Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

TÜRKİYE’NİN ÜNİTER YAPISINA KURULAN TUZAKLAR

Türkleri tarih sahnesinden silinmesini öngören plan ve projeler aslında 13. yüzyıla kadar uzanır.

13-20’nci yüzyıllar arasında Anadolu’nun işgal edilerek halen üzerinde yaşadığımız topraklardan Türklerin atılması üzerine Avrupa veya Batının geliştirdiği tuzak ve projeler sır değildir.

Türk İmparatorluğunun paylaşılması hakkında yüz proje

2017 yılında Avrupa’da ki Türk düşmanlığının yüzyıllar öncesine dayandığını belgeleriyle ortaya koyan çok önemli bir eser yayınlandı. Özgün adı: “Centprojets de Partage de la Turquie (1281-1913)’’ [1]

Bu eserde, “Doğu Sorununun, Türklerin Avrupa’ya girmesiyle başladığı, buna karşılık, Türkleri Avrupa’dan atmak için çok çeşitli plan ve projelerin yapıldığı’’ konu ediliyor.

Eser son olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmasını öngören plan ve projeleri kapsıyor.  Kitapta son proje olarak bahsi geçen, “İstanbul’un Taksimi Projesi’’ bilahare Osmanlıyı, 1’inci Dünya Savaşı sonunda imzalanan ve İmparatorluğun sonunu hazırlayan ‘’Sevr’’e götürüyor. Gerisi bilinen ve 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgaliyle başlayan ve yedi yıl süren millî mücadele ve nihayetinde zaferle sonuçlanan Türk Kurtuluş Savaşı.

Cumhuriyet dönemi

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren üniter yapısını hedef alan çeşitli planlarla karşı karşıya kaldığı bir realitedir. Söz konusu planlar, genellikle emperyalist olarak adlandırılan dış güçlerin bölgesel ve küresel çıkarlarını koruma amacıyla şekillendirilerek günümüze kadar sürdürülmüş ve bugün de sürdürülmekte olup halen yürürlüktedir.

1923-1945 arası tek partili dönem

Söz konusu dönem, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından öncülük edilen, günümüzde Atatürk İlkeleri olarak bilinen ilkeler doğrultusunda hayata geçirilen bir dizi yasal, hukuki, dini, kültürel, sosyal ve ekonomik değişiklikleri kapsar. Bu devrimlerin amacı, Atatürk tarafından; “Türkiye’yi gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkartmak” olarak ortaya konulmuştur. [2]

Atatürk’ün ölümünden sonraki dönem

Atatürk’ün ölümü üzerine 11 Kasım 1938’de Cumhurbaşkanlığına seçilen İnönü Cumhurbaşkanlığının yanı sıra CHP Genel Başkanlığına da getirildi ve ikinci adam olarak tarihe geçti. Böylelikle, 26 Aralık 1938’de toplanan CHP Üçüncü Büyük Kurultayı’nda Millî Şef ilan edilen İnönü’nün, yaklaşık 12 yıl sürecek olan millî şeflik dönemi başlamış oluyordu. Anılan dönemin en önemli olaylarını, Hatay’ın ana vatana katılması, 1939-1945 yılları arasında cereyan eden II. Dünya Savaşı ve İnönü’nün ülkeyi savaştan uzak tutmaya çalışması teşkil etti. Savaş yıllarındaki ekonomik ve toplumsal sıkıntılar ise, dönemin unutulmayan mirası olarak kaldı.[3]

Savaş sonrası dünya güçler dengesinde önemli gelişmeler ve değişiklikler oldu. Dönemin koşulları içerisinde gelişen olaylar, kısa süre sonra dünyayı bu defa “Soğuk Savaş” denilen yeni bir mücadelenin içerisine sürükledi.

İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Atatürk ilke ve inkılaplarından uzaklaşma asıl olarak bu dönemde başladı. 1950-60 arasında doruk noktasına çıktı. Türkiye Sovyet tehdidine karşı Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) yanında yer aldı. I. Dünya Savaşının söz sahibi İngiltere’nin hegemonyası, II. Dünya Savaşı ve sonrasında ABD’ye geçti. ABD hegemonik güç odağı olarak tüm dünyaya hükmetmeye başladı. Bunun karşısında “Doğu Bloku” kuruldu. [4]

1950-1960 dönemi

1950 genel seçimlerinden sonra CHP iktidarı Demokrat Parti’ye (DP) bırakırken, İsmet İnönü ana muhalefet partisi genel başkanı olarak siyasal rolünü sürdürdü.

Ne var ki on yıllık bu dönemde Türkiye ABD’nin ekonomik esaretine maruz kaldı. Ekonomik esaret beraberinde siyasi bağımlılığı da getirdi. “Truman Doktrini” kapsamında “Marshall yardımı” ile Türkiye, ABD ile askeri ve ekonomik alanlarda sıkı bir iş birliğine girdi. Atatürk ilke ve inkılaplarından uzaklaşma bu dönemde doruk noktasına çıktı. Hazine çok kötü durumda idi. Memur maaşları ödenemez duruma geldi. Memleket içerindeki ekonomik ve sosyal huzursuzluğun had safhaya ulaşması, 27 Mayıs 1960 ihtilalini doğurdu. 28 Mayıs’ta ABD Büyükelçisi hemen yardıma hazırız dedi ve ABD hazineye para yardımı yaptı. Sözde ülke geçici olarak rahatladı ama, aynı ABD sonraki yıllarda dilinin altındaki baklayı çıkararak Türkiye’ye “Federal Cumhuriyet Önerisi”nde bulundu.

1960 Sonrası

Askeri darbenin ardından I. Gürsel hükümeti kuruldu. Anılan hükümetin ilk icraatı 1924 Anayasasının yerine, dikta rejiminden henüz kurtulmuş İtalyan ve Alman Anayasasından mülhem yeni bir Anayasa yapmak oldu. Yapılan Anayasa 1961’de kabul edildi ancak birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Yeni Anayasa bu ülkeye bol geldi. Ülkenin bölünmez bütünlüğüne halel getirecek düzenlemelere yer verildi. Atatürk ilkelerinin tamamının Anayasaya girmesinden imtina edildi. Nitekim 1968’de öğrenci olayları ile birlikte ülkede huzursuzluklar artmaya başladı. Ülkeyi 1980 öncesi kaos ortamına ve darbesine götürecek taşlar döşenmeye başladı.

27 Mayıs askeri darbesinden sonra ilk seçimler 1965’de yapıldı. Seçimleri Adalet Partisi kazandı. Aynı yıl ABD, dönemin Başbakanı Süleyman DEMİREL’e İran, Irak ve Türkiye Kürtlerini kapsayan ve Türkiye’ye bağlanacak bir federal cumhuriyet önerisinde bulundu.  Ancak bu teklif, Türkiye’nin üniter yapısına uymadığı için dönemin Genelkurmayı tarafından sert bir şekilde reddedilmiş, ancak tamamen gündemden kalkmamış ve ileride tekrar gündeme getirilmek üzere rafa kaldırılmıştır.

Kardeş kavgalarının artması

Türkiye soğuk savaş döneminde yıllardır ABD’nin “Yeşil Kuşak Projesi” ile uyutuldu. Tüm dikkati ve enerjisi komünizm ile mücadeleye teksif edildi. Türk gençleri birbirine kırdırıldı. Ortadoğu’nun, özellikle Irak ve Suriye’nin Türkiye için önemi üzerinde hiç durulmadı. Deyim yerindeyse “cambaza bak” taktiği uygulandı. Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki dolayısıyla Ortadoğu’daki çıkarları hep göz ardı edildi. Nitekim bugün Türkiye, Ortadoğu’da kendi çıkarları için zamanında ve doğru bir biçimde stratejik akıl oluşturamamanın sıkıntı ve sancılarını yaşamaktadır. [5]

1980 darbesi ve sonrası

Türkiye’nin üniter yapısına kurulan tuzaklar, 1980 askeri darbesi sonrasında da artarak devam etti. Üstelik ne yazık ki, darbeyi gerçekleştirenler tarafından ABD’nin arzu ettiği Türkiye modeline yönelik adımlar atıldı. Türkiye’yi sekiz bölge valiliğine ayırmayı öngören bir kanun hükmünde kararname hazırlandı. Bu kararname, merkezi hükümetin yetkilerini bölgesel valiliklere devretmeyi içeriyordu. Ancak bu karar, 1984 yılında sivil hükümet tarafından iptal edildi.

Konuyla ilgili diğer ucube bir durum 1989 yılında dönemin başbakanı Turgut ÖZAL döneminde yaşandı. Özal, ABD’yi mutlu edecek eyalet meselesini tekrar gündeme getirdi. Eyalet sistemine gidişin başlangıcı olarak Türkiye’de il sayısının artırılması ve bazı illerin büyükşehir statüsüne geçirilmesi gerektiğini ifade etti.  Özal, bu sistemin Kürt sorununu çözmekte etkili olacağını savundu. Türkiye kendi ayağına kurşun sıktı. Bu sistem, ülkeyi federal bir yapıya götürecek tehlikeli taşların döşenmesi olarak değerlendirildi.

Türkiye’ye 1965’den itibaren dayatılan federasyon modeli, nihayet Amerika’nın CIA Türkiye Masası İstasyon Şefi Paul HENZE tarafından 1992’de kâğıda döküldü. Bağlı olduğu gizli servis için “21. Yüzyılda Türkiye Raporu” yazan Henze, bölgedeki emperyal planların başarıya ulaşması için özetle, “Türkiye Atataürkçü üniter devlet yapısını terketmelidir. Bu süreç başlamıştır. Federalizmi tartışma olanağı doğmuştur. 2000’li yıllarda girerken Türkiye çok farklı bir noktaya gelecektir.” diyordu.

2004’lere gelindiğinde bu kez Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ilan edildi. Aynı yıl ABD merkezli siyasi strateji ve düşünce kuruluşu olan Rand Corporation tarafından “Sivil Demokratik İslam Raporu” yayınlandı. Söz konusu raporda, hilafetin yeniden canlandırılması isteniyordu. Hedef, federe bir Türkiye modelini hayata geçirmek ve bunun başına da ABD’ye bağlı sözde bir halife getirerek bölgenin tüm kaynaklarına çökmek, sömürmek ve Türkiye’yi kontrol ederek bölgedeki doğal kaynaklara erişimi kolaylaştırmaktı.

Arkasından, ABD’nin bölgesel çıkarlarına hizmet etmek amacıyla, Amerikan Rand Corporation düşünce kuruluşunun daimî politik danışmanı, Amerikalı devlet görevlisi Graham FULLER tarafından benzer bir rapor yazıldı. Bilahare bu rapor kitap haline getirildi.  Fuller “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitabında, Türkiye’nin gelecekte federal bir yapıya geçmesi gerektiğine vurgu yaparak, tıpkı Paul HENZE gibi, üniter devlet anlayışının terk edilmesi gerektiğini dile getirmekte ve bölgedeki sorunların çözülmesi için, ABD’nin çıkarlarına hizmet eden bir modeli öngörmekteydi.

Tarih tekerrür etmeye başladı

Ülke gündemi 2025’e ‘’Yeni Çözüm Süreci, Açılım Süreci, Barış Süreci’’ gibi kavramlarla girdi. Suriye kuzeyindeki PYD/PKK yapılanması bahane edilerek, bölücü terör örgütü ve Kandil üzerinde artık hiçbir etkisi olmayan terörist başının muhatap kabul edilmesi hatası yapıldı. Siyasi partiler TBMM çatısı altında ve kapalı kapılar ardında böylesine hassas bir konuyu görüşme gafletine düştü. Türk toplumu ne görüşüldüğü ve ne konuşulduğu hakkında doğru dürüst bilgilendirilmedi. 

Türkiye 2009’da giriştiği talihsiz bir sürecin içine yeniden itilmeye başlandı. Birinci çözüm sürecinin acı ve hüsran dolu sonuçları unutuldu. Sonucunun ne olduğunu hep birlikte gördüğümüz Oslo sürecinin karanlık senaryoları tekrarlanmaya başladı.

Bu meselenin perde arkasında ABD’nin varlığı ve bölge hakkında asıl onun vereceği karar göz ardı edildi. Tarihten hiç ders almamışçasına garip ve tuhaf uygulamalara gidildi. Türkiye tekrar kendi ayağına değil, bu kez iki ayağına birden birden fazla kurşun sıktı.

Toplumun kahir ekseriyetinin benimsemediği ve tasvip etmediği bir sürece girişmek, muhtemel sonuçlarını göz ardı etmek, önemsememek, Türkiye’nin üniter yapısının tasfiye edilerek sözde yeni Anayasa ile Türk Milletin adını, kimliğini, vatan, cumhuriyet ve millet kavramlarını değiştirmeyi tasavvur etmek, haddinden fazla çelişkili ve kabul edilecek bir durum değildir.

Binlerce şehit verilerek kazanılan İstiklal Harbi’mizin sonucunda kurulan Aziz Cumhuriyetimizi hiçbir zaman kabullenemeyen, benimsemeyen, her fırsatta Türk Milleti’ne ve millî-üniter devlet yapısına karşı olduğunu gösteren yıkıcı bölücü unsurlar ve çok tehlikeli boyutlara ulaşan göçmen sorunu, Türkiye’yi hızla federasyona ve bölünmeye sürükleyebilir.

Türk Devleti 40 yıldır PKK’ya karşı silahlı bir mücadele yürütmektedir ve binlerce şehit vermiştir. PKK ile veya onun temsilcileriyle masaya oturmak demek, Türkiye Cumhuriyeti Devletini bir terör örgütü seviyesine indirmek demektir; bölücü terörle yapılan mücadelede yenilmiş olmak demektir. [6]

Sonuç

Türkiyenin üniter yapısına bugüne kadar kurulan tuzakların tamamı Türk Milletinin engeline takılmıştır. Bunu Türk tarihinin her döneminde net bir şekilde görmek ve tanıklık etmek mümkündür.  Nitekim bu husus yukarda bahsi geçen “Türk İmparatorluğunun Paylaşılması Hakkında Yüz Proje” isimli kitapta bizzat yabancılar tarafından şu şekilde vurgulanmıştır. “Hıristiyan güçler altı yüz yıldan beri Osmanlı Devleti’ne çeşitli saldırılar düzenlediler. Önceden tahmin edilmeyecek koşullarda Osmanlı Devleti’ne en ağır darbeler vuruldu. Ancak Osmanlılar her seferinde ayağa kalkmasını bildiler. Parçalanması yüzyıllardır planlanan, çeşitli iç ve dış güçlüklere rağmen son demlerine kadar saldırılara direnebilen başka bir devlete rastlamak mümkün değildir.” [7]   

Bununla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılını idrak ettiğimiz bu günlerde, emperyalist çetenin ‘’Atatürk’ü terkedin’’ dayatmalarına karşı koyarak, kaybetmeye yüz tutan tarihi ve kültürel değerlerini yeniden kazanmak, üniter yapısına kurulan tuzakları bertaraf etmek, iç cepheyi daima sağlam tutmak ve bilhassa  demografik yapısını korumak maksadıyla, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk’ün kurduğu demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti olgusunun temelini oluşturan Türkiye Cumhuriyeti felsefesine tekrar geri dönmek zorundadır.

Aksi takdirde, bölgemizdeki savaşın bizi de içine almasının gerçekleşeceği, beka ve toprak bütünlüğümüzün tehlikeye düşmesinin kaçınılmaz olacağı değerlendirilmektedir.

KAYNAKLAR:

[1] Türk İmparatorluğunun Paylaşılması Hakkında Yüz Proje (1281-1913) – Trandafir G. Djuvara,  Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları-( Haziran 2017)

 [2] [3] wikipedia.org/wiki/Türkiye_siyasi_tarihi

[4] SİYASİ TARİH, Dr. Rıfat Uçarol- Harp Akademileri Basımevi-1985

[5] http://ankaenstitusu.com/ortadogudaki-siyasi-ve-askeri-gelismelerin-turkiye-uzerine-etkileri/

[6] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/turk-milletiyle-oynamaya-kalkismayin-efendiler-875000h.htm

[7] Türk İmparatorluğunun Paylaşılması Hakkında Yüz Proje (1281-1913) – Trandafir G. Djuvara,  Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları-( Haziran 2017)