Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Hafta başında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerinden derlenen bilgilere göre hesabında 1 milyon lira veya üzeri parası olan mudi sayısının yılın ilk yarısında 21,020 kişi artarak 201,176’ya ulaşmış, Haziran ayı sonunda milyonerlerin bankalardaki toplam mevduatı ise 1 trilyon 214 milyar 387 milyon liraya çıkmıştır. Bunun anlamı şudur: Ekonomide gelir dağılımı giderek bozulmaktadır. Çünkü 2019 yılının ilk yarısında 21 bin kişi daha milyonerler kulübüne girmiş, yurt içinde ve dışında yerleşik milyonerlerin toplam sayısı Haziran sonunda yükselmiş, sayı artarken milyonerlerin toplam mevduatı 1 trilyon 214 milyar 387 milyon TL’ye çıkmıştır.

Oysa geçen yılın sonunda milyonerlerin toplam mevduatı 1 trilyon 109 milyar 859 milyon TL idi. 2018’de 6,162 milyon TL olan milyoner başına düşen ortalama mevduat tutarı, bu yılın Haziran sonunda 6 milyon 036 bin TL seviyesine gerilemiştir. Yurt içinde yerleşik milyonerlerin sayısı ilk yarıda 2018’e göre 18 bin 57 kişi artarak 180 bine ulaşırken, bu milyonerlerin mevduatları da 1 trilyon 119 milyar 866 milyon TL olmuştur. Aynı dönemde milyonerlerin mevduatlarının 443 milyar 409 milyonu TL olarak, 668 milyar 481 milyon TL’sı döviz tevdiat hesabı, 7 milyar 996 milyon TL’si de kıymetli maden depo hesaplarından oluşmuştur. Yurt içinde yerleşik milyoner başına düşen ortalama mevduat 6 milyon 226 bin TL’dir. Yurt içinde yerleşik milyonerlerin sayısı geçen yılın sonunda 161 bin 800, bu mudilerin bankalardaki toplam mevduatı ise 1 trilyon 24 milyar 25 milyon TL idi.

Yurt dışında yerleşik mudi sayısı Haziran ayı sonunda 21 bin 319’a çıkarak geçen yılın sonuna göre 2 bin 993 kişi artmış, hesaplarındaki para miktarı 94 milyar 521 milyon TL olmuştur. Yurt dışında yerleşik mudilerin bankadaki mevduatlarının 8 milyar 457 milyonu TL, 85 milyar 675 milyonu yabancı para ve 388 milyonu da kıymetli maden depo hesaplarından oluşmuştur. Yurt dışında yerleşik milyoner başına düşen ortalama mevduat ise 4 milyon 434 bin TL’dir.

2012 yılında hesabında 1 milyon TL ve üzeri bakiye olan mudi sayısı 54,461, milyonerlerin toplam mevduatı 373.384 milyon ve milyoner başına düşen ortalama mevduat 6, 856 TL iken, 2015 yılında bu rakamlar sırasıyla 98,497, 649,994 ve 6,599; 2016 yılında 115,896, 775,142 ve 6,688; 2017 yılında 138,980, 909,979 ve 6,548; 2018 yılında ise 180.126, 1.109,859 ve 6,162 TL olmuştur.

Türkiye’de milyoner sayısı hızla artarken “açlık” ve “yoksulluk” sınırı hızla yükselmiştir. Açlık sınırı; 4 kişiden oluşan bir ailenin temel gıda ihtiyacı için harcadığı minimum giderdir. Açlık sınırı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenen standartlara göre hesaplanır. Açlık sınırı değerleri; çalışan ve biri 0-6 diğeri 6-15 yaş arası olan 4 kişilik bir aileye göre hesaplanır. Bu aile üyelerinin alması gereken minimum kalorinin ne kadar olduğu Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenir. Yoksulluk sınırı; toplumun en küçük birimi olarak ele alınan 4 kişilik bir ailenin zorunlu harcamalarının minimum ne kadar olması gerektiğini hesaplayan değerdir. Yoksulluk sınırı; kira, ulaşım, su, elektrik, eğitim, giyim, iletişim, kültürel etkinlik gibi en temel ihtiyaçların gerçekleştirilmesi için gerekli olan para miktarını ifade etmektedir.

TÜRK-İŞ araştırmasının Haziran 2019 ayı sonucuna göre 4 kişilik ailenin açlık sınırı 2,067 TL, yoksulluk sınırı 6,733 TL, evli olmayan çocuksuz bir çalışanın yaşam maliyeti ise 2,559 TL’dir. Asgari ücretin 2.020 TL olduğu bir ülkede kişilerin nasıl geçindiğini acaba bilen var mı? Çünkü asgari ücret açlık sınırının altında kalmıştır. Yapılan uluslararası bir araştırmaya göre Türkiye’de net yaşam ücreti (Net Living Wage) “tipik aile” için 1703-2593 TL, “standart aile” için 1703-2593 TL, “tek kişi” için ise 1703-2593 TL’dir. Gayrisafi yaşam ücreti (Gross Living Wage) ise sırasıyla 2250-3430 TL,1870-2840 TL, 1370-2010 TL’dir. (Wage Series – Turkey – December 2018 – In Turkish Lira, per Month, https://wageindicator.org/salary/living-wage/turkey-living-wage-series-december-2018)

Özellikle dar ve sabit gelirli kesimlerin harcamalarında ağırlıklı yer kaplayan gıda ürünlerindeki fiyat artışı çalışanların geçim şartlarını olumsuz etkilemeye devam etmesi, gelir dağılımında adaletsizliğin giderek daha da artması anlamına gelir. TÜRK-İŞ’in bu konudaki tespiti şöyledir: “Hesaplanan bu tutarlar ile bekâr bir işçi için aylık net 2,020 lira olarak belirlenmiş asgari ücret dikkate alındığında, çalışanların içinde bulunduğu geçim şartlarının olumsuzluğu ortaya çıkmaktadır. Enflasyonda görülen yükselme, özellikle aile bütçesinde önemli yeri olan gıda maddesi fiyatlarında son dönemde yaşanan artış, başta çalışanlar olmak üzere dar ve sabit gelirli kesimlerin yaşama şartlarını olumsuz etkilemektedir.”

Bir taraftan milyoner sayısı artarken, diğer taraftan açlık ve yoksulluk sınırının yükselmesi ülkede gelir dağılımının kötüleştiğinin göstergesidir. Rahmi Turan bu durumu gelir dağılımının adaletsiz olduğuna bağlarken doğru bir tespitte bulunmuştur. Bir ülkede gelir dağılımı hızla bozuluyorsa, ekonomide çanlar çalıyor demektir. Bu durum halkın siyasi tercihlerine doğrudan yansır. Nitekim son İstanbul Belediye Başkanlığı seçim sonuçları bunu göstermiştir.

Geçtiğimiz yıl Ocak ayında açlık sınırı 1615 TL iken, yoksulluk sınırı 5262 TL idi. Türk-İş’e göre gıda fiyatlarındaki artış devam etmektedir. Yürütülen kampanyalar, piyasaya yapılan müdahaleler çarşı-pazar ve marketlerdeki fiyat artışını önleyememiştir. Özellikle dar ve sabit gelirli kesimlerin harcamalarında ağırlıklı yer kaplayan gıda ürünlerindeki fiyat artışı onların geçim şartlarını olumsuz etkilemeye devam etmiştir. Piyasaya yapılan  müdahaleler sonucu geçtiğimiz yılın son aylarında gıda fiyatları artışında  bir gerileme olmuştur. (http://www.turkis.org.tr/OCAK-2019-ACLIK-ve-YOKSULLUK-SINIRI)

Türkiye’de gelir dağılımındaki adaletsizliği, 1985-1990 yılları arasında  Türkiye Daimi Temsilciliğinde görev yaptığım OECD’nin  (İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) 2008 yılında yayınladığı raporda (Growing Unequal? Income Distribution and Poverty in OECD, http://www.oecd.org/els/soc/growingunequalincomedistributionandpovertyinoecdcountries.htm) 30 gelişmiş OECD ülkesi incelenmekte,  1980’li ve muhtemelen 1970’li yılların ortasından bu yana  gelir eşitsizliğinde  artışın devam ettiği ortaya konulmaktadır. Gelir farkının açılması, ülkelerin (tümünü değil) ama çoğunu etkilerken, son zamanlarda Kanada ve Almanya’da da büyük artış göstermiş, fakat Meksika, Yunanistan ve İngiltere’de azalmıştır. OECD 9 Aralık 2014 tarihindeki yayınında  Türkiye’nin en kötü gelişme gösteren ülkeler arasında ikinci sırada olduğunu belirlemiştir.

OECD’nin bu konudaki raporları, hane halkı serveti, tüketim modelleri, mal ve meta gibi para dışı kamu hizmetleri gibi bir dizi alandaki eşitsizliklere de yer vermektedir. Eğer sıradan bir kişiye dünyanın bugün karşı karşıya olduğu en önemli sorunların neler olduğunu sorarsanız, ilk aklına gelenler “eşitsizlik ve yoksulluk” olur. Tüm dünyada ekonomik büyümenin hakça paylaşılmadığı konusunda yaygın bir kanı vardır.

2008 Şubat ayında BBC tarafından yaptırılan bir kamuoyu yoklaması 34 ülkedeki nüfusun yaklaşık üçte ikisinin son birkaç yıldaki ekonomik gelişmelerin adil biçimde paylaşılmadığını düşündüğünü göstermiştir. Güney Kore, Portekiz, İtalya, Japonya ve Türkiye’de katılımcıların yüzde 80’den fazlası bu görüştedir.

OECD’nin gelir dağılımı, belirli bir sınırın altında kalanların dağılımından çok, nüfusun tamamına ilişkin dağılımını belirlediği için yoksulluktan daha geniş bir kavramdır. Gelir dağılımı ve yoksulluk arasında sıkı bir ilişki vardır. Belirli bir gelir seviyesinde gelir dağılımındaki eşitsizlik ne kadar artarsa, yoksulluk içinde yaşayan kişilerin oranı da o ölçüde yükselir. Dolayısıyla gelir dağılımını belirleyen temel faktörler incelendiğinde aynı zamanda yoksulluğun belirleyicileri de ortaya çıkmış olur.

Gelir dağılımı ve yoksulluğu belirleyen üç temel faktör, yapısal faktörler, sosyal düzenlemeler ile kamu politikalarıdır. Ülkede gelir dengesi bozuluyorsa, bunun doğal sonucu olarak yoksul kişilerin sayısında da artış gözlemlenir. Gelir dağılımının belirlenmesinde bir gösterge olan Gini Katsayısı, bir ülkede yaratılan ekonomik değerin nüfusa ne derece eşit paylaştırıldığını ölçmek için kullanılan bir göstergedir. 0 ile 1 arasında değişen oranlarda sıfıra yakın değerler gelir adaletini gösterirken, yüksek oranlar yaratılan gelirin sınırlı bir nüfusa gittiği anlamına gelir.

Gini katsayısına göre 2012 yılı için gelir dağılımı eşitsizliğinin en fazla olduğu 21 ülkelik listenin başında Meksika (0.482) gelmektedir. Türkiye, 0.412 ile Meksika’ nın ardından en yüksek (en kötü) ikinci orana sahip olan ülkedir. OECD’ye göre gelir dağılımı eşitsizliğinin en az olduğu ülkeler arasında Norveç (0.250) birinci sırayı alırken, bu ülkeyi Danimarka (0.253) ve Çek Cumhuriyeti (0.256) izlemektedir. 30 yılda gelir dağılımı eşitsizliğinin en fazla arttığı ülkeler ise İsrail, Yeni Zelanda, ABD, İsveç ve Finlandiya’dır.

(http://www.oecd.org/els/soc/growingunequalincomedistributionandpovertyinoecdcountries.htmnın

OECD, Türkiye ve Yunanistan’ın gelir dağılımında çok az iyileşme sağladığını belirlemekle beraber, 1985-2010 yılları arasında Türkiye’nin  büyümesinin yüzde 4,6’sını gelir adaletsizliği sebebiyle kaybettiğini ortaya koymaktadır. Rapor’da; üye ülkelerde gelir dağılımı eşitsizliğinin son yıllarda önemli ölçüde arttığı vurgulanırken, üyeler arasında zengin ve yoksul arasındaki uçurumun giderek derinleştiği belirlenmiştir. Üye ülkelerin çoğunda son 30 yılın en yüksek gelir dağılımı eşitsizliğinin yaşandığı şöyle vurgulanmıştır: “Üye ülkelerde zenginlerin toplam nüfus içindeki payı yüzde 10 civarında. Zenginlerin, yoksullardan ortalama 9,5 misli daha fazla kazandığı hesaplanıyor. Bu da genel ekonomiyi olumsuz etkiliyor.”

Rapor’un sonuç bölümünde, gelir dağılımı eşitsizliğinin ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etki yaptığı, eşitsizlikle mücadelenin toplumları daha adil ve ekonomilerini daha güçlü hale getirdiği belirtilmiştir: “Gelir eşitsizliği dezavantajlı grupların eğitim fırsatlarını azaltıyor. Ayrıca, sınıf değiştirme sıklığını da aşağı çekiyor. Kişiler yeteri kadar beceri geliştiremiyorlar.”

Türkiye’de gelir eşitsizliğinde iyileşme sağlanarak kişi başına 2.25 dolar altında gelir sağlayan kimse kalmamalıdır. Bunun için ekonomide istikrarlı bir büyüme gerçekleştirilmeli, yatırımlar teşvik edilmeli, vergi tabanı yaygınlaştırılmalı, kayıt dışı ekonomi kayıt altına alınmalı, sosyal güvenlik sistemi yeniden yapılanmalı, sağlık hizmetleri yaygınlaştırılmalı, kırsal kesimde yoksulluğun önlenmesi için yoksul çiftçilere gelir açığını kapatacak şekilde destek verilmelidir.

Türkiye’de yoksulluk, AB üyelik perspektifi kapsamında yakın bir süre içinde çözüme kavuşturulmalıdır. AB’nin 2000 yılında kabul ettiği Lizbon Stratejisi çerçevesinde yoksullukla mücadelenin, sürdürülebilen büyüme ve istihdam politikalarıyla uyumu sağlanmalıdır. Bunun için de gelir dağılımında iyileşme gerçekleştirilmelidir. Eğer bir ekonomide milyoner sayısı ile açlık yoksulluk sınırı birlikte artıyorsa ekonomide gelir dağılımı hızla bozuluyor demektir.

OECD’nin 21 Mayıs  2015 tarihinde yayınladığı “Aynı Gemideyiz: Daha Az Eşitsizlik Niye Herkese Kazandırır” adlı raporda şu ifadeler yer almıştır: “Çoğu ülkede zengin ile yoksul arasındaki fark son 30 yılda en yüksek düzeyine çıktı. Günümüzde OECD ülkelerinde nüfusun en zengin  yüzde 10’u en yoksul  yüzde 10’a göre 9,6 kat daha fazla kazanıyor. 1980’lerde bu oran 7:1’de seyrederken 1990’larda 8:1’e ve 2000’lerde de 9:1’e çıktı.” (In It Together: Why Less Inequality Benefits All,http://www.oecd.org/els/in-it-together-why-less-inequality-benefits-all-9789264235120-en.htm) Bir ülkede demokrasinin yerleşmesi için ön şartlardan biri de ülkede gelir dağılımında adaletin sağlanmasıdır. Bu, yaratılan gelirden herkesin eşit pay alması anlamına gelmemektedir. Önemli olan, ekonomide  adaletli bir gelir dağılımının sağlanmasıdır.