Dünya gündeminin üst sırlarında IŞİD’le mücadelenin bundan sonra nasıl yapılacağı ve mücadelenin neye evrileceği tartışılmaktadır. Aynı zamanda önümüzdeki dönemde bölgede dengenin nasıl kurulacağı, Irak ile Suriye başta olmak üzere bölgedeki sınırların yeniden çizilip çizilmeyeceği de uluslararası alanda tartışılırken sahada da bir vekalet savaşı devam ediyor. Aslında mevcut durum vekalet savaşından bir ileri safhaya geçti o da İngilizce “embedded” teriminden ve alışkın olduğumuz “embedded journalists” deyiminden esinlenerek “embedded war” yani “ilişiklendirilmiş savaş” (ilk kez tarafımızdan kullanılması nedeniyle bu ifadeyi de dünya kamuoyuna biz takdim etmiş olalım) halini aldı. Çünkü Rus ve İranlı askerler Esad’ın ordusuna, Amerikalı askerler Irak Ordusu, Peşmerge ve PYD’ye ilişiklendirildi ve yönlendirici/liderlik rolleriyle yan yana savaşıyorlar.
Diğer taraftan işte böyle yeni ittifakların oluştuğu, vekalet savaşını sürdüren silahlı grupların akşamdan sabaha hedef ve taraf değiştirdiği bir ortamda Suudi Arabistan’ın “Suriye’de karada savaşmak üzere asker göndermeye hazırız” açıklaması IŞİD’le mücadele kapsamında yeni bir safhaya girilmekte olduğunun bir işareti gibi. Suudilerden sonra Bahreyn ve BAE de asker göndermeye hazır olduklarını açıkladı. (Aslında 30 Kasım 2015’te de Birleşik Arap Emirlikleri aynı içerikte bir açıklama yapmıştı ama yeterince dikkat çekmemişti.) Ama konuyu yakından takip edenler için bütün bu açıklamalar sahada bir Amerikan planının işlemekte olduğunu gösteriyordu. Gelin bütün bunları nedense Türk medyasında bir türlü yer almayan ve sadece burada okuyabileceğiniz haber ve gelişmeleri (ki bir kısmı yine burada daha önce yayımlanan bazı yazılarda açıklanmıştı) ortaya koyarak inceleyelim.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin 02 Eylül 2015’te CNN’e verdiği röportajda şunları söylüyordu: Suriye’de IŞİD’i yenmeye yardım etmek için Ortadoğu güçlerinin Suriye’ye asker göndereceğinden eminim. Doğru zaman geldiğinde Suriye’nin bazı komşularının sorumluluk üstlenmesini bekliyorum. Bunun nasıl olacağına ilişkin detayları bölgedeki diğer ülkelerle görüşüyoruz.
Kerry’nin açıklamalarından hemen sonrasında ABD’nin Ankara Büyükelçisi Bass “IŞİD’e karşı operasyonlar ne gerektiriyorsa o birlikleri Türkiye’ye getireceğiz ve bu hatırı sayılır bir kuvvet olacaktır” demiş ve “IŞİD tamamen yok edilinceye kadar Türkiye’de kalacaklarını” belirtmişti. Yani kendilerini sadece hava unsurlarıyla sınırlandırmamıştı.
Daha sonraki günlerde meydana gelen gelişmeler hem Kerry hem de Bass’ın söylediklerinin detaylarını ortaya çıkarıyordu. Kasım 2015’in son haftasında Irak’ı ziyaret eden ABD’li senatör John McCain başkanlığındaki bir Amerikalı senatörler heyeti Irak Başbakanı Haydar El İbadi ile görüşmeler yapmıştı. Hem McCain’in ABD basınında yer alan açıklamaları hem de McCain-İbadi görüşmesinin içeriğine vakıf olan Iraklı parlamenter Hannan el Fetlawi’nin Facebook hesabından yaptığı açıklamalarından anlıyoruz ki ABD himayesinde 100.000 kişilik bir yabancı asker gücünün Irak ve Suriye’ye gönderilmesi planlanıyordu. Bu gücün yaklaşık 10.000 kişilik bölümünün Batı ülkelerinin askerlerinden oluşacağını ve geri kalan 90.000 kişilik Arap askerlerini sevk ve idari edeceği belirtiliyordu. Buna göre, Suriye ve Irak’a gönderilebileceği ifade edilen yabancı askerlerin 90 bininin Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Ürdün gibi Arap ülkelerinden gitmesi öngörülüyordu.
Bu arada 15 Aralık 2015’te Suudi Arabistan 34 ülkeden oluşan İslam ittifakının kurulduğunu açıkladı. İttifakın amacı da başta IŞİD olmak üzere terör örgütleriyle mücadele, İslam toplumunu koruma olarak açıklandı. Türk yetkililer Türkiye’nin ittifakı desteklediğini açıkladılar.
Bugüne kadar defalarca Sunni Arap ülkelerinin IŞİD’le mücadele kapsamında daha fazla şeyler yapması gerektiğini ısrarla söylemiş ABD Savunma Bakanı Carter en son 20 Ocak 2016’da altı Batılı ülkenin savunma bakanlarıyla Paris’teki toplantılarda ve hemen sonrasında 23 Ocak 2016’da Davos’ta da Arap ülkelerinin daha fazla askeri yapmalarını beklediklerini tekrarlamıştı.
ABD Savunma Bakanı Carter 14 Ocak 2016’da Florida’daki askeri üste Amerikan Genelkurmay Başkanı ile birlikte yaptığı açıklamada ise önümüzdeki dönemde IŞİD’le mücadelenin özellikle karada nasıl yürütüleceğini detaylandırıyor ve Arap ülkelerinin sağlayacağı askerlerin nasıl kullanılabileceğini ortaya koyuyordu.
İşte bu gelişmelerin ve açıklamaların, önce Suudi Arabistan ve bilahare Bahreyn ve BAE’den gelen açıklamalarla desteklenen ve bir kara ordusu oluşumuna giden planla uyumlu olduğunu görüyoruz. Bu açıklamalar Amerikalı sözcülerce biraz şaşkınlıkla karşılanıp yorum yapılmasa da Pentagon’un memnuniyet duyduğu medyaya yansıdı. Bütün bunlardan sonra da Suudi liderliğindeki Arap askerlerinin Suriye’ye nerden gireceği ve Türkiye’nin de bu operasyona asker verip vermeyeceği Türkiye’nin gündeminde tartışılmaya başlandı. Haritaya ve mevcut konuşlanmalara, IŞİD’in konumuna bakıldığında Arap askerlerinin ya Türkiye ya da Ürdün üzerinden Suriye girebileceği görülmektedir. Ancak nihai hedefin Rakka olduğu düşünüldüğünde Türkiye üzerinden Suriye kuzeyi yoluyla Rakka’ya yönelmelerinin olasılığı daha yüksek olarak görülmektedir.
Tabi bu arada Suudilerin açıklamasının zamanlamasına da bakmak lazım. Suudi açıklamasının Başbakan ve Genelkurmay Başkanının Riyad ziyaretinden hemen sonra gelmesi yine manidar! Yani sanki Türkiye böyle bir harekata destek veriyormuş, Riyad’ta bunlar konuşulmuş gibi bir algı yönetimi sahnelenmektedir. Böyle olunca da bakarsınız yarın bürgün Türkiye de benzer bir açıklama yapar diye düşünülebilir. Ama Amerikalıların kafasındaki plana bakarsak Türkiye fiilen harekata katılmaktan ziyade Suudi ağırlıklı Arap güçlere ev sahipliği yapmak, topraklarını ve üslerini onlara da açmak zorunda kalacak. Bu kuvvetler sanki Cearblus-Azez hattındaki güvenli bölgenin kurulmasına da destek sağlayacakmış gibi bir hava yaratılmakta da olsa sahadaki gerçekler bunu desteklememektedir.
Batı ve Rusya muhtemelen bu gelişmeleri öngörmüş ve Türkiye üzerinden Suriye’ye bir müdahale olabileceğini görmüş olacaklar ki ön alarak bunu medyaya da duyurdular. Bir de Türkiye’nin Cerablus’ta sınırdaki mayınları temizlediği ortaya çıkınca hepsi birbiriyle örtüştü. Times ve Indepent gazetelerinden sonra Rusya Savunma Bakanlığı temsilcileri de Türkiye’nin Suriye’ye girme hazırlığı olduğunu iddia ettiler. Özellikle Rusya’nın hamlesinin Suriye’ye yönelik bir dış müdahaleyi açığa çıkarma girişimi olarak görmek mümkün.
Burada Türkiye’nin Cerablus bölgesinde mayın temizleme girişimini (her ne kadar politik-askeri konjonktürün izin vermediğinin bilinmesine rağmen) gerekirse müdahale ederim algısı yaratarak taleplerimi dikkate alın mesajı vermeye yönelik olduğunu da söylemeliyiz. Bana sorsanız Türkiye’nin Suriye’ye girmesi (ki olasılığı yok denecek kadar azdır) hem malum Rus tehdidi hem de yurt içindeki PKK terör sarmalı nedeniyle intihar olur. Türkiye kendi girmese bile Suudi askerlerinin de toprağımıza ayak basmasına ve üzerimizden Suriye’ye girmesine müsaade etmemeli. Bu durum ister istemez Türkiye’yi savaş alanı yapar.
Tabi bu arada, sahada oluşan mevcut politik-askeri yapıya bakıldığında 1916 Sykes-Picot’tan 2016 Kerry-Lavrov dengesine geldiğimizi görmeliyiz. Özellikle Rusya’nın 30 Eylül’den bu yana askeri olarak Suriye’ye gelmesi sonrasında Suriye’deki hava operasyonlarının koordinasyonuyla başlayan anlaşmalar bölgenin geleceğine yönelik olarak gizli ABD-Rusya anlaşmasına dönüşmüştür, bunun mimarları da Kerry ile Lavrov’dur. Buna göre geçici bir süre (bana göre Türkiye’nin PKK ile mücadelesinin nasıl sonuçlanacağı belirli olacak) Suriye Irak’takine benzer federal bir yapıyla (başında Baas rejimi devam etmek üzere Suriye kuzeyi Kürt bölgesi ABD etki alanı, batısı Esad yönetimi, şimdiki IŞİD bölgesi bir süre böyle devam edip sonrasında Sünni bölgesi olacak şekilde) devam edecek. Bu çerçevede ABD, Fırat’ın batısında Kürt bölgesinin askeri anlamda tamamlanması işini Rusya’ya havale etmiş, bu arada kendisi PYD yönetimini resmen ve siyaseten tanımıştır, şuanda PYD’nin konumu Barzani yönetiminden farklı değildir.
Türkiye’nin yapması gereken yurtiçi operasyonlarını yürütürken artık Kandil’in yerini almış PKK’nın yedek ana üssü haline gelmiş PYD bölgesindeki YPG yani PKK hedeflerine nokta atışları yaparak bu bölgenin PKK için güvenli sığınak olmasından çıkarmaktır. Bu hamle PYD/YPG’nin Fırat’ın batısındaki faaliyetlerini de engelleyecektir.
Yine IŞİD’le mücadele için Suriye’ye kimin gireceğine dönecek olursak;
14 Ocak’ta Amerikan Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanının açıklamalarına bakacak olursak ABD iki şehri hedef almaktadır. Bunlar Musul ve Rakka. Musul’a güneyden Irak Ordusu kuzey ve doğudan Peşmerge güçleriyle operasyon yapılacak. Musul operasyonunda Sünni silahlı gruplara ve dolayısıyla Türkiye’nin Başika’da eğittikleri ne de yer olmadığını görüyoruz.
Rakka’ya ise Fırat’ın doğusundaki PYD bölgesindeki iki noktadan, Haseke ve Kobani’den, Arap güçlerin saldırıya geçmesi planlanıyor. PYD Rakka operasyonunda yok çünkü Rakka bir Arap kenti ve PYD de zaten istemiyor. Fırat’ın batısı ise artık ABD tarafından Rus insiyatifine bırakıldı yani Lavrov-Kerry gizli anlamasına göre Kürt koridorunun tamamlanması (Cerablus-Azez hattı) Rusya tarafından sağlanacak, Halep ve doğusu Esad kontrolünde kalacak. Kürt koridoru da gelip Hatay’a dayanacak. İşte PYD’nin olmayacağı Rakka operasyonunda Haseke ve Kobani üzerinden Rakka’ya gidecek kuvvetler Suudi liderliğinde oluşturulan Arap ordusu olacak. Ve bunlar maalesef Türk topraklarını ve üslerini kullanacak.
Bu bağlamda Türkiye’den beklenen tek şey IŞİD tehdidinin ortaya çıktığında söylenenin aynısıdır o da sınırlarının IŞİD’e kapanmasıdır. Çünkü ABD özellikle Rakka’ya saldırı başlatıldığında IŞİD’li teröristlerin tek kaçış noktasının Türk sınırı olacağını (98 km.lik hat) düşünmektedir. IŞİD’le mücadelenin yıllar alacağı halen bir gerçek olduğuna göre Türkiye’nin Suriye ile komşu sınır bölgelerindeki il ve ilçeler de böylece Suriye’deki savaşın geri bölgesi olarak bir savaş alanına dönecek. 1 Mart tezkeresinin kabul edilmemesiyle topraklarımızda onlarca yıl Amerikan askerinin yerleşmesi engellenmişken şimdi bu şekilde hareket edilerek IŞİD’le mücadele kapsamında İncirlik Mutabakatıyla birlikte yıllarca sürecek şekilde Amerikan ve Arap askerlerinin topraklarımızda kalmasının önü de açılmış oluyor.
Sonuç olarak;
IŞİD’le savaşmak üzere Suriye’ye Arap ordusu gönderilmesi yeni ortaya çıkmış bir husus değildir. ABD uzun bir süredir bu yönde hazırlığını sürdürmektedir. Bu konudaki liderlik görevi de Suudi Arabistan’a verilmiştir. Yemen’de Şii Husilere yönelik operasyonu yapan Suudi Arabistan yine sadece Sünni nüfusa sahip ülkelerin katılımıyla İslam İttifakının kuruluşunu ilan ederek Arap Ordusu oluşturma gayretlerini açığa çıkarmıştır.
Türkiye’nin Irak ve Suriye’ye müdahalesine gelince; özellikle 2003’ten buyana olan gelişmeler, politikalar, açıklamalar, yaklaşımlar göstermektedir ki hiçbir küresel, bölgesel, yerel güç Türkiye’nin sınırlarının dışına çıkmasına razı değildir. Geçen 13 yıl bunun örnekleriyle doludur. Dolayısıyla herhangi bir gerekçeyle Türkiye’nin Suriye’ye girmesi mümkün değildir. Uçak krizi nedeniyle Suriye üzerinde Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik oluşan tehdit ortamı ile Başika’da Trk askeri bulundurulmasına yönelik uluslararası tepki örneğinde de olduğu gibi mevcut politik-askeri konjonktür buna izin vermemektedir. ABD’nin de bu yönde bir talebi olmadığı zaten istememekte ve TSK’nin her türlü sınır ötesi operasyonunu önlemeye çalışmaktadır.
CB Erdoğan 1 Mart tezkeresindeki hataları Suriye’de tekrarlamayacaklarını açıklayarak aslında Türkiye’nin girmesine izin verilmeyeceğini bildiği Suriye’ye giriş operasyonunda Arap gücünün Türk topraklarından Suriye’ye geçişine izin verileceğini ima etmektedir. Dolayısıyla Suriye’de IŞİD’e karşı savaşacak güç Amerikan Savunma Bakanının çok dile getirdiği Arap askeri gücü olacak ve Türk topraklarını kullanarak Fırat’ın doğusundaki Suriye topraklarından yani PKK/PYD bölgesinden gireceklerdir.
Bu aşamada çok çok küçük de olsa şu olasılığı da dil getirmekte var. Eğer Amerikalı yetkililerin aylardır yaptıkları “Arap ülkeler sahada daha fazla katkı yapmalıdır” ifadeleri sadece algı yönetimi için yapılmış ise Arap ülkelerinin son “Suriye’ye asker göndermeye hazırız” açıklamaları da 11 Şubat’ta Viyana’da IŞİD koalisyonu ülkelerinin yapacağı toplantı ve/veya 25 Şubat’ta tekrar başlayacak Cenevre-III görüşmeleri öncesinde bir blöf olabileceğini söyleyebiliriz.
Türk askeri karadan belki Suriye’ye girmeyecektir ama aslında İncirlik Mutabakatıyla birlikte Amerikan askerlerinin ve uçaklarının Türkiye’de konuşlanıp operasyonlara başlamasıyla birlikte teknik ve uluslararası hukuk açısından Türkiye Suriye’deki savaşın resmen içindedir. Şimdi sayısı ve kalış süresi bilinmeyen şekilde Batılı ülkelerin yanında çok sayıda Arap askerinin de Türk topraklarına ve üslerine gelmesiyle birlikte Suriye’deki savaşın Türkiye’nin içine taşınması süreci hızlanacaktır. (Dolayısıyla insan ister istemez acaba CB Erdoğan 1 Mart tezkeresi hatırlatmasıyla ABD’ye tersine bir mesaj vererek “1 Mart’ta tezkere geçmeyince ne kadar zor durumda kaldığınızı biliyorsunuz, bu sefer de Arap askerlerinin Türkiye üzerinden geçişine izin vermeyiz ve Rakka’ya yönelik bütün planlarınız suya düşer” demek istemiş olabilir diye düşünmeden edemiyor. Ama görünen o ki bu düşünce sanki bir hayalden öte bir şey değil gibi.) Suriye kuzeyinde ABD-Rusya ortaklığıyla Kürt koridorunun tamamlanmasıyla birlikte PYD/YPG’li teröristler Türkiye’ye geçerek, Suriye kuzeyindeki başarı hikayelerini Türkiye’nin güneydoğusunda gerçekleştirmek isteyeceklerdir. Eğer bu senaryo gerçekleşirse Türkiye için geri dönülemez bir felaketin geleceği görülmektedir.
Bunun alt yapısı maalesef şuan bazı ilçe merkezlerinde yaşanmakta olan meskun mahal çatışmalarıyla atılmaktadır. Hem bahar aylarının gelmesi hem de Suriye kuzeyindeki yapının eş zamanlı oluşumuyla birlikte Türkiye’yi çok zor günlerin beklediğini söyleyerek devletin hiç zaman kaybetmeden hem Suriye politikasında köklü değişiklere gitmesi hem de Türkiye içinde önleyici operasyonlara başlaması gerektiğini bir kez daha söylemeliyiz. Bu olasılıklar ve sahadaki gelişmeler bir kez daha göstermektedir ki Türkiye’nin bekasının güvenliği aslında sınırından çok ilerideki bir hattan (Kerkük-Musul-Halep) başlamaktadır. Ancak yanlış Ortadoğu politikaları Türkiye’nin sınır ötesindeki söz konusu hattan geri çekilerek sınırlarının içine sıkışmasına neden oldu. İşte yukarıda yapılmasını istediğimiz köklü dış politika Türkiye’yi bu geri çekilmeden kaynaklanan sıkışıklığı açacak stratejileri uygulamaya sokmaya yöneltmelidir.