Yunanlılar veya eski adları ile Grekler duygusal ve aynı zamanda gerçeklerden uzak yaşamayı tercih eden iki kimlikli bir millet. Bir yanda Elenika (Hellenistic) mirasa ve söz konusu dönemin sosyogenetik kodlarına sahip olduklarına inanan; diğer yanda anayasalarına zorunlu din maddesi koyacak kadar Hıristiyan Ortodoks bir millet. Milli birliklerinin vazgeçilmezi ise maalesef iflah olmaz Türk düşmanlığı. Nüfuslarının azlığı ve ekonomilerinin küçüklüğüne rağmen Ege, Akdeniz ve Anadolu’ya yönelik Megali İdea (Büyük Yunanistan) ülküsü ya da Kıbrıs’a yönelik Enosis hayallerini sürekli canlı tutabiliyorlar. Bir nevi jeopolitik şizofreni içindeler. [1] Yunanistan’ın tarihte olduğu gibi günümüzde sürdürdüğü bu politik tutumun sebebini şimdiye kadar hiç vazgeçmediği Megali İdea’ya bağlamak en uygun yaklaşım.
Avrupa Devletlerinin yardım ve desteği ile 1830 yılında Osmanlı Devleti’ne isyan eden Yunanistan’ın, bütün tarih boyunca hep aynı destekle, doğuya doğru ilerlediği, yani Türkiye toprakları üzerinde (Türkiye aleyhine en az 5 misli) genişlediği ve her seferinde Türk Devleti’nin kararlı tutumu ve Türk ordusunun müdahalesi ile durdurulduğu ve işgal ettiği görülmektedir.
Yunanistan’ın Dış Politikasının Temelleri
Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin bozulmasının nedeni, Yunanistan’ın Kıbrıs ve Ege’de gütmek istediği Megali İdea politikasıdır. Yunanistan’ın ulusal hedefi, Megali İdea (Great Design) olarak da adlandırabileceğimiz ve Bizans İmparatorluğu’nu dahi öngören ulaşılması sosyal, ekonomik ve politik anlamda kesinlikle mümkün olmayan bir hedeftir. Megali İdea’yı gerçekleştirmek için kurulacak devletin sınırları tam olarak belli değildir. Hedeflenen bölgelerde başta Türk halkı olmak üzere başka ulusların insanları yaşamaktadır. Dolayısıyla hedef ancak askeri güçle elde edilebilecektir.
Filiki Eterya kurulurken hazırlanan program çerçevesindeki Megali İdea’nın hedeflerini hatırlatacak olursak bunları şöyle sıralayabiliriz:
1) Yunan milletinin tam istiklalinin temini,
2) Batı Trakya ve Selanik’in Yunanistan’a ilhakı,
3) Epir (Arnavutluk Güneyi) ve Makedonya’nın Yunanistan’a ilhakı,
4) Ege Adalarının Yunanistan’a ilhakı,
5) Oniki Ada’nın Yunanistan’a ilhakı,
6) Girit Adası’nın Yunanistan’a ilhakı,
7) Batı Anadolu’nun Yunanistan’a ilhakı,
8) Pontus Rum Hükümeti’nin kurulması,
9) Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı,
10) İmroz ve Bozcaada’nın Yunanistan’a ilhakı,
11) İstanbul’un işgal edilerek Doğu Roma İmparatorluğu’nun ihyası. [2]
Türkiye, Yunanistan için askeri planlarda yer alan ve saldırılması gereken bir düşmandır. Yunanistan; özellikle sürekli Kıbrıs’ın Yunan adası, Ege’nin de bir Yunan gölü olduğunu vurgulamaktadır. Yunanistan, Megali İdea çerçevesindeki hedefleri elde edebilmek ve Türkiye “Doğudan gelen tehlike” olarak kabul edildiği için ulusal gelirinden silahlanmaya en çok pay ayıran ülke durumundadır.
Yunanlılar arasında Megali İdea’yı sürekli canlı ve tutan papazlar ve kilise olmuştur. Öyle ki Kilise, Yunan yayılmacılığının adeta üssü konumundadır. Yunanistan’da kiliselerde olduğu gibi okullarda da işlenen başlıca konu Megali İdea ve Türk düşmanlığıdır.
1978-1979 öğretim yılında ilkokul son sınıf Okuma Kitabı’nın 46’ncı sayfasında, “1821 Yunan İhtilali” başlıklı ders ünitesinde, Yunanlılar’ın Türkler’e karşı silaha sarıldıkları anlatılmakta sonunda şunlar ifade edilmektedir: “Ya hürriyet ya ölüm! Mora’da ve Yeryüzünde tek Türk kalmayıncaya kadar savaş”. Ders kitaplarında buna benzer birçok örnek bulunmaktadır. [3]
Yunanistan, kurulduğu tarihten itibaren Avrupa Devletlerinin teşvik ve desteği ile Doğu Sorunu denilen “Türkleri Anadolu’dan Atma” projesinin adeta uygulayıcısı konumuna sokulmuş, Yunanistan da bu göreve gönüllü olarak talip olmuş, Megali İdea ülküsüne ulaşabilmek için Avrupa Devletlerini kullanmak istemiştir.
Yunanistan’ın, milli politikası üzerine inşa ettiği Megali İdea hedeflerine ulaşabilmek için artık silahlı mücadele yerine, tamamen farklı bir metot izlediği ve bunu günümüzün en güçlü silahı olan Psikolojik Harp Metotlarıyla yaptığı, yakın geçmişte terör örgütü PKK’nın ortaya çıkmasında değişik roller üstlendiği görülmüştür.
Yunanistan, bugüne kadar Türkiye’ye karşı değişmez politikası olan “Salam Stratejisini” uygulamaktan asla vazgeçmemiştir. Bu politikalar kapsamında; Türkiye’ye yönelik milli hedeflerini parçalara ayırmakta, ana gövde hedef alınmadan küçük bir parça seçilmekte, her parça için bir zaman dilimi belirlenmekte ve parça güzelce kesilerek yutulmaktadır. Yenilen parça sindirilmeden diğerine geçilmez! Eğer bir direnç oluşmuşsa, taktik olarak geri çekilerek oyalama taktikleri uygulanır, direnç noktaları yıpratma kampanyaları ile yumuşatılır ve karşı atakla o dilim de afiyetle mideye indirilir. [4]
Yunanistan, Megali İdea kapsamında diğer hedeflerini de ele geçirmek için yoğun bir çaba içindedir. Bunun en güzel örneği 1984 yılının başlarında ilk baskısı yapılan ELLADA SİPNA (YUNANİSTAN UYAN) isimli kitaptır. Yazarı Andreas Dendrinos’tur. Bir istihbarat ve psikolojik harp uzmanı olduğu anlaşılan Andreas Dendrinos’un yazdığı Yunanistan Uyan kitabı zamanın Başbakanı Andreas Papandreu tarafından Yunanistan’ın Milli Güvenlik Kurulu sayılan “Yunanistan Dış Politika ve Savunma Yüksek Kurulu”na (KSEA) getirilmiş ve kitapta Türkiye’ye karşı uygulanması tavsiye edilen psikolojik harp operasyonları için tam yetki alınmıştır. [5]
Yunan yazar Andreas Dendrinos kitabında diyor ki: “Türkiye, Yunanistan’ın en önemli ve en temel düşmanıdır. Türkiye’nin aleyhine olan her şey desteklenmelidir.” Ardından 1) Türkiye’de Kürt sorunu vardır, bu hassasiyet kullanılmalıdır. 2) Radikal dinci guruplar vardır. Türkiye’deki dinî konular hassasiyet, 3) Türkiye’de mezhep ihtilafı önemli bir hassasiyettir. Alevi-sünnî 4) Türkiye’nin ekonomik ve sosyal hassasiyetleri vardır. 5) 1915 yılındaki Ermeni katliamı bir hassasiyettir. Bu konu Andreas Dendrinos, kitabında; Türkiye’nin zayıf düşürülmesi ve parçalanması için Kürtçü-bölücü örgütlerin nasıl destekleneceğini, Ortadoğu’da Suriye’nin, Avrupa’da İngiltere, Almanya ve Fransa’nın Türkiye aleyhine nasıl kullanılacağını detaylı olarak ortaya koymuştur. Konunun daha iyi anlaşılması için söz konusu kitabın okunmasını tavsiye ediyoruz.
Soğuk Savaş Sonrası Batı’nın “Yeni Türkiye” Politikası Kapsamında Yunanistan Politikaları
Bu konu ile ilgili biraz geriye giderek hafızamızı tazelemekte yarar var. Soğuk savaşın sona ermesi Batı’nın (ABD ile AB’nin), “yeni küresel sömürgeciliği”, 19’uncu Yüzyılda olduğu gibi uygulanmasını öngörmelerine yol açtı. Kuşkusuz, yeni yöntemler uygulanacaktı. Zira bunun arkasında, “Batı kapitalizmindeki içsel tıkanmalar” da tetikleyici rol oynadı. Neydi bu tıkanmalar? Kapitalizm sistem olarak, küresel sömürüye dayanmak zorundaydı.
Batı’nın iktisadi, siyasi ve felsefi dayanağını oluşturan “kapitalist piyasa düzeni” 1970’li ve 1980’li yıllarda içeride zaafa uğradı. 1990’lı ve 2000’li yıllar “kapitalist piyasa düzeninin restorasyon” yılları olarak “devlet müdahalelerini ve küresel işgallerini” gerektirdi.
Soğuk savaş sonrasının bu gelişmelerinde Türkiye bir yıldız gibi parlamaya başlıyordu. Ortadoğu’dan başlatılmak istenen bu yeniden yapılanmada Batı tarafından Türkiye’ye çok özel görevler verilmesi öngörüldü. Türkiye Batı kapitalizminin yeni küresel eylemleri için İslam dünyasında bir laboratuvar gibi (Ilımlı İslam modeli olarak) kullanılması planlandı. Adalet ve Kalkınma Partisi 2002 yılında iktidara getirilinceye kadar Türkiye’de bütün ön hazırlıklar yıllarca sürdürüldü. [6]
Bu bağlamda Batı, Türkiye’yi içine almadan “sınırlarını ve yapısını değiştirerek” denetimleri altına alma stratejisini yürütmeye başladı. Türkiye artık, Batı’dan “tamamen ayrı bir kimliğe sahip bir ülke gibi” değerlendirilmeye alındı. Aidiyet ve kimlik olarak “karşıdaki ve öteki” olarak görüldü. Bunun da “dışlanmak” şeklinde değil içine almadan, “istediği yapıya ve ölçüye sokarak” denetim altına almak şeklinde olması öngörüldü. [7]
Batı, bölgedeki çıkarlarının korunması kapsamında yürüteceği politikalarda Türkiye’ye ihtiyaç duymasına karşın, bu ihtiyacı Türkiye’nin haklarına saygı göstererek, ulusal çıkarlarına saygı duyarak karşılanmasını göz ardı etti. Böylece Batı’nın uyguladığı politikalar, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırı ve ulusal güvenliği için tehdit oluşturabilecek durumlar yarattı. Bu politikaların fiili olarak; ABD, İngiltere ve İsrail, Irak kuzeyinde kukla bir Kürt devleti kurarak bunu Güneydoğu Anadolu, Suriye ve İran’ın bir bölümü ile birleştirmek istemeleri (“Büyük Kürdistan” bir paravandı. Aslında, “Büyük Kürdistan” görünümlü bir “Büyük İsrail”in kurulması hedefleniyordu), Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye aleyhine kararlar alması, AB ile tek yanlı olarak bağların kurulması, AB ülkelerinin terör örgütü PKK’ya fiili olarak destek vermeleri, Ermeni soykırım tasarılarında ve Fener Rum Patrikhanesi konularında uygulandığı görüldü.
Bu çerçevede, AKP hükümeti de Yunanistan’a bazı özel imtiyazlar sağladı. Bu imtiyazlar şöyle sıralanabilir:
– Birisi Yunan devlet bankası olmak üzere üç Yunan Kurumu, üç Türk bankasını satın almıştır. Buna karşılık Yunanistan yıllardır, Ziraat Bankası’nın Batı Trakya’da şube açmasına bile izin vermemektedir.
– Yunan istihbaratının kurdurduğu göstermelik şirketler Trakya’da faaliyet göstermeye başlamışlardır. Bu şirketler “Çiftçiden ürün alıp pazarlama yapma görüntüsü altında”, köylüyü kendilerine bağlamaktadırlar.
– Doğu Karadeniz’den seçilmiş gençler, Atina Üniversitesi’nde “eğitim adı altında yetiştirilmektedirler”.
– Heybeliada Ruhban Okulu konusundaki gelişmeler, Ortodoks devletinin, uluslararası altyapısı niteliğinde yürütülüyor.
– Vakıflar Yasası tek yanlı bir ayrıcalıktır. Bütün bu gelişmelerin Yunanistan’a sağladığı “tek yanlı ayrıcalık” niteliğinde ortaya çıkması, işin arkasındaki karanlığın göstergesidir.
Batı’nın yeni Türkiye politikalarında Ortodoks Patrikhanesi devleti, önemli köşe taşlarından biridir. Ortodoks din devleti ile “ülkedeki dinci yapılanma talepleri arasındaki paralellik” ise işin bir başka boyutunu oluşturuyor. [8]
En önemlisi de, Batı, Türkiye’den Yunanistan üzerinden; 1) Kıbrıs’ın verilmesi, 2) Ege Denizi’nin Yunan gölü, Batı’nın (NATO’nun) ise doğu sınırı haline getirilmesi, 3) Fener Rum Patrikhanesinin devletleştirilmesi yani Vatikanlaştırılması ve ardından en son Doğu Akdeniz’de ve Kıbrıs görüşmelerinde aleyhimize olacak şekilde haklarımızdan vazgeçmemiz talep etti.
Dolayısıyla, Yunanistan’ın Batı desteğinde yürüttüğü politikalarının yanında iktidarın da iç siyasete yönelik kısa vadeli kazanımlar karşılığında tavizkar tutumu, ulusal çıkarlarımıza aykırı uygulamalara yol açtı.
Batı’ya Güvenerek Meydan Okuma!
Ortak tarihi, ortak kültürü, ortak sınırı paylaşan komşular Türkiye ve Yunanistan arasında çeşitli sorunların olduğu bilinmektedir ve bunlar henüz çözülmüş değildir. Bu sorun alanları, Ege Denizi, Kıbrıs ve azınlıklar gibi meseleler olarak sıralanabilir. Türkiye Ege’deki sorunları karasuları genişliği, kıta sahanlığı genişliği, hava sahası&FIR hattı sınırları ve Doğu Ege adalarının silahlandırılması sorunu olarak görürken; Yunanistan Ege’ye baktığında yalnızca kıta sahanlığının sınırları sorununu görmektedir.
Son yıllarda Doğu Akdeniz’de hidrokarbon keşifleri, bölgenin küresel güçlerin rekabet alanı haline gelmesiyle Kıbrıs Adası stratejik konumu ile Batı eksenli güçlerin odak noktası haline gelmiştir. Bunun sonucunda Yunanistan Ege ve Akdeniz’de denizi Türkiye ile paylaşmak istememe arzusu daha da artmıştır. Son dönemde ülkemizde sıkça bahsedilen “Mavi Vatan” kavramını (Türkiye’nin denetiminde olan deniz yetki sahalarını) kabul etmemektedir. Diğer taraftan Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar gelişerek modern gemi, silah ve araçlar ile donatılan ve etrafındaki denizlerin zenginliğini kullanabilen Türkleri meşgul etme ya da baskı altına alma görevini, Batı’nın her zaman kullanışlı vekili olarak gerek Ege’de gerekse Akdeniz’de hevesle görev icra ettikleri bilinmektedir.
Son dönemde Türkiye’ye yönelik düşmanca faaliyetlerini yoğunlaştıran Yunanistan, kural tanımaksızın Türkiye’nin stratejik çıkar alanlarına fütursuzca saldırıya geçti.
Yunan-Rum (Güney Kıbrıs Rum Kesimi) ikilisinin Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ege’ye çıkışını engelleyip Anadolu topraklarına hapsetmek için bölgesel ve küresel güçlerle ittifaklar kurduğuna şahit oluyoruz. Bu kapsamda ABD ve AB ülkeleri ile İsrail, Mısır, BAE gibi ülkeleri Türkiye’ye karşı kışkırtıyor. Planlı ve sistematik eylemleri ile Türkiye’yi köşeye sıkıştırmayı hedefliyor.
Kuşatmayla birlikte Türkiye’nin Akdeniz ve Ege’de uluslararası suları kullanmasını, denizlerdeki hak ve menfaatlerinden vazgeçmesini, Kıbrıs’tan tamamen çıkarılmasını sağlamayı hedefliyor.
Doğu Akdeniz ve Ege’de Türkiye’yi kuşatmayı sürdüren Yunanistan Türkiye’nin ilgi ve etki sahası olan Balkanlara da el atmış durumda. Bundaki hedef Balkanlar’daki Türk etkisinin ortadan kaldırılması, Avrupa ile Türkiye’nin arasına Yunan engeli konulmasıdır.
Yunanistan bunları yaparken uluslararası hukuku, anlaşmaları ve AB-NATO gibi teşkilatları istismar edip kullanıyor.
Konu ekonomik yönden değerlendirildiği takdirde, Yunanistan için Doğu Akdeniz zenginliklerinin Türkiye ve Doğu Akdeniz ülkeleriyle paylaşılması ABD ve İsrail ile paylaşılmasından daha kazançlı olduğu gözükmektedir. Buna rağmen Doğu Akdeniz’e kıyısı olmayan ABD’yi bölgeye davet ederek, ABD’nin stratejik ortağı İsrail ile Türkiye’ye karşı kışkırtmanın, Yunanistan için bazı maliyetlere yol açacağı kuşkusuzdur. ABD ve İsrail ile işbirliğinde, Yunanistan için bölge barışını tehdit eden hizmetlerin karşılığı olması beklenen piyon payı vardır. Bu kayıpların nereye varacağı ayrıca değerlendirilmelidir.
Bunun yanı sıra Yunanistan Türk izlerini silecek, Türk etkisini ortadan kaldıracak şekilde Balkanlar’da da yayılmaya çalışmaktadır. Zira Türkiye’yi çevreleyen kuşak, Süveyş’ten Doğu Akdeniz’den Makedonya’ya Balkanlar’a kadar uzanmaktadır.
Dışişleri Bakanı Ekim 2018 ayı içinde Nikos Kotzias’ın yaptığı devir-teslim konuşmasından, bu ülkenin karasularını ve deniz yetki alanlarını Türkiye hilafına genişletmek için hazırlıklarını tamamladığını anlaşılıyor. Yunanistan adım atmak için en uygun zamanı bekliyor.
Yunanistan’da milli meselelerde duyarlı olan basın, aynı zamanda büyük çoğunluğu devlet politikalarına bağlılık sergiliyor. Bu çerçevede iki önemli Yunan gazetesinde yayımlanan yazılar genel olarak Yunan kamuoyunun görüşlerini yansıtıyor.
Bu konuda iki temel yaklaşım göze çarpıyor: Türkiye’nin gücü nedeniyle endişe ve Batı’ya güvenerek meydan okuma! Böylece Yunan kamuoyu Türk politikaları konusunda çelişkiler yumağına dönüşüyor. En yüksek tirajlı muhafazakâr medyanın amiral gemisi Kathimerini Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırları ile ilgili gündeme getirdiği harita ve “Mavi Vatan” strateji ile tatbikatı hakkındaki endişelerini naklediyor.
Ta Nea gazetesi ise Yunan kamuoyunun meydan okuma duygularını yansıtıyor:
“Ruhban Okulu açılsın! Mavi Vatan’dan vazgeçilsin; saldırgan açıklamalara son verilsin! Meis’in MEB’i tanınsın! Kıbrıs MEB’ini Türkiye tanısın! İşgal ordusu Kıbrıs’tan çekilsin! Hava sahası ihlalleri son bulsun! AB ile yapılan göç anlaşması tam olarak uygulansın!” Böylece liste uzayıp gidiyor. Aba altından sopa da gösteriliyor: “Soğukkanlılığımızı test etmeyin! Pilot açığınız olduğunu biliyoruz…”
Görüldüğü gibi Yunan kamuoyu, endişe ile meydan okuma arasında gidip geliyor. Yunanistan kendini güçlü hissettiği dönemlerde, arkasına Batı ülkelerini de alarak Türkiye’ye karşı saldırgan bir politika izliyor. Zayıf olduğu dönemlerde dostluk ve işbirliği mesajları gönderiyor. [9]
Yunan İşgali Altındaki Türk Adaları
Misâk-ı Milli ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan 18 Türk Adası ve 1 Türk Kayalığı, 2004 yılından beri Yunan işgali altında bulunuyor. İzmir, Aydın ve Muğla il sınırları içinde bulunan vatan topraklarında, 15 yıldır Yunan bayrağı dalgalanıyor ve Yunan askerleri rahatlıkla dolaşıyor.
2004 yılından itibaren, işgal altındaki adalarımızda 6 Yunan Kara Üssü, 2 Yunan Deniz Üssü ve 2 Yunan Helikopter Üssü olmak üzere toplam 10 Yunan Askeri Üssü tesis edildi. Askeri üslerde 4 binden fazla Yunan askeri görev yapıyor. Yunan Askeri Üsleri, 2004’den beri tam 15 yıldır faaliyetlerini kesintisiz olarak sürdürüyor. Bu kapsamda; adalarımıza Yunan askerleri ile birlikte silah ve mühimmat yığınağı yapıldı, tank, top ve uçaksavar gibi ağır silahlar yerleştirilerek silahların namluları Türkiye’ye yönlendirildi.
Yunan Kara Kuvvetleri Türk topraklarında, Yunan Deniz Kuvvetleri Türk karasularında tatbikatlar yapıyor. Yunan Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerine ait uçak ve helikopterleri Türk hava sahasında uçmaktadır. Kısacası Türk adaları Yunan ordusunun ileri karakolu haline dönüştürülmüş ve Türkiye Cumhuriyeti, Ege Denizi’nden soyutlanarak Anadolu’ya hapsedilmiştir.
Ayrıca Yunanistan, Ege Denizi’ndeki adalarımızda vergi toplamakta, Muğla Sakarcılar Adası’ndaki perlit ve ponza madenlerimizi çıkarıp işlemektedir.
Yunan Cumhurbaşkanı, Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları ile Yunan askerleri ve Yunan vatandaşları, Ege’de işgal edilen Türk adalarına elini kolunu sallayarak ve pasaportsuz giriş ve çıkış yapmaktadır. Buna karşın Türk vatandaşları ise, Ege’de işgal edilen Türk adalarına pasaportla giriş yapmaktadır.
Dolayısıyla devletin birliği ve tekliği ortadan kalkmış, otorite Yunanistan ile paylaşılarak, Türkiye’nin batısında ikili devlet düzenine geçilmiştir. İzmir, Aydın ve Muğla illerimiz birisi Türk diğeri Yunan olmak üzere ikişer vali ve ikişer belediye başkanı tarafından yönetilmektedir. Böylece Türkiye Cumhuriyeti, son dönemde tarihinin ilk ve en büyük toprak kaybını yaşamış, Anayasanın 3’üncü Maddesi fiilen değiştirilmiş ve sonuçta Türkiye batıdan bölünmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu meclisi TBMM, İstiklâl Savaşını yönetmiş ve Anadolu’yu işgal eden Yunan ordusunu İzmir’de denize dökmüştür. Hâlihazırdaki TBMM ise Anadolu Yarımadası’nın doğal uzantısı olan Ege ve Akdeniz’deki adalarımızın işgaline seyirci kalmış, işgal ile ilgili olarak bir kez bile genel görüşme yapmamıştır. Konu ile ilgili olarak CHP ve MHP milletvekilleri tarafından AKP Hükümetine çok sayıda yazılı soru önergesi verilmiştir. Dışişleri ve Savunma Bakanlarının verdiği cevaplarda, hayal ürünü ve baştan savma açıklamalar yapılmakla birlikte işgal kabul etmiştir. TBMM Genel Kurulu’nun 26 Mart 2015 tarihli toplantısında, dönemin Savunma Bakanı İsmet Yılmaz tarafından, anılan adaların Lozan ve Paris Antlaşmalarına göre hukuken Türkiye’ye ait olduğu belirtilmiş ve adaların fiili olarak Yunan işgali altında olduğu da itiraf edilmiştir. Bu itiraf, TBMM tutanaklarına geçirilmiş ve basında haber olarak yer almıştır.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “1920’de Sevr’i gösterdiler, 1923’de bizi Lozan’a ikna ettiler. Birileri bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştı. Bağırsan sesimizin duyulacağı adaları verdik. Burnumuzun dibindeki adaları verdik” gibi söylemleri gerçeklerle bağdaşmıyor. Siyasal iktidar, bu ve benzeri söylemlerle kendi döneminde verilen 18 Ada ve 1 Kayalığın sorumluluğunu Lozan’a yüklemeye çalışıyor. Ayrıca bazı marjinal gruplar tarafından 18 Türk Adası ve 1 Türk Kayalığının Lozan’da verildiği iddia edilerek kara propaganda yapılıyor ve kamuoyu yanıltılmaya çalışıyor. Ancak iktidar ve marjinal gruplar akıntıya karşı kürek çekiyor. Çünkü 1923 Lozan Antlaşması ile ada verilmedi.[10] (Söz konusu adaların aidiyeti ayrı bir inceleme gerektirdiği ve yazı konusu olduğundan burada yer almamıştır.)
25 Mart 2019’da Yunanistan’ın sözde bağımsızlık günü kutlamaları için işgal altındaki Türk adası olan Eşek adasına gelen Çipras, helikopterinin Türk uçaklarınca taciz edildiğini, Yunan uçaklarının Türk uçaklarını püskürttüğünü iddia etti. Hem işgal ettiğin Türk adasına gel, Türk toprağını, hava sahasını, karasuyunu ihlal et, sonra Türkiye’yi suçla. Türk MSB kaynakları böyle bir tacizin olmadığını söylese de Yunanistan’ın NOTA vermeye hazırlandığı Yunan basınında yer aldı. Bunun tam tersi olması ve Türkiye’nin işgal altındaki adalarımızı terk edin diye Yunanistan’a NOTA vermesi gerekmiyor mu? Ama Türkiye’nin tavrı, Yunanistan’ı cesaretlendirmektedir. Milli ve özel günlerinde bütün Yunan yetkililerin işgal altındaki adalarımız dâhil Doğu Ege adalarında törenler, ziyaretler yapması sürekli varlık göstermeleri de bundan olsa gerek diye düşünülmektedir.
Yunan Cumhurbaşkanı Pavlopulos 25 Mart 2019’daki bağımsızlık günü mesajındaki şu sözleri dikkat çekmiştir: “Avrupa Birliği sınırları olan sınırlarımıza, toprak bütünlüğümüze veya münhasır ekonomik bölgemize yönelik tehditlere karşı söyleyeceğimiz tek söz “Molon Labe“dir.”
Bu sözler şunu ifade etmektedir: Molon Labe, Sparta Kralı Leonidas tarafından Mora yarımadasını işgale gelen Perslere karşı söylenmiş “Cesaretin varsa gel de al” anlamındadır. Yunanlı liderlere bu sözü söyletme, Türkiye’ye meydana okutma cesareti veren nedir derseniz, Doğu Akdeniz ve Güneydoğu Avrupa’da Türkiye yerine Yunanistan’ı kendine stratejik ortak seçen bir kez daha ABD’dir diyoruz.
Keza Yunanistan gücünün farkında olmayan ancak sürekli isteyen şımarıklık hali içinde bulunmaktadır. Örneğin, kontrol edilemeyen bir ruh hali içinde Türkiye’ye saldırmayı kendine vazife bilen müstafi Savunma Bakanı, ABD hayranı Panos Kammenos, Kardak Krizi’nin yıldönümü nedeniyle Yunanistan’da yayın yapan Sky TV’ye şunları söyleyebilmiştir: “Ege’de gri bölge diye bir kavram yoktur.. Genelkurmay Başkanımız Apostolakis’in de dediği gibi, eğer bir adacığımız işgal edilirse ilk önce Hava Kuvvetleri’ni kullanarak, bu adayı bombalarla dümdüz etmek zorundayız.” Bunu söylerken hangi güce güvendiği bilinmemektedir. “Hep bana” bilinçlenmesi ile şekillenmiş Türk düşmanlığı sınır tanımamaktadır. Kendileri başta askersizleştirilmiş statüdeki Boğazönü ve Doğu Ege Adaları ile Menteşe Adalarını ağır silahlarla ve uçaklarla donatırken ya da Doğu Akdeniz’de bize ait neredeyse 100 bin kilometrekarelik mavi vatan alanımızı AB üzerinden gasp ederken Yunan Başbakanı Çipras, 5-6 Şubat 2019 tarihlerinde Türkiye ziyaretinde, “Türkiye’ye Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuka saygı gösterilmesini önerdim” diyebiliyor. [11]
Uluslararası hukukun temel kurallarına göre; bir devletin ülkesi, kara, karasuları ve bunların üzerindeki hava sahasından oluşmaktadır. Silahsızlandırılmış statü, bu adaların kara, karasuları ve bunların üzerindeki hava sahasını kapsamaktadır. Ayrıca bunlar üzerinde üs tesisi ile her türlü silah konuşlanmasını ve askeri uçuşları yasaklamaktadır.
Yunanistan’ın egemenliği altında yer alan, ancak, uluslararası antlaşmalarla silahsızlandırılma yükümlülüğüne girmiş olduğu söz konusu adaları, 1960’lı yıllardan beri gizli son yıllarda ise açıktan silahlandırmaya başlamış ve buna halen devam etmektedir. Bu antlaşmalara aykırı hareketleri, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde gerginliğe ve güvenlik ihlaline yol açan en önemli sorunlardan birisidir.
Türkiye Batıdan Balkanlar’a Kadar Kuşatılıyor!..
Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ikilisi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ege’ye çıkışını engelleyip Anadolu topraklarına hapsetmek için bölgesel ve küresel güçlerle ittifaklar kurarak Türkiye’yi tuzağa düşürmeye çalışmaktadır. Kuşatmayla birlikte hedefin, Türkiye’nin Akdeniz ve Ege’de uluslararası suları kullanmasını, denizlerdeki hak ve menfaatlerinden vazgeçmesini, Kıbrıs’tan tamamen çıkarılmasını sağlamak olduğu anlaşılmaktadır.
Yunanistan, enerji güvenliği kapsamında ABD’nin çok önem verdiği LNG depolama ve gaza dönüştürme projelerinden başlayıp, Doğu Akdeniz’de ABD, İsrail ve GKRY ile Yunanistan’ın geliştirdiği stratejik işbirliğine kadar pek çok alanda öncülük yapmaya soyundu. Bu bağlamda Yunanistan Doğu Akdeniz ve Ege’de Türkiye’yi kuşatırken, Balkanlara da el atmış durumda… Balkanlar bilindiği üzere Türkiye’nin ilgi ve etki sahasıdır. Bununla yapılmak istenen Balkanlar’daki Türk etkisini ortadan kaldırmak, Avrupa ile Türkiye’nin arasına Yunan engelini koymaktır. [12] Balkanlar’ın Birinci Dünya Savaşı öncesine yeniden geri döndüğünü (yeni bir Balkanizasyon planı devreye sokulmaya çalışılıyor) söyleyebiliriz. ABD, AB ve Çin’in satranç hamleleri tarihsel geçmişimiz ve akraba Türklerin varlığı paralelinde doğru okunmalı ve Türkiye, Avrupa’ya çıkış alanı olan Balkanlarda, aleyhimize dönme potansiyeli yüksek olan ABD ve AB politikalarını dengeleyebilecek daha aktif dış ve güvenlik politikalarına yönelmesi gerektiği ortaya çıkıyor.
Unutulmamalıdır ki Batı/Atlantik sistemi, Türkiye’yi güneyde Doğu Akdeniz’den kuşatmaya çalışmaktadır. Ege’deki kuşatmanın Balkanların karasına uzanması önlenmelidir. Çin-Türkiye ilişkilerinin Bir Kuşak Bir Yol-OBOR (One Belt One Road) perspektifinde geliştirilmesi tam da bu noktada büyük fırsat sunmaktadır.
Yunanistan bunları yaparken uluslararası hukuku, anlaşmaları ve AB-NATO gibi teşkilatları istismar edip kullanıyor. Yunanistan Türk izlerini silecek, Türk etkisini ortadan kaldıracak şekilde Balkanlar’da da yayılıyor. Türkiye’yi çevreleyen kuşak Süveyş’ten Doğu Akdeniz’den Makedonya’ya Balkanlar’a uzanıyor.
Türkiye halen sonu nereye gideceği belli olmayan (bu koşullarda çıkarlarımız yönünden yarar sağlamayan) müzakere ve istikşafi görüşmeler ile oyalanmaktadır. Bu oyalama, yani statükonun devamı ise Yunan-Rumların lehine bir durum yarattığı ortadadır.
Sonuç olarak, Türk milleti ve Türk ordusu cesurdur, cesaretini ne zaman nasıl göstereceğini bilir. Ama o safhaya gelmeden o adalar nasıl işgal edildiyse aynı şekilde geldikleri gibi terk etmelerini sağlayacak diplomatik cesaret gösterilmelidir. Bu cesaret şimdi gösterilmezse, Yunanistan İsrail’den Golan kopyası çekecektir. Türkiye ne Yunanistan’a ne de ABD’ye fırsat vermemelidir. Yapılacaklar geç olmadan şimdi yapılmalıdır. [13]
KAYNAKÇA:
[1] Ali Kemal Şerbet, Yunanistan Ülke Raporu (https://www.academia.edu/35610284/Yunanistan_U_lke_Raporu)
[2] Dursun Yıldız, Doğu Akdeniz’de Küresel Satranç, Truva Yayınları 2012
[3] Dursun Yıldız, Kuzey Irak’tan Kıbrıs’a Ateş ve Su Yeni Ortadoğu Akdeniz, İstanbul 2017
[4] Esra Özsüer, Türkiye ve Yunanistan Örneğinde Din ve Milliyetçilik Algısının ‘Öteki’ Üzerinden İnşası
[5] Salim Gökçen, “Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Temel Sorunlar”, Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Dergisi, vol.3, pp.143-170, 2002
[6] Taner Arat, Türkiye ve Yunanistan Arasındaki Ege Denizine İlişkin Sorunlar Nelerdir?
[7] Utku Kırlıdökme, Yunanistan’da Uluslararası İlişkiler Kuramlarının Dış Politika Olaylarına Uygulanması, Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi Cilt/Volume 2, Sayı/Number 2, Aralık/December 2013, ss. 27-50 (https://dergipark.org.tr/download/article-file/407899)
DİPNOTLAR :
[1] Cem Gürdeniz, Yunanistan’ı Hayal Âleminden Kurtarmak, (Aydınlık, 10.2.2019)
[2] Dr. Oğuz Kalelioğlu, Tarih Boyunca Türk-Yunan İlişkileri ve Megali İdea, Bilgi Yayınevi, 2009, s.255
[3] Salim Gökçen, “Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Temel Sorunlar”, Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Dergisi, vol.3, pp.143-170, 2002 s.150
[4] Soner Polat, Yunanistan Pusuda, (Aydınlık 23.10.2018)
[5] Dr.Oğuz Kalelioğlu, Tarih Boyunca Türk-Yunan İlişkileri ve Megali İdea, Bilgi Yayınevi, 2009, s.255
[6] Erol Manisalı, Batı’nın Yeni Türkiye Politikası, Cumhuriyet Kitapları, 2008, s.18-19
[7] A.g.e. s.73
[8] A.g.e. s.73-74
[9] Soner Polat, Yunanistan’ın Aklında Ne Var? (Aydınlık, 25.2.2019)
[10] E.Kur.Alb. Ümit Yalım, yayınlanmamış şahsa özel hazırlanan Adalar Bilgi Notu (1.6.2017)
[11] Cem Gürdeniz, Yunanistan’ı Hayal Aleminden Kurtarmak, (Aydınlık, 10.2.2019)
[12] Cahit Armağan Dilek, Doğu Akdeniz’den Balkanlar’a Rum-Yunan Kuşatması, (Yeniçağ, 20.3.2019)
[13] Cahit Armağan Dilek, Trump Adalarımızda Yunan Egemenliğini Tanır mı? (Yeniçağ, 27.3.2019)
- COVİD-19 SALGININDA TÜRKİYE TARIMININ SORUNLARI İLE YÜZLEŞMEK - 30 Nisan 2020
- KORONAVİRÜS SALGINI SONRASI TÜRKİYE - 9 Nisan 2020
- ERBİL SALDIRISININ ŞİFRELERİ - 24 Temmuz 2019
- DARBE GİRİŞİMİ VE TÜRK ORDUSU’NUN TARİHİ DEĞERLERİ - 16 Temmuz 2019
- BATI DESTEKLİ MEGALİ İDEA POLİTİKALARI İLE TÜRKİYE’Yİ KUŞATMA - 2 Mayıs 2019
- TÜRKİYE’YE YÖNELİK PSİKOLOJİK OPERASYONLAR - 13 Mart 2019
- HEYBELİADA RUHBAN OKULU YENİDEN AÇILABİLİR Mİ? - 8 Şubat 2019
- FENER RUM PATRİKHANESİ VE BÜYÜK ORTADOĞU’DAN YENİ BİZANS’A GİDEN YOL - 27 Ocak 2019
- ELENİZM’İN EMELLERİ VE BİZANS’IN YENİDEN İHYASI [EGE’DE “AÇIK ŞEHİR”LERE DOĞRU (AYVALIK ÖRNEĞİ)] - 16 Ocak 2019