Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

TÜRK DÜNYASI’NIN MERKEZİ: TÜRKİYE Mİ? AZERBAYCAN MI?

Türk dünyasının üzerinde yaşadığı topraklarda Türkiye ve Azerbaycan devletleri yan yana yaşayan iki ülke olarak, yüz yıllarca süren bir komşuluk statüsü doğrultusunda siyasal varlıklarını sürdürmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti Orta doğu bölgesinin merkezi devleti olarak yoluna devam ederken, Azerbaycan devleti de Kafkasya bölgesinin merkezi ülkesi olarak bugünlere gelebilmiştir. Dünya haritası üzerinde her iki ülke yan yana dururken geçmiş dönemlerden gelen bir süreklilik içinde her iki ülkenin halkı komşuluk statüsünü devam ettirmiştir. Kısaca Türkler ve Azeriler hem bulundukları bölgelerde merkezi konumlarını korumuşlar hem de tarihsel süreç içerisinde dayanışmalarını geliştirerek, üzerinde yaşadıkları Avrupa ve Asya kıtalarının yeniden yapılanmalarında anahtar roller oynamışlardır. Her iki kıta tek tek ele alındığı zaman, Türkiye’nin Avrupa üzerinde, Azerbaycanın da Asya kıtasının şekillenmesinde kilit rollere sahip oldukları görülmektedir. Türkiye kendisinin tam ortasında yer aldığı Orta Doğu bölgesinin her açıdan merkeziliğini korurken, Azerbaycan da harita üzerinde sınırları belirlenen ülke toprakları üzerinde, Rusya ve İran gibi iki büyük devletin arasındaki kıtasal biçimlenmede ana belirleyici rollere sahiptir. Her iki ülkenin yan yana olduğu komşuluk dönemlerinde birbirlerine destek olabildikleri göze çarparken, ayrı düştükleri kıtasal ya da bölgesel süreçlerden geçerken, daha farklı gelişmeler ile karşı karşıya kalabilmektedirler. Tarihin değişik dönemlerinde ortaya çıkan büyük devletlerin kendi bölgeleri ile beraber kıtasal alanlara yayılarak yeni yeni jeopolitik haritaların oluşmasına yardımcı oldular. Üç büyük kıtanın kesişme noktalarının üzerinde yer alan Türkiye ve Azerbaycan devletleri zaman içerisinde birbirlerini daha iyi anlayarak hareket etmeyi öğrenince, var olan jeopolitik dengelerin daha sağlıklı bir biçimde oluştuğu görülmüştür. Kıtalar arası geçiş yolları üzerinde kurulmuş olan her iki Türk devleti, tam ortasında bulundukları merkezi coğrafyanın geçiş yolları üzerinde olması nedeniyle, hemen hemen her dönemde birbirinden çok farklı sorunlar ile uğraşmak zorunda kalmışlardır.

Geçen asırlardan bu yana gelen tarihsel dönemde Azerbaycan Rus çarlığının bölünmesi sonrasında kurulurken, Türkiye de Osmanlı imparatorluğunun dağılması sonrasında kurulmuş olan bir Türk devleti kimliği ile yeni harita düzeninde yerini almıştır. Rus devrimi ile Sovyetler Birliği’nin kurulması sayesinde bütün Asya ve Avrupa kıtaları üzerinde yaygın bir hegemonya düzeni oluşturulurken Türk dünyasının bölünmesine ve bu doğrultuda Türkleri paramparça eden bir yaşam düzenine mahkûm edilmeleri gibi bir olumsuz duruma doğru kilitlenmişlerdir. Sosyalist sistem kurulurken Türkiye bu oluşumun dışında bırakılmış ve Avrupa ile Asya arasında kendisine yeni bir yer araması gibi beklenmeyen bir duruma sürüklenmiştir. Harita üzerinde yan yana duran iki Türk devleti, sınır komşusu olarak yer aldıkları yeni siyasal düzen içerisinde eskisinden farklı konumlara doğru sürüklenerek birbirlerinden ayrı düşmüşlerdir. Ankara merkezli bir Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kuruluşu sırasında burada ilk büyük elçiliğini açan Azerbaycan’ın yeni Türkiye’ye karşı olumlu bir tutum izleyerek imparatorluklar dönemi sonrasında, iki Türk asıllı komşu devletin birlikteliği hedeflenirken sonraki aşamada Rusya merkezli sosyalist sistemin içine Azerbaycan alınmış ve Bakü yönetiminin Ankara’da açmış olduğu büyük elçilik kapatılarak her iki Türk devletinin birbirlerinden uzaklaşmasının yolu açılmıştır. İmparatorluklar döneminden ulus devletler dönemine geçilirken ve her iki devlet Türk asıllı kimliğini öne çıkararak birlikte yeni bir büyük Türk devleti oluşturmaya yönelirlerken, Orta Doğu topraklarında İsrail’in kurulmasına yönelen iki kutuplu dünya bu gibi bir oluşuma karşı çıkarak izin vermemiştir.

Eski Hazar imparatorluğu ile Altın Ordu devleti ve Kırım hanlığı gibi Türk devletleri birbiri ardı sıra tarih sahnesine çıkarken, birbirlerinin bıraktığı siyasal ve kültürel miraslar üzerinde Türk hegemonyasının yayılması üzerine bugünkü Azerbaycan devletini geride bırakan bir siyasal oluşum, eski Türk devletlerinin yarattığı birikim olarak bugünün dünyasına geniş bir ölçüde yansımıştır. Altın Orda devletinin dağılması üzerine bölgesel hanlıkların Bakü, Kırım, Semerkant ve Buhara gibi büyük Türk kentlerinde kurulması üzerine, bugünkü Azerbaycan devletinin ortaya çıkmasını sağlayan bir toplumsal hazırlık eski imparatorluklar döneminin sonrasında ulus devletlere yönelmenin ana nedenini oluşturmuştur. İmparatorlukların dağılmasıyla birlikte yeni bölgesel oluşumlar ortaya çıkarken, Kafkasya ve Hazar bölgelerinde yeni siyasal oluşumlar gündeme gelmiştir. Rus devrimi ile birlikte ortaya çıkan yenilenme işi daha da tırmandırılarak ve bugünün Orta Asya oluşumlarına giden yolları açarak geleceğin Türk dünyasının oluşumlarına zemin hazırlanmıştır. Hazar’dan Altın Orda’ya, Kırımdan Buharaya doğru yürütülen Türk yapılanmaları, Türklerin ana vatanları üzerinde egemen bir statüde yerleşmelerini sağlamıştır. Osmanlı devleti ile İran devletinin birlikte harita üzerinde yer aldığı zamanlarda, Türk asıllı kavimleri parçalı ve dağınık ortamlarda yollarına devam etmelerini yönlendirmiştir. Böylesine bir dağınık dönemden geçerken, eski imparatorluk ve Hanlık dönemlerinden gelen Türk boylarının zaman içinde nüfusları artmış; Hazar döneminden gelen eski kültürel birikimin Orta Asya üzerinden geçerek, Kafkasya ve Hazar bölgeleri üzerinde daha modern bazı yaklaşımlar aracılığı ile geçmişten gelen Türklük bilincini yükselttikleri görülmüştür. Eski Türk imparatorluklarının yerini alan Türk devletleri, Orta Asya’nın batısı ile birlikte Kafkasların batısını da aynı doğrultuda etki altına almıştır. Kafkasya ile Hazar bölgelerinde yeni oluşumlar imparatorluk sonrası için devreye girerken, bugünkü harita üzerindeki Türkiye ve Azerbaycan cumhuriyetleri üzerinde yaşadıkları topraklara sahip çıkarak, yirminci yüzyılda hanlıkları iki ayrı ulus devlet biçimine dönüştürmüşlerdir.

Türkiye ve Azerbaycan dünya konjonktürü ile birlikte Asya ve Avrupa kıtaları üzerinde yeni oluşumlar olarak gündeme getirilen farklı yapılanmaların Kafkasya ve Orta Asya ile Hazar bölgesini de çevrelemesi üzerine, bugünkü Türkiye ve Azerbaycan devletlerinin kuruluşları siyasal gündem içindeki yerlerini almışlardır. Böylesine bir çevresel oluşumun etkisi altına giren Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerindeki Türk potansiyeli, Rusya içindeki hızlı uluslaşma ile birlikte dünya konjonktürünün ortaya çıkardığı yeni yansımalar doğrultusunda yaratmıştır. Çarlık Rusya’sı sonrasında Kafkasya’da Azerbaycan devleti ile Türkiye Cumhuriyeti sınır komşuları olarak ortaya çıkan yeni ulus devletler konumunda bölgesel yapılanmaların etkileriyle bugünkü kimliklerine sahip olabilmişlerdir. Aynı kökten gelmelerine rağmen ortak bir bölgede kendi ulusal yapılanmalarını oluşturmaya çabalayarak ve çağdaş uluslar ailesinin yeni ulus devletleri olarak dünya sıralamasındaki yerlerini almışlardır. Komşuluk statüsü içinde dayanışma girişimleri üzerinden ortak bir Türk devleti çatısı altında birleşemeyen Türkler ve Azeriler ortak milli kimlik olan Türklük üzerinde birleşmelerine rağmen, aynı ve ortak bir ulus devlet çatısı altında bir araya gelememişlerdir. Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinde oluşan farklı siyasal yapılar Asya kıtasının batısında bir büyük Türk devleti oluşumunu engellemiştir. Selçuklu devleti ile bu bölgeye gelen Türk boyları, eski Hazar devletinin uzantıları olarak ön Asya’ya doğru yeniden yapılanırken, Anadolu ve Balkan toprakları üzerinde yayılarak Asya ve Avrupa dengeleri içinde geleceğe yönelmek istemişlerdir. Ne var ki, bütün çabalara rağmen tek ve büyük bir Türk devleti tıpkı Çin gibi Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinin birlikteliğinde kurulamayınca, yeni kurulan iki Türk devletinin bir araya gelerek çizdiği ortak yol üzerinde “bir millet- iki devlet “sloganı ortaya atılmıştır. Her iki devlet Sovyetler Birliğinin yıkılması üzerine ulusal birlikteliğe önem veren yeni adımlar atarak ve tek millet anlayışını daha da güçlendirerek, Türk dünyasının Asya-Avrupa kıtaları üzerinde bağlayıcı bir köprü olması yolunda iş birliği ve ortak politikalar oluşturma girişimlerini, beklenmedik bir biçimde geliştirerek öne almışlardır. İki devlet bölünmenin sakıncalarını gidermek üzere tek millet anlayışında birleşmeyi kararlaştırmışlardır.

Bir millet-iki devlet ilkesinde anlaşan Türkler ve Azeriler zaman içerisinde birbirlerini daha iyi anlayarak yeni ortak politikalar geliştirmeye yönelirken, daha önceden beklenmeyen bazı gelişmeler ile karşı karşıya geldikleri, bazan bocaladıkları bazan da çok büyük yanlışlara sürüklenerek kendi ülke ve toplumlarının tehlikeli konumlara düşmesi gibi olumsuz yapılanmalara yönlendirildikleri görülmektedir. Yüz yılların birikimi olarak ortaya çıkan siyasal sorunlar ve dönemeçler açısından konuya Türkiye Cumhuriyetinden daha küçük olan Azeri devletine bakıldığında; Azeri devletinin daha fazla hata yaptığı ve Rusya, İran ve İsrail gibi emperyalist devletlerin etkisi altında kaldığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle de Türk kardeşi olan Türkiye Cumhuriyeti ile eski uyumluluk halinin ortadan kaldırıldığı görülmektedir. Eskisi gibi bir millet-iki devlet anlayışından uzaklaşılırken iki devlet arasındaki yeni dönem ilişkisi bütün diğer devletler gibi herkesin işine geldiği gibi davranmasını beraberinde getirmektedir. Geçen yıl içinde öne çıkan Dağlık Karabağ savaşı sırasında, Azerbaycan devleti kendisine kardeş devlet olarak kabul ettiği Türkiye ile birlikte hareket etmemiş, aksine bölgeye Siyonist bir emperyalizm getirmeye çalışan küçük İsrail devletinin yönlendirdiği bir kukla devlet olmasına çalışılmıştır. Daha önceki Ermeni –Azeri savaşları sırasında Türkiye ile birlikte ortak hareket eden Azerbaycan devleti, böylesine bir ittifaktan çok yararlanarak bölgeye emperyalizmin ve Siyonizm’in hegemonyasının girişinin önlenmesinde tek millet ve iki devlet anlayışı ile hareket etmişlerdir. Türkiye yardımlarından fazlasıyla yararlanan Azerbaycan’ın her türlü dış müdahale ile Siyonizm ve emperyalizmin baskısı altına girmesiyle birlikte, Türkiye ile geçmişten gelen bir dayanışma ittifakının olduğunu unutmamak gerekmektedir. Azerbaycan devleti son zamanlarda İsrail vatandaşı olan bazı üst düzey yöneticiler tarafından yönetilmeye başlandığı için Türkiye ile geçmişten gelen bir millet-iki devlet anlayışından ve kardeşlik esasına dayanan ittifakın ortadan kalktığı ve Türkiye’nin son dönemde dışlandığı bir çizgide yeni ittifakın devreye sokulduğu görülmektedir. Azerbaycan son savaşta silah yardımlarını Türkiye yerine İsrail’den alırken Siyonist emperyalizme boyun eğdiği gibi bir olumsuz tutum ile Türkiye’den uzaklaşmaktadır.

Türkiye yeni dönemde geçmişten gelen siyasal birlik ve ittifaklara önem vermekte ve öncelikle başta Azerbaycan olmak üzere bütün Türk devletleri ile yeni kurulmakta olan Türk Devletleri Teşkilatı’nın büyümesi ve güçlendirilmesi çizgisinde yeni ve daha yakın iş birliklerine doğru yönelmektedir. Bu çizgide Azerbaycan ile daha önceki yıllarda oluşturulan ve uzun süre barış ilişkilerinde kullanılan tek millet-iki devlet anlayışını yeniden canlandırmak zorundadır. Küçük bir ülke olan Azerbaycan bir petrol ülkesi olarak kendi güvenliği çizgisinde yoluna devam ederken Rusya, İran ve Çin gibi petrol ve enerji kaynağı olan ülkelerin hedefi konumuna gelmiştir. Azerbaycan’ın böylesine bir olumsuz durumdan kurtulabilmesi için ilk dikkate alması gereken konu, Türkiye ile imzalanmış olan kardeşlik antlaşmasıdır. Türkiye kardeş ülke için her türlü potansiyelini devreye sokarken, Siyonist İsrail’in emperyalist saldırıları ile karşılaşarak komşuları ile ciddi savaş tehlikeleri gibi olumsuz durumların öne çıkmasını önleyememiştir. Batının büyük emperyalist ülkeleri petrol ve enerji kaynaklarına el koyarken, İsrail’in enerji emperyalizmi girişimleri ile karşı karşıya gelmekte ve bu nedenle de üçüncü dünya savaşının şimdiden cephe ülkesi olarak ilan edilmektedir. Sahip olduğu zenginlikleri Türk devletleri ile paylaşamayan ve bu doğrultularda Türkiye ile ciddi anlaşmazlıklara sürüklenen Azerbaycan’ın, yeni dönemde daha akıllı diploması uygulamalarına geçerek merkezi bölgeye yönelen her türlü savaş tehlikesine karşı, silah ve enerji potansiyellerini Türk devletlerinin daha güvenli bir konuma gelebilmeleri için kullanması gerektiği görülmektedir. Ayrıca son dönemlerde yaşanmakta olan bazı olumsuz gelişmelerin gösterdiği gibi, yeni dönemde Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerinin enerji potansiyellerinin bir araya getirilerek kardeşlik dayanışması doğrultusunda öncelikle Türk devletlerine verilmeleri sağlanmalıdır. Türk Devletleri Birliğinin öncelikle Orta Asya ülkelerinde örgütlenmesi sağlanarak, dünya dengelerinin daha koruyucu bir yapılanma içinde kurulması bir an önce gerçekleştirilmelidir. Bunun için de öncelikli olarak, Araplara tahsis edilen petrol kuyuları Türklere verilmelidir.

Azerbaycan’ın yeni dönemde bölünmüş bir devlet olmaktan kurtulması, İran sınırları içinde bırakılan güney Azerbaycan ile birleşmeye yönelmesi ve İran’daki Azeri kökenli Türk toplulukları ile birleşerek Orta Asya çevresinde tıpkı eski Pers imparatorluğu dönemindeki gibi büyük bir Türk imparatorluğuna yönelmesinin bugünün koşullarında pek mümkün olamayacağı anlaşılmaktadır. Dünya dengelerinde yeni büyük devletler öne çıkarken bunların arasında yer alan İran’ın diğer büyük devletler ile küçük devletlere karşı dayanışma içine girerek statüko dayanışması geliştirmesi gibi gelişmeler, Türkiye-Azerbaycan ve İran birlikteliğini ya da bölgesel anlamda büyük bir Türk devleti yapılanmasını öne çıkarmaktadır. Her üç devlet de Türk unsurunun ağır bastığı birer devlet olarak Türk dünyasının içinde önemli bir konuma sahiptir. İran Türkiye’den büyük bir devlet olarak nüfusunun yarısından fazlasını Türk kökenli gruplardan oluşturmak durumundadır. İran halkının çoğunluğu Azeri kökenli olmasına rağmen devlet kurulurken bir ulus devleti olarak değil ama bir mezhep devleti olarak örgütlenmiştir ve Şia anlayışının siyasal boyutlarda örgütlenmesinin çağımızdaki tek örneğidir. Orta ve Kuzey Asya’dan yola çıkan Türk boylarının üç büyük kıta üzerinden dünya karalarına yayılması sonrasında Türkiye ve İran hattı yan yana gelmiş ve Azerbaycan da bu iki büyük Türk devleti arasında bölgesel birliği sağlayan bir köprü konumunda yerini almıştır. Orta Asya çevresinde yan yana gelen bu üç büyük Türk devleti, bazen imparatorluklar ya da büyük devletlerin arasında kalarak birbirlerinden kopuk yaşamışlar bazen de Orta Asya ve civarında bir araya gelmiş bir büyük imparatorluğun çatısı altında birliktelik içinde varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Bugünkü statüleri ile bağımsız devlet olabilmenin yalnızlığını yaşamaktadırlar. Bugün dağılmış ve parçalanmış Türk devletlerini Çin, Hint ve Rus halklarının birlikte yaşadıkları büyük devlet yapılanmaları gibi örnekler doğrultusunda bütünleştirecek bir yeni yapılanmaya gereksinme vardır.

İsrail’in Kuzey ve Güney Azerbaycan arasına gelip yerleşerek kurmuş olduğu yeni askeri üs, Siyonist emperyalizmin bölgesel hegemonyası için bu bölgede gerekli görülmektedir. Kutsal topraklar senaryosu doğrultusunda geniş alanlara yayılmak ve buralarda var olan eski devletleri yıkarak ve parçalayarak Siyonizm’in peşine takılan her türlü emperyalist saldırı ya da işgal girişiminin buralarda kurulu bulunan eski devletlerin dayanışmaları ile şimdiye kadar önlenebilmiştir. İsrail tarihsel Siyonizm çizgisi doğrultusunda Asya, Avrupa ve Afrika topraklarında yayılırken her üç kıta üzerinde yer alan Türk devletlerini ve topraklarını kendisine bağlayarak, Büyük İsrail imparatorluğunu gerçekleştirebilmenin arayışları içine girmiştir. Azeri toprakları üzerinde kurulmuş olan İsrail askeri üssü, Siyonizm’in gelecek dönemde örgütlenmesi açısından yeni bir aşamanın öne çıktığını göstermektedir. Önceleri kendisini gizleyen İsrail Siyonizm’i yeni dönemde eskisinden çok farklı bir yola yönelmektedir. Daha önceleri Yahudilerin bütün dünya ülkelerinde serbest dolaşım ve yaşama hakları kullanılırken, oluşturulan Musevi cemaatleri içinde bulunan Yahudi asıllı insanlar, bulundukları ülkelerde öne çıkarılarak siyasal ve sosyal yapılanmalar içerisinde tepe noktalara kadar dış desteklerle tırmandırılmışlardır. Daha önceleri hiçbir ülkede askeri üs kurmayan İsrail’in, yeni dönemde işe Azerbaycan’da eskisinden çok farklı bir biçimde askeri üs kurması, daha önceleri İngiliz ve Amerikan emperyalizmlerinin bütün dünya ülkelerinde uyguladıkları bu tip bir askeri üsler yolu ile dünya hegemonyası oluşturma planları Türk dünyasının merkezlerinden birisi olan Azerbaycan devleti üzerinden uygulama alanına getirilmiştir. İran sınırındaki askeri üs acilen Ermenistan-Azerbaycan savaşı sırasında açılarak kullanılmış ve savaş sürecinde Azerilerin silah gereksinmeleri bu askeri üs üzerinden sağlanmaya çalışılmıştır. Daha önceleri Türkiye’nin Azeri devletine yardımları ve sahip çıkmasıyla sağlanan silah gereksinmeleri, yeni dönemde İsrail gibi bir Siyonist devletin denetimi altına girmekte olduğu için Türk devletlerinin arasına bir kara kedi olarak İsrail bir oldu bitti senaryosu ile girmektedir.

Atatürk zamanında kurulmuş olan Türkiye-Azerbaycan ilişkileri yüzüncü yılını geride bırakırken, üç çeyrek yüzyıllık Sovyetler Birliği dağılmış ve bu büyük konfederasyon içinde yer alan Türk devletleri bağımsızlıklarına kavuşurken, yeni dönemde Türk devletlerinin birliğini ve dayanışmasını sağlayabilecek oluşumların özgürlük ortamında geliştirilmesi gibi bir hedef yapılanma öne çıkarılmıştır. Böylesine bir yeni adım atılırken, İsrail Türkiye ile dostluk ya da birliktelik ortamlarını unutarak, tıpkı İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri gibi büyük çaplı bir emperyal düzeni askeri üsler üzerine oturtarak geliştirmeye çaba göstermiştir. Osmanlı döneminde geliştirilen Yahudiler ile Türkler arasındaki yoldaşlık ilişkileri çerçevesinde konu ele alındığında Yahudi asıllı insanlar Türk devletleri içinde çok rahat yaşam düzenleri kurabilmişlerdir. Ne var ki, yeni bir düzen kurma yolundaki çabaların böylesine olumlu bir barış gelişmesi varken işi daha da savaş çizgisine çekmek çizgisinde, askeri üsler üzerinden önce Azerbaycan’a, sonra da Türkiye ve Türkmenistan üzerinden Yakın Doğu, Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerinde Azerbaycan üzerinden yeni askeri üsler kurulacak gibi yeni bir emperyal durum yavaş yavaş devreye girmektedir. Böylece dünyanın merkezi coğrafyası üzerinde yer alan Türkler ve Türk devletlerinin Siyonist hegemonya planlarında ön plana alındıkları göze çarpmaktadır. Türk Devletleri Teşkilatı oluşturularak, geçen yüzyılda izin verilmeyen Türk Birliğinin böylesine bir teşkilat aracılığı ile önümüzdeki yıllarda bütünüyle bir büyük devlet yapılanması olarak öne çıkarılacağı anlaşılmaktadır. Var olan Türk devletlerinin birlikte beraberce bir devlet düzenine yönelmesi yeni bir Türklük akımı olarak en büyük hedef anlamında tüm Türk devletlerine yön göstermektedir.

İsrail Azerbaycan’dan başlayarak askeri üsler aracılığı yolu ile var olan Türk devletlerine açılan yeni bir kapı aralarken, Türkiye’de önde gelen siyasetçilerin içinde Anadolu’daki Türk varlığına son vermek isteyen ya da karşı çıkan, Türklük düşmanı atılımların ya da siyasal demeçlerin kamuoyu önünde olumsuz yansımaları kışkırtıcı üsluplar aracılığı ile tırmandırılırken Türkiye ve Türk dünyası Siyonizm’in denetimi altına alınmaktadır. Türklüğün ayaklar altına alınıp ezileceği bazı politik çevreler tarafından dile getirilirken, emperyalizm ve Siyonizm Türklük karşıtı söylemlerle yeniden örgütlenerek saldırılara doğru yönelmektedirler. Yeni dönemde ABD askeri gücünü, İngiliz ve batı kaynaklı yeni yapılanmayı kendi tekeline almaya çalışan İsrail artık eskisi gibi rahat çalışmaları yürütemediği Türkiye Cumhuriyeti’ni bir yana bırakarak, Türk dünyasını Azerbaycan üzerinden izlemek ve incelemek yolunu açacak gibi görünmektedir. Türkiye’nin dostu olduğunu söyleyerek Türkiye’yi parçalama ve yıkma operasyonlarını, diğer Türk devletleri ile birlikte ele alarak Siyonizm’i genişletme çabalarını sürdüren emperyalistler; yıkıcı ve yakıcı bir savaş rüzgarını estirerek kutsal topraklar denen merkezi alanı tümüyle kendi hegemonya bahçelerine dönüştürmeye çalışmaktadırlar. Dünyayı yönetmeye kalkan emperyalizm ve Siyonizm orta dünya alanlarına saldırırken, Türk dünyasının merkezinin en büyük devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin omuzlarında olduğunu görmek zorundadırlar. Küçük İsrail devletinin bir hayal olarak öne çıkardığı Azerbaycan merkezli bir Türk dünyası hegemonyası, gerçek anlamda hiçbir biçimde mümkün olamayacak gibi görünmektedir. Daha işin başında Türk dünyasına egemen olmak isteyenler bu dünyanın merkezi noktasını ya da kentlerini bilmeyen veya göremeyenlerin gelecekte bir Türk dünyası belirlemesinde gerçekçi davranmaları mümkün olmadığı için, Türkiye Türk dünyasının merkezi konumunu yeniden onararak öne geçecektir. Türk dünyasının en büyük devleti olarak Türkiye her zaman için merkezi konumunu koruyacaktır. Türklüğü ayakları altında çiğneyerek yok etmeye çalışanların kavga çıkmadan artık bu diyarlardan çekip gitmelerinin zamanı gelmiştir. Unutmasınlar ki, Türklüğün merkezi her zaman için Türkiye’dir.