Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

KKTC’DEKİ BİRLEŞMİŞ MİLLETLER BARIŞ GÜCÜ MİSYONLARININ VARLIĞI HUKUKİ DAYANAKTAN YOKSUNDUR?

Kıbrıs, yarım yüzyılı aşkın bir süredir devam eden, yakın bir gelecekte de çözülebilmesi pek de mümkün görülmeyen sorunların başında gelmektedir. Peki Kıbrıs sorunu ne zaman oluştu? Sorunu çözmek için sarf edilen gayretler gerçekçi ve samimi miydi? Mevcut statüko kimin veya kimlerin işine gelmektedir?

Kıbrıs sorununun başlangıcından itibaren yapılan girişimler, bilinçli veya bilinçsiz, öylesine kötü inşa edildi ki bugün Arap saçına dönmüş olan güncel durumu çözecek bir aktör var mı veya hangi önerilerle bunu çözecek bilinmemektedir!!

Kıbrıs sorunu, kökleri 18’nci yüzyıla kadar uzansa da 1955 yılından itibaren görünür hale gelmeye başlamıştır. Rumların, Kıbrıs’ın Yunanistan ile siyasi birleşmesinin kavramsal ifadesi olan Enosis’i gerçekleştirmek amacıyla 1955 yılı nisan ayı ilk günü başlattıkları saldırıların kısa bir süre sonra toplumlararası çatışmaya dönüşmesi ile sorun ada dışına taşınmıştır. Ancak ABD, birkaç yıl önce NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan’ın adadaki çatışmalardan dolayı doğrudan olmasa bile savaş konumuna gelmesinden rahatsız olmuş ve Kıbrıs’taki gelişmelere müdahil olmuştur. ABD’nin müdahalesi Kıbrıs’taki çatışma ortamını geçici olarak durdurmuş ve çözüm sürecini başlatacak olan Zürih ve Londra Konferansına giden yolu açmıştır.

Zürih ve Londra’da 1959 yılı şubat ayında yapılan görüşmeler sonunda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin esaslarını oluşturacak komiteler kurulmuş ve çalışmalarına başlamıştır. Bu çalışmalar yaklaşık bir buçuk yıl sürdükten sonra 16 Ağustos 1960 tarihinde imzalanan Lefkoşa Antlaşması ile Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk ve Rum halklarının anayasal organlara ortaklaşa katılımını öngören ve sayıca daha az olan Kıbrıs Türk halkının haklarını koruyan düzenlemeler üzerine tesis edilmiştir. Ancak Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, daha Lefkoşa Antlaşmasının mürekkebi kurumadan mevcut anayasal düzenden şikayet etmeye başlamış, Kıbrıs Türklerine tanınan hakların fazla olduğunu sürekli gündeme getirmiş ve Anayasa’daki açık hükümlere rağmen Kıbrıs Türklerinin; Lefkoşa dâhil 5 farklı kazada ayrı belediyeler kurmasını, Kıbrıs ordusunda 40/60, kamuda ise 30/70 oranında görev almasına engel olmuştur. Kıbrıs’ta kurulan düzeni korumak amacıyla faaliyet yürüten Anayasa Mahkemesi’nin Alman Başkanı, Cumhurbaşkanı Makarios’un anayasaya aykırı söylem ve eylemleri karşısında tepkilerini açıklamış, ancak bunların dikkate alınmadığını görünce istifa etmek zorunda kalmıştır. Batı dünyası ise Kıbrıs’ta olanlara karşı herhangi bir tavır takınmamış, Cumhurbaşkanı Makarios’un hukuka aykırı tutum ve davranışları ile EOKA militanı bazı kişilerin bürokraside görevlendirilmeleri karşısında sessiz kalmış, bir bakıma yakın gelecekte adada yaşanacaklar karşısında Rumların cesaretini arttırmıştır!

Bu durumdan güç alan Cumhurbaşkanı Makarios, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan üç buçuk yıl sonra 13 maddeden oluşan anayasa değişiklik önerilerini 1963 yılı kasım ayı sonlarında Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl KÜÇÜK’e vermiştir. Kıbrıs Türk siyasetçileri daha anayasa değişiklik önerisine verilecek cevabı görüşürlerken 21 Aralık 1963’te Kanlı Noel olarak tarihe geçen saldırıları başlatmışlardır. Kıbrıs Türk halkını yok etmeyi amaçlayan Akritas Planı doğrultusunda yapılan ve dört gün süren bu saldırılarda yüzlerce Kıbrıs Türk’ü hayatını kaybetmiştir. Türkiye’nin 25 Aralık 1963’teki müdahalesi ile saldırılar sona ermiş, yaklaşık 25 bin Kıbrıs Türk’ü güneydeki evlerini terk ederek kuzeye göç etmek zorunda kalmışlardır.

Cumhurbaşkanı Makarios, sonraki günlerde Kıbrıs’taki gelişmeleri Enosis doğrultusunda şekillendirmeye başlamış ve Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Küçük de dâhil olmak üzere Kıbrıs Türk Bakan ve Milletvekillerinin Rum kesiminde kalan çalışma ofislerine ve Temsilciler Meclisine gitmelerini engellemiş, Kıbrıs’ta yaşanan olayları anlatmak amacıyla New York’a giden Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf R. DENKTAŞ’ın adaya girişini Anayasaya aykırı olarak yasaklamıştır. Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük yaşanan bu olayları BM başta olmak üzere İngiltere ve ABD’ye bildirmesine rağmen herhangi bir müdahale yapılmamış, Makarios’un liderliğinde oluşturulmaya başlanan statüko de facto olarak kabul edilmiş ve Kıbrıs Cumhuriyeti Rumların kontrolüne bırakılmıştır. Bir bakıma Kıbrıs’taki gelişmeler ABD ve İngiltere’nin istediği gibi olmaya başlamıştır!

Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünü pekiştiren bir başka hata (?) ise BM Barış Gücünün Kıbrıs’a görevlendirilmesi sürecinde yaşanmıştır. Birleşmiş Milletler Barış Gücünün bir ülkede görev yapabilmesi için şekil şartlarından biri de talep eden ülkenin rızasının olmasıdır. Ülkesindeki çatışma ortamını durdurmak amacıyla Barış Gücünün topraklarında görev yapmasını isteyen devletler BM’ye müracaat etmeleri gerekmektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nde de süreç böyle işlemiştir. Ancak bir farkla! Cumhurbaşkanı Makarios, Kıbrıs Cumhuriyeti adına BM’ye yaptığı müracaatta adaya Barış Gücünün görevlendirilmesini talep ederken anayasaya aykırı bir hukuki işlem yapmıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası Md. 57’ye göre bu vb. uluslararası kuruluşlara yapılacak çağrı, işbirliği gibi başvurularda Cumhurbaşkanı Yardımcısının da onayı gereklidir. Ancak Cumhurbaşkanı Makarios’un başvurusu Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Fazıl KÜÇÜK’ün onayı olmadan BM’ye gönderilmiştir.  Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Fazıl KÜÇÜK, bu durumu 2 Nisan 1964 tarihinde BM’ye gönderdiği yazıda, Cumhurbaşkanı Makarios’un BM Barış Gücü’nün adaya görevlendirilmesi ile ilgili yaptığı müracaatın anayasaya aykırı olduğunu açıkça belirtmiş ve BM Güvenlik Konseyinin Kıbrıs Barış Gücü’nün görevlendirilmesi ile ilgili almış olduğu 186 sayılı kararın da “Şeklen” hukuksuz olduğunu vurgulamıştır.

Gerek uluslararası gerekse de ulusal hukuki düzenlemelerde tesis edilen ilk işlem esastır. Tesis edilen ilk hukuki işlem şekil ve/veya esas bakımından hatalı ise bu hukuki işleme dayalı olarak yapılan sonraki tüm düzenlemeler de “YOK HÜKMÜ’”ndedir. Dolayısıyla 31 Temmuz 2022 tarihinde görev süresi dolacak olan BM Kıbrıs Barış Gücü’nün durumu bir kez de bu bakış açısıyla değerlendirilmelidir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı olan Türkler, BM Barış Gücünün Kıbrıs’ta görevlendirilmesine dair alınan kararın oluşumunda yer almamış ve rızalarına başvurulmamıştır. BM Kıbrıs Barış Gücü’nün Kıbrıs’ta görevlendirilmesi ile ilgili alınan ilk karar şeklen Kıbrıs Anayasına aykırıdır. Halen Mağusa ve Lefke’deki BM Barış Gücü misyonları Kıbrıs Türk halkının iradesine başvurulmadan görevlendirilmişlerdir. Uluslararası alanda tanınmamasına, Türkiye hariç, rağmen KKTC egemen bir devlettir ve topraklarında görev yapan BM Kıbrıs Barış Gücü misyonunun varlığına kendi iradesi ile karar verebilecek siyasi gücü vardır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı Türklerin rızası olmadan ve Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. F. Küçük’ün itirazını dikkate almadan görevlendirilen BM Barış Gücü misyonunun Kıbrıs’taki varlığı ile Kıbrıs Türk halkının anayasal haklarını yok sayıp Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek temsilcisi olarak Rumları kabul eden (!) BMGK 186 sayılı kararı tekrar tartışılmalı ve Kıbrıs Türklerinin siyasi iradesinin görmezden gelinen bu hatadan dönülmelidir.