Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

YENİDEN ASYA VE ASYA MİNÖR

Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, geçen çalışma döneminin sonlarına doğru düzenlemiş olduğu bir basın toplantısı sırasında, toplantının yapıldığı salonun sahnesinin üzerine “yeniden Asya” başlıklarını asarak, dünya ile birlikte Türkiye’nin de yepyeni bir döneme girdiğini haber vermiştir. Bu değişim süreci içerisinde, Türk devletinin geçmişte ağırlıklı olarak batı yanlısı çizgide uygulanan uluslararası politikadan vazgeçtiğini, artık içine girilmekte olan zaman diliminin “Yeniden Asya” dönemi olarak belirlendiğini, bu çerçevede dünya konjonktüründe en büyük kıta olarak harita üzerinde yerini alan Asya kıtasının, eskisi gibi sahip olduğu büyüklük nedeniyle “yeniden Asya” adı ile adlandırılmaya çalışıldığı, dünya kamuoyunun gözleri önünde herkese gösterilmeye çalışılmıştır.

Binlerce yıllık geçmişe sahip olan insanlığın bilimsel yaşamın verileri çizgisinde yaşamaya başlaması üzerine modern çağlar birbirini izleyerek büyük bir tarih yaratmaları sürecinde ilk yaşam belirtileri Asya kıtasında gündeme gelmiştir. Bu nedenle de ilk insanların yaşam gücü kazanmalarıyla birlikte ilkel uygarlıklara giden yollar açılmış ve böylesine bir dönem ilk olarak Asya kıtasının toprakları üzerinde yaşandığı için, insanlığın ilk çağlarına Asya dönemi adı verilmiştir. Tarihin ilk çağlarında Asya kıtasının üzerinde yaşayan insanlar ve diğer canlılar birinci Asya dönemini yaşarlarken, orta çağlar ve modern çağlar üzerinden bugünkü dünya düzenine ulaşılmış ve on bin yılı aşan bir zaman diliminin getirdiği veriler ve bilgilerin katkılarıyla bugünün dünyası yeniden Asya merkezli bir yeni dünya arayışını öne çıkarmış ve tam bu noktaya gelindiğinde, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti de ülke ve devlet için “yeniden Asya” dönemini başlatmıştır. Tarihin her döneminde devletler kuran ve bu doğrultuda yaşadıkları toprak parçalarını uygarlığın bir parçası haline getiren insanlık, sonraki aşamalarda uygarlığın gelişmesi sonrasında Asya ve Afrika dönemlerini geride bırakarak yer kürenin batısına doğru bir ivme kazanmıştır. İlk uygarlıkların tarih sahnesine çıktığı Asya dönemi geride kalırken, at merkezli bir yeni yaşam düzeni kurulmaya çalışılmış ve bundan sonra Türklerin atlı uygarlığının yönlendirmesiyle Asya kıtasının kuzey bölgelerinden Avrupa kıtasına doğru bir uygarlık yolu açılmıştır. Avrupa devletlerinin yaşadığı Rönesans sonrasında denizler üzerinden bütün dünya karalarına yönelen uygarlık rüzgârı yer küreyi çevrelemiş, Avrupa üzerinden Amerika kıtasına doğru siyasal gelişmeler birbiri ardı sıra belirleyici olmuştur.

Üç kıtanın tam ortasında yer alan Türkiye Cumhuriyeti önce Asya döneminin sonra Avrupa ve Afrika kıtalarının öne geçmesiyle birlikte, bu kıtaların hem yanında hem de içinde yer almıştır. Merkezi bir devletin kıtalar arasındaki köprülük görevini tam olarak gündeme getirerek bütün dünya kıtalarının ve devletlerinin “Yeniden Asya” döneminin içinde yer alarak tarihin tekrarlardan oluşan içeriğinin tamamlanması doğrultusunda gerekli olan misyonu uygulamaya çalışmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası yayınlarda, Küçük Asya adı ile anılan bir yarımada üzerinde yer alması ile şimdiye kadar izlenen Avrupa ve Amerika merkezli bir çizgide belirlenen uluslararası politikalarda, Türkiye kendi konumunun Asya kıtasının merkez ülkesi olduğunu unutarak ve yıllarca yüzü batıya dönük bir tutum çizgisinde batı merkezli bir politik çizgi izleyerek, kendi jeopolitik merkezi konumu ile tamamen çelişkili ve karşıt bir düzeyde siyasal çizgiyi takip etmek zorunda kalmıştır. Kendi coğrafi konumuna ters düşen böylesine çelişkili politikalara yıllarca uyum sağlamak zorunda kalan Türkiye, soğuk savaşın bitmesinden sonra, merkezi konumda eskisine oranla daha serbest bir siyasal duruma gelebilmiştir. Bu aşamadan sonra yenilikçi yaklaşımlar öne çıkartılmıştır.     

Bugün gelinen yeni noktada güneşin doğal olarak doğudan doğduğu hatırlanarak, Amerika ve Avrupa merkezli batı politikaları geride bırakılırken, Asya merkezli doğu politikaları ön plandaki yerlerini almaktadırlar. Avrupa ve Afrika kıtası ile Asya kıtasının harita üzerindeki konumları merkezi bir noktada bir araya gelmek gibi yeni bir jeopolitik kesişme bölgesi yaratması, yer küre üzerindeki dengeleri değiştirdiği gibi aynı zamanda jeopolitik açıdan farklı oluşumların da önünü açmıştır.

Türk tarihi incelendiği zaman ilk Türk devletlerinin sürekli olarak Asya kıtası topraklarında kurulduğu görülmüştür. Türklerin Asya kıtasında devletler kurmadan önce Büyük Okyanusun tam ortasında var olan Mu kıtasında yaşadıkları, daha sonraları bu büyük kıtada devlet ve uygarlık kuran Türklerin tıpkı Atlantis kıtasının okyanusun üzerine batması gibi, Mu kıtasının da geçmişteki bir zaman diliminde bugünkü Büyük Okyanus sularına gömüldüğü ve bu yüzden de bu kıtada yaşayan insan topluluklarının bugün Asya kıtasının doğu kıyılarında yer alan Çin üzerinden, Uygur devletinin toprakları üzerinden yeni bir devlet ve uygarlık düzenini kurdukları görülmüştür. Asya kıtasının zamanla nüfusunun artması, yeni oluşan insan topluluklarının bu çok büyük kıtanın toprakları üzerinde zaman içinde daha da kalabalıklaşarak yeni toplulukların ve yeni devletlerin tarih sahnesine çıkışına aracı oldukları anlaşılmaktadır. Böylesine bir tarihsel süreçte Mu kıtası sonrasında Türk toplulukları devletleşerek tarih sahnesine çıkarken, Uygur bölgesinden orta Asya’ya doğru bir çıkış yolu aramışlardır. Bu arayış döneminde önlerine çıkan uçsuz bucaksız orta Asya topraklarında Mu kıtası ile Uygur devletinin halkları birbirini izleyerek siyasal yapılanma içine girmişlerdir. Büyük Okyanus kökenli Mu kıtası çökerken, bu kıtanın nüfusu Asya kıtası üzerinden Orta Asya derinliklerine doğru gelişmeler göstermiştir. Asya üzerinden Avrupa ve Afrika kıtalarına da dağılarak yayılan Türk toplulukları, önce Asya topraklarında Büyük Hun İmparatorluğunu kurarak üç büyük kıtaya egemen olmuştur. Bundan sonraki aşamada ise Batı Hun ve Avrupa Hun imparatorluklarından sonra Akhun imparatorluğu gene Asya kıtasının batı ve güney bölgelerinde kurulmuştur. Hun devletlerinin bir süre sonra dağılması üzerine bu devletlerin uzantısı olarak Avar İmparatorluğu kurulmuştur. Tarihsel dönüşüm süreci sonucunda Avar imparatorluğu halkları kuzey Asya bölgesine gelerek burada Göktürk imparatorluğunu kurmuşlardır. Mu kökenli halkların bir Türk devleti çatısı altında bir araya gelirken “GÖK” başlıklı bir devlet vatandaşları olmaları Mu kıtası halklarının uzaysal kökenini göstermektedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK, Türklerin kökenleri üzerine araştırmalar yaparken ve tarih kitaplarını okuyarak incelerken, Uygur ve Göktürk kökenli toplulukların tarihlerine ağırlıklı yer vermiş ve bazı bilim adamlarıyla diplomatlara görevler vererek bilimsel raporlar getirtmiştir. Göktürk devletinin gök kavramı ile adlandırılmasının Türklerin gök kavramına ağırlık veren uzaysal kökenlerini ortaya koyduğunu gören Türk devletinin kurucusu Atatürk, bilimsel araştırmaları örgütleyen Tarih ve Dil kurumları aracılığı ile toplanan bilgilerin tasnif edilerek Türkiye Cumhuriyeti kütüphanelerine ve devletin araştırma merkezlerine gönderilmelerinin talimatlarını bizzat kendisi vermiştir. Daha sonraları Türkiye Cumhuriyeti başkanlık makamının simgesi olarak belirlenen 16 yıldız, geçmişten gelen süreçte 16 adet Türk imparatorluğunun egemenliğini tarih kitaplarına koymuştur. Göktürk imparatorluğu sonrasında Avarlar, Hazarlar, Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliler, Harzemşahlar ve daha sonra Altın Ordulular, Timurlular, Babürlüler, Selçuklular ve Osmanlılar olarak haneden imparatorluklarını kuran hanedan beyinin sultanlığında büyük devletleri temsil eden imparatorluklara dönüştürmüşlerdir. Türk boyları bölgesel halklar olarak birbirlerinden ayırılmışlar ama üzerinde yaşadıkları ülkeler daha çok Asya kıtasının önde gelen bölgeleri olarak tarihteki yerlerini almışlardır. Türklerin tarihleri kavimler ve boylar üzerinden incelendiği gibi aynı zamanda devletler, imparatorluklar, beylikler, hanlıklar, atabeylikler ve cumhuriyetler olarak da tasnif edilmektedir. Balkanlar’da ve doğu Avrupa bölgeleri ile kuzey Afrika Asya topraklarında yer alan bölgelerde kurulmuş olan Türk devletlerinin büyük çoğunluğu Asya kıtasının farklı bölgeleri olarak tarih kitaplarında yer almaktadır. Birbiri ardı sıra kurulan devletler ve imparatorluklar açısından bakıldığı zaman Türkiye’nin kaynağının ve Türklerin tarih sahnesine çıktığı sahnenin kara kıtası olarak, Asya kıtası öne çıkmaktadır.

Türkiye’nin üzerinde devlet olarak yer aldığı Anadolu yarımadası, aslında Asya kıtasının bir yarımada konumunda Avrupa kıtasına doğru bir giriş yapan doğal konumda uzanarak coğrafya haritasında yer almaktadır. Anadolu yarımadasının çıkış yeri Kafkasya bölgesidir. Günümüzde yeniden Asya dönemi olarak ilan edilen Türk devletinin uluslararası siyasetinde, Türkiye’yi yönetenler ve diğer Türk devletleri ya da örgütleri Türk tarihini iyi bilmek zorundadırlar. Ortaya çıkış yeri ile birlikte Türk devletlerinin her birisinin dünya sahnesine çıktığı alanlarda Türk devletlerinin hem toplumlarıyla hem de ülkeleriyle birlikte ele alındığı bir toplu Türk varlığı incelemesi, bugünkü gelişmelerin uzantısı olarak ele alınmalıdır. Türk tarihinin her aşaması iyice incelenirse, neden Anadolu yarımadasına “ASYA MİNÖR” adının verildiği daha iyi anlaşılacaktır. Tarih boyu değişik dönemlerde kendi özel konumuna göre yeni yapılanmalar kazanan Anadolu yarımadası Asya’dan çıkan bir burun olarak dünyanın merkezi bölgesinde, Avrupa kıtasının içlerine doğru uzanmakta ve böylece Asya ve Avrupa kökenli uygarlıkların zaman içinde birbirine yaklaşması sağlanmaktadır. Asya kıtasında kurulmuş olan bir devlet kuruluşundan sonra, genişlerken Avrupa kıtasına doğru genişlemekte, bu durumun tamamen tersi olarak da Avrupa kıtasında kurulmuş olan bir imparatorluk Asya topraklarında genişleyebilmektedir. Bu durumlardan birincisine örnek olarak Selçuklu ve Osmanlı imparatorluğu ikincisine örnek olarak da Roma, Bizans ve İskender imparatorlukları örnek olarak gösterilebilir. Üç kıtanın birleştiği kesişme noktasında, bir araya gelirken bazen Avrupa ve Asya kıtalarının arasına Afrika kıtası da eklenmektedir. Bugün gelinen yeni aşamada Asya ve Avrupa kıtalarının birlikteliği AVRASYA olarak tanımlanmaktadır. Afrika ve Asya kıtalarının birlikteliği ise, AFRASYA adları ile bazı projelerin ve siyasal yönelimlerin adları olarak merkezi üç kıtanın birlikteliğini, dünyanın merkezi birlikteliği olarak öne çıkarmaktadır. Avrasya ve Afrasya üç kıtanın birliğinde ortaya çıkan merkezi birlikteliklerin ortak adı olarak kullanılmaktadır.

Doğu ve batı gibi yön gösteren kelimelerin bir araya gelmesi de Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birlikte oluşturdukları merkezi alanın tanımlanmasında değişik konular ya da tasniflere uygun bir biçimde ele alınmaktadır. Bu açıdan bakıldığı zaman Orta Doğu, Yakın Doğu ve Uzak Doğu gibi kavramlar Asya, Avrupa, Afrika ekseninde üç kıta arasında bir araya getirilirken, bazen iki kıta birliktelikler gündeme geldiği zaman üçüncü kıtanın dışlandığı göze çarpmaktadır. Tarihin son dönemlerinde ulusal devletler, uluslaşma, devletleşme, siyasallaşma gibi halkçı süreçleri tırmandırırken, soğuk savaş döneminin koşullarında bunların üstüne çıkan yeni görüşler olarak tekelci şirketler bölgeselleşme, küreselleşme, pazarlama ve şirketleşme gibi diğer emperyalist vizyonlar uygulayarak öne geçmiştir. Böylesine bir aşamada Asya, Afrika ve Avrupa üçgeninde doğu, batı, kuzey ve güney yönleri değişiklik arz etmekte ve bu durum dünyanın jeopolitik merkezine yansıdığı zamanda bugüne kadar sömürge imparatorlukları olmuş olan devletler dünyanın doğusunda yer alırken; Orta Doğu, Yakın Doğu ve Uzak doğu kavramlarının yer ve yön değiştirerek dünyanın sahip olduğu geleneksel dengelerin daha farklı çizgilere doğru değiştiğini göstermektedir. Merkezi konum, yakınlık ve uzaklık kavramları böylesine bir aşamada yer ve anlam değiştirerek ve küresel harita üzerindeki devletlerin yeni konumlarına doğru hareket ederek, yeni dengelere göre oluşan, jeopolitik siyasetler yönünde hareket ettikleri görülmektedir. İnsanların bir yönün adı olan doğu kavramından hareket ederek yakınlık, uzaklık, ortalık ya da merkezlik gibi kavramların içeriğini doldurmaya çalıştıkları gündeme gelmektedir. Dünyanın batısında yer alan Avrupa kıtası, yön belirleme ya da jeopolitik koşulları öne çıkarmaları gibi durumlarda, dünyanın merkezi alanı konumundaki Orta Doğu bölgesini dünyanın doğusunda gösterebilmektedir. Benzeri bir biçimde Asya’da yaşayanlar da Avrupa kıtasını dünyanın batı bölgelerinden birisi olarak tanımlayabilmektedirler.

Top’un yuvarlak olması gibi durumlar nasıl yönlerin durumunu kesin tespit edemiyorsa aynı biçimde yer küre üzerindeki yerlerin yönlerini tespit edebilmek son derece zordur. Top’un dönerek kaleye girişi gibi küresel dünyanın her dönüşünde de nasıl bir hava ya da jeopolitik denge ile karşılaşılacağı önceden belli değildir. Dünyanın yuvarlak bir top biçiminde olması yüzünden jeopolitik dengeleri oluşturan koşullar her zaman değişmektedir. Yirminci yüzyılın en büyük ekonomik gücünün Amerika Birleşik Devletleri olması yüzünden, dünyanın merkezi olarak Amerika gösterilmiştir. Bugün ise ABD dünyayı yönetme gücünü kaybettiği için dünyayı yönetme şansını yitirmiştir. ABD bu durumda merkez ülke konumunu yitirmekte ve dünyanın yönetimi yeni güç merkezi sahibi olma konumundaki büyük devletin üzerine geçmektedir. Batı merkezli bir dünya oluşturan batı ülkeleri bu yüzden Avrupa’yı merkeze koymuşlardır. Bu durumda Avrupa’yı merkeze koyanlar Avrupa’nın batısına batı, doğusuna da doğu adını vermişlerdir. Doğuyu yakın ya da uzak olarak tasnif edenler, Balkanları yakın doğu olarak tanımlarken ve Asya’nın batı kıyıları yakın doğu kavramı kapsamında yakınlıkla ölçülürken, aynı Asya kıtasının doğu kıyıları da uzak doğu olarak tanımlanmıştır. Kıtaların kesişme noktası orta dünya olarak kabul edilirken, Asya ya da Avrupa gibi kıtasal merkezler kendilerini merkeze koymaktadırlar. Dünyanın merkezi gücü olmak büyük devletler arasındaki siyaset yarışlarına bağlıdır. Bu tür yarışları kazanan devletler harita üzerinde bulundukları kıtanın konumunu değiştirebilmektedirler. ABD devleti güçlü iken Amerikan kıtası merkez olarak benimsenmekte, ama aynı ABD zayıflayarak güç kaybettiği zaman, dünyanın merkezi ya yeni süper güç olan devletin bulunduğu kıtaya ya da jeopolitik dengeler üzerinden süper güç konumundaki devletin ülkesinin bulunduğu bölgeye kaymaktadır. Orta Doğu denilen merkezi bölge süper güçler arasındaki rekabet ve yarışlar sonucunda belli olur. Orta Doğuya merkez kaydığı zaman, diğer bölgeler merkez olma konumunu yitirdiğinden Orta Doğu devletleri kendiliğinden merkezi devlet konumuna gelmektedirler. Merkezi bölge ya da merkez ülkeler zamanla uluslararası sorunların odak noktası haline gelerek belirleyici olmaktadırlar. Süper güç konumuna sahip olan devletler dünyayı bu bölge üzerinden yönetirlerken, Orta Doğunun merkezi durumunu güçlendirirler.

Dünyanın önde gelen en merkezi ülkelerinden birisi olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin böylesine bir konuma sahip olması nedeniyle, gerginlik, çatışma ve savaşların çıkmaması için doğu ve batı ülkeleriyle olan ilişkilerin iyi izlenmesi ve merkezdeki diğer devletlerin dünyanın merkez dengelerine dikkat etmesi gerekmektedir. Türkiye’nin bu konudaki önceliği sınır komşusu olan ülkeler ile sıcak çatışma ya da savaşlara girmemek olmalıdır. Ne var ki, profesör kimlikli bir öğretim üyesi dışişleri bakanı olduğu aşamada, hemen Türkiye’yi komşularıyla savaşlara yönlendirerek ve çok büyük çelişkiler yaratarak tehlikeli olmuştur. Uzun süre batılı ülkelerin kontrolu altında tutulan Türk devleti, batılı ülkeler tarafından gönderilen uzman görünümlü siyasal kadroların hegemonyası altında batı blokunun çıkarlarına uygun düşen çizgilerde kontrol edilmiştir. Türkiye’nin komşuları ile ilişkilerini bozan ve bu doğrultuda komşu ülkeleri Türkiye ile savaşa sürüklemek gibi bölge barışını tehdit eden olumsuz ve kışkırtıcı girişimleri; önümüzdeki yakın dönem içinde Orta Doğu merkezli bir barış düzenini, merkezi orta dünyanın içinden acilen devreye sokarak doğusuyla batısıyla birlikte kenetlenmiş bir yapıda, kalıcı ve kurumlaşmış bir uzlaşma ortamı yaratacak bir doğrultuda dünya ve bölge barışı için sonsuza kadar mücadele edilmesini gerekli kılmıştır. Sonsuza kadar devam edecek bir çağdaş cumhuriyet devletini emperyalizme karşı kurmuş olan Türk ulusu, önümüzdeki kritik çatışma ve savaş ortamında gereken tavrı göstererek, çağdaş Türk Cumhuriyetine karşı girişilen her türlü saldırı ve tehdidi önleyecek bir savaşı göze alarak sonuna kadar direnmek ve bir büyük dünya barışını gerçekleştirmek amacıyla, komşu devletler arasında bölge dışı devletlerin saldırılarının önünü kesmek durumundadır.

Türkiye Birleşmiş Milletler üyesi bir devlet olarak acilen hem doğu hem de batı ülkelerini harekete geçirerek merkezi alanda dünya çapında bir barış düzeninin mimarı olmak zorundadır. Dünyadaki Avrupa ve Amerika ikilisinin dünya hegemonyası sona ermektedir. Yeni dönemin hegemonya düzeninin önce Asya kökenli bir gücün ortaya çıkmasıyla merkezi dünyada egemen olacağı ve sonra da orta dünya üzerinden küresel hegemonya düzeninin, hem doğu bölgesinde Asya kıtasında, hem de batı dünyasında gene Avrupa ve Amerika gibi kıtaların önde gelen büyük devletleri üzerinde eskisine benzer bir biçimde devreye gireceği bugünün koşullarında söylenebilir. Coğrafya atlasları ve kitaplarında asıl adı Asya Minör ya da küçük Asya ismi ile dile getirilerek ifade edilen Anadolu yarımadası ile bu toprakların üzerinde devlet kurarak hegemon güç haline gelen Türkiye Cumhuriyetinin önümüzdeki yakın tarihli zaman dilimi içinde, dünyanın en büyük kara kıtası olan Asya toprakları üzerinde yüz yıllarca batı bölgesinden gelen emperyalist saldırıların önlenmesi, bugünün koşullarında güncel önem kazanarak, koruyucu savunma savaşlarının bu aşamada öne çıkarılmasıyla her türlü emperyalist ve siyonist hedefler yıkılarak ortadan kaldırılabilecektir. Dünya son beş yüzyılda öne çıkan batı emperyalizmi ile bunun uzantısı olarak merkeze gelen İsrail siyonizmi ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Üçüncü bir dünya savaşını ortaya çıkararak kutsal kitaplardaki Armageddon senaryolarına inanan toplum kesimleri, artık daha dikkatli ve sistemli savunma mekanizmalarıyla harekete geçerek, bir an önce savaş alanı ilan edilen orta dünya toprakları üzerinde, bölge devletlerinin dayanışmalarıyla kurulacak olan bir güvenlik ve saldırı mekanizması kurmalıdırlar. Asya, Avrupa ve Afrika ülkeleriyle sınır komşusu olan bir merkezi bölge devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, önümüzdeki günlerde kaos ve savaş ortamları arasında sıkışıp kalmamak için daha aktif bir savunma yapması ve gerekli bir kamu düzeni gündeme getirecek biçimde örgütlenmesi giderek zorunluluk kazanmaktadır. Türkiye gerçekçi bir barış düzeni ortaya çıkarabilmek için sınır komşusu devletler ile Asya kıtasının büyük devletlerinin katılacağı yeni bir güvenlik örgütünü oluşturmak amacıyla “Yurtta ve dünyada barış hareketini” acilen örgütlemek zorundadır.