Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

YUNANİSTAN’A KARŞI ELİMİZ ÇOK GÜÇLÜ… NASIL MI?

Bu yazıdaki bilgileri bir kenara not etmenizi öneririm. Uzun yıllar boyunca birçok kaynak, belge, kitap, konuşma ve anlaşma metinlerini inceleyip, çok zor bir konuyu herkesin anlayabileceği hale getirmeye çalıştım. Amacım, artık çok sık duyacağımız bu konudaki haklılığımızı daha geniş kitlelerin öğrenmesini sağlamaktır.

Türkiye ve Yunanistan, Ocak 1996’da Kardak kayalıkları yüzünden savaşın eşiğine gelmişti. Bu gelişme, Türkiye kamuoyunun Ege Denizi’nde kime ait olduğu belirlenmemiş adacıklar ve kayalıklar sorunuyla tanışmasına yol açtı.

O günden bu yana Kardak kayalıkları bir dönüm noktası olabilecek hale gelmiştir. Çünkü bu kayalıkların Yunanistan’a bırakılması halinde Türkiye, Ege Denizi’ndeki haklarından vazgeçmek zorunda kalacaktır.

Daha açık söylemek gerekirse Türkiye, 28 Aralık 1932 tarihinde kaleme alınan ve Meis adası dışında kalan On iki Ada bölgesinde deniz egemenlik alanlarını tanımlayan ‘Toplantı Tutanağı’nın bağlayıcı belge olduğunu onaylamış duruma düşecektir.

Yunanistan söz konusu belgeyi, Kardak kayalıkları ile aynı statüde olan adacık ve kayalıklar üzerindeki egemenlik iddiasına resmiyet kazandırmak için kullanacaktır. Bu da Yunanistan’a, Ege’de iddia ettiği karasuyu sınırlarını daha da genişletme fırsatı sağlayacaktır.

Bilindiği üzere 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması, Ege Denizi’ndeki adaların hukuksal statülerini belirlemiştir. Bu Antlaşma’nın 15. Maddesi ile On iki Ada bölgesindeki 13 ada ve Meis İtalya’ya bırakılmıştır.

İtalyan ve Türk yetkililer, On iki Ada bölgesindeki adacık ve kayalıkların aidiyet sorununu çözmek için 28 Aralık 1932 tarihinde Ankara’da bir araya geldiler. Her iki ülkenin teknisyenlerden oluşan heyetleri konuya ilişkin çalışmalarını anlatan bir ‘Toplantı Tutanağı’ hazırladılar. Söz konusu Tutanak, kendi hukuk sistemlerine göre bir yetkiye sahip olmayan teknisyenler tarafından paraf edilmişti. Belge, sadece teknisyenler seviyesindeki bir görüş birliğini yansıtan müzakereleri ve sonuçlarını içeriyordu.

Toplantı Tutanağının resmiyet kazanması için Türk ve İtalyan makamları arasında bir yazışma süreci yaşanmıştır. 4 Ocak 1933 ile 8 Ocak 1937 tarihleri arasında karşılıklı gönderilen 9 mektuptan da sonuç alınamamıştır.

Dolayısıyla söz konusu belge İtalya ve Türkiye devletleri tarafından imzalanmamıştır. Bu nedenle de ilgili ülke parlamentolarında onaylanmamış ve de uluslararası hukuk açısından geçerlilik kazanmamıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasına geldiğimizde ise karşımıza Müttefik Devletler ile mağlup devletlerden İtalya arasında yapılan, ama Türkiye’nin imzasının olmadığı 10 Şubat 1947 tarihli Paris Antlaşması çıkıyor. Bu Antlaşma, On iki Ada bölgesindeki 14 ada ve alandaki adacıkların egemenliğinin İtalya’dan Yunanistan’a geçtiğini teyit etmektedir.

Şimdi lütfen bundan sonraki bölümü dikkatle okuyun ve not edin. Çünkü bu bölüm hap gibi bilgilerden oluşuyor.

Paris Antlaşması’ndan hareket eden Yunanistan, İtalya ile Türkiye arasındaki 28 Aralık 1932 tarihli Toplantı Tutanağının altında İtalyan teknisyenlerin imzası olduğunu hatırlatarak, İtalya’nın elde ettiği hakların kendisine geçtiğini öne sürmektedir.

Yunanlar söz konusu belgeyi Meis Adası ve çevresindeki adacıklar konusunu görüşmek üzere 18 Haziran 1931 tarihinde Ankara’da bir araya gelen Türk ve İtalyan teknisyenlerin hazırladığı Toplantı Tutanağına dayandırmaktadır.

Bu belge 4 Ocak 1932 tarihinde Türkiye ile İtalya arasında imzalanan Ankara Sözleşmesi için temel oluşturmuştur. Yunan yetkililer, söz konusu sözleşmenin Meis Adası ve çevresindeki adacık ve kayalıkların kime ait olduğunu kanıtladığını hatırlatırlar.

On iki Ada bölgesindeki adacık ve kayalıklar sorununu çözmek için toplanan Türk ve İtalyan teknisyenlerin hazırladığı, ama ilgili devletler tarafından onaylanmamış, hukuki geçerlilik kazanmamış 28 Aralık 1932 tarihli Toplantı Tutanağını da Ankara Sözleşmesi’nin devamı kabul ederler. Meis Adası ve çevresindeki adacıkları sorununu çözen belgenin On iki Ada bölgesi için de geçerli olduğunu öne sürerler.

Yunan iddiasını dikkate alıp, 28 Aralık 1932 tarihli Toplantı Tutanağına baktığımızda, bunda 4 Ocak 1932 tarihli Ankara Sözleşmesi’nin devamı olduğuna ilişkin hiçbir verinin bulunmadığı görülecektir.

Toplantı Tutanağı, Ankara Sözleşmesi gibi bir kanun maddesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmamıştır. Toplantı Tutanağı bir zabıt belgesi olarak kalmıştır. Sonuçlandırılmamış bir hazırlık belgesi olmanın ötesinden bir anlam taşımamaktadır.

Özetin de özetini söylemek gerekirse, Yunanistan On iki Ada bölgesindeki adacık ve kayalıklar üzerinde hak iddia ederken, onaylanmamış ve uluslararası hukuk açısından geçerlilik kazanmamış 28 Aralık 1932 tarihli bir zabıt belgesini kanıt olarak göstermektedir.

Bu ve daha birçok alanda Türkiye’nin tezleri savunmuş, bilgi birikimini anlaşılabilir şekilde herkesle paylaşmış, Dışişleri Bakanlığı’nda önemli görevlerde bulunmuş, Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi uluslararası hukuk uzmanı rahmetli Prof. Dr. Yüksel İnan’ı bir kez daha saygıyla anıyorum. Yüksel Hoca, Kanal B’de hazırlayıp sunduğum Bekleme Odası programına birçok kez konuk olmuş, bu karmaşık konuyu anlamama yardım etmişti. Türkiye’nin tam da ihtiyaç duyduğu dönemde Prof. Dr. İnan’ın aramızda olmaması ülkemiz için büyük talihsizliktir.

Kaynak: https://www.veryansintv.com/yunanistana-karsi-elimiz-cok-guclu-nasil-mi/