünüzden caymayın

Gözlerim(den) deniz gibi (yaşlar) akıyor işte

(Öyle ki akan gözyaşlarımın) çevresinde kuşlar uçuşuyor

Yığlap udu artadım

Bağrım başın kartadım

Kaçmış kutuğ irtedim

Yağmur kipi kan saçar

(Beni bırakıp giden sevgilimin) ardından ağlayıp mahvoldum

Bağrımın (kapanmış olan) yarasını (yeniden) deştim

(Ve) kaçıp gitmiş olan mutluluğu aradım durdum

(Gözlerim) yağmur gibi kan(lı yaşlar) saçıyor (şimdi)

Yüknüp manga imledi

Közüm yaşın yamladı

Bağrım başın emledi

Elkin bolup ol keçer

(Sevgilimin hayali beni görünce) eğilip bana işaret etti

(Kendini göstermekle) gözlerimin yaşını silmiş (ve)

Bağrımın yarasını tedavi etmiş oldu

(Ne yazık ki sonra) bir konuk gibi kaçtı gitti

İslamiyet öncesi Türk edebiyatının sözlü ürünleri olan destanların, savların, saguların ve koşukların kimileri zaman içinde yitip gitmiştir. Bu ürünler kuşkusuz eski çağlarda Türkler arasında toplumsal bilinci yaratan ve birliği, beraberliği, barışı sağlayan en önemli etmenlerdi.

Eski Türklerde kam, kaman, baksı, şaman yerini tutan ozanlar; raks ve müzik ustalıkları gibi büyücü ve doktor görevini de üstlenmişlerdir. Törenlerde raks ederken sazlarıyla da destan parçaları, sav, sagu, koşuk okuyarak kötü ruhları da büyüleriyle engellemeye çalışır, hastaları sağaltma(tedavi) görevi de üstlenirlerdi.

İslamiyet’in Kabulünden Önceki Yazılı Türk edebiyatı 8. yüzyılda başlar, 10. yüzyıla kadar sürer.

Türklerin en eski yazılı eserleri 6. yüzyıldaki Yenisey yazıtlarıdır; ancak bunlar okunamadığı için belge niteliği taşımazlar. Bu bakımdan Türk tarihinin ve edebiyatının ilk yazılı ürünleri Göktürk yazısıyla ortaya konulan Orhun yazıtlarıdır. Göktürk yazısı 4’ü sesli 38 harften meydana gelmiştir. Harflerin birleşmediği ve sözcüklerin üst üste iki nokta ile ayrıldığı bu yazı sağdan sola doğru yazılmaktadır.

Orhun yazıtlarındaki dilin işlenmişliğine bakılırsa, Göktürkçenin eski çağlarda da kullanılmış olabileceği söylenebilir. Nitekim Yenisey yazıtlarının da aynı alfabe ile yazıldığı bilinmektedir.

Yazılı Türk Edebiyatının Özellikleri:

  • Dönem ürünleri Göktürkçe ve Uygurca ile verilmiştir.
  • Hem halk diline dayalı bir anlatım (Tonyukuk anıtı), hem de sanatlı bir söylev diliyle yapılan anlatım (Kültiğin ve Bilge Kağan anıtları) kullanılmıştır.
  • Hem dini hem de din dışı ürünler verilmiştir.
  • Bazı atasözleri (savlar) ve destanlarımız bu dönemde yazıya geçirilmiştir. (Elimizde Uygurca yazılmış savlar ile Oğuz Kağan destanının metni vardır.)
  • Şiirlerde nazım birimi dörtlük; ölçü, ulusal ölçümüz olan hecedir.
  • Göktürkçe ile ortaya konulan ürünlerde dil, yabancı etkilerden uzaktır. Uygurca eserlerde ise yabancı etkiler görülür.

Orhun (Göktürk) Yazıtlarının Özellikleri:

Milattan sonra 8. yüzyılda ortaya konulan bu yazıtlar, Türk edebiyatının ilk yazılı örnekleridir. Yazıtlarda dağılan Göktürklerin, Bilge Kağan ve kardeşi Kültiğin tarafından bir araya getirilişi ve Göktürk devletinin yeniden kuruluşu anlatılmaktadır.

a) Vezir Tonyukuk Yazıtı (720): Vezir Tonyukuk, Çinlilerle yapılan savaşları anı şeklinde yazdırmıştır.

b) Kültiğin Yazıtı (732): Bu anıtı Bilge Kağan, savaşta ölen kardeşi Kültiğin adına diktirmiştir.

c) Bilge Kağan Yazıtı (735): Bu anıt, Bilge Kağan’ın ölümünden sonra oğlu tarafından diktirilmiştir.

  • Orhun anıtlarının yazarı, Yoluğ Tiğin’dir.
  • Dil, yabancı etkilerden uzak ve yalın bir Türkçedir. Yazıtlarda yer yer gerçekçi bir tarih dili, yer yer eleştiri cümleleri, yer yer de güçlü bir söylev dili kullanılmıştır.
  • Yazıtlarda aliterasyonlu (ses tekrarına dayalı) bir söyleyiş vardır.
  • Orhun yazıtlarında Türk ulusunun benliğini unutmaması ve birlik olması gerektiği, düşmanların tatlı sözlerine, güzel hediyelerine aldanmayıp uyanık olması gerektiği vurgulanmıştır.
  • Orhun yazıtlarının varlığından ilk kez, 13. yüzyılda, İlhanlılar dönemi tarihçisi Cüveyni “Tarih-i Cihan-Kûşâ” adlı eserinde söz etmişse de, yazıtlar pek ilgi görmemiştir.
  • Orhun yazıtlarını bilim dünyasına, ilk kez, İsveçli bir subay olan Strahlenberg tanıtmıştır. Anıtlar üzerindeki yazıları ise ilk kez Danimarkalı bilgin Thomsen 1893’te okumuştur. Yazıtların tamamının okunması 1922’de tamamlanabilmiştir.

Uygur Yazısıyla Ortaya Konulan Ürünler:

Türklerin İslamiyet’in kabulünden önce kullandıkları bir diğer alfabe de Uygur alfabesidir. Uygur alfabesi, Uygurların bulduğu bir alfabe olmayıp Mani dinine mensup Soğdaklıların yazısıdır. Şamanizmi bırakıp Mani dinini benimseyen Uygurlar, Mani dinine mensup olanların yazısını kullanmışlardır. Uygur yazısı 14-18 harfli, harfleri birbirine bitiştirilerek ve sağdan sola doğru yazılan bir yazıdır. Harf sayısının azlığı, bu yazının yetersiz kalmasına yol açmıştır.

Uygur alfabesiyle yazılan önemli iki eser Altun Yaruk (Işık) ve Sekiz Yükmek (Yığın)’tir. Bu eserlerde Budist-Maniheist hikâyelere yer verilmiştir.

Altun Yaruk’taki hikâyelere şu örnekler verilebilir:

a) Çaştani Bey Hikâyesi

b) Kalyanamkara Papamkara . (İyi prens – kötü prens) Hikâyesi

c) Aç Pars Hikâyesi

Uygurlar Döneminde varlığı belirlenen önemli eserlerden biri de Irk Bitig’dir. 10. yüzyıldan kalma olduğu sanılan ve Göktürk alfabesiyle yazılmış bu eser bir fal kitabıdır. Irk Bitig, Uygurların egemen olduğu bir coğrafyada yazılmıştır. Türkistan’da Bin Buda mağaralarında bulunan bu eser, bugün Londra’daki bir müzede saklanmaktadır.

Uygurlar Döneminde birçok Türk şairin şiirler yazdığını biliyoruz.

Şiirleri ele geçen ilk Türk şairi Aprınçur Tigin Uygurların ilk döneminde ve Maniheizm’in etkili olduğu çevrelerde yetişmiştir. Bu şairin lirik bir aşk şiiri ile bir dinî şiiri ele geçmiştir.

2) İSLAMİYETİN KABULÜNDEN SONRAKİ TÜRK EDEBİYATI

Divan Edebiyatı, Şiiri, Biçim ve İçerik Özellikleri, Dönemleri, Kaynakları, Tarihsel Gelişimi

“Klasik Türk Edebiyatı” olarak da tanımlanan Divan edebiyatı, Türklerin İslam kültüründen etkilenmeleri sonucu oluşturdukları bir edebiyattır. Bu edebiyat, bazı kaynaklarda “Havas Edebiyatı”, “Yüksek Zümre Edebiyatı”, “Saray Edebiyatı” “Eski Türk Edebiyatı” gibi adlarla da anılmaktadır. Ancak belli ilkeler çevresinde gelişen bu edebiyat, şairlerin şiirlerini “Divan” denilen yazma kitaplarda toplamalarından dolayı daha çok “Divan edebiyatı” adıyla ifade edilmektedir.

Divan edebiyatı, Arap ve Fars kültürünün etkisiyle ortaya çıkmış ve gelişme göstermiştir. Bu edebiyatın ilk ürünleri olan Kutadgu Bilig, Atabet’ül Hakayık gibi eserler daha Orta Asya’da iken (11. ve 12. yüzyılda) verilmiştir. Anadolu’ya göçen Türkler Divan edebiyatını burada da sürdürmüşler, yeni eserler vermişlerdir.

Divan edebiyatı 11. yüzyıldan 1860’a kadar ürünler vermiştir. Bu edebiyatta hem şiir hem düzyazı (nesir) alanında eserler vardır; ancak Divan edebiyatı, şiir ağırlıklı bir edebiyattır.

Divan Şiirinin Dönemleri

Bugün “Eski Türk Edebiyatı” adı altında Anadolu Selçuklu, Beylikler Çağı ve Osmanlı Dönemine ait “halk edebiyatı” ve “tekke edebiyatı” dışında kalan ve “klâsik Türk edebiyatı” adı da verilen edebî anlayışla meydana getirilmiş bir edebiyat kastedilir. Bu edebiyat her yönüyle örnek aldığı İran edebiyatının ve İslamî Dönem Doğu Türk edebiyatının etkisi altında XIII. yüzyıl sonlarında Anadolu’da doğmuş; Osmanlı Döneminde usta şair ve yazarlar elinde devletin siyasi, kültürel ve ekonomik gelişimine paralel olarak kendi gelişimini sürdürmüş; hatta devletin gerileme dönemlerinde bile nazımda ve nesirde mükemmel örneklerini vermeye devam ederek XIX. yüzyıl ortalarından itibaren mükemmelliğe ulaşan her sanat akımı gibi artık tarihe mal olmuş bir edebiyattır.

Bu edebiyatı gelişim çizgisini ve buna bağlı olarak geçirdiği üslup farklılaşmalarını göz önünde bulundurarak başlıca üç döneme ayırmak mümkündür:

1. Oluşum Dönemi: XIII. yüzyılın sonlarından XIV. yüzyıl sonlarına kadar devam eder. Dönemin önemli temsilcileri,

Âşık Paşa (öl.1333),

Gülşehrî (öl.XIV.yy.),

Şeyhoğlu Mustafa (öl. 1401?),

Ahmedî (öl. 1413) ve Şeyhî (öl. 1431?) gibi şairledir.

2. Birinci Klâsik Dönem: XV. yüzyılın ilk yıllarından XVII. yüzyıl başlarına kadar devam eder.

Ahmed Paşa (öl. 1496),

Necatî (öl.1509) ve

Zâtî (öl.1546) gibi şairlerle olgunluk kazanmaya başladığı;

Fuzulî (öl.1556),

Bakî (öl.1600),

Nev’î (öl.1599),

Hayalî (öl. 1557) ve

       Taşlıcalı Yahya (öl.1582) gibi şairlerle de Türk edebiyatının İran edebiyatı etkisinden kısmen de olsa kurtularak artık kendi iç gelişimini tamamlayıp özgün eserlerini vermeye başladığı bir dönemdir.

3. İkinci Klâsik Dönem: XVII. yüzyıl başlarından XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam eder. İran edebiyatındaki üslup farklılaşmasının etkisiyle özellikle şiirde yoğun olarak yeniden bu edebiyatın etkisi altına girdiği bir dönemdir. Sebki Hindî (=Hind üslubu) adı verilen bu edebî akımın Türk edebiyatındaki önemli temsilcileri;

Fehîmi Kadîm (öl. 1647),

Nâ’ilî (öl. 1666),

Nedîmi Kadîm (öl.1670),

Nef’î (öl. 1635) ve

Şeyh Gâlib (öl.1799)’dir.

       Yüzyıllar süren bu edebî anlayışın ve onun pek çok kuralının Batı uygarlığı etkisi altında doğan ve şekillenmeye başlayan edebiyatta da canlılığını ve etkisini sürdürdüğü bilinmektedir. Hatta Cumhuriyet dönemi şiirinde bile bu edebiyatın birtakım izlerini açıkça görmek mümkündür. Hâlâ etkileyiciliğini koruyan, anlam ve ses mükemmelliğini yakalamış, asırlardan sonra bile günümüzün kültürlü çağdaş insanma söyleyeceği ve tattıracağı zevkler bulunan bu edebiyatın dilinin ağır ve süslü olması, farklı bir kültürel zeminde farklı bir dünya görüşünü yansıtması onun Türk milletinin edebiyatı olma niteliğini ortadan kaldırmaz. Halit Ziya Uşaklıgil’in dediği gibi, “Divan edebiyatı, Tanzimat edebiyatı, bunların hiçbirisi Türk kaynağından doğmuş olmak temel taşını kaybetmemişlerdir.”

Divan Edebiyatının Kaynakları

İslam kültürü kaynağından beslenen ve özellikle başlangıçta Fars (İran) edebiyatını örnek alan Divan edebiyatı, içerik yönünden değişik unsurlara dayanmaktadır. Divan edebiyatının iç zenginliğini ve özünü oluşturan, onu iyi anlamak için bilinmesi gereken birçok eski kültür unsuru vardır.

Divan Edebiyatının dayandığı kültür kaynaklarının başlıcaları şunlardır:

  • İslam inançları (ayetler ve hadisler)
  • İslamî bilimler (tefsir, kelam, fıkıh)
  • İslam tarihi
  • Tasavvuf felsefesi, terimleri
  • İran mitolojisi (kişiler ve olaylar)
  • Peygamberlerle ilgili öyküler, mucizeler, efsaneler, söylentiler…
  • Tarihî, efsanevî, mitolojik kişiler ve olaylar
  • Çağın bilimleri
  • Türk tarihi ve kültürü
  • Dönemin edebiyat anlayışı
  • Arapça, Farsça sözcük ve tamlamalar, deyimler, atasözleri

Divan Şiirinin Genel Özellikleri

  • Divan şiiri ilk örneklerini 13. yüzyılda vermeye başlamış 19. yüzyılın sonlarına doğru gücünü kaybetmiştir.
  • Anadolu’da din dışı şiirler yazan ilk Divan şairi, 13. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan Hoca Dehhani’dir.
  • Divan şiirinde konular oldukça sınırlıdır: İslam mitolojisi, klasik aşk öyküleri, kadın, şarap, din ve tasavvufla ilgili konular ile bazı felsefi düşünceler en çok işlenen konulardır.
  • Divan şiirinde toplumla ilgili konulara hemen hiç yer verilmemiş; şairler bazen bireysel sorunlarını dile getirmişlerdir: Fuzuli’nin Şikayetnamesi, Şeyhi’nin Harnâme’si gibi. Eleştiriler, düzene değil, kişiye yöneliktir.
  • Divan şiirinde dil Osmanlıcadır. Osmanlıca; Arapça, Farsça ve Türkçe sözcüklerin karmasından oluşan bir dildir. Başlangıçta Türkçe sözcüklerin daha çok kullanıldığı Divan şiirinde, özellikle 16. yüzyıldan sonra dil çok ağırlaşmıştır.
  • Divan şiiri, kuralcı bir şiirdir. Divan şiirinde konudan çok konunun işlenişi (üslup, anlatım) önemlidir. Aynı konu birçok şair tarafından değişik biçimlerde anlatılmıştır.
  • Divan şiirinde kalıplaşmış sözler çok kullanılmıştır. Her şairin ortaklaşa kullandığı bu kalıp sözlere “mazmun” denir. Mazmunlar, edebiyatta belli kavramları anlatan, onu düşündürüp çağrıştıran sözlerdir.
  • Divan şiirinde söz ve anlam sanatlarına sıkça başvurulmuş; sanatlı anlatım ustalığın ölçüsü sayılmıştır.
  • Şiirde nazım birimi “beyit”ler. Beyit, İki dizeden oluşan söz kümesidir. Şiirlerin uzunlukları beyit sayısıyla ölçülür. Dörtlükler ve bentlerle yazılan şiirler de vardır.
  • Şiirde en küçük nazım birimi tek dizeden oluşur. Bir manzum parça içinde yer almayan böyle dizelere “azade mısra” (bağımsız dize) denmiştir.
  • Şiirde konu bütünlüğünden çok parça bütünlüğüne (beyit güzelliğine) önem verilmiştir. Her beyit kendi başına bir anlam taşır.
  • Şiirde gazel, kaside, mesnevi, müstezat gibi nazım biçimleri kullanılmıştır. Bunların çoğu Arap ve Fars edebiyatından alınmıştır.
  • Divan şiirine Türklerin kattığı iki nazım biçimi “tuyuğ” ve “şarkı” dır.
  • Şiirde tasavvuf, Sebk-i Hindi ve mahallileşme akımlarının etkileri görülür.
  • Şiirlerde aruz ölçüsü kullanılmıştır. Arap şiirinden Fars şiirine, oradan da Divan şiirine geçen aruz ölçüsü hecelerin uzunluk ve kısalığı temeline dayanır.
  • Divan şiirinde Aşık Paşa, Nedim ve Şeyh Galip hece ölçüsüyle birer şiir denemesi yapmışlardır.
  • Şiirde “göz için uyak” anlayışı benimsenmiş, en çok tam ve zengin uyak kullanılmıştır.
  • Divan edebiyatında şiirlerin özel bir adı (başlığı) yoktur. Şiirler yazıldığı nazım şeklinin adıyla “gazel, kaside vs.” anılır. Adlandırma, gazellerde uyak ve rediflere göre, kasidelerde betimleme (tasvir) bölümüne göre yapılır.
  • Divan şiirinde aşk ön plandadır. Aşk anlayışı çağın mutlak hükümdarlık sistemine ve tasavvuf düşüncesine dayanır. Sevgili, mutlak iktidar sahibi, zalim, vefasız; âşık ise bahtsızdır. Şairler daha çok platonik bir aşk anlayışını benimsemiştir.
  • Divan şiirinde kaderci bir dünya görüşü egemendir. Şairler, dünyanın geçici olduğundan, feleğin şerrinden, zamanın kötülüğünden yakınırlar.
  • Söyleyiş, özentilidir. Ustalık, benzetmeler yapmak; mecazlı, sanatlı deyişler yaratmak, kalıplaşmış anlamlı sözcükleri (mazmunlar) yeniden kullanmakta görülmüştür. Bu nedenle şair, işlenen konudan çok söyleme biçimine (üsluba) önem verir.

Divan Şiirinin Nazım Biçimleri

Beyitlerle Kurulanlar:

  • Gazel
  • Kaside
  • Mesnevi
  • Müstezat
  • Kıt’a

Dörtlüklerle Kurulanlar:

  • Rubai
  • Tuyuğ
  • Murabba
  • Şarkı

Bentlerle Kurulanlar:

  • Musammat
  • Terkib-i Bent
  • Terci-i Bent
  • Tahmis
  • Muhammes

Divan Şiirinde Söz Sanatları (Edebi Sanatlar)

A) Mecaza Dayalı Söz Sanatları

  • Mecaz (Değişmece),
  • Mecaz-ı Mürsel (Ad Aktarması, Düz Değişmece)
  • Teşbih (Benzetme),
  • İstiare (Eğretileme / Deyim Aktarmaları),
  • Teşhis (Kişileştirme),
  • İntak (Konuşturma),
  • Kinaye (Değinmece),
  • Tariz (Dokundurma, İğneleme)

B) Anlama Dayalı Söz Sanatları

  • Hüsn-i Talil (Güzel neden bulma),
  • Tecâhül-i Ârif (Bilip de bilmezlikten gelme),
  • Tenasüp (Uygunluk),
  • Leff ü Neşr,
  • Mübalağa (Abartma),
  • Tezat (Karşıtlık),
  • Tekrir (Yineleme),
  • Telmih (Hatırlatma),
  • Tevriye,
  • İstifham (Soru sorma),
  • İrsâl-i Mesel,
  • Rücû,
  • Terdîd,
  • İktibas,
  • Îham.

Divan Edebiyatında Nesir (düz yazı)

Divan Edebiyatının Tarihsel Gelişimi

Divan edebiyatının ilk örnekleri 13. yüzyılda ortaya çıktı. Bu edebiyatın ilk ürünlerini veren Mevlana Celaleddini Rumi bütün yapıtlarını Farsça yazdı. Aynı yüzyılın bir başka büyük şairi Hoca Dehhani’ydi. Horasan’dan gelip Konya’ya yerleşen Dehhani, özellikle İranlı şair Firdevsi’nin etkisinde şiirler kaleme aldı.

14. yüzyılda Konya, Niğde, Kastamonu, Sinop, Sivas, Kırşehir, İznik, Bursa gibi kültür merkezlerinde şairler ve yazarlar Divan edebiyatının yeni örneklerini verdiler. Bunların çoğu kahramanlık hikâyeleri, öğretici, eğitici ve dinsel yapıtlardı. Bu arada İran edebiyatının konuları da Türk edebiyatına girmeye başladı. Mesud bin Ahmed ile yeğeni İzzeddin’in 1350’de yazdıkları Süheyl ü Nevbahar, Şeyhoğlu Mustafa’nın 1387’de yazdığı Hurşidname, Süleyman Çelebi’nin (1351-1422) Vesiletü’n-Necât başlığını taşımakla birlikte Mevlid adıyla bilinen ünlü yapıtı, İran edebiyatının etkisiyle yazılmıştır.

Divan edebiyatı, özellikle şiir alanında en parlak dönemini 16. yüzyılda yaşadı. Bâkî ve Fuzuli Divan şiirinin en iyi örneklerini verdiler.

17. yüzyıla girildiğinde Divan edebiyatının ulaştığı düzey, İran edebiyatınınkinden geri değildi. Divan şairleri, şiirlerinde “fahriye” denen ve kendilerini övdükleri bölümlerde şiir ustalığının doruğuna çıkmışlardı. Öğretici şiirleriyle tanınan Nabi ve bir yergi ustası olan Nef’i bu yüzyılın ünlü şairleriydi. Divan edebiyatı, en özgün şairlerinden olan Nedim’in ve Şeyh Galib’in ardından,

18. yüzyılda bir duraklama dönemine girdi. Daha sonraki şairler özellikle bu iki şairi taklit ettiler ve özgün yapıtlar ortaya koyamadılar.

19. yüzyılda Divan edebiyatı artık gözden düşmüş ve eleştiri konusu olmuştu. İlk eleştiriyi getiren Namık Kemal’di. Tanzimat’la birlikte Türk edebiyatında Batı etkisinde yeni biçimler, konular denenmeye başlandı. Divan edebiyatı böylece önemini yitirmekle birilikte, Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı, Türk edebiyatının aruz ölçüsüyle son şiirlerini yazdılar, denilirse de zamanımızda da bu vezni kullanabilen şâirler vardır. Arûzun az kullanılıyor olması, zorluğundandır. Yoksa başka ölçülerle veya ölçüsüz yazılan şiirlerdeki lirizm ve âhenk âruzla yazılan şiirlerin yerini tutamaz.

Divan Edebiyatıyla İlgili Bazı Terimler

Hamse: Divan edebiyatında 5 mesneviden oluşan eserler topluluğuna verilen ad.

Lugaz: Divan edebiyatında, şiir biçiminde oluşturulan bilmece.

Mazmun: Divan şiirinde birçok şairin ortaklaşa kullandığı kalıplaşmış söz, imge ya da benzetme.

Mecmua: Divan şairlerinin seçme eserlerinin yer aldığı elyazması defter, antoloji.

Münşeat: Divan edebiyatında, değişik konularda yazılan ve düz yazılardan oluşan eser.

Nazire: Bir şairin, başka bir şairin şiirine benzeterek aynı ölçüyle yazdığı şiir.

Tehzil: Ciddi bir esere gülmece (mizah) yoluyla nazire yazma.

Seci: Divan düz yazısında cümlelerin ortasında ve sonunda yapılan uyak

Sur-name: Sünnet, düğün, şenlik gibi sevinçli olayları anlatan eser.

Gazavat-name: Savaşta gösterilen yiğitlikleri anlatan eser.

Velayet-name: Ermiş kişilerin, evliyaların yaşamlarını anlatan eser.

Şehrengiz: Bir şehrin güzelliklerinden söz eden manzum eser.

Sefaret-name: Osmanlı döneminde elçilik göreviyle yabancı ülkelere gönderilen kişilerin, bu görevleri esnasında duyduklarım, gördüklerini ve yaşadıklarını yazmak suretiyle meydana getirdikleri eserler.

Tezkire: Divan edebiyatında şairlerin yaşamlanndan söz eden, eser bugünkü “biyografi” karşılığı sayılabilir.

Azade: Divan şiirinde bağımsız dizelere verilen ad. Azade, Divan şiirinde en küçük nazım biçimidir.

Mahlas: Şairlerin şiirde kullandıkları takma ad.

Siyer: Hazreti Muhammed’in yaşamını anlatan eser.

Tegazzül: Kaside veya mesnevi içine sıkıştırılan gazel.

Divan edebiyatında şiirler, işledikleri konuya göre şu adları alır:

Tevhid: Allah’ın birliğini işler. Genellikle kaside, terkib-i bent ve terci-i bent biçimiyle yazılır.

Münacaat: Allah’a yakarış bildiren şiirlerdir. Genelde kaside biçimindedir.

Naat: Peygamberi öven şiirlerdir. Genelde kaside biçimiyle yazılmıştır.

Medhiye: Padişahları, vezirleri gibi devlet büüyüklerini övmek için yazılan şiirlerdir. Kaside biçimiyle oluşturulur.

Hicviye: Birini yermek amacıyla yazılan şiirlerdir. Kaside biçimiyle yazılır.

Fahriye: Şairlerin kendilerini ve sanatlarını övdüğü şiirlerdir. Fahriyeler de kaside biçiminde oluşturulur.

Türk Halk Edebiyatı ve Özellikleri

Halk Edebiyatı Kavramı

Türkçede, Tanzimat’tan (1839) sonra kullanılmaya başlayan edebiyat terimi, daha önceki zamanlarda edeb ilmi adıyla tanınıyordu. Şinasi ve Namık Kemal gibi Tanzimatçılar Batı’da gördükleri anlayış ve uygulamalardan yola çıkarak edeb ilminin geniş kitlelerin eğitilmesinde ve birbirine kenetlenmesindeki işlevine de özel bir önem vererek bu edeb ilmi için “edebiyat” kelimesini kullanmaya ve yeni anlayışı bu ad altında ifade etmeye başlarlar. Dilimizde “edebiyat” şeklindeki kullanım 1860 sonrası yaygınlaşır. Bu dönemde Şinasi’nin atasözü derlemeleri, Ziya Paşa’nın Şiir ve İnşa makalesinde, değerlerinden sözünü ettiği sözlü edebiyat türlerinin aydınlarımızın dikkatini çekmeye başlaması aslında bizde halka doğru yapılan ilk yönelişler; halkı ve edebiyatını arayışların başlangıcı olarak kabul edilebilir.

Batı’da, XVI. yüzyıldan itibaren, Amerika’nın keşfiyle “yalan söylemeyen-dürüst ve üretken” yerlilere karşı duyulan “vahşi soylu” hayranlığının bir sonucu olarak, pek çok aydın, halk (das folk) olarak nitelendirdikleri, kendi köylülerine “Halka Doğru” parolasıyla yönelirler. Bu anlayışa göre halk, okuması-yazması olmayan, kırsal kesimde yaşayan, dolayısıyla sosyo-kültürel değişmelerden olabildiğince az etkilenmiş ve yazılı kültürden ziyade sözlü kültür içinde yetişmiş, ekonomik olarak da yer aldığı toplumun düşük seviyeli bir kesimi olarak tanımlanıyordu.

Geçmişe duyulan romantik bir nostaljiyi de içinde barındıran bu anlayış, halk içinde yaşayan epik destanlar, mitler, türküler, ninniler ve inançlarda, Hristiyanlık öncesinden kalma “tertemiz ulusal ruhları”nın yer aldığına inanıyordu. Dahası, uluslaşma ve ulusal devlete yönelişte meydana getirilmesini gerekli gördükleri yeni ulusal kültürel sentezin kaynağının bu tertemiz ruhun oluşturmasını istiyorlardı. Bu nedenle halkın hafızasındaki sözlü edebiyat ürünlerini derleyip yayınlamaya başladılar. Bu süreçte sözlü olarak anlatılan epik destanların keşfedilip yayınlanması zamanın anlayışına göre Finliler gibi o zamana kadar küçük ve önemsiz ulusların bile Eski Yunan’a denk bir tarihî geçmişi oldukları kabulünü meydana getiriyordu.

Bu durum özellikle 1789 Fransız ihtilali sonrası özel bir önem verilen millet olgusuna dayalı modern devlete sahip olma peşindeki aydınların sarıldığı en önemli kaynaklardan birine dönüşür. Halkın asırlardan beri kuşaktan kuşağa sözlü olarak taşıdıkları sözlü kültürü Halkbilimi ve bu kültürel kesitin destan, masal, atasözü, tekerleme, efsane, türkü, ağıt ve ninni gibi manzum ve mensur anlatı ve şiir gibi verimlerini içeren kısmını da Halk Edebiyatı olarak adlandıran bu yeni anlayış Türkiye’de XX. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır.

Osmanlı Devleti’ni dağılmaktan koruma amacıyla XIX. yüzyılda uygulanan Osmanlıcılık politikası Hristiyan unsurların hemen hepsinin bağımsızlığını kazanmasından sonra hiç olmazsa müslüman milletleri birarada tutmayı amaçlayan İslâmcılık politikasına yerini bırakır. islâmcılık politikasının da Arapların ve diğer müslüman milletlerin bağımsızlık hareketleriyle başarısızlığa uğraması son çare olarak hiç olmazsa Türklerin de kendi ulus devletlerini kurmalarını amaçlayan Türkçülük akımının ortaya çıkmasına neden olur. Türkçüler de tıpkı Avrupa ve dünyanın diğer yerlerinde Halkbilimi ve Halk Edebiyatının ulus devlet kurma ve bu amaçla geniş kitleleri harekete geçirmedeki yer ve rolünden hareketle Halka Doğru şeklindeki aynı parolayı kullanarak Türkler arasındaki sözlü kültürü derlemeye ve oluşturmak istedikleri yeni ulusal kültürel sentezin kaynağı ve temeli yapmaya yönelirler. Özellikle, 1908 sonrası Ziya Gökalp, Rıza Tevfik Bölükbaşı ve Mehmed Fuad Köprülü gibi Türkçülük akımının önde gelen isimleri, halk arasında sözlü olarak yaşayan bu edebî verimleri, Fransızca Litérature populaire veya ingilizce Folk Literature terimini Türkçeleştirerek Halk Edebiyatı olarak adlandırdılar. Bu araştırmacılar, Halk Edebiyatı olarak adlandırdıkları bu sözlü edebiyat ürünlerinin yazılı ve sözlü kaynaklardan tespit ettiklerini yayınlamaya başladılar.

Türklerin islâmiyeti kabul etmesiyle birlikte, şehir ve kasabalarda kurulan “medrese”lerde yetişen aydınlar, yeni dinin emrinde “islâmi ilimler” ile ilgili bilginin nicelik ve niteliği bakımından geniş halk kitlelerinden farklılaşırlar. Bu yeni aydın grubu, “bürokrasi” başta olmak üzere toplumsal yapıda ön plana çıkar. Bu gelişmelerden dolayı üstünlük duygusuna kapılan medreseliler, o güne kadar çoğunluk itibarıyla göçerevli bir hayat süren ve çok farklı zümre ve sınışara sahip olmayan Türk milletini Havâs ve Avâm olarak ikiye ayırıp sınışandırırlar. Medrese eğitimi almış sınıfının büyük bir kısmı Türkçe, Arapça ve Farsça dillerini bu üç dilde de divan meydana getirecek kadar biliyorlardı. Aydınlar, Arap ve Fars edebiyat geleneklerinden alınan tür ve şekillerde, aruz vezniyle eserler meydana getirdiler.

Yaklaşık 1000 yıl boyunca devam eden bu yazılı edebî geleneği, bugün, “Eski Türk Edebiyatı”, “Divan Edebiyatı” veya “Klasik Türk Edebiyatı” gibi adlarla adlandırıyoruz. Oysa, Türklerin islâmiyeti kabul etmezden hatta islâmiyet bir din olarak ortaya çıkmazdan çok önceleri bile bir edebiyat gelenekleri vardı. Ağırlıklı olarak bir sözlü edebiyat geleneği olan en eski Türk edebiyatı, evrensel olarak diğer emsalleri gibi kopuz adı verilen enstrümanla çalınan müzik eşliğinde oluşturulan bir edebiyattır. Yaygın olarak “Ozan-Baksı” edebiyat geleneği de denilen bu edebî gelenek çevresine mensup olanlar, “şamanizm” veya “kamlık” olarak da adlandırılan eski Türk dinî inancı ve dünya görüşü çerçevesinde koşuklar (koşmalar), sagular (ağıtlar), mitler, atasözleri, epik destanlar, masallar, efsaneler gibi pek çok türde eserler vermiştir. Türk millî edebiyat geleneği olarak da adlandırılan bu geleneğin verdiği eserlerden bazıları yaklaşık 1400 yıldır yazıyla da kayıt altına alınmıştır. islâmiyetin geniş Türk kitlelerince benimsenmesinden ve özellikle de medresede yetişen ve kendini havâs (seçkin), medrese eğitimi almamışları da avâm (halk) sayan bu yeni aydın grubunun zaman zaman ortaya çıkan birkaç istisnası dışında islâmiyetin kabulünden önce var olan ve islâmın kabulünden sonra da aydınlarca âdeta yok sayılmasına rağmen Türk millî edebiyat geleneği veya daha doğru bir terimle Türk sözlü edebiyat geleneği olarak da adlandırabileceğimiz, Türk Halk Edebiyatı geleneği yaşamaya devam etmiştir. Hem de aydınların 1000 yıllık ihmallerine karşın tür, tema, şekil özelliklerini zenginleştirip çeşitlendirerek gelişmiştir. Bundan sonraki ünitelerde Türk Halk Edebiyatı geleneğinin edebî türlerinden hareketle bu edebiyatın temel özellikleri ele alınacaktır.

Halk Edebiyatının Sınırları ve Sınıflandırması

Tarih sahnesine çıktıkları günden bugüne kadar çoğalan, çoğaldıkça parçalanıp birbirinden uzaklaşan, zaman zaman büyük başarılar kazanarak çok büyük imparatorluklar kuran, zaman zaman da bütün başarılarını kaybederek kabuğuna çekilerek yaşayan Türk milletinin bu karışık ve dağınık tarihi içinde ilk günden günümüze kadar daima gelişen, fakat mahiyetini değiştirmeyen müşterek millî geleneğe bağlı bir edebiyatları vardır. Türklerin Orta Asya’da, İslâmiyetten önce yaşadıkları devirde, bütün Türk boylarında müşterek olan bu millî edebiyatın ürünleri, İslâmiyetin kabulünden sonra kültürel, dinî, sosyal ve politik şartlar altında hem çeşitlenmiş hem de zaman zaman aydınlar tarafından yazılı kaynaklarda yer verilmeyecek kadar ikinci dereceden eser muamelesi görmüştür. Bu edebiyatın ürünleri Tanzimat hareketi ve Cumhuriyet’ten sonra Batı dillerinden tercüme edilen “Halk Edebiyatı” genel başlığı altında değerlendirilmeye başlanmıştır.

Kavramın kaynaklandığı, Batı Avrupa’da XVIII. yüzyıldan itibaren, yaratıcılarının bilinmemesi veya anonimleşmeleri nedeniyle halkın ortak malı sayılan ve uzunca bir müddet halkın “kollektif” olarak meydana getirdiği düşüncesiyle ve “halkın ruhu”nu en iyi yansıttığı hükmüyle, özel bir önem verilen şiirlere, mitlere, masallara, efsanelere, memoratlara, atasözü, epik destan, bilmece ve benzeri edebî ürünlere Anonim Halk Edebiyatı adı verilmektedir. Türk Halk Edebiyatı olarak düşünülen çerçeve ise, türküler, mâniler ve tekerlemeler gibi Anonim Halk Edebiyatının yanısıra doğası gereği daima anonimleşmeye açık olan sözlü edebiyat geleneğimizin, tekke ve kahvehane kurumları etrafında gelişen ve pek çok bakımdan, eskiden beri var olan müşterek millî edebiyat geleneği veya kamlık (şamanlık) kaynaklı “ozan-baksı edebiyat geleneği”nin mirasını devralmış olan tekke ve tasavvufî halk edebiyatı geleneği ve âşık tarzı halk edebiyatı geleneğini de içine almaktadır.

Kısaca, Türk Halk Edebiyatı kendi içinde,

  • Anonim Halk Edebiyatı,
  • Tekke ve Tasavvufî Halk Edebiyatı,
  • Âşık Tarzı Halk Edebiyatı olarak üç kısma ayrılır.

Bu üç edebiyat geleneğini Halk Edebiyatı olarak kabul etmemizin nedeni aralarındaki temel ortaklıklar bulunmasıdır. Türk kültür tarihinin dile dayalı verimlerinin ilk olarak ortaya çıkışından (ozan-baksı edebiyat geleneği) itibaren, günümüze kadar yaşamını devam ettiren Türk Halk Edebiyatının Anonim, Tekke-tasavvufî ve Âşık gibi üç bölümünde de sürekliliği ve ortaklığı sağlayan temel unsurlar/özellikler şunlardır:

a. Türk Halk Edebiyatının hece vezni, kafiye düzeni, nazım birimi olarak dörtlüklere dayalı türleri, koşma ve mâni nazım şekli esasına dayalı, bu iki nazım şeklinin bazen beraber bazen ayrı şekilde meydana getirilen çeşitli kombinezonlarından ibaret nazım öğeleri müşterektir ve her üç edebî gelenekte de süreklilik göstermektedir.

b. Türk halk şiiri ve nesir-nazım karışık destan ve halk hikâyesi gibi türleri gerek İslâmiyetten önce ve gerekse sonraki devirlerinde daima müzikle birlikte icra edilmiştir. Halk şiirinin Anonim, Âşık ve Tekke geleneklerinin şiirleri çoğu kez bir müzik aletinin eşliğinde söylenir. Bu müzik aletleri zaman zaman farklılaşmış (kopuz çeşitleri, saz, ney, tambur, def, davul, kudüm, kaval, düdük vb.), fakat şiir hiçbir zaman müzikten ayrılmamıştır.

c. Halk şiirinin icrasında daima diyaloga yer verilmiştir. Diyalog, bazen konuyu daha tesirli duyurabilmek, bazen yarışma psikolojisi içinde imtihan şeklinde soru-cevap veya bir konuyu daha iyi öğretmek, bir konu ve bir ayak etrafında en güzel deyişi yaratabilmek, bazen de daha iyi anlaşabilmek için ve belki de en önemlisi sözlü kültür ortamında yaratılan ve icra edilen halk şiirinin daha kolay ezberlenip hatırda kalabilmesi için, Anonim, Tekke-tasavvufî ve Âşık şiir geleneklerinde her zaman yer almıştır. Aynı nedenlerle, anonim halk şiirinde türkülerde, destanlarda, mânilerde, düğün âdetleriyle ilgili karşılıklı deyişmelerde, Âşık tarzı şiir geleneği içinde önemli bir yer tutan karşılaşmalarda, Tekke şiiri geleneği içinde cansızı canlı gibi konuşturma ve soru cevap şeklindeki örneklerinde, bu özelliği ifade eden hazır kalıp ifadelerini görmek her zaman mümkündür.

d. Türk Halk Edebiyatının bütün türlerinde eserler başlangıcından bu yana büyük ölçüde irticalen (doğaçlama) yaratılmış, ezberlenip hafızalarda muhafaza edilerek sözlü gelenek vasıtasıyla yayılmıştır. Halk Edebiyatı verimlerinin bu özelliklerinden dolayı çok kere meraklılarınca cönk ve mecmualara kaydedilerek yazıya geçirilmeyen şiirlerin ve diğer edebî ürünlerin ilk şekilleri kaybolmuştur. Sözlü gelenekte muhafaza edilen bu deyişler, bir edebiyat tarzından diğerine aktarılmasının yanında zamana ve zemine uyma esnekliğiyle yeni unsurlarla zenginleştirilmiştir.

e. Türk Halk Edebiyatı ürünleri, yukarıda sıralanan bazı süreklilik gösteren özelliklerinden hareketle, sözlü olma, geleneğe bağlılık, çeşitlenme (varyantlaşma),

sözlü kültür ortamında anonimleşebilme ve kalıplaşma gibi sözlü edebiyatın evrensel niteliklerini taşımaktadır.

f. Türk milletinin çok büyük bir çoğunluğuna hitap eden Halk Edebiyatının Anonim, Âşık ve Tekke gibi geleneklerinde oluşturulan ürünlerde yaratıldıkları devrin ve çevrenin yaygın Türkçesi kullanılmıştır. Âşık şiirinin, Divan şiirinin fazlaca tesirinde kaldığı XVII-XIX. yüzyıllara ait bazı örnekleri ve tekke şiirinin medrese kültürü altında teşekkül eden bir kısmı hariç tutulmak kaydıyla Arapça ve Farsça kelime oranı bu edebiyatları yaşatan halkın bildiği kelime kadrosunun dışına çıkmamıştır. Ayrıca mahallî kelime ve deyimlerin yanında ağız hususiyetleri, halk şiiri geleneğine dayalı her üç tarz edebiyatın karakteristik özelliği olmuştur. Halk Edebiyatı terimiyle ifade edilen bu kavramsal çerçeve içinde yer alan edebî gelenekler, ana hatlarıyla üç ana başlık altında ele alınmakta ve bu edebî geleneklere ait,

Halk Edebiyatı ürünleri şunlardan oluşmaktadır:

1. Anonim Halk Edebiyatı:

  • Nazım: Koşuk, sagu, mâni, ağıt, türkü, destan, ninni.
  • Nesir: Mitler, efsane, memorat, masal, fıkra, sayışmaca, hikâye, tekerleme, atasözü, deyim, bilmece, alkış (dua), kargış (beddua).
  • Halk tiyatrosu: Köy seyirlik oyunları, meddah, karagöz, orta oyunu, kukla.

2. Tekke ve Tasavvufî Halk Edebiyatı:

  • Nazım: Hikmet, nutuk, devriye, nefes, şathiye, ilâhî, ramazaniye.
  • Nesir-nazım karışık: Gülbanklar, dinî-millî destanlar, menkıbeler,
  • Nesir: Dinî-tasavvufî halk hikâyeleri, menâkıp-nâmeler, halk kitapları, dualar.

3. Âşık Tarzı Halk Edebiyatı:

  • Nazım: Koşma, mâni, varsağı, destan, semaî, taşlama, koçaklama, güzelleme, sicilleme, kalenderî, divanî, ağıt, türkü
  • Nesir-nazım karışık: Destan kolları, halk hikâyeleri.

Halk Edebiyatının Yazılı Kaynakları

Halk Edebiyatı esas olarak sözlü bir edebiyat geleneği olmakla birlikte bu edebiyat geleneğiyle ilgili olarak geçmişte doğrudan veya dolaylı olarak yapılan çeşitli yazılı kayıtlar vardır. Halk Edebiyatına dair bilgiler içeren bu kaynaklar, Halk Edebiyatı nın yazılı kaynakları olarak adlandırılır. Halk Edebiyatı araştırmaları yapanlar araştırdıkları konuyla ilgili olarak bu yazılı kaynaklara da baş vurmak ve onları değerlendirmek zorundadırlar. Halk Edebiyatıyla ilgili olarak yapılan araştırmalarda, kütüphanelerde, özel kitaplıklarda bulunan cönk, mecmua ve pek çok konuda bilgiler içeren yazmalarla, daha önce derlenerek çeşitli kitap ve dergilerde yayınlanmış veya arşivlenmiş bu yazılı kaynaklardan yararlanılır.

Türk Halk Edebiyatıyla ilgili doğrudan veya dolaylı olarak bilgiler içeren yazılı kaynaklar vardır. Bunların tam bir listesini burada vermek yer darlığı nedeniyle imkânsızdır. Konuyla ilgili bir fikir vermek üzere, Türk Halk Edebiyatının bu yazılı kaynaklarından bazılarını kronolojik olarak şöyle sıralayabiliriz:

1. Çin Yıllıkları: Eski Çin tarihlerinde Hunlar, Göktürkler, Uygurlar ve Kırgızlar başta olmak üzere Türk boyları ve kültürleri hakkında son derece önemli bilgiler yer alır.

2. Bengütaş Yazıtlar (Göktürk Abideleri): Göktürk alfabesi ile çoğunluğu taşlar üzerine yazılmış yazıtlar. Bu yazıtlar yoğun olarak Moğolistan, Tıva, Hakasya, Altay, Kırgızistan, Kazakistan sınırları içindedir. En meşhurları, Orhun ırmağı kıyısında bulunan altı yazıttan oluşur. Bunlardan verdikleri bilgiler ve metinlerinin hacmi bakımından en önemlileri, VIII. Yüzyılda Kültigin, Bilge Kağan, Tonyukuk adına dikilen ve “Orhun Abideleri” adıyla tanınan anıtlardır.

3. Eski Uygur Metinleri: Başta, eldeki tek nüshası, Paris Bibliotheque Nationalede olan Uygur harşi Oğuz Kağan Destanı olmak üzere Uygur döneminden kalan pek çok şiir ve adını bildiğimiz en eski Türk şairi Aprınçur Tigin’in şiirleri ve çeşitli dillerden Türkçeye tercüme edilmiş kitaplardan oluşan eski Uygur metinleri, Türk Halk Edebiyatının İslâm öncesi dönemini aydınlatmada son derece önemli kaynaklardır.

4. Kutadgu Bilig: Yusuf Has Hacib’in 1069-1070′ te tamamlayarak Tabgac Buğra Han’a sunduğu, devlet yönetimini anlatan Türk kültürüyle ilgili son derece zengin bilgiler veren manzum didaktik bir eserdir.

5. Dîvânu Lügâti’t-Türk: Kaşgarlı Mahmud’un Araplara Türkçe öğretmek ve Türkçenin Arapçadan daha zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla 1072-1074 arasında hazırladığı ve Türk kültür tarihinin en önemli kaynağı olan ansiklopedik bir sözlüktür.

6. Atabetü’l-Hakâyık: Edip Ahmet Yügnekî tarafından XII. yüzyılın ilk yarısında kaleme alınan manzum ahlak kitabıdır.

7. Dîvân-ı Hikmet: XII. Yüzyılda Türk Tasavvuf Edebiyatının ilk şairi sayılan Türkistanlı Hoca Ahmet Yesevî tarafından yazılmıştır. Dinî-tasavvufi konular işleyen didaktik bir şiir kitabıdır.

8. Codex Cumanicus: Karpatlar ile Ural dağları arasında yaşayan Kıpçaklar hakkında XIV. yüzyılda İdil nehri boyunda misyonerlik yapan Fransiskan rahipleri tarafından yazılmış gramer örnekleri, Türkçe kelime listeleri ve Türkçe metinler içeren bir çalışmadır. Özellikle içerdiği 46 adet bilmece bu türün bilinen en eski Türkçe örnekleridir.

9. Dede Korkut Kitabı: Oğuz-nâme denilen, Oğuz Türklerine ait epik destanlar söyleme ve bunları yazıya geçirme geleneğinin en önemli örneklerinden birisi olan bu kitabın, XV. veya XVI. yüzyılda yazıya geçirildiği düşünülmektedir. Bugün bulundukları yere göre adlandırılan 12 boydan (öyküden) oluşur. Kitabın Dresden ve Vatikan’da bulunan iki nüshası vardır. Dresden nüshası 12 hikâyeden, Vatikan nüshası 6 hikâyeden oluşur. Dede Korkut Kitabı’nda kullanılan dil katkısız bir Türkçedir. Kitapta bulunan atasözleri, alkışlar, kargışlar, şiir parçaları, gelenekler-görenekler, inançlar bu eseri Türk Halk Edebiyatı çalışmaları açısından birinci dereceden en önemli tarihî kaynak kılmaktadır.

10. Tarih Kitapları: Ortaçağdan kalma Câmi’ü’t-Tevârîh, Dürerü’t-Tîcân, Tevârîh-i Âl-i Selçuk, Tevârîh-i Âl-i Osman, Târîh-i Cihan-Güşâ, Secere-i Terâkime, Secere-i Türk gibi tarih kitapları Türk Halk Edebiyatıyla ilgili bir çok konuda kaynak konumundadırlar.

11. Atasözü Kitapları: XV. yüzyıldan itibaren Türkçede atasözlerinin toplanılıp müstakil kitaplar hâline getirildikleri görülmektedir. Bu gelenek çevresinde oluşturulan “Kitab-ı Atalar”, “Atalarsözü” veya “Durûb-ı Emsâl” gibi kitaplar ve onları takip edenler, Halk Edebiyatımız açısından son derece değerli yazılı kaynakların başında yer almaktadır.

12. Masal Kitapları: Eski Uygurlar döneminden başlayarak pek çok dilden Türkçeye tercüme edilen “Kelile ve Dimne”, “Binbir Gece”, “Binbir Gündüz”, “Mantıku’t-Tayr” gibi masal kitapları Halk Edebiyatı bakımından önemli kaynaklardır.

13. Osmanlı ve Cumhuriyet Yıllıkları: XIX. yüzyılın sonlarından itibaren yayınlanmaya

başlanan ve Cumhuriyet döneminde de devam eden yıllıklardır. İl dahilindeki yatırlar, ziyaret yerleri, adlar ve el sanatları hakkında verdikleri bilgiler önemlidir.

14. Fıkra Kitapları: Türk fıkralarının en çok derlenip yazıya geçirilenlerinin başında Nasrettin Hoca fıkraları yer alır. Nasrettin Hoca fıkraları ilk olarak XVI. yüzyılda Hüseyin adlı bir kişi tarafından “Hikâyet-i Kitâb-ı Nasreddin” adıyla yazıya geçirilmiştir. Bugüne dek yaklaşık 38 Nasrettin Hoca fıkraları yazması tespit edilmiştir.

15. Menâkıb-nâmeler: Bir velinin kerametlerini anlatan kısa hikâyelerin toplandığı kitaplar olan Menâkıb-nâmeler, XIII. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanmıştır. Menâkıb-nâmeler, Türk Halk Edebiyatı bakımından son derece önemli yazılı kaynaklardır.

16. Şâir-nâmeler: Âşıkların diğer halk şairlerinin adları, devirleri, sanatları ve memleketlerine dair bilgiler verdikleri ve hece vezniyle yazdıkları destan biçimindeki eserlerdir. Âdeta, halk şairlerinin tezkireleri gibidirler.

17. Destan Kitapları: Anadolu’da meydana getirilen epik destanlar olan Battalnâme, Hamza-nâme, Saltuk-nâme, Hz. Ali Cenk-nâmeleri ve Hikâye-i Geyik, Hikâye-i Göğercin, Hikâye-i Deve, Dâsitân-ı Ejderha gibi tamamı erken dönemlerde yazıya geçirilmiş eserler de Halk Edebiyatının çok önemli yazılı kaynaklarındandır.

18. Seyahat-nâmeler: Yazarların gezip gördükleri yerlerden edindikleri izlenim ve bilgileri aktardıkları eserlerin genel adıdır.

19. Divan Edebiyatı Eserleri: Genel anlamda Divânlar, Tezkireler daha özel türler olarak şehrengizler, Mesnevîler, Sur-nâmeler gibi klasik edebiyat eserleri de Halk Edebiyatı hakkında son derece önemli bilgiler içeren yazılı kaynakların başında yer alırlar.

20. Günlük Gazeteler: XIX. yüzyıldan günümüze kadar yayınlanan gazeteler de Halk Edebiyatı hakkında önemli bilgi kaynaklarındandır.

21. Cönkler ve Mecmualar: Cönkler, uzunlamasına açılan, ensiz, uzun defterlerdir. Cönkler, Âşık Edebiyatı, Tekke ve Tasavvufî Halk Edebiyatı ve bir çok halk kültürü ürünlerine dair örneklerin bulunduğu yazılı kaynakların başında gelir. Halk arasında, ince uzun oluşlarından dolayı “sığır dili” ve “sefine” olarak da adlandırılan cönklerin boyutları değişiklik gösterir. Cönklerin ortalama olarak 5,10,15,23 cm. boyutunda oldukları söylenebilir. Cönklerde, cönk sahibinin tercihlerine göre âşıklara ait şiirlerden, çeşitli dualara, sihirbüyü ile ilgili notlara, ilaç tarişerine, Anonim Halk Edebiyatının türkü, mâni, halk hikâyeleri örneklerine varıncaya kadar pek çok halk kültürü ürünü yer alır. Mecmualar ise, günümüz defterlerine benzeyen yapısıyla cönklerden ayrılır ve daha ziyade şehirli ve eğitimli kişilerce kullanılmışlardır.

Divan Edebiyatı örneklerinin yanında halk kültürü unsurlarına da yer veren mecmualara da rastlanılır. Kısacası, Türk Halk Edebiyatının en önemli yazılı kaynakları cönkler ve mecmualardır.

Yazılı ve basılı kaynakları kullanmak isteyen bir araştırıcı, önce bibliyografyalara müracaat etmek zorundadır. Bibliyografyalar belli bir konu veya çeşitli konulardaki yayınların listesidir. Bibliyografyalar başta yazar adına olmak üzere konuya ve yayınlara göre çeşitli biçimlerde oluşturulmuşlardır. Bibliyografyalar düzenleniş tarzları bakımından da alfabetik, sistematik ve yayınlanış sırasını -zamanı gözönünde bulunduran- kronolojik olarak sınışandırılabilirler. Kapsamları bakımından da ulusal, uluslararası, genel ve özel bibliyografya çeşitleri vardır. Türk Halk Edebiyatı ve Halkbilimiyle ilgili en önemli genel bibliyografya, Kültür Bakanlığına bağlı Millî Folklor Enstitüsü, (şimdi adı HAGEM) tarafından yayınlanan Türk Folklor ve Etnografya Bibliyografyası adlı (Ankara: MEB Basımevi, 1971, 1973, 1974, 1999) 4 ciltlik bibliyografya kitabıdır. Bu bibliyografya, başlangıcından 1992 yılına kadar Türk Halkbilimi alanında yapılmış çalışmaları içermektedir. Bu bibliyografya kitabında “Halk Edebiyatı”yla ilgili konular, “Anonim Halk Edebiyatı” ve ilgili alt başlıklar altında yer almaktadır.

Özel bibliyografyalara örnek olarak da dergileri konu edinen bibliyografyalar verilebilir. Türk Halkbilimi çalışmaları tarihinde en uzun süreli yayınlanan ve Türk Halk Edebiyatıyla ilgili son derece zengin yazılı kaynaklara sahip aylık dergi, 1949-1979 yılları arasında İhsan Hınçer adlı halkbilimci tarafından 30 yıl yayınlanan Türk Folklor Araştırmaları Dergisi’dir. Bu dergide yer alan yazıların tamamının konu ve yazar bibliyografyası Türk Folklor Araştırmaları Dergisi: Konu ve Yazar Kaynakçası adıyla T. Baraz ve S. Tetik tarafından (Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yay., 1986) yayınlanmıştır. Türk Halk Edebiyatının son derece önemli yazılı kaynakları arasında yer alan Halkevleri dergilerinin de kendi adlarıyla ayrı ayrı bibliyografyaları yapılarak yayınlanmıştır.

Halk Edebiyatı’nın Genel Özellikleri:

  • Dil ve anlatımda süslü söyleyişe yöneliş yoktur. Genellikle yalın anlatım kullanılır.
  • Söylendikleri, yaşatıldıkları devir ve çevrenin yaygın Türkçesi kullanılmıştır.
  • Halkın içinden doğan eserler, konu, tema ve duyarlık bakımından halkın hayatına sıkı sıkıya bağlıdır.
  • Şairler, genellikle okumamış kişilerdir.
  • Aşk, doğa, ayrılık, özlem, ölüm, din, tasavvuf konularının yanı sıra toplum hayatını ilgilendiren sorunlara da sık sık eğilen şairler, bunlarla ilgili eleştiriler getirirler. Daha çok somut konular işlenir. Biçimden çok konuya ağırlık verilmiştir.
  • Âşık edebiyatı şiir ağırlıklı bir edebiyattır.
  • Âşık veya saz şairi denilen sanatçılar tarafından daima müzik eşliğinde söylenir. Şair şiirlerini saz eşliğinde, belli bir ezgi ile söyler.
  • Âşıklar, bu edebiyatın mensur kısmını oluşturan halk hikâyelerinin oluşumu, gelişimi ve aktarılmasında da önemli rol oynarlar.
  • Şiirde nazım birimi dörtlüktür. Yaygın olarak hece ölçüsü kullanılmıştır. Hecenin en çok 7’li, 8’li ve 11’li kalıpları kullanılmıştır. Fakat şehirde yaşamış, medrese eğitimi almış bazı ozanlar aruzu da kullanmışlardır.
  • Şiirler işledikleri konuya göre güzelleme, koçaklama, ağıt ve taşlama, ilahi. gibi adlar almışlardır.
  • Koşma, türkü, mani, destan, semâî. gibi değişik nazım şekilleri kullanılmıştır.
  • Âşık edebiyatı doğaçlamaya (irtical) dayanır. Âşıklar, eserlerini bir ön hazırlık olmaksızın, doğrudan sözlü olarak meydana getirirler. Bu yüzden şiirlerde derin bir anlam, kusursuz bir biçim görülmez.
  • Dinî-tasavvufî edebiyatın etkisinde kalmıştır.
  • Halk deyimlerine ve güzel halk söyleyişlerine yer verilir.
  • Azda olsa benzetmelerden faydalanılmıştır. (Boy serviye, yüz aya, kaş kaleme, diş inciye, yanak güle)
  • Şiirlerin başlığı yoktur, Nazım şekilleri ile adlandırılır.
  • Genellikle yarım kafiye kullanılır. Daha çok redifle ahenk sağlanır. Kafiyenin yanı sıra “ayak” da söz konusudur.
  • Konu, şekil ve dil bakımından dış tesirlerden uzaktır.
  • Nesir alanında da eserler verilmiştir. Nesir halk edebiyatında nazma göre çok çok önemsiz kalmıştır. Çünkü duygu ve düşüncelerin kalıcılığı şiirle daha kolay sağlanmaktadır.
  • Nesir örnekleri arasında halk masalları, halk hikâyeleri, efsaneler, atasözleri, deyimler, halk tiyatrosu, bilmeceler, fıkralar sayılabilir.

    Bunlardan en yaygınları -tür olarak- masallar, hikâyeler ve efsanelerdir.

  • Atasözü, bilmece ve deyimler zaten -halkın ürünü olmakla beraber- her alanda herkes tarafından kullanılmaktadır.
  • Halk edebiyatı gözleme dayalıdır. Benzetmeler somut kavramlardan yararlanılarak yapılır. Söyledikleri her şey gerçek yaşamdan alınmadır.

Özellikle 18. yüzyıldan itibaren halk şairleri, divan şairlerinden etkilenerek aruzun belirli kalıplarıyla şiirler yazmayı denemişlerdir. Hatta divan şiirinin mazmunlarını da kullanmışlardır. Bu durumun ortaya çıkmasında halk şairlerinin, aydınlar ve divan şairlerince hor görülmelerinin, değersiz ve güçsüz sayılmalarının etkisi de vardır.

Anonim Türk Halk Edebiyatı Türleri Özellikleri

Söyleyeni belli olmayan, halkın ortak malı sayılan ürünlerin oluşturduğu, sözlü geleneğe dayalı edebiyattır. Sözlü olduğu için, ürünler; halk arasında dilden dile geçtikçe zaman, kişi, yer unsurlarına bağlı olarak değişikliğe uğramıştır.

Anlatım, sözlü edebiyat geleneklerine uygundur. Süsten uzak, açık, net, anlaşılır bir dil kullanılmıştır.
Daha çok; aşk, hasret, yiğitlik, ölüm gibi tüm insanlığı ilgilendiren konular işlenmiştir.

Anonim Halk Edebiyatı Düzyazı (Nesir) Ürünleri

  • Atasözleri
  • Deyimler
  • Tekerlemeler
  • Bilmeceler
  • Fıkralar
  • Halk Hikâyeleri
  • Efsaneler
  • Masallar
  • Ortaoyunu
  • Meddah
  • Karagöz
  • Dualar ve Beddualar

Yüzyıllar süren tecrübeler sonunda ortaya çıkan özlü sözlerdir. Kelimeleri değiştirilemezler. Aynı konuda birbiriyle çelişen atasözleri olabilir.

DEYİMLER 

Çoğunlukla gerçek anlamından ayrı bir anlam taşıyan, en az iki sözcükten oluşan kalıplaşmış söz ya da sözcük grupları.eş.Tabir.

Deyimlerin Özü:

– Genellikle gerçek anlamından sıyrılarak başka bir anlama bürünürler: “Dilinde tüy bitmek”, “El ağzı ile kuş tutmak” gibi…

– Kimi deyimlerde, asıl anlamlarından tamamıyla sıyrılmazlar. Yerine göre asıl anlamından da alınabilir, daha başka bir anlama da gelebilir. Bunu cümle içindeki kullanılış şeklinden anlarız.

TEKERLEMELER 
Sözcüklerin ses benzerliğinden yararlanılarak oluşturulan yarı anlamlı, yarı anlamsız sözlerdir. Şiir biçiminde oluşturulan tekerlemelerde ölçü, uyak, seci ve aliterasyondan yararlanılmıştır.

Az gitmiş, uz gitmiş. Dere, tepe düz gitmiş. Altı ay, bir güz gitmiş…

Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Develer tellal iken
Pireler berber iken
Ben annemin babamın beşiğini
Tıngır mıngır sallar iken…

BİLMECELER 
Çoğunlukla cevabı içinde saklı bulunan ve düşünceyi geliştirmek amacıyla türetilen soru biçimlerine denir.
Güzel vakit geçirmek amacıyla çıkarıldıkları düşünülmektedir.
Manzum – mensur şekilleri vardır.

FIKRALAR
Bir düşünceyi insanlara, mizah öğelerini kullanıp onların gülümsemelerini sağlayarak aktarmak amacıyla oluşturulmuş kısa anlatılardır. Bu ürünlerde, güldürmenin yanında yol göstericilik de söz konusudur. Edebiyatımızda en bilinen fıkralar; Nasrettin Hoca, Karadeniz, Bektaşi fıkralarıdır.

HALK HİKAYELERİ
Destanların zaman içinde değişime uğramış biçimleri sayabileceğimiz halk hikâyeleri gerçeğe daha yakın olmaları bakımından destandan ayrılırlar. Anonimdirler.
Halk hikâyelerinde şiirle düzyazı iç içedir. Halk hikâyeleri konuları yönünden iki grupta incelenebilir.
Tek olay çevresinde gelişen halk hikayeleri olduğu gibi, kişi ve olay sayısı çok halk hikayeleri de vardır. Bu hikayeler âşıklar ve yaşlılar tarafından anlatılır.

Halk hikayeleri konularına göre dört çeşittir:

  • Aşk Hikayeleri: Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Züleyha, Ercişli Emrah ve Selvi, Tahir ile Zühre, Âşık Garip Hikayesi, Aşık Kerem Hikayesi, Elif ile Mahmut…
  • Dini-Tarihi Halk Hikayeleri: Hayber Kalesi, Kan Kalesi, Battal Gazi, Danişmend Gazi, Hz. Ali ile ilgili diğer hikayeler…
  • Kahramanlık Hikayeleri: Köroğlu Hikayesi
  • Destanî Halk Hikâyeleri: Dede Korkut Hikayeleri

* Halk hikayeleri, destan ile roman arasındaki aşamanın ürünüdür.

* Destan geleneğinden Halk hikâyeciliğine geçişin ilk ürünü Dede Korkut Hikayeleri’dir. Bu nedenle Dede Korkut Hikayeleri özel bir önem taşır.

Dede Korkut Hikayelerinin en önemli özellikleri şunlardır:
Asıl adı “Kitab-ı Dede Korkut Alâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan” şeklindedir.
12. 13. ve 14. yy.da Doğu Anadolu’da ve Azerbeycan’da yaşayan müslüman Oğuz boylarının geleneklerini, göreneklerini, iç mücadelelerini, doğa üstü güçlerle, yaratıklarla savaşmalarını ele alır.
14. ve 15. yy.da yazıya geçirilmiştir. Bu konudaki yaygın kanaat hikayelerin 14.yy.’da yazıya geçirildiği şeklindedir. Hikayelerin kimin tarafından yazıya geçirildiği bilinmemektedir.
Toplam on iki hikayeden oluşur.
Şiir ve düzyazı (nazım-nesir) karışık oluşturulmuştur.
Hikayelerde az da olsa masal ve destan unsurları görülür.
Çok temiz, güzel ve zengin bir kullanılmıştır.
Anlatım açık, yalın ve durudur. Kesinlik ifade eder.
Hikayelerde en önemli meziyet kahramanlıktır.
Aileye, çoğalmaya, kadına, çocuğa ve çocuk terbiyesine büyük önem verilir. Kadınların ailenin en önemli unsuru olduğu vurgulanır. Önsözünde dört ayrı tadın tipi çizilir.
Bütün hikayelerde dini unsurlar (namaz kılma, dua etme, arı sudan abdest alma) görülür.
Kahramanlar dövüşlerini, Allah ve peygamber sevgisi için yapar.
Türk milletinin karakteristik özellikleri; doğruluk, adelet, güzellik yüceltilir.
Misafirperverlik ve cömertlik insanların ortak özelliğidir.
At, ağaç, su, yeşillik kısaca tabiat çok sevilir.
Kahramanların en büyük yardımcısı atlardır.
Kadınlar, eşlerine karşı aşırı saygılı ve itaatkârdır. Eşler de kadınlarına önem verir, iyi davranır.
Hikâyelerde, birçok öğüt vardır. Bu nedenle bu hikayeler didaktiktir.
Hikayelerde yaşanan olayların tarihi bilgilerle ilgisi vardır.
Hikayelerde geçen ve hikayeler adını veren Dede Korkut; yaşlı, herkesin saygı gösterdiği, hakanların bile akıl danıştığı, çocuklara isim koyan, eğlencelerde kopuz çalıp şiirler söyleyen, kırgınlıkları gidermede aracılık eden kişidir.

EFSANELER
Eskiden beri söylenegelen, olağanüstü kişi ve olaylardan söz eden, konuşma diliyle oluşturulan, üslup kaygısından uzak, hayali öykülerdir.
Efsaneler kimi yönlerden destan ve masalı andırır. Masallar iyi bir sonla bitmesine rağmen, efsanede böyle bir durum söz konusu değildir. Efsaneler bir inanış konusudur. Narlıgöl Efsanesi, Ağlayan Kaya Efsanesi…

MASALLAR
Olağanüstü olay ve kişilere yer veren, çoğu kez bir eğitim amacı güden hayali öykülere masal denir. Masallarda yer ve zaman kavramı yoktur. Bunlar toplumun beğenisini, düşünüş biçimini, geleneklerini kuşaktan kuşağa aktarırlar. Toplumun beğenisini, düşünüş tarzını, geleneklerini, dünya görüşünü kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktaran ürünlerdir. Çoğunluğu olağanüstü olaylarla doludur. Kafdağı gibi olağanüstü coğrafi unsurlar; dev, yedi başlı canavar, ev büyüklüğünde kuş gibi olağanüstü yaratıklar vardır. Masallarda yer ve zaman kavramı belli değildir. Masalların anlatımında genellikle -miş’li geçmiş zaman kipi kullanılır. Söyleyeni bilinmeyen bu ürünler, kulaktan kulağa günümüze kadar gelmiştir. Masallarda iyilik, doğruluk, yardımlaşma öğütlenir. Bu nedenle masalla, didaktik eserlerdir. Masalların özellikle başında, bazen de ortasında ve sonunda tekerleme denilen kafiyeli sözle kullanılır. Türk masallarının sonunda, genellikle iyiler ödüllendirilir. Kırk gün, kırk gece düğün yapılır. Kötüler ise ya kırk katır ya da kırk satır cezasına çarptırılır.

Sözlü gelenekte gelişen masallar, sonradan kitap haline getirilmiştir. Türk Edebiyatı’nda masal derleme konusunda en ciddi çalışmayı yapan Eflatun Cem Güney’dir. Masallardan etkilenerek günümüzde çocuk hikâyeleri doğmuştur.

ORTA OYUNU
Halkın ortasında apaçık duran bir meydanda; metinsiz, suflörsüz, ezbersiz oynanan bir tiyatrodur.
Başka bir ifadeyle seyircilerle çevrilmiş bir alanda, yazılı bir metne bağlı kalmadan ve doğaçlama (tuluat) yoluyla oynanan bir oyundur. Pişekar ve Kavuklu oyunun temel kişileridir.
Pişekâr cinasçılık, Kavuklu ise tekerlemecilik yapar.
Çelebi, Zenne, Denyo, Arnavut, Acem, Arap, Yahudi gibi tipler kendilerini simgeleyen bir müzikle sahneye çıkar.
Orta oyunu halkın ortak malıdır. Oyunların güldürme unsurları; karşılıklı konuşmalardaki söz oyunları, hazır cevaplılık, yanlış anlamalar ve yöresel konuşmaların taklitleridir.
Oyunda Karagöz ile Kavuklu’nun; Pişekâr ile Hacivat’ın bütün özellikleri aynıdır. Karagöz ile Ortaoyunun farkı ise, Karagöz’ün perdede, Orta Oyun’un meydanda oynanmasıdır. Yani Orta Oyunu canlı kişilerle oynanırken Karagöz’de tasvirlerin gölgesi oynatılır.

MEDDAH
Bir sözlü tiyatro ürünüolan meddahlık, kısaca, “tek adamlı tiyatro”dur.
Meddah, tiyatronun bütün karakterlerini kendi kişiliğinde birleştiren bir aktördür.
Bir hikâyeyi başından sonuna kadar, yüksekçe bir yerde, karakterleri şivelerine göre konuşturarak anlatır.
Perdesi, sahnesi, dekoru, kostümü bulunmayan bu tiyatroda her şey, meddah denen kişinin zekâsına, bilgisine, söz söylemedeki hünerine bağlıdır.

KARAGÖZ
Taklide ve karşılıklı konuşmaya dayanan, iki boyutlu tasvirlerle bir perdede oynatılan gölge oyunudur,
Başkarakterler Karagöz ve Hacivat’tır.
Karagöz, okumamış bir insandır. Hacivat’ın kullandığı yabancı sözcükleri anlamaz ya da anlamaz görünüp onlara yanlış anlamlar yükleyerek ortaya çeşitli nükteler çıkarırken bir taraftan da Türkçe dil kuralları ile yabancı sözcükler kullanan Hacivat ile alay eder.
Hacivat, kişisel çıkarlarını her zaman ön planda tutar. Az buçuk okumuşluğundan dolayı yabancı sözcüklerle konuşmayı sever. Perdeye gelen hemen herkesi tanır, onların işlerine aracılık eder.
Zenne, Çelebi, Tuzsuz Deli Bekir, Beberuhi, Tiryakı, Acem. Laz. Matiz, Zeybek gibi diğer tipler oyuna ayrı bir renk katar.

ANONİM HALK EDEBİYATI NAZIM (ŞİİR) BİÇİMLERİ

TÜRKÜ
Daima bir ezgiyle söylenen, düzenleyicisi bilinmeyen ya da unutulmuş olan, değişik konulardan söz eden, genelde hecenin 11’li kalıbıyla oluşturulan şiirlerdir. Türküler besteli şiirlerdir.

Daima bir ezgi ile söylenen “ninni” ve “ağıt” türleri de türkü kapsamındadır. Yani ninniler ve ağıtlar bağımsız bir nazım biçimi değil, türkü biçiminin türleridir. Bunlar da anonim ürünlerdir. Ancak koşma biçimindeki kimi ağıtların söyleyenleri bellidir; onlar da bestelendiklerinde türküleşirler.
Belli bir ezgiyle söylenir.
7,8,11,14 ‘li ölçülerle söylenir.
Hemen her konuda söylenir.
Bölgesel özellik ve ad değişikliğine uğrayabilir.

MANİ
Anonimdir. Sevgi, tabiat, övgü, yergi, evlât sevgisi, ayrılık, hasret ve aşk konularını işler. Konu sınırlaması yoktur. aaxa şeklinde kafiyelenir. Genellikle tek bir dörtlükten oluşur.

Mani çeşitleri:

Düz Mani: Yedişer heceli dört dizeden oluşur. Kafiyeleri çokluk cinassızdır.
Kesik mani: Birinci dizesi 7 heceden az, anlamlı ya da anlamsız bir sözcük grubu olan maniler. Bu kesik dize sadece kafiyeyi hazırlar.
Cinaslı mani: Kesik manilerde eğer kafiye cinaslı ise bunlara cinaslı mani denir.
Yedekli (artık) mani: Düz maninin sonuna aynı kafiyede iki dize daha eklenerek söylenen maniler. Cinaslı kafiye kullanılmaz, birinci dizeleri anlamlıdır.
Deyiş: İki kişinin karşılıklı söylediği manilerdir. Soru yanıt şeklinde düzenlenir. Bir başka kişinin ağzındanmış gibi aktarıldığı şekilleri de vardır.
“aaxa” şeklinde kafiyelenir.
4+3 şeklinde ölçüsü vardır.
İlk iki dizesi ayrık yani hazırlık özelliği taşımaktadır. Asıl mesaj üçüncü dizede verilir.
Her konuda söylenebilir.
Düz, cinaslı ve artık mani gibi çeşitleri vardır.

NİNNİ
Annelerin bebeklerini uyutmak amacıyla belli bir ezgi ile söylediği parçalardır.
Çocukların psikolojisi üzerinde etkilidir.
Manzum özelliktedirler.
AĞIT
Sevilen bir kişinin ölümünden duyulan acıyı dile getiren ve her zaman bir ezgiyle söylenen şiirlerdir. Ağıtlar aslında bir türkü çeşididir. Dörtlüklerden oluşur. 11’li hece ölçüsüyle söylenir. Genellikle uzun hava ve kırık hava denilen ezgilerle terennüm edilir.
Koşmanın bir çeşidi olan ağıtla karıştırılmamalıdır. Âşık Edebiyatı’ndaki ağıtın söyleyeni bellidir.
İslamiyet öncesi Türk edebiyatındaki karşılığı “sagu”, Divan edebiyatındaki karşılığı ise “mersiye’dir.

Dinî-Tasavvufî Halk Edebiyatı (Tekke Edebiyatı – Tasavvuf Edebiyatı)

Dinî-Tasavvufî Türk edebiyatı İslâmiyet’in ve Tasavvufun etkisiyle ortaya çıkmıştır. İslâmiyet’in kökleşip yayılmasında büyük etkisi olan tasavvuf, zamanla edebî eserlerde de işlenmiş, din ve tasavvuf, edebiyat aracılığıyla yayılmaya çalışılmıştır.

Dinî-Tasavvufî Türk edebiyatına Tekke edebiyatı da denir. Dinî-Tasavvufî Türk edebiyatında asıl olan sanat yapmak değil, dinî-tasavvufi düşünceyi yaymaktır. Tekke şairlerinin çoğu tarikatlarda yetişmiş şeyh ve dervişlerdir. Tekke şiiri, halk şiirinden de divan şiirinden de nazım şekilleri almıştır.

En belirgin özellikleri şunlardır:

  • Kurucusu 12. yüzyılda Doğu Türkistan’da yetişen Hoca Ahmet Yesevi’dir.
  • Tekke Edebiyatı, Anadolu’ya 13. y.y.’dan itibaren gelişmiştir.
  • Bu edebiyat şairleri tarikat merkezi olan tekkelerde yetişmiştir.
  • Nazım birimi genellikle dörtlüktür.
  • Hem aruz hem hece vezni kullanılmıştır.
  • Şiirlerin çoğu ezgilidir.
  • Allah, insan, felsefe, doğruluk, ibadet gibi konular işlenmiştir.
  • İlahi, nefes, nutuk, devriye, şathiye, deme gibi nazım şekilleri kullanılmıştır.
  • Dili Aşık Edebiyatı’na göre ağır, Divan Edebiyatı’na göre sadedir.
  • Aşık, maşuk, şarap, saki gibi mazmunlara yer verilmiştir.

Yüzyıllara göre Tekke Edebiyatını en önemli temsilcileri şunlardır:

  • 12.yy.: Hoca Ahmet Yesevi
  • 13.yy.: Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli
  • 14.yy.: Kaygusuz Abdal
  • 15.yy.: Hacı Bayram-ı Veli, Eşrefoğlu Rumi
  • 16.yy.: Pir Sultan Abdal
  • 17.yy.: Niyaz-ı Mısrî, Sinân-ı Ümmî, Hüdâi
  • 18.yy.: Sezai
  • 19.yy.: Kuddusi, Turâbi

 
Tekke Edebiyatı Tasavvuf Edebiyatı Nazım Şekilleri

Tasavvuf-Tekke Edebiyatı İslamiyet’in vetasavvuf felsefesinin etkisiyle ortaya çıkmış; İslamiyet’in yayılmasını sağlamış, zamanla edebî eserlerde de işlenmiş, din ve tasavvuf, edebiyat aracılığıyla halka yayılmaya çalışılmıştır.

Hoca Ahmet Yesevî, Anadolu Türklerinin geliştirdiği tasavvuf edebiyatının ilham kaynağı olmuştur. Onun Divan-ı Hikmetadlı tasavvufi eseriyle ve Orta Asya’dan Anadolu’ya gönderdiği öğrencileriyle Türk tasavvuf edebiyatının XIII. yüzyılda temelleri atılmıştır. Bu edebiyat, Yunus Emre ile en mükemmel anlatım yeteneğine ulaşmıştır.

Dinî-tasavvufi Türk edebiyatı (Tekke edebiyatı)nda esas olan sanatlı, süslü söyleyiş değil, dinî-tasavvufi düşünceyi halka yaymaktır. Şair, içinde bulunduğu tarikatın düşünce sistemini, felsefesini yaymak için şiiri bir araç olarak kullanmıştır. Tekke şairlerinin çoğu tarikatlerde yetişmiş şeyh ve dervişlerdir.

Tekke şiiri, Divan şiirinden de nazım şekilleri almıştır. Ayrıca hem hece hem aruz veznikullanılmıştır. Dil sadedir, çünkü halka yöneliktir.

Dini – Tasavvufi halk edebiyatında şiir türleri şunlardır:

1. İlahi

Allah aşkını konu edinen, Allah’ı övüp ona yalvarmak için yazılan ve söylenen şiirlere ilahi denir. İlahiler tarikatlere göre farklı isimler alır. İlahiler, Mevlevilerde “âyin“, Halvetilerde “durak“, Gülşenilerde “tapuğ“, Alevi-Bektaşi tarikatlerinde “deme, nefes“, kimi tarikatlerde de “cumhur” adını alır.

İlahiler, genellikle hece ölçüsünün 7’li, 8’li kalıbıyla söylenir. 11 ‘li hece ölçüsüyle söylenen ilahiler de vardır. Dörtlük sayısı 3-7 arasındadır. Kafiye düzeni koşmaya benzer: “abab cccb dddb…” İlk dörtlüğün uyak düzeni “xbxb” ya da “aaab” şeklinde de olabilir. İlahi denince akla ilk gelen, Yunus Emre’dir. Daha sonra Eşrefoğlu Rumi, Niyazi Mısrî, Aziz Mahmut Hüdayi de ilahiler yazmıştır.

Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyu deyu
Çıkmış islam bülbülleri
Öter Allah deyu deyu

Aydan aydındır yüzleri
Şekerden tatlı sözleri
Cennette huri kızları
Gezer Allah deyu deyu

Yunus Emre var yarına
Koma bugünü yarına
Yarın Hakk’ın divanına
Çıkam Allah deyu deyu

Yunus Emre’ye ait olan bu ilahide dinî konular üzerinde durulmaktadır. “Cennet, Allah, İslam, huri kızları vb.” sözler dinî terimlerdir. Şiir, 8’li hece ölçüsüyle ve dörtlük nazım birimiyle yazılmıştır. Kafiye düzeni koşmaya benzemektedir: “abab, cccb, dddb” biçiminde uyaklanmıştır. Ahengi sağlamak için hem kafiyeden hem rediften yararlanılmıştır. Dinî terimler kullanılsa bile yalın bir dil vardır.

2. Nefes

Bektaşi şairleri tarafından söylenen tasavvuf şiirlerine nefes denir. Bu şiirlerde peygamberimiz Hz. Muhammet ve Hz. Ali’ye duyulan sevgi işlenir. Ayrıca tasavvuftaki vahdeti vücut (varlık birliği) kavramı anlatılır. Pir Sultan Abdal, nefesleriyle ünlüdür. Dörtlükler hâlinde hece ölçüsünün 7, 8 ve 11 ‘li kalıpları ile yazılır. Az da olsa aruzla yazılan örnekleri vardır.

Ey erenler çün bu sırrı dinledim
Huzuru mürşide vardım bu gece
Hakikat sırrını andan dinledim
Evliya erkanın gördüm bu gece

Mürşidim Muhammed bildim yolumu
Rehberim Ali’dir verdim elimi
Tığbend ile bağladılar belimi
Erenler meydanın gördüm bu gece

Bu nefes örneği, 11’li hece ölçüsüyle yazılmıştır. Kafiye düzeni yine koşmanınki gibidir. Ahengi sağlamada uyak ve rediften yararlanılmıştır. Dörtlük nazım birimi kullanılmıştır. Dörtlükler arasında anlam birliği vardır. Şiirde peygamberimiz Hz. Muhammet ve Hz. Ali’ye övgülerde bulunulduğunu, onlara karşı sevginin dile getirildiğini görüyoruz. Demek bu şiir, nefes türündedir. Zaten bu şiiri, Bektaşi şairi Pir Sultan Abdal yazmıştır.

3. Şathiye:

Dinin ilkelerinden, inançlardan teklifsizce ve alaycı bir dille söz ediyormuş gibi bir izlenim taşıyan şiirlerdir. Görünüşte saçma sanılan bu şiirler aslında toplumun ve insanların eleştirisini yapmakla birlikte tasavvuf kavramlarını anlatır. Genellikle Bektaşî şairleri tarafından söylenir. Bu tarz şiirlerde tasavvufa bağlı görüşler, şaşırtıcı bir alaycılık içerisinde dile getirilir.

Kullanırsın kanatsızca rüzgarı
Kürekle mi yaptın sen bu dağları
Ne yapıp da öldürürsün sağları
Can verip alırsın sen cancı mısın

Sekiz cennet yaptın sen Adem için
Adın büyük bağışla anın suçun
Ademi cennetten çıkardın niçün
Buğday nene lazım harmancı mısın

Bir iken bin ettin kendi adını
Görmedim senin gibi iş üstadını
Yeşertirsin kurutursun odunu
Sen bağçevan mısın ormancı mısın

…..
Azmi Baba

16. yüzyılda yaşamış olan ve Bektaşi şairi olan Azmi Baba’nın yazdığı bu şiir, şathiye örneğidir. Şiirde duygu ve düşünceler teklifsizce, alaycı bir söyleyişle dile getirilmiştir. “Kürekle mi yarattın sen bu dağları / Ne yapıp da öldürürsün sağları / Buğday nene lazım harmancı mısın vb.” dizelerde bu söyleyiş öne çıkmaktadır. Ancak bu söyleyiş, bildiğimiz manada alay anlamına gelmez. Bu şiirde anlatılanların tasavvufta derin manaları vardır. Şiir, 11 ‘li hece ölçüsüyle ve dörtlük nazım birimiyle yazılmıştır. Ahengi sağlamak için uyak ve redif kullanılmıştır.

4. Devriye:

İlahiye benzer tasavvuf şiiridir. Bu şiirler ezelden beri var olan insan ruhunun Allah’tan gelip tekrar Allah’a dönmesi düşüncesini ele alır.

Cihan var olmadan ketm-i ademde
Hakk ile birlikte yekdaş idim ben
Yarattı bu mülkü çünkü o demde
Yaptım tasvirini nakkaş idim ben

Anasırdan bir libasa büründüm
Nar-ı bad-ı âb- hâkten göründüm
Hayrülbeşer ile dünyaya geldim
Âdem ile bile bir yaş idim ben

Bektaşi Çelebi

Bu şiir devriyenin özelliklerini yansıtmaktadır. Şiirde insanın yaradılışından söz edilmektedir. Dörtlük nazım birimi kullanılmıştır. Uyak düzeni “abab, cccb…” biçimindedir. Ahengi sağlamak için redif ve tam uyaktan yararlanıldığını görmekteyiz. Bu şiirde halk şiirine özgü nitelikler ağır basmaktadır. Yer yer Arapça ve Farsça sözcüklerin kullanılması İslam etkisini göstermektedir.

5. Nutuk:

Tekke önderlerinin, pirlerin ve mürşitlerin, tarikate yeni girenlere tarikatın adabını, derecelerini öğretmek amacıyla yazdıkları öğretici şiirlere nutuk adı verilir. 11 ‘li hece ölçüsüyle söylenir.

Eliftir doksan bin kelamın başı
Var Hakk’a şükreyle beni n’eylersin
Vücudun şehrini arıtmayınca
Yüzünü yumaya suyu n’eylersin

Vücudun şehrini verme gayrıya
Hatır yıkıp güç eyleme gayrıya
Var bir amel kazan Hakk’a yaraya
Hakk’a yaramayan huyu n’eylersin

Pir Sultan Abdal

Pir Sultan Abdal, bu şiirinde tarikatla, tasavvufla ilgili öğütler vermektedir. Dolayısıyla bu şiir, nutukun özelliklerini yansıtmaktadır.

Âşık Edebiyatı Özellikleri, Temsilcileri

Âşık edebiyatının kaynağı, İslamiyet’in kabulünden önceki Sözlü Edebiyat’tır. 15. yy’dan sonra gelişerek günümüze kadar ulaşmıştır. Şiirini, aşk, doğa, kahramanlık gibi konularda, sazıyla birlikte söyleyen şairlere İslâm’dan önce “ozan”, “baksı”, “kam” “oyun” denilirken, İslâm’ın kabulünden sonra “âşık” ya da “saz şairi” denmiştir. Bu âşıkların oluşturduğu edebiyata da “âşık tarzı Türk edebiyatı” denir.

Âşık edebiyatı şiirden ibarettir. Bu şiir din dışı bir şiirdir; âşık da denilen şairlerin kopuz, bağlama, cura, tambura eşliğinde söyledikleri sözlü-besteli edebiyat türüdür.

Usta-çırak ilişkisiyle yetiştirilen aşıkların çoğu okuma yazma bilmeyen ancak saz çalma ve şiir söyleme yeteneği olan kişilerdir. Âşıklar, saz şairliğini usta âşıkların yanında öğrenir, sonra onlardan mahlâs alarak diyar diyar gezmeye, ellerinde saz şiirler söylemeye başlarlar. Gelişme alanları arasında kahvehaneler, asker ocakları, kervansaraylar, bozahaneler, tekkeler, konaklar vardır.

Âşık, bilgi, duygu ve becerisini yaptığı atışmalarda gösterir. Aşık şiiri diğer halk edebiyatı ürünleri gibi sözlü edebiyat ürünüdür. 15.yy’dan itibaren yazıya geçirilmeye başlanmıştır.İlk olarak okuma yazma bilen kişilerce derlenerek ‘cönk’ adı verilen defterlere yazılmıştır âşık şiirleri. Böylece şiirlerin zamanla unutulup kaybolması engellenmiştir. Aşıklık geleneği Anadolu coğrafyasında bugün de canlı olarak yaşatılmaktadır.

Âşık Edebiyatının Özellikleri:

  • Aşık veya ozan denilen kişilerin, saz eşliğinde söyledikleri şiirlerden oluşur.
  • Genelde sözlü olmasına rağmen şairler, şiirlerini “cönk” dedikleri defterlerde toplamışlardır.
  • Şairler, sazlarını omuzlarına alarak köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşmışlardır.
  • Şiirlerde anlatım içten, canlı ve yalındır.
  • Şairler, halkın içinden çıktığından halk dilini kullanmışlardır. Bu sade dil 18. ve 19. yüzyıllarda bazı şairler tarafından Divan Edebiyatı’nın etkisinde kalmasıyla eski arılığını kaybetmiştir.
  • Nazım birimi dörtlüktür.
  • Koşma, semai, destan, varsağı gibi nazım şekilleri kullanılmıştır.
  • Hece ölçüsünün 7’li, 8’li ve 11’li kalıplarına ağırlık verilmiştir.
  • Aşk, tabiat, gurbet, ayrılık, ölüm, özlem, kıskançlık, yiğitlik, toplumun sorunları, insan davranışları, bunlarla ilgili eleştiriler konu olarak işlenmiştir.
  • Şiirlerin son dörtlüğünde şairin adı veya mahlası geçer.
  • Göz kafiyesi anlayışı yerine, kulak kafiyesine ağırlık verilmiştir. Yani kafiye için aynı sesin kullanılmasına gerek yoktur. Buna göre p/b , ç/ş, t/d, l/ n gibi seslerle de kafiye yapılmıştır.
  • Genellikle yarım ve cinaslı kafiye kullanılmıştır.
  • Benzetme (teşbih) ve kişileştirme (teşhis) dışında edebi sanatlara fazla yer verilmemiştir.
  • Bazı ürünlerde yöresel özellikler görülür.
  • Şiirler genellikle hazırlık olmaksızın irticalen yani içe doğduğu gibi söylenir.
  • Divan Edebiyatı’nda görülün kalıplaşmış benzetmeler (mazmun) Halk Edebiyatı’nda da vardır. Buna göre sevgili anlatılırken yeşil başlı ördek, inci diş, elma yanak, badem göz, kiraz dudak, keman kaş, sırma saç, selvi boy gibi benzetmeler kullanılmıştır.
  • Divan Edebiyatı daha çok düşünceye önem verdiği için soyut bir edebiyattır. Halk Edebiyatı’nda ise şair gördüğünü, yaşadığını anlatır. Bu nedenle Aşık Edebiyatı, somut bir edebiyattır. Ayrıca Divan Edebiyatı’nda sevgilinin tipi çizilir, adı söylenmez. Halk Edebiyatı’nda ise sevgilinin adı (Elif, Ayşe…) vardır.
  • Şiirler, işlenen konulara göre “koçaklama, güzelleme, taşlama, ağıt” gibi adlar alır.
  • Âşık Edebiyatı hayali olaylardan çok, gerçekçiliğin ön plana çıktığı bir edebiyattır.

Âşık Edebiyatı’nın yüzyıllara göre en önemli temsilcileri şunlardır:

16. yüzyıl: Köroğlu, Kul Mehmet, Aşık Garip, Aşık Kerem

17.yüzyıl: Karacaoğlan, Kayıkçı Kul Mustafa, Aşık Ömer, Kuloğlu, Ercişli Emrah

18.yüzyıl: Gevheri

19.yüzyıl: Dertli, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Seyrani, Ruhsati

20.yüzyıl: Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet, Âşık Murat Çobanoğlu, Âşık Reyhanî, Âşık Şeref Taşlıova.

NOT: 19. yüzyıl halk şairlerinden Dadaloğlu, Divan şiirinden etkilenmemiş, böylece aynı yüzyıldaki halk şairlerinden ayrı yol izlemiştir.

Âşık Edebiyatı Nazım Şekilleri

Koşma Nazım Şekli Özellikleri ve Örnekleri

  • Âşık Edebiyatı’nın en sevilen ve en yaygın olarak kullanılan şiir biçimidir.
  • Koşmalar genellikle lirik konularda söylenir.
  • Dörder mısralık bölümlerden oluşur. Dörtlük sayısı genelde üç ile beş arasında değişir. Altı dörtlükten oluşan koşmalar da vardır.
  • 11’li hece ölçüsüyle (6+5 ya da 4+4+3 duraklı olarak) yazılır/söylenir. 4+3 ve 4+4 kalıbıyla söylenmiş koşmalar da vardır.
  • Sözlü Türk Edebiyatın’daki koşuk nazım şeklinin devamı niteliğindedir.
  • Koşmalarda değişik kafiye örgüleri kullanılır. En yaygın kafiye örgüsü: abab cccb dddb cccb … veya; aaab cccb dddb… veya; xaxa bbbc ccca ddda… şeklindedir.
  • Son dörtlükte şairin adı veya mahlası geçer.
  • Koşmalar konu yönünden Divan Edebiyatı’ndaki Gazel ve şarkı’ya benzer.
  • Türk Edebiyatı’nın tanınmış koşma şairleri Karacoğlan, Bayburtlu Zihni, Aşık Ömer ve Erzurumlu Emrah’tır.
  • Genellikle saz eşliğinde, ezgiyle söylenen koşmalar, ezginin niteliğine göre “Acemi koşması, Ankara koşması, topal koşma, kesik kerem” gibi türlere ayrılır.
  • Aşk ve doğa konularının yanı sıra, ayrılık, özlem, yalnızlık, gurbet, sıla, ölüm gibi temaları işler.

Koşmalar konularına göre dört çeşittir:

a) Güzelleme: İnsan, hayvan ve tabiat güzelliklerinin anlatıldığı koşmalara denir. En ünlü şairi Karacaoğlan (17. yy) dır.

b) Koçaklama: Yiğitçe bir anlatımla söylenen, kahramanlık ve savaş konulu koşmalardır. Bu türün en başarılı sanatçıları Köroğlu (16. yy) ve Dadaloğlu (19.yy)’dur.

c) Taşlama: Toplumun ve insanların eksik yönlerinin ele alınarak, bunların eleştirildiği koşmalardır. Aynı konunun işlendiği şiirler Divan Edebiyatı’nda hiciv, Batı edebiyatında satir, çağdaş edebiyatta yergi olarak adlandırılır. Bu türün ünlü ozanı Seyrani (19. yy)’dir.

d) Ağıt: Ölüm ve doğal afetler üzerine özel bir ezgiyle söylenen koşmalardır. Ölüm konulu şiirlere Sözlü Türk Edebiyatı’nda Sagu, Divan Edebiyatı’nda Mersiye adı verilir.

 

Semai Nazım Şekli Özellikleri ve Örnekleri

Semai, “işitilerek öğrenilen şiir” demektir.

Âşık edebiyatının kimi yönlerden koşmaya benzeyen bir nazım biçimidir.

Semainin başlıca özellikleri şunlardır:

  • 8’li hece ölçüsüyle söylenir.
  • Koşma gibi 3-6 dörtlükten oluşur.
  • Halk şiirinde aruzla söylenmiş semailer varsa da bunlar Divan şiirine özenen kimi ozanlar tarafından söylenmiştir.
  • Uyak düzeni koşmaya benzer.
  • Koşmada işlenen temalar ve konular semaide de işlenir.
  • Söyleyenleri bellidir.
  • Semainin de güzelleme, koçaklama, taşlama… gibi türleri vardır.

Genellikle aşk ve doğa konusu işlenir. Kafiye düzeni ve dörtlük sayısı bakımından Koşmaya benzer; fakat semailerde 8’li hece ölçüsü kullanılır. Ayrıca semailerin kendine özgü bir de ezgisi vardır. Karacoğlan’ın semaileri ünlüdür.

ÖRNEK SEMAİ: Karacaoğlan

ELİF

İncecikten bir kar yağar

Tozar Elif Elif diye

Deli gönül abdal olmuş

Gezer Elif Elif diye

Elif’in uğru nakışlı

Yavru balaban bakışlı

Yayla çiçeği kokuşlu

Kokar Elif Elif diye

Elif kaşlarını çatar

Gamzesi bağrıma batar

Ak elleri kalem tutar

Yazar Elif Elif diye

Evlerinin önü çardak

Elif’in elinde bardak

Sanki yeşil başlı ördek

Yüzer Elif Elif diye

Karac’oğlan eğmelerin

Gönül sevmez değmelerin

İliklenmiş düğmelerin

Çözer Elif Elif diye

Varsağı Nazım Şekli Özellikleri ve Örnekleri

  • Güneydoğu Anadolu’da yaşayan Varsak boyu ozanlarınca söylenen şiirlere varsağıdenilmiştir.
  • Çok yaygın olmayan bir nazım biçimidir, ölçüsü ve uyak düzeni semai gibidir. (8’li ölçü, abab / cccb / dddb…) özel bir ezgisi vardır.
  • Genellikle 3-5 dörtlükten oluşur. Dörtlük sayısı daha fazla da olabilir.
  • Koşma ve semaide işlenen konu ve temalar varsağıda da işlenir.
  • Müziğinde ve sözlerinde meydan okuyan, babacan, erkekçe, yiğitçe bir hava duyulur. Bu da dörtlüklerin içindeki “bre” “hey” “behey” gibi ünlemlerle sağlanır.
  • Hayattan ve talihten şikayet üzerinde sık sık durulur.
  • Bu türün en güzel örneklerini Karacaoğlan vermiştir.

ÖRNEK VARSAĞI: Karacaoğlan

VARSAĞI

Bre ağalar bre beyler

Ölmeden bir dem sürelim

Gözümüze kara toprak

Dolmadan bir dem sürelim

Amen hey Allahım aman

Ne aman bilir ne zaman

Üstümüzde çayır çemen

Bitmeden bir dem sürelim

Bana felek derler felek

Ne aman bilir ne dilek

Âhir ömrümüze helâk

Etmeden bir dem sürelim

Karacaoğlan der cânân

Güzelim sözüme inan

Bu ayrılık bize heman

Ermeden bir dem sürelim

Destan Nazım Şekli Özellikleri ve Örnekleri

Âşık edebiyatındaki destanı, ulusların başından geçen kahramanlık olaylarını anlatan destan (epope) ile karıştırmamalıdır. Âşık edebiyatındaki destanlar, toplumu yakından ilgilendiren savaş, ayaklanma, eşkıyalık, kıtlık, deprem, yangın gibi olaylar; toplumsal yergiler; cimrilik, dalkavukluk, mirasyedilik… gibi gülünç hayat olayları üzerinde durur.

Destanların diğer özellikleri şunlardır:

  • Duygusal öğelere hemen hiç yer verilmez.
  • 11’li ya da 8’li hece kalıbıyla söylenir.Uyak düzeni koşmaya benzer.
  • Konusu ve uzunluğu bakımından koşmadan ayrılır.
  • Dörtlüklerle oluşur. Halk şiirinin en uzun nazım biçimidir. Kimi destanlarda dörtlük sayısı yüzden fazladır. Dörtlük sayısı konunun özelliğine bağlıdır.
  • Kendine özgü bir ezgisi vardır.
  • Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler.
  • Konuları bakımından destanları savaş, yangın, deprem, salgın hastalık, ünlü kişilerin yaşamları, mizahi….gibi gruplandırabiliriz.
  • Seyranî ve Âşık Ömer bu alanda ünlüdür. Kayıkçı Kul Mustafa’nın Genç Osman Destanı ”en ünlüsüdür”.

Aruz Ölçüsüyle Yazılan Halk Şiiri Nazım Biçimleri

Halk şiirinde aruz ölçüsüyle düzenlenmiş şiirler de vardır. Bunlar Divan edebiyatının Halk edebiyatına etkisiyle oluşmuştur. Halk edebiyatında özel bir adla anılan ve aruzla oluşturulan bu yoldaki nazım biçimleri şunlardır:

  • Divan (Divani)
  • Selis
  • Semai (Hece ile yazılanların yanında aruzla yazılan semailer de vardır.)
  • Kalenderi
  • Satranç
  • Vezn-i âhar

Divan (Divanî)

  • Aruz ölçeğinin “Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün” kalıbıyla düzenlenir.
  • Ayaklı(yedekli) divan biçimi de vardır; divanın gazel biçiminde düzenlenmiş olanlarında her dizenin altına Fâilatün Fâilün parçasının eklenmesiyle oluşur.
  • Mehmet Fuat Köprülü, divanların hece ölçüsünün 8+8 kalıbına uyduğunu bildirmektedir.
  • Divanlar ya gazel ya da murabba, muhammes, müseddes biçimlerinde olur. Musammat divanlarda vardır.
  • Dörtlüklerden oluşan divanların kafiye şeması şöyledir: aaba- ccca- ççça.
  • Bu şema, ilk dörtlüğün uyak durumuna göre değişebilir:Aaaa-bbba-ççça

    Abab-cccb-çççb

    Aaab-cccb-çççb

  • Divanın bir de ayaklı divan ya da yedekli divan adı verilen çeşidi var.

Örnek Divan -1

Ser-nigun kıldık zamanın sagar-ı minasını

Çekmeyiz şimden gerü sakinin istiğnasını

Sagarından badesinden neşesinden çektik el

Başına çalsın felek ahval-i nâ-ber-câsını

Hırka-puş olduk kalender-meşreb olduk hasılı

Hiçe saydık alemin a’lâsını ednasını

Düştüler çah-ı kazaya göz göre ikbâl için

Alemin gördük nice bina vü na-binasını

Biz libas-ı fahrı Mekki çak çak ettik yine

Talihi her kimse giysin atlas u dibasını ( Mekkî)

Örnek Divan -2

Şerh edip raz-ı derûnum ol cenana söylesem

Payine yüzümü sürsem bi-bahane söylesem

Katre-i eşkim dökülse dane dane söylesem

Çektiğim her türlü gamdan bir nişane söylesem

Tutalım ben söylemişim ol peri ma’zûrdur

Tıfl-ı nev-res hal-i dilden bilmemek meşhûrdur

Bilse de bi-merhamettir hüsnüne mağrûrdur

Bana rahm etmez o kâfir Müslümana söylesem

Halimi takrir edersem yare bî-ma’nâ yere

Ede mi te’sir gûya su geçe mi mermere

Ol kadar mazmunlu sözler söyledim ki dil-bere

Bülbül-i gûya olurdu bi-zebana söylesem

Çok muhabbet nüshasını alnımayazdı kalem

Başıma cem oldu hep pervaneler çekti alem

Ne çırağlar yaktı gör kim sineme şem-i elem

Derdimi bir anlar olsa yana yana söylesem

Cam-ı çeşmimdir görünen eldeki peymane-var

Saki-igam dil surahiden alır meyhane-var

Gevheri bu keyfile çok söyledin divane-var

Kail idim bir kelamı akılane söylesem (Gevheri)

Selis:

  • Halk edebiyatında aruz ölçüsü kullanılarak yazılan şiirlerdir.
  • Genellikle 19’uncu yüzyıl aşıkları tarafından kullanılan selisin en fazla yazılan tipi gazeldir.
  • Hece ölçüsünün on beşli kalıbına da uyan selislerin en belirgin özellikleri farklı bir ezgiye sahip olmalıdır.
  • Selis, aruzun ” fe’ilâtün (fâilâtün) fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün” kalıbıyla yazılan gazellere denir.
  • Murabba, muhammes, müseddes biçimiyle yazılmış selisler de vardır.
  • Uyak düzeni, divan, semai ve kalenderi de olduğu gibidir.

Selis Örneği -1

Gide mi haşre kadar hüzn ile firkat acaba

Yoksa hâsıl ola mı yar ile vuslat acaba

O mürüvvetsiz o zalim o sitem-karenin ah

Ere mi damenine dest-i meserret acaba

Baksa bir kerre benim hâl-i diğer-gûnuma ol

Çeşm-i insaf ile etmez mi mürüvvet acaba

Beni gördükte yüzün döndürür ol âfet-i cân

Ne içindir bana bu rütbe eziyyet acabâ

Kime şekvâ edeyim kimlere feryâd edeyim

Uzanırsa nideyim leyle-i hasret acabâ

Mürg-ı dil-dâr-ı heves bir gün olup meyi ede mi

Kona mı Nûri kulun başına devlet acabâ (Tokatlı Nuri)

Selis Örneği -2

Yine aldı gam u efkâr-ı dili dâğ-ı tenin

Acımaz mı yüreğin merhametin yok mu senin

Ne revâ çevri ola goncaya serv-i semenin

Acımaz mı yüreğin merhametin yok mu senin

Bunca cevr ettiğini kimseler ey gül edemez

Ben gibi nâle vü nâlişleri bülbül edemez

Ah u efgânıma kâfir de tahammül edemez

Acımaz mı yüreğin merhametin yok mu senin

Bunca derde kim kodun âşık-ı bî-çâreleri

Tiğ-ı cevrin ile açtın sineme yâr eleri

Dâğ dâğ oldu a kâfir ciğerim püreleri

Acımaz mı yüreğin merhametin yok mu senin

Çünkü göğsünde yok insâfın a zâlim nideyim

Varayım haşım alıp özge diyâra gideyim

Sen git ağyar ile gül oyna da ben zâr

ideyim Acımaz mı yüreğin merhametin yok mu senin

Derd-i aşkın komadı Nûri mecâlim yetişir

Bu kadar çekmeye de kalmadı hâlim yetişir

Yetişir çekticeğim gayri a zâlim yetişir

Acımaz mı yüreğin merhametin yok mu senin (Tokatlı Nurî)

Semai:

  • Aruz ölçüsünün “Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün” kalıbıyla yazılır.
  • Bunun da ayaklı (yedekli) biçimi vardır; semainin gazel biçimi ile düzenlenmiş olanlarında, her dizenin altına Mefâîlün Mefâîlün ya da Mefâîlün Feûlün parçasının eklenmesiyle oluşur.
  • Gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde yazılırlar.
  • Uyak düzenleri, divan ve seliste olduğu gibidir.
  • Semailer, hece ölçüsünün 8+8 kalıbına da uyarlar.
  • Semailer üç türlüdür:1. Gazel, murabba, muhammes, müseddes, biçiminde olanlar

    2. Musammat semai: Aruzun aynı kalıbında olan, fakat her beyiti dört parçadan meydana gelen semailerdir.

    3. Ayaklı(yedekli) semai

Semaî Örneği 1

Fitil veş giy külâht şem’a-yı sûzâneden çıkma

Dolaş şem’in civârın merkez-i pervâneden çıkma

Eğer maksat seyâhatsa gönül deryâ-yı vahdette

Hubâb-ı bâde veş devret leb-i peymâneden çıkma

Eğer yârin yanağın okşamak öpmek ise arzun

Derâguş eyle dendân-ı dehân-ı şâneden çıkma

Eğer Seyrâni’ ye sûret-perest dersen bu deyrin sen

Asıl divârına suret gibi büthâneden çıkma (Seyrânî)

Semaî Örneği 2

Efendim gel bana bildir bu istiğnâ ne âdettir

Bana bildir bu istiğnâ ne âdettir adâlettir

Bu istiğnâ ne âdettir adâlettir hâlâvettir

Ne âdettir adâlettir hâlâvettir nezâkettir

Nice tarif edem medhin bu âlemde senin dilber

Edem medhin senin bu âlemde dilber rûyin enver

Bu âlemde senin dilber rûyin enver lebin sükker

Senin dilber rûyin enver lebin sükker saâdettir

Yanağında açılmıştır o gonca-ter gül-i ra’nâ

Açılmıştır o gonca-ter gül-i ra’nâ gözü şehlâ

O gonca-ter gül-i ra’nâ gözü şehlâ ne hûb sevda

Gül-i ra’nâ gözü şehlâ ne hûb sevdâ ne takattir

Cüdâ kılmaz seni Hengâm bedenden can cüdâ olsa

Seni Hengâm bedenden cüdâ olsa feda olsa

Bedenden can cüdâ olsa fedâ olsa gedâ olsa

Cüdâ olsa fedâ olsa gedâ olsa şefaattir (Hengamî)

Kalenderî:

  • Halk şairleri tarafından aruzun mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü feûlün kalıbıyla gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde söylenen şiire denir.
  • Özel bir ezgiyle okunur. Ezgisi bakımından düz kalenderî, Acem kalenderisi, Emrah kalenderisi gibi çeşitlere ayrılır.
  • Kafiye düzeni divan ve semaî ile aynıdır.
  • Bu tür şiirler 3+4+3+4 veya 7+7 şeklinde ondört heeceli iken, sonradan yerine aruz vezninin geçtiğini ileri sürenler vardır.

ÖRNEK KALENDERÎ: Tokatlı Nurî

KALENDERİ

İçtin mi a cânım yine mestâne durursun

Gamzen gibi âşıklara bîgâne durursun

Kimden söz işittin ki celâ hakkına dâir

Böyle güzelim hâtırı vîrâne durursun

Geç şâhım otur başımın üstünde yerin var

El bağlı efendim kime divâne durursun

Bir çift idiniz vuslat-ı devlette geçen gün

Nettin eşini ey peri bir dâne durursun

Sen al ile başımdan alıp aklımı şimdi

Ey rind-i felek-meşreb edibane durursun

Öldürmek ise Nûri kulun kasdına böyle

Çek hançeri öldür a paşam ne durursun

Kalenderi Örneği -2

Gönlüm seni ey şûh-i sitem-ger sever oldu

Hicrin bana âh kim neler etti neler oldu

Sensiz geceler hem-demim âh-ı seher oldu

Her sâat-ı hicrin bana bin yıl kadar oldu

Feryâd u figânım bu gece arşa dayandı

Derd ü gam ile dîdelerim kana boyandı

Firkat günü âh böyle uzandıkça uzandı

Her sâat-ı hicrin bana bin yıl kadar oldu

Rahm eyle bu firkat odunu söndür efendim

Bir katre zülâl-ı lebini gönder efendim

Mehcûr olalı bir iki üç gündür efendim

Her sâat-ı hicrin bana bin yıl kadar oldu

Ahımla cihan gamz eder bu ne aceb âh

Hicran oduna can u ciğer yandı bu şeb âh

Neyse bu Gedâyî kulunu terke sebeb âh

Her sâat-ı hicrin bana bin yıl kadar oldu (Gedâyî)

Satranç:

  • Saz şairlerinin aruzla yazdıkları türlerden biri olan Satranç’ın örnekleri de azdır ve ancak19. yüzyılda görülür.
  • Aruz ölçeğinin “Müfteilün Müfteilün Müfteilün Müfteilün” kalıbıyla ve musammatgazel biçimiyle düzenlenir. Özel bir beste ile söylenir.
  • Satranç, musammat beyitlerinden oluştuğu için her dize iki eşit parçaya bölünür ve iç uyak bulunur. İç uyaklarına göre uyak şeması şöyledir: abab-cccb- çççb.
  • Satranç hece ölçüsünün 8+8 kalıbına da uyar.

Satranç Örneği

Medhine meddâh olalım hüsrev-i hûban güzele

Vasfına sözler bulalım dinleye yaran güzele

Benzeyemez hür u melek hidmetine çektik emek

Dişleri zer şâne gerek zülfü perişân güzele

Dayanamam nazlarına tûti gibi sözlerine

Çekme seza gözlerine kuhl-i Sıfâhan güzele

Söyleme efsâne gibi bakması bigâne gibi

Şem’ine pervâne gibi yan güzele yan güzele

Söylese diller dolaşır bakmaya gözler kamaşır

Sırmalı kaftan yaraşır serv-i hırâman güzele

Yüzüne zer hızma ile cebhe zeheb düzme ile

Başta oya yazma ile yakışır elvan güzele

Ruhları gül goncafemi kendi aşiret Hatem’i

Gezseler Rûm u Acemi olmaya akran güzele

Serv-i sehî kametime kâmet-i kıyametime

Gelse eğer davetime kesmeli kurban güzele

Emrine ta at edelim çevrine gayret edelim

Haneyi halvet edelim bir gece mihman güzele

Câm ile mey süzdürelim bezme şeker ezdirelim

Seyr ederek gezdirelim bâğ ile bostan güzele

Dertli-i efkendeleriz vasfını gûyendeleriz

Can baş ile bendeleriz şimdi Alî-şan güzele (Âşık Dertli)

Vezn-i âher:

  • Aruz ölçüsünün “Müstef’ilâtün Müstef’ilâtün Müstef’ilâtün Müstef’ilâtün” kalıbıyla düzenlenir.
  • Vezni aherde her dize, ilkle uyaklı, dört esit parçaya bölünmüştür. Bir bentteki dizelerin her parçası ayrı harfle gösterilirse, bendin şeması şöyle olur:Abcç

    Bcçd

    Cçde

    Çdef

  • Birkaç bentten oluşan bir vezn-i aherin uyaklarının genel şeması, divan, selis, semai ve kalenderinin aynıdır. Üçlüklerden kurulu vezn-i aherin genel uyak şeması ise şöyledir: Aab- ccb-ççb.

Vezn-i Aher Örneği

Ey vasl-ı cennet/kıl cana minnet/vay serv-i kamet/cân içre cânsın

Kıl cana minnet / vay serv-i kamet / cân içre cansın/ nevres fidansın

Vay serv-i kamet / cân içre cânsın / nevresfidansın /şûh-ı cihansın

Cân içre cânsın / nevres fidansın /şûh-ı cihansın / gözden nihansın

Uftâden oldum /gülgibi soldum /sor bana nöldum /çevrinle cânân

Gül gibi soldum /sor bana nöldum / çevrinle cânân / oldum perîşân

Sor bana n’oldum / cevrinle cânân / oldum perîşân / ey fitne-devrân

Cevrinle cânân / oldum perîşân /ey fitne-devrân /âhir zamansın

Bir hûb edâsın /pek dil-rûbâsın /lîk pür-cefâsın /sırrın bilinmez

Pek dil-rûbâsın/lîkpür-cefâsın/sırrın bilinmez/nakşın alınmaz

Lîkpür-cefâsın /sırrın bilinmez/nakşın alınmaz/mislin bulunmaz

Sırrın bilinmez/nakşın alınmaz/mislin bulunmaz/bir nev-civânsın

Aşüfte hâlim / ref’et melâlim /gel beri zâlim / lütfet ne dersem

Ref’et melâlim /gel beri zâlim / lütfet ne dersem / ol bana hem-dem

Gel beri zâlim / lûtfet ne dersem/ ol bana hem-dem /gönlüme her dem

Lütfet ne dersem /ol bana hem-dem /gönlüme her dem /günden ayansın

Ettimse âhi/ fethetti mâhı / aşk-ı İlâhî / var sende gâyet

Fethetti mâhı/aşk-ı İlâhî/var sende gâyet / Haktan hidâyet

Aşk-ı İlâhî/var sende gâyet / Hak’tan hidâyet / Nûrî nihâyet

Var sende gâyet /Hak’tan hidâyet/Nûrî nihâyet /sâhib-i divânsın

(Tokatlı Nuri)

Örnekte görüldüğü gibi, dört mısralı vezn-i aherde iç kafiyelerin durumu:

a. Her bent’in birinci mısraındaki ikinci parça, ikinci mısraın başında,

b. Her bent’i birinci mısraındaki üçüncü parça, üçüncü mısraın üçüncü parçası olarak,

c.Her bent’in birinci mısraındaki son parça, dördüncü mısraın birinci parçası olarak tekrarlanır.

3) BATI TESİRİNDEKİ TÜRK EDEBİYATI

TANZİMAT DÖNEMİ EDEBİYATI VE ÖZELLİKLERİ (1860-1895)

  • Tanzimat Fermanının ilanından (1839) sonra bu edebiyatın tohumları serpilmeye başlamıştır.
  • Batılı tarzda ilk eserler bu dönemde verilmeye başlanmıştır.
  • Hak, adalet, özgürlük, vatan kelimeleri bu dönemde ilk defa kullanılmaya başlanmıştır.
  • Tanzimat edebiyatı kendi arasında ikiye ayrılır: Birinci ve İkinci Dönem Tanzimat Edebiyatı)
  • Yazı dilini halkın anlayacağı dile yakınlaştırmaya çalışmışlardır.
  • Tiyatroyu halkı aydınlatma aracı olarak görmüşlerdir.
  • Toplumcu bir çizgi tutmaya çalışmışlardır.
  • Divan edebiyatındaki “bölüm güzelliğine” karşın “konu bütünlüğüne, güzelliğine” önem vermişlerdir.
  • Tanzimat birinci dönem sanatçıları (Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat Efendi) ikinci dönem sanatçılarına göre daha halkçı olmuşlardır.

BİRİNCİ DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATI VE ÖZELLİKLERİ (1860-1876)

  • Divan edebiyatını eleştirmelerine rağmen onun etkisinden kurtulamamışlardır.
  • Vatan millet, hak adalet, özgürlük gibi kavramlar ilk defa bu dönemde kullanılmaya başlanmıştır.
  • Batılı anlamda ilk esereler bu dönemde verilmeye başlanmıştır.
  • Toplumu bilinçlendirmek için edebiyatı bir araç olarak görmüşlerdir.
  • Dilin sadeleşmesi gerektiğini söylemişler ancak pek başarılı olamamışlardır bu konuda.
  • Roman, modern hikâye, tiyatro, gazete, eleştiri, anı bu dönemde kullanılmaya başlanmıştır.
  • Bu dönemin sanatçıları aynı zamanda devlet adamı sıfatı da taşıyorlardı.
  • Klasizim (Şinasi, Ahmet Vefik Paşa) romantizm (Namık Kemal, Ahmet Mithat) den etkilenmişlerdir.

BİRİNCİ DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATI SANATÇILARI

ŞİNASİ (1826-1871)

  • Edebiyatımıza birçok yeniliğin yerleşmesini sağlamıştır.
  • Asıl adı İbrahim’dir.
  • İlklerin yazarıdır: İlk tiyatro, ilk şiir çevirisi, Batılı anlamda ilk fabl, ilk özel gazete, ilk makale, ilk noktalama işaretini kullanan kişidir.
  • Halk için sanat görüşünü benimsemiştir.
  • İlk tiyatro eserimizi: Şair Evlenmesi’ni yazdı.
  • İlk makaleyi yazdı: Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi
  • İlk özel gazetesi çıkardı: Tercüman-ı Ahval
  • Eserleri: Durub u Emsalı Osmaniyye (Osmanlı Atasözleri Kitabı), Tercüme i Manzume (Çeviriler), Müntehabat -ı Eşar(şiirleri), Divan-ı Şinasi, Tasvir i Efkâr

NAMIK KEMAL (1840-1888)

  • Vatan şairimizdir.
  • Toplumcu bir sanat çizgisindedir.
  • Vatan, millet, özgürlük kelimelerini edebiyatta ilk kullanan kişidir.
  • Tiyatroları oldukça ses getirmiştir. Tiyatroyu bir eğlence ve halkı bilinçlendirme aracı olarak görmüştür.
  • Romantizmin etkisindedir.
  • Eserleri:
    ilk tarihi romanımız; Cezmi
    İlk edebi romanımız; İntibah
    Tiyatroları : Vatan yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Gülnihal, Kara Bela,Celalettin Harzermşah
    Eleştiri eserleri: Renan Müdafenamesi, Tahrib-i Harabat (Ziya Paşa’ya karşı)
    İrfan Paşa’ya Mektup, Takip
    Diğer eserleri: Kanije, Silistre Muhasarası, Osmanlı Tarihi, Büyük İslam Tarihi, Evrakı Perişan

ZİYA PAŞA (1825-1880)

  • İlk edebiyat tarihi taslağı sayılan “Harabat”eserini yazmıştır.
  • Halk şiirinin ve dilinin gerçek edebiyatımız olduğunu belirten “Şiir ve İnşa”adlı makalesini yazmasına rağmen kendisi böyle davranmamıştır.
  • Biçimce eski içerikçe yeni olmaya gayret göstermiştir.
  • Terkib-i bent, terci i bent’leri meşhurdur.
  • Bir çok dizesi halk arasında atasözü gibi kullanılmıştır.
  • Eserleri: Zafername, Harabat, Eş’ar-ı Ziya, Defter-i Amal, Terkib-i Bent, Terci-i Bent

AHMET MİTHAT EFENDİ (1844-1912)

  • Halk için roman geleneğini benimsemiştir.
  • Halkın anlayacağı bir dilde ve onları ilgilendiren konularda eserler vermiştir.
  • İlk hikâye örneklerimizden biri sayılan :”Letaif-i Rivayet“i yazmıştır.
  • Romantizmden etkilenmiştir.
  • En üretken yazarımız odur. “Yazı makinesi” olarak da bilinir. 36’sı roman olmak üzere 200’e yakın eseri vardır.
  • Eserlerinden bazıları: Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Felatun Bey ve Rakım Efendi, Yer Yüzünde Bir Melek, Henüz On Yedi Yaşında…

ŞEMSETTİN SAMİ ( 1850-1904 )

  • Devrinin en büyük dil bilgini sayılmıştır.
  • İlk romanımız olan: Taaşşuk-u Talat ve Fitnat adlı eseri yazmıştır.
  • Kamus u Türkî adlı sözlüğü yazmış.
  • Kamus u Fransevi ve Kamus-ı Alam’ı yazmıştır.

AHMET VEFİK PAŞA (1829-1892)

  • Tiyatromuzun en büyük kilometre taşı sayılır.
  • Bursa’da kendi adıyla tiyatro kurmuştur.
  • Halkın tiyatroyu sevmesi için özellikle Moliere’den çeviriler yapmıştır.
  • Eserleri: İnfiali Aşk, Dudu Kuşlar, Zor Nikâh, Zoraki Tabip, Kadınlar Mektebi ,Şecere-i Türk eserlerinden bazılarıdır.

İKİNCİ DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATININ ÖZELLİKLERİ (1876-1895)

  • Bireysel konulara dönülmüştür.
  • Sanat, sanat içindir, görüşü benimsenmiştir.
  • Dil oldukça ağırlaştırılmıştır.
  • Tiyatro eserleri oynanmak için değil okunmak için yazılmıştır.
  • Realizm ve natüralizm baskın akımlar olarak göze çarpar.
  • Gazetecilik, ilk dönemdeki toplumsal etki ve işlevini yitirir. Gazetelerdeki siyasal ve toplumsal içerikli yazılar yerini günlük sıradan olaylara bırakır. Toplumsal makalenin yerini de edebi makale alır.
  • Birinci dönemdeki gibi hece denenmekle birlikte aruz yine egemenliğini sürdürmüştür. Birinci dönemde de kullanılan Divan edebiyatı nazım biçimleribırakılmaya başlanmıştır.
  • Şiirin konusu genişletilmiş; ölüm, karamsarlık, aşk, felsefi düşünceler tema olarak seçilmiştir. Sanatçılar, “Güzel olan her şey şiirin konusu olabilir.” anlayışını savunmuşlardır. Bu dönem şiiri Servet-i Fünun şiirine de esin kaynağı olmuştur.
  • Roman ve öykü tekniği daha da gelişir. Birinci dönem göre daha nitelikli ürünler vermeye başlamıştır. Betimlemeler ilk döneme göre daha da ölçülüdür. Realizm akımının etkisiyle gözleme önem verilmiş, olay ve kişiler daha gerçekçi anlayışla anlatılmıştır.
  • Nabizade Nazım naturalizmden, Recaizade Mahmut Ekrem ve Samipaşazade Sezai realizmden, Abdülhak Hamit Tarhan ise romantizmden etkilenmiştir.
  • Tanzimatın ikinci döneminde ürünler veren Muallim Naci Divan edebiyatının tek savunucusudur.
  • Tanzimat’ın ikinci kuşak sanatçıları: Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan, Samipaşazade Sezai, Nabizade Nazım, Muallim Naci, Direktör Ali Bey ve Ahmet Cevdet Paşa’dır.

İKİNCİ DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATININ SANATÇILARI

RECAİZADE MAHMUT EKREM (1847- 1914)

  • İlk realist romanımız olan: Araba Sevdası’nı yazmıştır.
  • Tevfik Fikret’in akıl hocasıdır.
  • Muallim Naci ile uzun yıllar süren “eski-yeni” kavgasında yeniyi savunmuştur.
  • “Sanat sanat içindir ve kafiye kulak içindir.” görüşünü benimsemiştir.
  • Oğlu Nijat Ekrem’in ve diğer iki çocuğununun ölümü onu bireysel ve hüzünlü eserler vermeye zorlamıştır.
  • “Her güzel şey şiirin konusudur.” diyerek şiirin konu zenginliğine katkı yapmıştır.
  • Muallim Naci’nin Demdeme’sine karşılık Zemzeme adlı kitabı yazmıştır.
  • Tiyatroları: Afife Anjelik, Çok Bilen Çok Yanılır, Vuslat (Süreksiz Sevinç)
  • Şiirleri: Zemzeme, Nağme-i Seher, Tefekkür, Yadigâr-ı Şebap
  • Romanları: Araba Sevdası, Muhsin Bey
  • İnceleme: Talim-i Edebiyat adlı eseri onun edebiyata dair görüşleri içeren en önemli eseridir. Takdir-i Elhan         

ABDÜLHAK HAMİT TARHAN ( 1852-1937)

  • Edebiyatımızın en bireysel şairlerindendir.
  • Batılılaşma hareketinin asıl öncüsü olarak kabul gördüğü için kendisine” şairi azam” (büyük şair) lakabı verilmiştir.
  • Gözlem ve izlenimleriyle şiir yazmıştır.
  • Düşünen adamdan çok yapan adam özelliği taşımaktadır.
  • Tiyatroları oynanmaya uygun değildir.(Macera-yı Aşk, Sabru Sebat, İçli Kızlar, Finten, Nesteren, Liberte )
  • Romantizmin etkisinde, metafizik konuları, ölüm, aşk gibi temalar içeren eserler vermiştir.
  • Makber, Ölü, Bunlar O’dur, Hacle, Garam, İlham-ı Vatan şiir kitaplarıdır.

MUALLİM NACİ (1850-1893)

  • Recaizade Mahmut Ekrem’le eski- yeni kavgasında eski’yi savunmuştur.
  • Batılı tarzda şiirler de yazmıştır.
  • Dili ağırdır ;ancak başarılıdır.
  • Eserleri: Ateşpare, Füruzan (bkz. Füruzan kimin eseri?), Şerare (şiir) Demdeme, Muallim (eleştiri), Islahat-ı Edebiye (sözlük)

NABİZADE NAZIM (1862-1893)

  • İlk köy romanımız kabul edilen: Karabibik’i yazmıştır.
  • Realizm, natüralizm’in öncülerinden sayılır.
  • İlk psikolojik roman denemesi sayılan: Zehra’yı yazmıştır.

TANZİMAT EDEBİYATINDA ROMAN ve HİKÂYE

  • Bütün eserler teknik açıdan zayıftırlar.
  • Duygusal ve acıklı konular işlenmiştir.
  • Yazarlar olaylara müdahalede bulunmuştur.
  • Eserlerde karakter oluşturulamamıştır. Genellikle ya iyi ya da kötü özellik taşıyan tipler kullanılmıştır.
  • İyiler eserlerin sonunda mükâfat alırlar, kötüler de cezalarını alırlar.
  • Tanzimat ikinci dönemin sanatçıları birinci döneminkilere göre daha başarılı olmuştur.

TANZİMAT EDEBİYATINDA ELEŞTİRİ

  • Bu dönemde genellikle “eski- yeni” kavgasına dayanan eleştiriler olmuştur.
  • Namık Kemal’in Ernest Renan’ı eleştiren Renan Müdafaanamesi bu dönemin önemli eserlerindendir.
  • Muallim Naci ile Recaizade Mahmut Ekrem arasındaki Demdeme – Zemzeme tartışması da bu dönemin önemli örneklerindendir.

TANZİMAT EDEBİYATINDA TİYATRO

  • Tiyatro ilk defa bu dönemde görülmeye başlanmıştır.
  • İlk tiyatro örneği Şinasi’nin Şair Evlenmesi’dir.
  • İlk dönemin sanatçıları tiyatroyu bir eğitim aracı olarak görmüşlerdir.
  • İkinci dönemin sanatçıları da tiyatroyu eğlence olarak görmüşler; ancak onların tiyatroları oynanmak için değil okunmak için yazılmışlardır.

Servet-i Fünun (Edebiyat-ı Cedide):

  • Recaizade Mahmut Ekrem’in önderliğinde Servet-i Funun Dergisi etrafında toplanan bazı gençler Tevfik Fikret’in derginin başına getirilmesiyle edebi bir topluluk özelliği kazanır.
  • Sonraları Cenap Şahabettin, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Celal Sahir Erozan, Ali Ekrem Bolayır, Halit Ziya Uşaklıgil’in katılımıyla genişler.
  • Devlet yönetiminin baskıcılığını bahane ederek toplumsal konulara eğilmediler.
  • Fransız edebiyatından etkilendiler.
  • Aruz başarıyla ölçüsü kullanılmıştır.(Sadece Tevfik Fikret “Şermin” adlı eserini hece ölçüsüyle yazmıştır.)
  • Hep uzak ülkelere gitme hayaliyle yaşadılar.
  • Sanat, sanat içindir ilkesine bağlı kaldılar.
  • Nazım (şiir) nesre (düz yazı) yaklaştırılmıştır. Konu bütünlüğüne önem verilmiştir.(bkz. Mensur Şiir )
  • Batı’dan sone ve terza-rima gibi yeni nazım şekilleri alınmıştır.
  • Roman dalında Halit Ziya oldukça başarılı eserler vermiştir.
  • Şiirde parnasizm ve sembolizmden etkilenmişlerdir.

SERVET-İ FUNUN EDEBİYATININ SANATÇILARI

TEVFİK FİKRET (1867-1915)

  • Kendi akımının ve Türk edebiyatının en önemli şairlerindendir.
  • Aruz ölçüsünü Türkçeye başarıyla uygulamıştır.
  • Fen, bilim, teknik onun kalemiyle şiirimize girmiştir.
  • Parnasizm akımından etkilenmiştir.
  • Şiiri düz yazıya yaklaştırmıştır.
  • Şermin adlı eserinde hece ölçüsünü kullanmıştır.
  • Servet-i Funun’dan sonra herhangi bir topluluğa katılmamış, bazı sosyal şiirler yazmıştır.
  • Türk edebiyatında ilk defa İstanbul’u eleştiren şair olmuştur.(Sis şiiri)
  • Mehmet Akif ile atışmışlardır. Oğlu Amerika’ya okumak için gider; ancak papaz olur.
  • Eserleri: Rubab-ı Şikeste, Haluk’un Defteri, Rubab-ın Cevabı, Tarih-i Kadim, Doksan Beşe Doğru, Şermin

HALİT ZİYA UŞAKLIGİL (1866-1945)

  • Birçok edebi türde eser vermesine rağmen asıl ününü romanlarda bulmuştur.
  • Sanatlı bir söyleyişi, iyi bir gözlemciliği vardır.
  • Romanlarında üst tabakanın hayat özelliklerini işlemesine rağmen hikâyelerinde sıradan insanları işlemiştir.
  • Realizm ve natüralizmi benimsemiştir.
  • Eserleri teknik açıdan kuvvetlidir, bu yönüyle romancılığımızın üstadı sayılır.
  • Şiirleri düz yazıya oldukça yakındır.
  • Eserleri: Aşk-Memnu, Mai ve Siyah, Kırık Hayatlar, Bir Ölünün Defteri, Aşka Dair, Kâbus…

CENAP ŞAHABETTİN (1870-1934)

  • Sanat, sanat içindir görüşünü benimsemiştir.
  • Halk arasında birçok dizesi atasözü gibi kullanılmaktadır.
  • Dilini süslemiş, kelime oyunları bol, söz sanatları oldukça fazla kullanmıştır.
  • Şaire göre “şiir kelimelerle resim yapma işidir.”
  • Eserleri: Hac Yolunda, Evrak-ı Eyyam, Tamat, Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh, Afak-ı Irak Tiryaki Sözleri.

MEHMET RAUF (1876-1931)

  • İlk psikolojik romanımız olan “EYLÜL”ü yazmıştır.
  • Çok fazla bir edebi kimliği yoktur.
  • Halit Ziya’nın etkisinde kalmıştır.

Serveti Fünun Edebiyatı Diğer Yazar ve Şairleri:

  • Hüseyin Cahit Yalçın
  • Ahmet Hikmet Müftüoğlu
  • Süleyman Nazif
  • Ali Ekrem Bolayır
  • Faik Ali Ozansoy
  • İsmail Safa
  • Ahmet Reşit Rey
  • Hüseyin Siret Özsever

SERVET-İ FUNUN DÖNEMİNİN BAĞIMSIZ İSİMLERİ

MEHMET AKİF ERSOY (1873-1936)

  • Sanatı toplum için kullanmıştır.
  • Mücadeleci fikir adamıdır.
  • Hayatı, olduğu gibi edebiyata yansıtmıştır.
  • Aruzu başarıyla kullanmıştır.
  • Epik -lirik şiiri ustaca kullanmıştır.
  • İslam birliği (ümmet bilinci) ni yerleştirmek için uğraşmıştır.
  • Tek eseri “SAFAHAT”tır.

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR (1864-1944)

  • Realist-natüralist bir yazardır.
  • Toplum için sanat görüşündedir.
  • Hemen her şey onun eserlerine konu olmuştur.
  • Mizaha, günlük konuşmalara çok sık başvurmuştur.
  • Ona göre roman sokağın aynasıdır.
  • Yabancı hayranlığı, mürebbiye takıntısını, kadın dedikodularını eserlerinde sıkça işlemiştir.
  • Eserleri İstanbul merkezlidir. Anadolu yoktur.
  • Eserleri: Şık, Mürebbiye, İffet, Şıpsevdi, Gulyabani, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Ben Deli Miyim? Nimetşinas

AHMET RASİM (1865-1932)

  • Eserlerinde ele aldığı kişilerin geleneklerinden, göreneklerinden, inançlarından bahsetmiştir.
  • Yapıtlarında sohbet havası vardır.
  • Servet-i Fünundan uzak durmuştur, Ahmet Mithat Efendi’nin edebi çizgisini izlemiştir.
  • Eserlerinde yaşadığı döneme ait ayrıntılı bilgiler vermiştir.
  • Kadın-erkek ilişkileri konusunu eserlerinde katı ahlakçı bir tutumla işlemiştir.
  • Şarkı da bestelemiştir…
  • Başlıca eserleri: Hamamcı Ülfet (1922), Fuhş-ı Atik (1924), İki Güzel Günahkar, Afife, Kitabe-i Gam, Şehir Mektupları, Falaka, Muharrir Şair Edip, Ramazan Sohbetleri, Menakıbı İslam, Eşkali Zaman, Ciddü Mizah, Gülüp Ağladıklarım, Muharrir Bu Ya, Osmanlı Tarihi, İki Hatıra Üç Şahsiyet, İstibdattan Hakimiyeti Milliyeye, Romanya Mektupları

Fecri Ati Edebiyatı Özellikleri, Temsilcileri, Fecr-i Ati Şiiri

24 Temmuz 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet’ten sonra ülkede canlı ve hareketli bir edebiyat hayatı başlamıştır. Edebiyatta ki bu canlılık aslında ülkede II.Meşrutiyet’in getirdiği özgürlük ortamı içinde her türlü fikrin serbestçe tartışılabilir hale gelmiş olmasındandır. II.Meşrutiyet’in ilanından sonraki devirde edebiyatımız biraz da Abdülhamid’in baskılı rejiminden kurtularak imparatorluğu çepeçevre saran siyasi olayların içine girmiştir.

Bu yılların edebiyat ortamında edebiyata hevesli İstanbul gençlerinden bir grup 1909 da Fecr-i Ati adında bir topluluk kurarlar. Ülküleri Servet-i Fünun topluluğuna benzeyen fakat onlardan daha ileri bir edebiyat topluluğu meydana getirmektir. Bu sanatçılar da tıpkı Edebiyatı Cedideciler gibi Servet-i Fünun dergisini kendi eser ve görüşlerini yazacak bir organ saymışlar, edebiyatta yapmak istediklerini de bir bildiri ile açıklamışlardır.

Bu bildiride yeni görüşün hangiprensiplere sahip olduğu ve çizilmiş bir hedefe benzer hususlaryoktur. Edebi bir görüşün belirtilmesinden çok,genç edebiyatçılarınbirlikte hareket edecekleri ve topluca çalışıp yazacakları açıklanmıştır. Önemlibir prensip ortaya koyamayan ve Servet-i Fünuncular kadar etkili bir ekol olamayan Fecri Ati topluluğunun daha sonraları ortaya çıkan gaye ve prensibişöyle özetlenebilir: “Sanat, şahsi ve muhteremdir.”

Ne var ki topluluğun üyelerinin hem yaş olarak çok genç olmaları,hem kültür yönünden oldukça zayıf bulunmaları,hem de edebiyatımızda yeni bir çığır açacak önemli prensipler ortaya koyamamış bulunmaları yüzünden Milli Edebiyat Hareketi’ni savunanlarca çok kolay bertaraf edilmişlerdir. Zaten Fecri Ati topluluğu varlıklarını gösterebilmek için sık sık kendilerinden öncekileri hırpalayan eleştiriler kaleme almaktan, Edebiyatı Cedideciler’in dil anlayışlarını sürdürüp bazı batı örnekleri teklifinden başka önemli bir rol oynayamamışlardır.

Ali Canip Yöntem’in o zaman Selanik’te topluluğun muhabir azası olmasına rağmen, onların fikirlerini de eleştirmesi belli bir edebi görüş birliğinin Kurulmamış olduğunu gösterir. Bu yüzden Fecri Aticiler daha fazla dayanamayıp iki yıl sonra Balkan Savaşı içinde dağılmışlardır.

Fecri Ati topluluğunun yazarları şunlardır:

  • Ahmet Haşim,
  • Celal Sahir,
  • Emin Bülent,
  • Mehmet Fuat,
  • Tahsin Nahit,
  • Faik Ali,
  • Refik Halit,
  • Yakup Kadri,
  • Hamdullah Suphi,
  • Fazıl Ahmet,
  • Şahabettin Süleyman …

Sonuç olarak bu topluluktan edebiyat tarihimize önemli bir ekol değil, bir kaç tane isim kalmıştır. Yakup Kadri, Refik Halit, Ahmet Haşim ve Fuat Köprülü. Bunlardan Ahmet Haşim dışında diğerleri Milli Edebiyat akımının önemli ölçüde etkisi altında kalarak, yazı hayatına devam etmişlerdir. Bilhassa Fuat Köprülü, daha sonraları yaptığı ilmi araştırmalarla Milli Edebiyat hareketinin aydınlanıp yayılmasına önemli katkılarda bulunmuştur.

Fecr-i Ati Edebiyatı’nın Özellikleri

– 20 Mart 1909’da Hilal Matbaası’nda toplanan Şahabettin Süleyman, Yakup Kadri, Refik Halit, Cemil Süleyman, Köprülüzade Mehmet Fuat, Tahsin Nahit, Emin Bülent, Ali Süha, Faik Ali ve Müfit Ratib gibi yeni bir hareket başlatmayı planlar. Ahmet Haşim de bu harekete katılır. Böylece Fecr-i Ati Encümen-i Edebisi Beyannamesi, 24 Şubat 1910’da yayımlanır. Fecr-i Ati edebiyatı, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Servet-i Fünûn dergisinde yayımlanan bir bildiriyle başlar.

– Edebiyatımızda ilk edebi bildiriyi (manifesto/ beyanname) yayımlayan topluluktur.

– Edebiyatımızda ilk edebî topluluktur.

– Servet-i Fünûn edebiyatına tepki olarak doğmuştur.

– “Sanat şahsi ve muhteremdir.” (Sanat kişisel ve saygıya değerdir) görüşüne bağlıdırlar.

– “Edebiyat ciddi ve önemli bir iştir, bunun halka anlatılması lazımdır.” görüşüne sahiptirler.

– Batıdaki benzerleri gibi dil, edebiyat ve sanatın gelişmesine, ilerlemesine hizmet etmek; gençleri bir araya getirmek; seviyeli fikir münakaşalarıyla halkı aydınlatmak; değerli ve önemli yabancı eserleri Türkçeye kazandırmak; Batıdaki benzer topuluklarla temas kurmak, böylece Türk edebiyatını Batı edebiyatına yaklaştırmak, Batı edebiyatını Türk edebiyatına tanıtmak amacındadırlar.

– Servet-i Fünûn’a bir tepki olarak ortaya çıkmasına rağmen, şiir sahasında bu edebiyatın özelliklerini sürdürürler.

– Şiirlerinde işledikleri başlıca temalar tabiat ve aşktır.

– Tabiat tasvirleri gerçekten uzak ve subjektiftir.

– Dil bakımından Servet-i Fünûn’un devamıdır. Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalarla dolu, günlük dilden uzak ve kapalı bir şiir dili oluşturmuşlardır.

– Aruz veznini kullanarak serbest müstezat türünü daha da geliştirmişlerdir.

– Fecr-i Aticiler tiyatro ile yakından ilgilenmişlerdir.

– Şiirde özellikle Sembolizmin etkisi söz konusudur. Hikâyede Maupassant, tiyatroda ise Henrich İbsen örnek alınır.

– Belli bir sanat anlayışında, belli değer ölçüleri etrafında birleşmeyi değil, ferdi hürriyeti ve bunun sonucu olarak da çeşitliliği savundukları için kısa sürede dağılmışlardır.

– Dağılmalarında özellikle Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’in çıkardıkları Genç Kalemler dergisi etkilidir. Yani Milli Edebiyat hareketinin başlaması Fecr-i Ati’yi bitirir.

– Fecr-i Ati, Edebiyat-ı Cedide ile Milli Edebiyat arasında bir köprü görevi görür.

-Fecr-i Ati’nin en önemli temsilcisi Ahmet Haşim’dir.

Fecri Ati Beyannamesine imza atan sanatçılar:

  1. Ahmet Haşim,
  2. Ahmet Samim,
  3. Emin Bülent (Serdaroğlu),
  4. Emin Lami,
  5. Tahsin Nahit,
  6. Celal Sahir (Erozan),
  7. Doktor Cemil Süleyman,
  8. Hamdullah Suphi (Tanrıöver),
  9. Refik Halit (Karay),
  10. Şahabettin Süleyman,
  11. Abdülhak Hayri,
  12. İzzet Melih (Devrim),
  13. Ali Canip (Yöntem),
  14. Ali Süha (Delibaşı),
  15. Faik Ali (Ozansoy),
  16. Fazıl Ahmet (Aykaç),
  17. Mehmet Behçet (Yazar),
  18. Mehmet Rüştü,
  19. Mehmet Fuat (Köprülü),
  20. Müfit Ratib,
  21. Yakup Kadri (Karaosmanoğlu),
  22. İbrahim Alaattin.

– Milli Edebiyat’ın başlamasıyla Hamdullah Suphi, Ali Canib ve Celal Sahir’in bu harekete katılmalarıyla topluluk 1912’de dağılmıştır. Yalnızca Ahmet Haşim Fecr-i Ati edebiyatının temel ilkelerine bağlı kalmış ve Milli edebiyat hareketine katılmamıştır.

– Fecri Ati’nin görüşlerini, Yakup Kadri, Celal Sahir, Ahmet Haşim, Müfit Ratip, Mehmet Fuat ve Ali Canib Resimli Kitap adlı dergide; Mehmet Rauf, Hüseyin Suat ve Raif Necdet de eleştirilere Servet-i Fünûn’da cevap verdiler.

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ (1911-1923)

II. Meşrutiyet’ten sonra başlayan ulusçuluk akımı her alanda olduğu gibi edebiyatta da kendisini göstermiş ve “Milli Edebiyat” akımı ile ulusal kaynaklara dönülme ilkesini benimsemiştir.

1911’de Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’in yayımladıkları “Genç Kalemler” dergisiyle başlayan akım, kısa sürede değişik sanat anlayışlarını savunan sanatçılar tarafından da benimsenmiştir.

Sade ve arı bir Türkçe ile yazılan eserler yurt sorunları ve ulusal değerleri ortaya çıkarma amacını gütmüşlerdir. Özellikle öykü ve roman alanında Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin ve Refik Halit Karay bu akımın en güzel örneklerini vermişlerdir.

Bu dönemde ayrıca milli edebiyat kavramı altında toplanan fakat dünya görüşleri ve şiir anlayışları farklı olan şairler de yetişmiştir. Nitekim şiirlerini akımın temel özelliği olan hece ölçüsü yerine aruz ölçüsü ile yazan Türk İstiklal Marşı’nın yazarı Mehmet Akif Ersoy, gerçekçi bir tutumla toplumsal konulara yönelmiş; temelde Osmanlıcı ve gelenekçi kabul edilen Yahya Kemal Beyatlı, yeni-klasik bir şiir geliştirmiş; egemen ideolojilerin dışında kalan Ahmet Haşim ise izlenimci ve simgeci bir anlayışla “Saf Şiir”i savunmuştur.

Milli Edebiyat Akımı Türk edebiyatında toplum ve ülke meselelerine geniş yer veren, sade Türkçeyi ve hece veznini kullanma yoluna giden edebiyat akımı (1911-1923), 1860’tan sonra benimsenen ve II. Abdülhamid tarafından da desteklenen “Osmanlıcılık” ideolojisi, Balkan savaşından sonra imparatorluk sınırları içinde patlak veren bağımsızlık mücadeleleri sonucu, geçerliğini kaybetti.

1908’den sonra Müslüman toplumları birleştirmek ve kalkındırmak, Hıristiyan devletleri karşısında bir denge unsuru durumuna getirmek amacını güden “İslamcılık” ideolojisinin yanında, önce edebiyat ve fikir adamlarınca ortaya atılan, sonradan siyasi nitelik kazanan milliyetçilik akımı da gelişme gösterdi.

Milliyetçilik hareketi, kısa bir süre sonra ” Türkçülük” adı altında, dernek ve yayın organlarının (Türk Derneği, Türk Yurdu ve aynı adlarla çıkardıkları dergiler) kurulmasıyla siyasi yönden teşkilât kurmağa başladı. Türk Yurdu derneği, bir yıl sonra (1912) yerini Türk Ocağı’na bıraktı.

Yayımı 1913’te başlayan Halka Doğru dergisi, halkın toplumsal seviyesine inmeyi amaç edindi. İmparatorluktaki milliyetçilik hareketleri, o sırada iktidarda bulunan ittihat ve Terakki cemiyetince desteklendiği için kısa zamanda büyük gelişme gösterdi. Milliyetçilik, özellikle Türkçülük hareketinin önderi durumunda olan Ziya Gökalp, yazılarıyla ve İstanbul üniversitesinde verdiği sosyoloji dersleriyle, hem milliyetçilik ilkelerinin aydınlarca benimsenmesinde, hem de milli bir edebiyatın yaratılmasında başlıca etken oldu.

Selanik’te, Ömer Seyfettin, Âkil Koyuncu, Rasim Haşmet ve Fecriati’cilerden bazılarının çıkardıkları Genç Kalemler (1911) dergisiyle, milliyetçilik akımı edebiyat alanına girdi. Genç Kalemler dergisi ilk olarak “milli edebiyat” deyimini ortaya attı ve böyle bir edebiyatın oluşturulması görevini de üstüne aldı. Dergi yazarları ilk olarak dilin millileştirilmesiyle ise başladılar.

Dili sadeleştirme konusunda birtakım ilkeler tespit ettikten sonra edebiyatta da taklitçilikten kaçınılmasını, sanatçıların, Türk halkının hayatına yönelerek yaratıcı nitelikler kazanmalarını ve yapıcı eserler vermelerini istediler. “Hikâye, roman ve tiyatro, konularını ve kişilerini yerli hayattan almalıdır” ilkesini benimsediler. Milli edebiyat temsilcilerinin edebiyat ve özellikle dil anlayışları, Servetifünun’cular ve fecriati’ciler büyük tepki uyandırdı.

Mehmed Rauf, Halid Ziya, Cenab Şahabeddin, Hüseyin Cahid, Süleyman Nazif, Yakup Kadri, Köprülüzade Mehmed Fuad’ın itirazları şunlardı: “Yeni dil ancak bilim dili olabilir, sanat eserleri milletlerarasıdır, bu bakımdan edebiyat da milli olamaz, Genç Kalemler’in milli edebiyat anlayışı ırki bir nitelik taşımaktadır v.d.”. Genç Kalemler dergisinde bu itirazlara karşı devamlı yazılar çıkıyordu. Bu karşılıklı tartışmaların yapıldığı sırada fecriati’cilerden Hamdullah Suphi ve Celâl Sahir, Genç Kalemler’in yeni dil konusundaki görüşünü benimsediklerini bildirdiler.

Genç Kalemler dergisi kapandıktan (Eylül 1912) sonra yazarlarının birçoğu İstanbul’a geldiler, Türk Yurdu ve öteki milliyetçi dergilerde yazmağa başladılar. Milli edebiyat akımına karşı çıkanların ve yeni yetişen gençlerin de katılmasıyla grup genişledi ve etki alanları da aynı oranda büyüdü. Türkiye’de cumhuriyet ilân edilirken milli edebiyat akımı temsilcilerinin büyük çabalarıyla, bazı yazarların (Cenab Şahabeddin, Süleyman Nazif, Ali Kemal) şiddetle karşı koymalarına rağmen, konuşma dili edebiyat dili olarak yaygınlaştı.

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ DİL VE ÜSLÛP

“Genç Kalemler” dergisi yazarları, milli bir edebiyatın, dilin millileştirilmesiyle yaratılacağına inanmışlardı.

Edebiyatı cedide’cileri ve fecriati’cileri, Arapça ve Farsçanın etkisi altında kalan bir dili (Osmanlıca) kullandıkları gerekçesiyle suçladılar, “Yeni lisan” adını verdikleri davalarını gerçekleştirmeğe çalıştılar. Bu konudaki başlıca amaçları şunlardı:

1. Arapça ve Farsça dilbilgisi kuralları ile bazı istisnalar dışında bu kurala göre yapılmış tamlamaların kullanılmaması;

2. Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçedeki kullanılışlarına göre değerlendirilmesi, bu dillere ait kelimelerin yerine mümkün olduğu kadar Türkçelerinin kullanılmasına dikkat edilmesi;

3. Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçe telaffuzlarına göre yazılması;

4. Bilim dilinde kullanılan Arapça ve Farsça terimlerin kullanılmasına devam edilmesi;

5. Öteki Türk lehçelerinden kelime alınmaması;

6. Konuşmada, İstanbul şivesinin esas olarak kabul edilmesi. İstanbul konuşması esas alınarak yeni bir yazı dilinin meydana getirilmesi.

MİLLİ EDEBİYATIN SANATÇILARI

ÖMER SEYFETTİN (1884-1920)

  • Türk edebiyatının en önemli hikâyecisidir.
  • Yeni Lisan adlı makalesi Milli Edebiyatın kanunlarının ilanı sayılır.
  • Sade dil akımının öncüsüdür.
  • Anadolu’nun insanın hayat şartlarını hikâyelerini yansıtmıştır.
  • Dilde, fikirde, işte milliyetçilik fikrini yerleştirmiştir.
  • Çocukluk anıları, efsaneleri hikâyelerinde işlemiştir.
  • Eserleri: Bomba, Yalnız Efe ,Efruz Bey, İlk Düşen Ak, Yüksek Ökçeler, Gizli Mabet, Bahar ve Kelebekler.

ZİYA GÖKALP (1876-1924)

  • Türk milliyetçiliğini esaslara bağlamıştır.Sistematize etmiştir.
  • Sosyal hayatı ve kurumlarımızı Batı’ya göre düzenlenmelidir.
  • Eserlerinde halk dilini kullanmıştır.
  • Halkın dertlerini isteklerini yansıtmaya çalışmıştır.
  • “Türkçülük, Türk milletini yükseltmektir” diyerek bu ifade doğrultusunda hareket etmiştir.
  • Eserleri:Türkçülüğün Esasları, Kızıl Elma, Türkleşmek-İslamlaşmak -Muasırlaşmak, Türk Medeniyet Tarihi, Malta Mektupları.

MEHMET EMİN YURDAKUL (1869-1944)

  • Anadolu insanın yabancılara başkaldırısını çok güzel yansıtmıştır.
  • Toplumcu sanat anlayışıyla milliyetçi çizgide eserler vermiştir.
  • Hece ölçüsü kullanılmıştır.
  • Eserleri: Türkçe Şiirler, Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Ordunun Destanları, Zafer Yolunda, Turana Doğru, İsyan ve Dua, Mustafa Kemal, Fazilet ve Adalet.

YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU (1889-1974)

  • Edebiyatın her alanında eser vermiştir. Fecr-i Ati’nin dağılmasından sonra Milli Edebiyat içinde yer almıştır.
  • Çoğunlukla içinde yaşadığı toplumun dertlerini eserlerinde işlemiştir.
  • Anadolucu, Atatürkçü bir çizgide kalmıştır.
  • Esas ününü romancılık alanında bulmuştur.
  • Kuvvetli bir gözlem gücü vardır.
  • Realist bir çizgide yaşamıştır.
  • Eserlerinde aydın-halk çatışmasını yansıtmıştır.
  • Eserleri:

    Roman: Kiralık Konak, Ankara, Nur Baba, Hüküm Gecesi,Sodom ve Gomore, Yaban, Bir Sürgün, Panorama

    Hikâye: Milli Savaş Hikâyeleri, Rahmet

    Diğer: Erenlerin Bağından, Zoraki Diplomat, Vatan Yolundan, Anamım Kitabı

HALİDE ADİP ADIVAR (1884-1964)

  • Edebiyatçılığının yanında bir asker gibi cephe gerisinde mücadele vermiştir.
  • Romanlarında aşk, kadının psikolojisini, doğu-batı çatışmasını, eski-yeni kavgasını işlemiştir.
  • Romanlarında kuvvetli bir gözlem vardır.
  • Kurtuluş Savaşı eserlerinde çokça yer edinmiştir.
  • Edebiyatın hemen her alanında eser vermiştir.
  • Dili çok başarılı değildir.
  • Eserleri: Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Türkün Ateşle İmtihanı, Sinekli Bakkal, Mor Salkımlı Ev, Dağa Çıkan Kurt, Tatarcık, Zeyno’nun Oğlu.

REŞAT NURİ GÜNTEKİN (1889-1958)

  • Anadolu’nun dertlerini, sıkıntılarını, inançlarını eserlerinde işlemiştir.
  • Sade ve yapmacıksız bir dil kullanmıştır.
  • “Çalıkuşu” romanı en ünlü eseridir.(aslında bir tiyatro eseri olarak yazılmıştır)
  • Müfettişlik yaptığı için Anadolu’yu gezmiş ve onların sıkıntılarını, sevinçlerini edebi eserlerinde sıkça kullanmıştır.
  • Eserleri: Çalıkuşu, Damga, Dudaktan Kalbe, Acımak, Yeşil Gece, Yaprak Dökümü, Kızılcık Dalları, Gökyüzü, Eski Hastalık, Ateş Gecesi, Miskinler Tekkesi

REFİK HALİT KARAY (888-1965)

  • Halk dilini eserlerinde oldukça başarılı olmuştur.
  • Kuvvetli bir gözlemciliği vardır; ancak iç gözlemde başarılı değildir.
  • Eserleri: Memleket Hikâyeleri, İstanbul’un İçyüzü, Yezidin Kızı, Çete, Sürgün, Bu Bizim Hayat, Kadınlar Tekkesi, Karlı Dağdaki Ateş.

YAHYA KEMAL BEYATLI (1884-1958)

  • Modern edebiyatımızın en büyük şairlerindendir.
  • Batılı tarzda şiirimize düzen vermiştir.
  • Aruzu Türkçeye başarıyla uygulamıştır. “OK” şiiri hariç bütün şiirlerini aruzla yazmıştır.
  • Şiir musikiden başka bir musiki”dir derdi.
  • Parnasizmden etkilenmiştir.
  • İstanbul’u, Osmanlı’nın ihtişamlı zamanında gezmek, tabiat, ölüm, rintlik gibi konuları işlemiştir.
  • Şiirlerinin mükemmel olması için uğraş vermiştir, bu konuda oldukça titizdir.
  • Edebiyatın hemen her alanında eser vermiştir; ancak asıl ününü şiirde kazanmıştır.
  • Eserleri: Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgârıyla, Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Portreler, * Rubailer ve Hayyam’ın Rubailerini Türkçe Söyleyiş.

PEYAMİ SAFA (1899-1961)

  • Geçim derdiyle yazarlığa başlamıştır.
  • Bir ayağından sakat olduğu için bu psikolojiyi eserlerine yansıtmıştır.
  • “Server Bedii” lakabıyla eser yazmıştır.
  • Edebiyat, felsefe, tıp, psikoloji alanında yeterli bir bilgin sayılır.
  • Psikolojik çözümlemeleri çok başarılıdır.
  • Eserleri: Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Sözde Kızlar, Mahşer Bir Akşamdı, Canan, Matmazel Noralya’nın Koltuğu, Atilla, Harbiye, Şimşek. gibi eserleri vardır.

HECENİN BEŞ ŞAİRİ (BEŞ HECECİLER)

Bu şariler 1917de Selanik’te “Genç Kalemler”le başlayan Milli Edebiyat akımının ilklerine bağlı olarak, halk şiirimizin özelliklerinden, yerli kaynaklarımızdan yararlanarak, şiirimizin aruzdan heceye geçişinde önemli rol aynamışlardır. Şiirlerinde Anadolu manzaralarını ve Anadolu yaşayışını coşkulu bir dille işlemişlerdir. Hece ölçüsünün genellikle 11’li ve 14’lü kalıbını kullanmışlardır. Daha sonraları, yeni biçimler arayarak oldukça uzun şiirler de yazmışlardır. Eserlerindeki dil ise konuşma dilidir. Bu şarirlerimiz şunlardır:

  • Halit Fahri Ozansoy
  • Enis Behiç Koryürek
  • Yusuf Ziya Ortaç
  • Orhan Seyfi Orhon
  • Faruk Nafiz Çamlıbel

Beş Hececiler (Hecenin Beş Şairi)

Şiire 1. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarında başlayan, Mütareke yıllarında şöhret kazanan hececiler, Anadolu’yu ve vasat insan tipini şiire soktular. Memleket sevgisi, yurt güzellikleri, kahramanlık ve yiğitlik, işledikleri başlıca konulardır. Hecenin bu beş şairi millî edebiyat akımından etkilenmiş ve aruzu bırakarak şiirlerinde heceyi kullanmaya başlamışlardır. Bunda da oldukça başarılı olmuşlardır.

Beş Hececiler’in Şiir Anlayışı ve Özellikleri

  • Hecenin beş şairi adıyla da anılan bu sanatçılar milli edebiyat akımından etkilenmiş ve şiirlerinde hece veznini kullanmışlardır.
  • Şiirde sade ve özentisiz olmayı ve süsten uzak olmayı tercih etmişlerdir.
  • Beş hececiler şiire birinci dünya savaşı ve milli mücadele döneminde başlamışlardır.
  • Beş hececiler ilk şiirlerinde aruz veznini kullanmışlar daha sonra heceye geçmişlerdir.
  • Şiirde memleket sevgisi, yurdun güzellikleri, kahramanlıklar ve yiğitlik gibi temaları işlemişlerdir.
  • Hece vezni ile serbest müstezat yazmayı da denediler.
  • Mısra kümelerinde dörtlük esasına bağlı kalmadılar yeni yeni biçimler aradılar.
  • Nesir cümlesini şiire aktardılar ve düzyazıdaki söz dizimini şiirlerde de görülmesi beş hececiler de çok rastlanan bir özelliktir.

Beş hececiler şu sanatçılardan oluşmuştur:

  1. Faruk Nafiz Çamlıbel,
  2. Yusuf Ziya Ortaç,
  3. Enis Behiç Koryürek,
  4. Halit Fahri Ozansoy,
  5. Orhan Seyfi Orhon

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL (1898-1973)

  • Şiire 1.dünya savaşında aruzla başladı. Daha sonra da hece vezniyle şiirler yazmaya başladı; fakat, heceyle şiirler yazarken aruzla de yazmaya devam etti.
  • Duygu ve düşünceyi bir arada yürüten, romantik ve realist konu ve hayatları işleyen şiirleriyle ün yapmıştır.
  • Şiirlerinde Anadolu’yu ve memleket sevgisini anlatır.
  • Şiirlerindeki başlıca temalar aşk, hasret, tabiat, ölüm, kahramanlık ve ihtirastır.
  • Dili sadece akıcıdır. Söz sanatlarına yer veren güçlü bir üslubu vardır.
  • Eserleri: Han Duvarları, Dinle Neyden, Çoban Çeşmesi, Gönülden Gönüle, Bir Ömür Böyle Geçti, Elimle Seçtiklerim, Heyecan ve Sükun Tiyatroları: Özyurt, Canavar, Akın, Kahraman

ENİS BEHİÇ KORYÜREK (1891-1949)

  • İlk şiirlerini Servet-i Fünun etkisinde yazdı.
  • Şiire aruz vezniyle bşlamıştır.
  • Hece ile yazdığı ilk şiirlerinde aşk duygularına yer vermekle beraber, daha sonra kurtuluş savaşı yıllarında milli duyguları ve tarihi kahramanlıkları işleyen heyecan yüklü epik şiirler yazmıştır.
  • Eserleri: Miras ve Güneşin Ölümü adlı şiir kitabı vardır.

HALİT FAHRİ OZANSOY (1891-1971)

  • Şiire aruzla başlamıştır. Aruza veda adlı şiiriyle, aruz veznini bırakıp heceye yönelmiştir.
  • Şiirlerinde çoğunlukla egzotik sahnelere, hüzün ve melankoli gibi bireysel duygulara, aşk ve ölüm temalarına rastlanır.
  • Şiirlerinde konuşulan Türkçe’yi başarıyla kullanmıştır.
  • Şiir, roman ve tiyatro türlerinde eserler vardır.
  • Eserleri: Baykuş, Efsaneler, Cenk Duyguları, Hayalet.

YUSUF ZİYA ORTAÇ (1896-1967)

  • Yusuf Ziya da diğerleri gibi şiire aruzla başlamış daha sonra heceye geçmiştir.
  • Şiirlerinde günlük hayatın çeşitli görünümlerini sade bir dille işlemiştir.
  • Akbaba adlı mizah dergisini çıkarmıştır.
  • Eserleri: Akından Akına, Bir Rüzgar Esti, Yanardağ, Aşıklar Yolu.

ORHAN SEYFİ ORHON (1890-1972)

  • Şiire aruzla başlar daha sonra heceyle devam eder.
  • Şiirlerinde daha çok şahsi konuları işler.
  • Bazı şiirlerinde halk şiirinin şekillerini de kullanmıştır.
  • Bireysel duyguları işleyen ,ahenkli,ve zarif şiirlerinde temiz duru bir Türkçe kullanmıştır.
  • Eserleri: Fırtına ve Kar, Gönülden Sesler, Peri Kızı İle Çoban, O Beyaz Bir Kuştu.

Cumhuriyet Edebiyatı Genel Özellikleri – Akımlar – Şairler – Yazarlar

 

* Aruz ölçüsü bırakılmıştır. Serbest ölçüve hece ölçüsü kullanılmıştır.

* Dilde sadeleşme hareketi başarıya ulaşmış ve İstanbul Türkçesi esas alınmaya başlanmıştır.

* Edebiyatımız İstanbul aydınlarının tekelinden kurtulmaya başlanmıştır. Anadolu’dan aydın yetişmeye başlamıştır.

* Romanda ve hikâyede halk gerçekleri tamamen yerleşmiştir.

* Uluslar arası düzeyde sanatçı yetişmiştir.

* Tiyatro ve deneme alanında büyük gelişmeler gösterilmiştir.

* Bu dönemden itibaren farklı edebi topluluklar ortaya çıkmaya başlamıştır.

BEŞ HECECİLER

  • Hecenin beş şairi adıyla da anılan bu sanatçılar milli edebiyat akımından etkilenmiş ve şiirlerinde hece veznini kullanmışlardır.
  • Şiirde sade ve özentisiz olmayı ve süsten uzak olmayı tercih etmişlerdir.
  • Beş hececiler şiire birinci dünya savaşı ve milli mücadele döneminde başlamışlardır.
  • Beş hececiler ilk şiirlerinde aruz veznini kullanmışlar daha sonra heceye geçmişlerdir.
  • Şiirde memleket sevgisi, yurdun güzellikleri, kahramanlıklar ve yiğitlik gibi temaları işlemişlerdir.
  • Hece vezni ile serbest müstezat yazmayı da denediler.
  • Mısra kümelerinde dörtlük esasına bağlı kalmadılar yeni yeni biçimler aradılar.
  • Nesir cümlesini şiire aktardılar ve düzyazıdaki söz dizimini şiirlerde de görülmesi beş hececiler de çok rastlanan bir özelliktir.
  • Beş hececiler şu sanatçılardan oluşmuştur: Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Orhan Seyfi Orhon

YEDİ MEŞALECİLER

  • Yedi Meşaleciler 1928’de kurulmuştur.
  • Heceyi geliştirmek amacıyla ortaya çıkmıştır.
  • “Canlılık, samimiyet ve daima yenilik” sloganıyla hareket etmişlerdir.
  • Verlaine, Mallerma gibi Fransız şairleri örnek almışlardır.
  • Anadolu’yu yurtseverlik anlayışıyla anlatmayı düşünmüşlerdir; ancak pek başarılı olamamışlardır.
  • Bunlar: Sabri Esat Siyavuşgil, Ziya Osman Saba, Yaşar Nabi Nayır, Muammer Lütfi, Vasfi Mahir Kocatürk, Cevdet Kudret, Kenan Hulusi Koray.

GARİPÇİLER ( I. YENİCİLER )

  • Garip Akımı, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının belki de bütün Türk edebiyatının en farklı gurubu olarak edebiyat tarihinde yer almışlardır.
  • 1940 yılına kadar gelen bütün şiir anlayışına karşı çıkan Orhan Veli, Oktay Rıfat Horozcu, Melih Cevdet Anday ortaklaşa “Garip” dergisini çıkarıp bu akımı başlatmışlardır.
  • Şiirde ölçü ve kafiye gereksizdir.
  • Şiir fikirleri aşılamak işin kullanılmamalı.
  • Şiirde anlam düz verilmeli.
  • Her konu şiire girebilmeli
  • Her insan şiirin konusu olabilmeli.
  • Şiirde söz ustalığı, laf cambazlığına gerek yoktur.
  • Şiirde önemli olan bütün güzelliğidir.

MAVİCİLER

  • Maviciler, Atilla İlhan’ın 1952-1956 yıllarında çıkardığı derginin adı olan “MAVİ” nin etrafında toplanan Orhan Duru, Ferit Edgü gibi sanatçıları oluşturduğu guruptur. Bu sanatçılar, Garip Akımı’na ve Orhan Veli’ye karşı çıkmış, şairane bir sanat anlayışının temsilcisi olmuşlar.
  • Daha sonra mavi dergisi Özdemir Nutku’nun yönetimine geçti ve Atilla İlhan’ın savunduğu toplumsal geçekçiliğin (sosyal realizm) sözcüsü oldu.Dergi Nisan 1956’da çıkan 36. sayıdan sonra (son mavi) kapatıldı.
  • Garip akımına tepki olarak çıkmıştır.
  • Şiirin basit olamayacağını zengin benzetmeli, içli, derin olması gerektiğini savunmuşlardır.

İKİNCİ YENİCİLER

  • İkinci Yeniciler, 1950’lerde “Garip” akımına tepki olarak çıkmıştır.
  • Şiirin düşürüldüğü basitliğe son vermek amacıyla ortaya çıkmıştır.
  • Cemal Süreyya, İlhan Berk, Edip Cansever, Turgut Uyar, Ece Ayhan, Ülkü Tamer,Sezai Karakoç bu akımın öncüleridir.
  • Sözcüklerin anlamı değil söylenişi önemlidir.
  • Her şey insanla başlar insanla biter.
  • Şiirin kendine göre bir dili olmalı.
  • Şiir diğer edebi türlerden kesin çizgilerle ayrılmalı.
  • Önemli olan kelimelerin anlamları değil, şairin ona yüklediği anlamlardır.

Hisarcılar

Garip akımına karşı çıkan bir grup şair şiirlerini Çınaraltı Dergisi’nde yayımladılar. Daha sonra 1950 yılında çıkmaya başlayan “Hisar” Dergisi etrafında 500’ü aşkın şair ve yazarın eserleri yayımlanmıştır. Bu kadar kalabalık bir kadronun, belli ilkeler etrafında kenetlenmiş bir topluluk meydana getirmesi gerçekten zordur.

  • Bu kadronun ana özelliği hece ölçüsüne ve edebiyatın klasik değerlerine sıcak bakmasıdır.
  • 1940 sonrasında GARİP şiirine ilk tepki 1950 yılında çıkmaya başlayan HİSAR dergisi etrafında toplanan bir grup şair tarafından ortaya konmuştur.
  • Onlara göre başka ulusları taklit ederek ulusal bir sanat oluşturulamaz.
  • Yeni bir sanat oluşturmak için mutlaka eskisini reddetmek gerekmez.
  • Yenilik eskisinin içinden doğmalıdır.
  • Sanat ideolojinin baskısı altında olmamalı, belli bir dünya görüşünün propagandasını yapmamalıdır.
  • Şiir dili öztürkçeci ve tasfiyeci olmamalıdır. Yaşayan dil kullanılmalıdır.
  • Hisar şairlerini memleketçi şiirin takipçisi görebiliriz. Geleneği reddeden Garip Akımına ve ideolojik şiire yönelen Nazım Hikmet’e karşı çıkmışlardır.

Bütün sanatçıların ortak görüşlerini şöyle sıralayabiliriz:

  • Sanatçı bağımsız olmalıdır, ulusal olmayan bir sanatın sınırları aşağı düşünülmez.
  • Sanatçının dili yaşayan dildir.
  • Her alanda Batı taklitçiliğine karşı çıkılmalı, gelenekler tümüyle reddedilmeli, sanat siyasetin aleti olmamalı, dildeki kargaşa giderilmelidir.

CUMHURİYET DÖNEMİ EDEBİYATI GENEL AÇIKLAMA

Cumhuriyetin ilanından sonra edebiyatımız, çağdaş anlayışlar doğrultusunda gelişmesini başarıyla sürdürmüştür. Cumhuriyetin ilk yıllarında “Beş Hececiler” olarak adlandırılan şairlertopluluğu, en parlak dönemlerini yaşamaktaydı. Yine bu yıllarda Kurtuluş Savaşı’nın etkisiyle edebiyatta genel olarak Anadolu’ya bir yönelim başlar.

Bu dönemin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

1- Yazı diliyle konuşma dili arasındaki fark ortadan kalkmış dildeki sadeleşme çabaları aralıksız olarak sürmüştür.

2- Edebiyatımız bu dönemde toplumcu bir karakter kazanmış gerçekçi bir anlayış güdülmüştür.

3- Aruz ölçüsünün yerini hece ölçüsü almış, şiirlerde de günlük konuşma dili kullanılmıştır. Yine bu dönemde şiirin biçimce daha da serbestleşmesi sağlanmıştır.

4- Şiir, roman, hikaye ve tiyatro gibi türlerde önemli gelişmeler olmuştur.

5- Cumhuriyetin kuruluşuyla 1940 (İkinci Dünya Savaşı) yılları arasında eser veren şair ve yazarlar genellikle daha önceki Milli Edebiyat akımının etkisinde tam anlamıyla “yerli” ve “halka doğru” ; veya Batı’nın, özellikle Fransız edebiyatının etkisinde kişisel yollarında yürümüşlerdir.

Yine bu dönemde (1928) ortaya çıkan “Yedi Meşaleciler”, “Beş Hececiler”i gerçeklere dayanmayan “memleket edebiyatı” anlayışına sahip olmakla suçlamışlardır. Amaçları “canlı, samimi ve gerçekçi olmak” şeklinde açıklamışlardır. “Yedi Meşaleciler” adını almalarının nedeni ise “Yedi Meşale” adlı derginin etrafında toplanmış olmaları ve bu adla ortak bir yapıt yayınlamalarıdır.

1940 SONRASI EDEBİYATI

İkinci Dünya Savaşı sonrasında “insan”, “yaşam” ve “dünya” arasında güvenilir olmayı gerektirir; yeni ortaya çıkan dünya görüşleri; sanat anlayışımızda köklü değişikliklere yol açar.

Hikaye, roman ve tiyatro eserlerinde “yurt” ve “köy” sorunlarına yönelim başladı.

1940 yılında Orhan Veli Kanık, Melik Cevdet Anday, Oktay Rıfat Horozcu, “Garip” adlı bir şiir kitabı yayınlayarak yeni bir hareketi başlattılar. Buna “I. YENİ ŞİİR HAREKETİ” adı verildi. Amaçları, şiirde iç ahengi yakalamtır. Dış ahenk ögesi olan ölçü ve uyağa önem vermezler. Söz sanatların şiir için zararlı bulmuşlar ve şiirin kaynağının bilinçaltı olması gerektiğini savunmuşlardır. “Şiir halka seslenmelidir” anlayışıyla günlük hayatta olan her şeyi şiire konu olarak almışlardır.

Daha sonraları ortaya çıkan ve “İKİNCİ YENİLER” adı verilen şairler ise “şiir için sanat” anlayışına dayanan, sürrealizmden daha aşırı bir soyutlama anlayışını sürdürmüşlerdir. Bu sanatçılardan bazıları şunlardır: İlhan Berk, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya, Ece Ayhan.

Toplumsal Gerçekçiler

Bu akım ; bir meseleyi, bir derdi ortaya koyarak, topluma faydalı olmak istiyordu. İlk ürünleri, Anadolu köy romancılığıdır. Konuları: işçi-ırgat hayatı, sınıf çatışmaları, grev-lokavt gibi durumlar, toprak-su kavgaları…

Toplumsal Gerçekçilerin Önemli Temsilcileri:

Kemal Tahir: Konularını cezaevi yaşantılarından, Kurtuluş Savaşı’ndan, eşkıya menkıbelerinden aldı. Gerçek bir Anadolu romanı oluşturdu.

Eserleri: Roman: Yorgun Savaşçı, Devlet Ana …

Orhan Kemal: Hayatına girmiş yüzlerce kişinin kader ve direnişlerini yazdı. Sürükleyicilik,tabiilik, gerçeklik eserlerinin özelliğidir.

Eserleri: Roman: Murtaza, Hanımın Çiftliği…Tiyatro:72.Koğuş…

Yaşar Kemal: Genellikle Çukurova insanının hayat savaşlarını şiirli bir dille yazdı. Tezli romanı savunur. Folklor unsurları ve güçlü doğa tasvirleri görülür.

Eserleri: Roman:İnce Memet, Yer Demir Gök Bakır, Teneke…

Fakir Baykurt: İçinde doğup yetiştiği köylülerin hayatını yazmıştır.

Eserleri: Roman: Yılanların Öcü, Tırpan, Kara Ahmet Destanı…Hikaye: Can Parası.

Bağımsız Yazarlar:

Halikarnas Balıkçısı(Cevdet Şakir Kabaağaçlı): Konularını daima Ege ve Akdeniz kıyılarından çıkardı.; balıkçıları, sünger avcilarını…işledi.

Eserleri: Hikaye: Merhaba Akdeniz…Roman :Deniz Gurbetçileri..

Haldun Taner: Gücünü gözlem, mizah ve yergiden alan hikayeleriyle tanındı. Epik tiyatro türünde eserler verdi.

Eserleri: Hikaye: Şişhane’ye Yağmur yağıyordu, On İkiye Bir Var…Tiyatro:Keşanlı Ali Destanı, Sersem Kocanın Kurnaz Kocası…

Tarık Buğra: Tek adamın dengesiz, bazen alaycı, bazen acılı tedirginliğini ele alır.

Eserleri: Roman: Küçük Ağa , İbişin Rüyası…

Diğer Bağımsız Yazarlar

  • Samet Ağaoğlu
  • Oktay Akbal
  • Selim İleri
  • Cengiz Dağcı
  • Füruzan
  • Orhan Pamuk

Tiyatro

  • Vedat Nedim Tör (Kör)
  • Turgut Özakman (Duvarların ötesi, Sarı Pınar)
  • Güngör Dilmen (Midas’ın Kulakları )
  • Sermet Çağan (Ayak Bacak Fabrikası)
  • Cevat Fehmi Başkut (Paydos, Buzlar Çözülmeden, Harputta Bir Amerikalı)

Deneme ve Eleştiri

Nurullah Ataç: Deneme, eleştiri yazdı. Çeviriler yaptı. Türkçe’nin özleşmesi için yılmadan savaştı. Yeni bir dil ve anlatım biçimi yarattı.

Eserleri: Günlerin Getirdiği, Okuruma Mektuplar…

Suut Kemal Yetkin: Edebiyatın çeşitli konularında özlü ve açık bir anlatımla yazdı.

Eserleri: Denemeler, Edebiyat Konuşmaları…

Butik Derhane Ankara Derhane Ankara işaret dili kursu