…
KAPİTOKRASİ VE PREKARYA
Prof.Dr. ANIL ÇEÇEN
Beş yüz yıllık bir tarihe sahip olan kapitalist sistemin son zamanlarda ortaya çıkardığı iki temel kavram üzerine karşılaştırmalı bir değerlendirme yapıldığı zaman, ortaya nasıl bir tablo çıkacağı genel olarak tartışma konusudur. Uluslararası alanda batı emperyalizminin örgütlemiş olduğu kapitalist sistemin uygulamalarından sonraki gelişmeler doğrultusunda, bu iki kavram dünya sahnesine çıkmıştır. Birinci kavram tümüyle kapitalizmin uygulamaları sonrasında gelmiş olduğu durumu yansıtmakta ve ekonomik sermaye düzeninden olumsuz bir biçimde halksız siyasal düzene geçişi ifade etmektedir. Buna göre kapitalizmin uzun yıllar birlikte yaşadığı demokrasi kavramı ile bir iç içe geçme ya da bütünleşme olgusu içine girdiği aşamada, ortaya çıkan farklı durumun belirtilmesini hedefleyen yeni bir kavramın ortaya çıkmasıyla birlikte siyasal edebiyat “kapitokrasi” adıyla yepyeni bir kavram kazanmaktadır. Bu kavramın öne çıkmasıyla birlikte gerçek anlamı halk yönetimi olan ve halkın egemenliğini temsil eden demokrasi kavramı, geriye düşmekte ve onun yerini sermaye egemenliği başlığı altında kapitokrasi kavramı almaktadır. Kapitalist sistemin temelini oluşturan sermaye düzeninin son dönemlerde fazlasıyla değişmesi ve sermaye birikiminin aşırı düzeylerde gerçekleşmesi sayesinde, kapitalizm bir ekonomik yaşam düzeni olmaktan çıkarak, kendi çıkarları doğrultusunda siyasete müdahale eden ve daha da ileri giderek kendi çıkarları doğrultusunda yeni yaşam düzenleri kuran alternatif yeni yapılanmalar ile öne çıkmıştır. İşte bu aşamada siyaset ile ekonominin birbiriyle karışması sayesinde şimdiye kadar siyasette kendi adamları ile söz sahibi olan patronlar artık devlet yönetimin de sürekli kalıcı görevler almaya başlamıştır. Kendilerinin devlet idaresinde öne geçmesiyle ve doğrudan bir sermaye yönetimini var olan devletlerin üst noktasına taşımasıyla, demokrasi olarak belirtilen halk egemenliği düzeninin yerini patronların egemenliği almıştır. Siyasal güç oluşumu bu aşamada halkın elinden çıkarak patronların kontrolü altına girmiştir. Önemli bir toplumsal yapı değişikliğini gösteren bu durumu, sermayenin kalemşorları görmezden gelerek ve gene eskisi gibi demokrasi kavramını siyasal çıkarcı bir çizgide kullanarak, halk kitlelerini aldatmaya çalışmışlar ama bu konuda ki yeni aldatma senaryolarına karşı halk kitleleri tepki göstererek geçmişin birikiminin ortaya çıkardığı bilinçli bir tavır ile bu kavram sömürüsüne son vermişlerdir. Yaşanan gerçekler doğrultusunda bugünün gerçek dünyasında artık demokrasinin yerini sermaye egemenliği anlamında kapitokrasi rejimi almaktadır.
Bu makalenin başlığında yer alan ikinci yeni kavram olarak, Prekarya kavramı da kapitalist rejimin uygulamaları sonucunda ortaya çıkan, düzensiz ve dengesiz durumu ve bu durumun yükünü taşımakta olan toplum kesimlerini ifade etmektedir. Dünyanın egemen güçleri olan sermaye sınıflarının ortaya koydukları girişimler sonucunda, kapitalizmin dayandığı iki toplum kesiminden burjuvazi kendi ülkesinin dışına açılarak küresel bir yapılanma içine girmiştir. Dışa açılarak yabancı sermaye ile bütünleşen burjuvazi ulusal olmaktan çıkarak, küresel bir güç konumuna geldiğinde hem kendi çalışan kitleleri hem de dünya halklarına karşı çok büyük bir egemen güç olarak örgütlenmeye başlamıştır. Dünya devleti arayışları içinde kendine yeni bir yer arayan burjuva sınıfları artık ulusal çizgiden uzaklaşarak, küresel hegemonya arayışlarının temsilcisi konumuna gelmiştir. Dışa açılan burjuva sınıflarının böylesine bir olumsuz süreç içinde emperyal güçlerle işbirlikçilik nedeniyle ulusal yapıları bozulmuştur. Küreselleşme ile birlikte burjuvalar ulusal burjuvazi olmaktan çıkarken, kent soylu sınıfların karşıtı olan toplum kesimleri de, çalışan halk kitlelerinin bütünleşen toplumsal gücü olarak oluşturdukları proletarya oluşumunu yitirmeye başlamışlardır. Sermayenin çok büyümesi burjuvazi ile birlikte çalışan halk kitleleri ve işçi sınıfını baskı altına alarak ve dağıtarak ortadan kalkmasına neden olmuştur. Geleceğin sosyalist devletini kuracak olan proletarya sınıfı, Karl Marks’ın dile getirdiği gibi uzun bir oluşum sürecini daha tam olarak tamamlayamamış ve siyasal gelişmeler sonucunda çökerek ortadan kalkmıştır. Sanayileşmenin başlarında kurulan ilk fabrikaların çevresine bakıldığında yüzlerce ya da binlerce işçi kulübeleri öne çıkarken, aynı zamanda fabrikanın çevresindeki tepelerde güvenlik düzeni içerisinde sermaye sahibi patronların yaşamaya başladıkları görülmektedir. Binlerce işçiyi kurdukları fabrikalarda çalıştıran olarak kapitalistler, hem fabrikanın giderlerini hem de fabrikalardaki üretim düzenlerinin masraflarını karşılamak amacıyla gereksinme duydukları sermaye oluşumunu, yeni kurdukları fabrikaların gelirlerinden karşılamak durumundaydılar. Sermaye sahibi patronlar giderek kapitalistleşirlerken, kurulan yeni düzen uluslararası alanda bütün ekonomik yapılanmaları kendi içine almasıyla, eskisinden çok daha farklı yeni bir sistemin oluşumu çizgisinde daha gelişmiş kapitalizme giden profesyonel bir yol açılıyordu.
Küreselleşme oluşumu sürecinde ulusal burjuvaziler tekelci şirketlerle bütünleşerek daha üst düzeyde bir ekonomik zenginlik peşinde koşuyordu. Dışa açılmanın getirdiği ekonomik bütünleşme yolunda burjuva sınıfları eski ulusal yapılarından uzaklaşıyorlardı. Burjuvazi yüz yıllarca gelişen banka sistemine teslim olarak finans kapital oluşumuna yönelirken, sanayileşme geride kalıyor ve paradan para kazanma döneminin öne çıkmasıyla birlikte tüm sanayi yatırımları duruyordu. Endüstrinin küçültülmesiyle birlikte işçi sınıfının küçülmesi de dolaylı olarak gerçekleşme yoluna girince, Karl Marks’ın dile getirdiği muhteşem işçi sınıfının tarihteki yerini alarak geçmişte kaldığı görülüyordu. Burjuvazinin milli devletten vazgeçmesiyle başlayan küreselleşme olgusu içinde tekelci şirketler küresel güç haline gelirken, burjuvazinin karşısında yer alan proletarya denen işçi sınıfı da ortadan kalkma aşamasına geliyordu. Devletlerin kurumlaşması sayesinde kurulmuş olan burjuvazi ve proletarya dengesi, son zamanlarda ortadan kalkıyor ve bunun sonucunda da işçi sınıfı erimeye mahkûm ediliyordu. Marksizm’in ortaya koyduğu gibi sermaye arttıkça gelirler yatırımlara gitmiyor, nüfus artmasına rağmen bu doğrultuda ekonomik kalkınma gerçekleşmiyordu. İleri bankacılık sistemine dayalı olarak oluşturulan finans kapital düzenlerinde, bankada yatan para faiz gelirleriyle bir yüksek burjuvazi yaratıyor ve eskisi gibi yatırım yapan ya da ulusal çıkarlar doğrultusunda ticaret yapan eski milli burjuvazi yerini çok uluslu işbirlikçi zengin sınıflara bırakıyordu. İnsanlığın geleceğini bir proletarya devrimine bağlayanların çok yanıldıkları böylece siyasal ve ekonomik gelişmeler ile ortaya çıkıyordu. Onlara göre kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da güçlenecek ve bir büyük proletarya devrimi ile işbirlikçi ve sömürücü finans kapital düzeni bir düş olarak ortadan kalkacaktı.
Yirminci yüzyıla kadar dünyadaki gelişmeler normal yollardan sürüp giderken, Marks’ın görüşleri fazlasıyla önem taşıyordu. Kapitalizmin aşırı sermayeci tutumu beraberinde sömürüyü de getirdiği için ulusal burjuvaziler kendi devletleri aracılığı ile kendi ülkelerini ve halklarını istismar ederek zenginleşme yoluna gidiyorlardı. Ne var ki, yirmi birinci yüzyıla girerken gündeme gelen üst burjuvazinin dışa açılarak bir küresel ekonomi arayışına girmeleri yüzünden, ulus devlet dengelerinin bozulmaya başladığı görülmüştür. Marks’ın dediği gibi burjuvazinin zenginleşmesi yatırımlar ile olmamış aksine banka sistemi üzerinden zenginleşme devam edince, eski burjuvazi ve proletarya dengesi bozulmuştur. Aşırı zenginlerin küresel ekonomi imparatorluğuna yöneldikleri aşamada burjuvazi ile birlikte işçi sınıfı da tarihin tozlu sayfalarındaki yerini almaya doğru yönlendirilmiştir. Bir anlamda Karl Marks’ın ortaya koyduğu doktrin doğrultusunda öne çıkacağı ifade edilen, proletarya oluşumu yeni dönemde zayıflamaya başlamıştır. Küçülerek fazlasıyla zayıflayan işçi sınıfında devrim yapacak güç kalmayınca, beklenen proletarya devrimi bir türlü gerçekleşememiştir.
İşçi sınıfı yeni bir dünya düzeni getirmek isteyen egemen güçlerin karşısına bir toplumsal güç olarak çıkamayınca, şirketler üzerinden kurulmaya çalışılan yenidünya düzeni giderek elektronik yapılanmayı esas almaya başlamıştır. Matbaa devrimi denilen gazete ve dergi yayınları ile insanlığın ortaçağdan çıkışı gerçekleştirilmeye çalışılmış ve daha sonra da bugünkü modern dünyanın oluşumu gündeme gelmiştir. Aradan beş yüz yıllık bir dönem geçtikten sonra, elektronik alanda devrim yapılması sonrasında basımevlerinin önemi kalmamış, gazete, dergi, kitap ve diğer yayınlar basımevlerinden alınarak masaüstü elektronik aletlerin üretimi öne geçmiştir. Bütün fabrika ve iş yerlerinde elektronik devrimi kurallarına göre yeniden yapılanmalar tamamlanınca, bin kişilik fabrikalar da on kişi çalışmaya başlamış, işyeri ya da fabrika çevrelerinde eskisi gibi işçi lojmanlarına dayanan yeni yerleşim alanları kurulamamıştır. Elektronik devrim sayesinde bin kişilik fabrikalarda işçi sınıfı çalışırken, on kişilik işyerlerinde ise daha çok uzman ve tekniker insanlar istihdam edilmeye başlanmıştır. Toplumsal ve ekonomik değişimler yüzünden küçülmeye başlayan işçi sınıfı, elektronik devriminin gelmesiyle birlikte, iyice ortadan kalkma aşamasına gelmiştir. Ekonomik düzenin değiştirilmesiyle birlikte öne çıkan işçi sınıfı erimesine son noktayı elektronik devrim koyarak, küresel dönemin insan toplumu proletaryanın yerini alarak öne geçmiştir. Dünyada nüfus hızla artarken, çalışanların da sayısı zaman içinde artma eğilimleri göstermiştir. Ne var ki, toplumların büyüyerek genişlemesine tamamen ters düşen bir gelişme olarak, çalışanların kitlesel oluşumlardan uzaklaştırılarak bir işçi sınıfı örgütlenmesinin önü kesilmek istenmiştir. Soğuk savaş sonrasında içine girilen küreselleşme aşamasında proletaryanın bir toplumsal sınıf ya da güç kaynağı olarak devrim yapma şansını elde edememesi yüzünden, tarihin dönüm noktasında çalışan halk kitleleri için gerçek bir emekçi devrimi yapılamamıştır.
İşçi sınıfının tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte bir proletarya devrimi umudu kalmamıştır. İnsanlığı kurtaracak bir proletarya devrimi sonrasında bütün dünyada eşitlik ve adalet sağlayacak bir proletarya diktatörlüğü, devrim yapılamadığı için gerçekleştirilememiştir. İşçi sınıfı köklü bir devrim yapabilse, bunun sonucunda oluşturulacak proletarya diktatörlüğü sayesinde her türlü eşitsizliğe son verilecek ve devletin getirmiş olduğu yeniliklerin dağıtımında, işçiler ile birlikte toplumun diğer kesimlerinden gelecek olan katılımcılar da adil bir bölüşüm çizgisinde haklarına düşen paylarını alabileceklerdi. Orta çağ sonrasında başlayan toplumsal dönüşüm süreci içinde gündeme gelmiş olan haksızlıklar ve eşitsizliklerin öne çıkardığı sınıf farklılıklarının ve sınıflar arası kavga ve çekişmelerin sona erdirileceği bir toplumsal barış düzeni hedeflenirken, geçmişin eşitsizliklerinin yarattığı bir proletarya sınıfının geleceğinden bahsedebilmek zor olmaktadır. Çalışan halk kitleleri için devrimci demokrasi isteyenler, aynı zamanda tüm iktidarın Sovyet adı verilen küçük toplumsal örgütlere devredilmesin de hassas davranıyorlardı. Siyasal devrimde görev alacak proletaryanın üstlendiği misyonuna uygun bir duruma getirilmesi, ana mesele olan sınıf savaşı doğrultusunda emekçi güçlerin örgütlenmesi sayesinde olabilecekti. Kapitalizmden komünizme geçiş için düşünülen büyük proletarya devriminin gerçekleşebilmesi için kapitalist devleti bile ortadan kaldıracak devrimci bir potansiyelin işçi sınıfı içinde yerleştirilmesi düşünülüyordu. Tüm insanlığın komünal bir toplum düzeni çatısı altında eşit bireyler olarak bir araya getirilmesi, büyük proletarya devrimi sayesinde gerçekleşecek bir yapılanma ile mümkün olacaktı. Ne var ki, sosyal koşulların zaman içinde değişikliğe uğraması noktasında ortaya çıkan dönekler, devrimci yollarından dönerlerken gerçek anlamda bir proletarya devriminin önünü keserek, emekçi kesimlerin sınıf mücadelesi doğrultusunda örgütlenmeye gitmesine engel oldular. Burjuva demokrasisinden proletarya diktatörlüğüne geçiş için gerekli olan devrimci adımların atılması proletarya denen işçi sınıfının ortaya çıkarak örgütlenmesine bağlı bulunuyordu. Her ülkede örgütlü bir konuma gelecek olan proletarya güçleri, uluslararası alanda da bir dayanışma içerisinde olabilmek üzere, komünist enternasyonal yapılanmasına da yönelmek zorunda kalıyorlardı.
Yirminci yüzyılın başlarında gerçekleştirilen Sovyet devrimi aracılığı ile kutsallaştırılan proletarya kavramı, sosyalist sistemin üççeyrek yüzyıl içinde çöküşe geçişi ile birlikte sahip olduğu büyüyü kaybetmiştir. Bütün dünya ülkelerinde sosyalist devrimler gerçekleştirmeye dönük proletarya oluşumları da sistemin çöküşü sonrasında çözülme noktasına gelmişlerdir. Güçlü bir devletin çatısı altında gerçekleştirilecek proletarya devrimi ile bu devlet çalışan halk kitlelerinin egemenliği altına girecek ve bu yoldan gerçekleştirilecek proletarya diktatörlüğü tarih sahnesine çıkarak, geleceğin komünist dünyasını kuracak bir biçimde etkinliğini artıracaktı. Bir yüz yıla yakın bir süre devam eden sosyalist toplum yapılanması geleceğe dönük umutları artırırken, birden devreye giren ileri kapitalist siyasal sistemin araya girmesi üzerine sosyalist devlet geride kalırken, bu yapının beslemiş olduğu proletarya diktatörlüğüne geçiş hedefinin de bir düş olmaktan ileri gidemediği anlaşılmıştır. Emekçi inisiyatifine dayanan sosyalist devlet yapılanması geride kalırken, bu arayışın toplumsal kaynağı olarak proletarya gerçekliğin ötesine düşerek bir özlemin yansıması olarak yeni bir konuma sürükleniyordu. Proletaryanın bir güç ve potansiyel olma şansını yitirmesine rağmen benzeri toplumsal yapılardan gelen yoksul, işsiz ve okumamış toplum kesimleri gene varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu tür insanların bir araya gelmesi ile ortaya çıkan yeni tehlikeli sınıfa, eski proletarya benzeri ve bu kavramın kökünden kaynaklanan yeni bir kavram olarak Prekarya adı verilmiştir. Yirminci yüzyılın proletaryası geride kalarak tarihe mal olurken, bunun devamı olarak yirmi birinci yüzyılın Prekaryası devreye giriyordu. İşsiz güçsüz gezen ve hiçbir işe yaramayan toplum kesimlerine eskiden isim olarak verilen, işsiz güçsüz boşta gezenler anlamında lümpen proletarya kavramı yerine, günümüzün dağınık gerçekliğini tanımlama doğrultusunda Prekarya kavramı devreye giriyordu. Özellikle eski Marksist kesimlerin bir türlü kabul edemedikleri sosyalist sistemin çöküşü sonrasında ortaya çıkan sosyal tabloda işsiz, güçsüz ve sorunlu yeni perişan toplum kesimleri yeni dönemde Prekarya adı altında kavramlaştırılmaya çalışılıyordu. Bu kesimlere ek olarak yarı zamanlı çalışanlar, hiçbir güvencesi olmadan iş yapanlar, proje bazlı sözleşmeler ile geçici olarak çalıştırılanlar, ülkenin alt kesimlerinde var olabilmek ya da bir şeyler yapabilmek uğruna çaba gösterenler de problemli kimlikleri ile gene Prekarya kavramının çatısı altında dikkate alınabiliyorlardı. Kapitalist sistemin devam ettiği sürece altta kalarak ezilenler ya da toplumun içinden dışlanarak yer altı dünyasının içinde karanlıklarla boğuşanlar da gene aynı kavramın içinde tanımlanabiliyorlardı. Toplumun problemli kesimlerinden gelen herkesin içinde yer alabileceği çizgide oluşan Prekarya, bir anlamda sınıflaşamayan dağınık sosyal kesimleri de içinde barındıracak bir çizgide gelişimini sürdürüyordu. Ucuz işlerde düzensiz olarak çalışan, belirsiz koşullarda görev yaparak güvencesiz bir yaşamın içinde mücadele edenler de Prekarya oluşumunun en önde gelen temsilcileri olarak bu kavramın içeriğinin daha açık biçimde öne çıkmasını sağlıyorlardı. Öfkeli işsizler ya da sosyal güvencesiz halk yığınları, problemli toplumların başlıca olumsuz göstergeleri olarak öne çıkıyorlardı.
Yeni dönemde küresel bir imparatorluk olarak yoluna devam etme durumunda olan yeni kapitalizmin belirsiz bir geleceğe sahip olması ve hiç kimseye güvence vermeyen bir tartışmalı konumda bocalaması yüzünden, insanların çoğunluğu eskisinden daha ağır koşullarda bir yaşam kavgası vermek zorunda kalıyorlardı. Kendisi için sınıf olamayanlar diğer toplumsal sınıfların kıyısında ve kenarında dolaşıyorlar ama onların içine giremedikleri için sürekli olarak bir dışlanma senaryosu ile karşı karşıya kalıyorlardı. Emeğini ve işgücünü beş paraya satan güvencesizler ile kendi çıkarını tam olarak bilemediği için ezilenler ve zor durumda kalanların da içinde yer aldığı yeni bir yapılanma dönemi gene Prekarya kavramının ortaya serdiği gerçeklikler olarak görülüyordu. Toplum içindeki çeşitli bunalımların ve istikrarsızlıkların altında kalan bu güçsüzler topluluğunun, her yönü ile problemli olan yapılarından kaynaklanan sorunların çözüme kavuşturulması her geçen gün sosyal devletlerin işleri olarak insanların önüne çıkmaktadır. Odaksız ve toplum içi tepkilerin yönlendirdiği bozuk kesimlerin çıkarlarının savunulması ve onların daha iyi durumlara doğru kalkınabilmeleri için yeni ekonomi ve sosyal programlarının uygulanması gibi konular, yaklaşık bir asırlık sorun olarak bütün dünya toplumlarının önüne çıkmıştır. İstihdam sorununun çözümü ve geliştirilmiş sosyal kalkınma plan ve programları ile çalışan emekçi kesimlerinin gereksinmelerinin karşılanabilmesi için batı dünyasında sosyal devlet uygulamalarına geçiliyordu. Sosyalist sistemin proletaryayı kurtaramadığı bir tarihsel dönüm noktasında, sosyal devletler bütün dışlanmışları kendi çatısı altında toplayarak gerçekçi sosyo-ekonomik kalkınma programlarına yöneliyorlardı.
Küresel ekonomik çöküşün ortaya çıkardığı bütün sorunlar alt tabakaları büyük bir geleceksizlikle tehdit ettiği noktada, ilgili toplumların kendini koruma ve de savunma reflekslerinin devreye girerek bozulmuş olan sosyal dengelerin yeniden kurulmaya çalışıldığı da göze çarpmaktadır. Her gün yeni üniversiteler ve yüksekokullar açılırken, diplomalı işsiz sayısı artmakta, okumuş yazmış ve bir meslek sahibi olmuş insanların iş bulamadığı bir ortam da, aydın işçilerin sayıları artmakta ama bunların herhangi bir biçimde istihdam edilmeleri gibi bir sorun henüz çözümsüzlük noktasında durmaktadır. Okuyan kesimlerin sahip oldukları ilerici düşünceler ya da somut çözüm önerileri çare olmakta yetersiz kalıyor, yalnızlığa mahkûm olanlar beklenen aktiviteleri gösteremeyince bu sefer toplum sorunlarının giderek çözümsüzlük çizgisinde umutsuz ortamlara doğru kaydığı görülmektedir. Alt kimlikçi politikaların insanların kimliğini birbirinden ayırdığı aşamalarda, her türlü dayanışma ya da ortak girişimlerin zamanla devre dışı kaldıkları anlaşılmaktadır. İnsanlarda var olan endişelerin zaman içerisinde öfke ve tepki göstermelere doğru insanları sürüklemesi, sık sık görülen bir olumsuz durum olarak ortaya çıktığı göze çarpmaktadır. Giderek artan nüfus yapılarının gereksinmesi olan kamu hizmetlerinin karşılanması çizgisinde, fazlasıyla yetersiz kalan durumların ortaya çıkmasının önlenebilmesi için gösterilen çabaların bile yeterli olamaması yüzünden, birçok yeni sorun birbiri ardı sıra kontrolsüz bir biçimde devreye girmeye başlamıştır.
Elektronik uygarlığının yalnızlığa sürüklediği bugünün insanı, insani gereksinmelerini karşılayabilme doğrultusunda hareket etmek zorunda kalmaktadır. Bugünün elektronik uygarlığının içinde her gün bocalayan ve kaybolmamak için mücadele edenler de, Prekarya gruplarının diğer kesimlerinde yer almaktadırlar. Eğitimli işsizlik toplulukları birçok yeni açılan üniversite ya da yüksekokullarda görülebilmektedir. İklim sorunları ve açlık ya da işsizlik gibi olumsuz durumların ortaya çıkmaları insanları yaşadıkları ülkelerde zor durumlara sürüklediği için, bu günün önde gelen sorunları arasında ülkeler arası göç olgusu büyük bir yer kaplamaktadır. Zorlamaların ortaya çıkardığı göçler yüzünden devletler ve toplum düzenleri zor durumlarda kalmaktadır. Prekarya kavramından yeni bir proletarya yaratma doğrultusunda bazı farklı girişimler de gündeme gelmekte ve insanlık da bu yoldan bir şeyler yapmaya çalışmaktadır. Elektronik devrimin sanayi uygarlığını ortadan kaldırması yüzünden işsizliğe mahkûm edilen çağımızın insan toplulukları, böylesine bir çıkmazdan kurtulabilmenin yollarını aramaktadır. Yükseköğretimi sonuna kadar okuyarak kendini yetiştirenlerin işsiz kaldığı bir dünyada hiç kimsenin çalışma hakkını kullanabilmesi mümkün olamamaktadır. Göçmenlerin kalıcı olmaları devletleri zor durumda bırakırken, bu gibi nüfus uzantıları kamu hizmeti açısından yerleşik kamu düzenlerini ortadan kaldırmaktadır.
Prekarya toplulukları sahip oldukları sorunlu durumları nedeniyle kamu hizmetlerinden tam olarak yararlanamadıkları için, bu kesimden gelenlere bazı toplum bilimciler kısmi vatandaş diye isim takmaktadırlar. Normal vatandaşlara oranla bazı eksikleri olan Prekarya topluluklarının içinde yer alan ülke vatandaşları, bir anlamda yarı vatandaş statüsüne benzer bir biçimde kısmi vatandaş olarak nitelendirilmektedirler. Geçici olarak çalışanlar, yarı zamanlı istihdam edilenler, sınırlı bazı işleri yapanlar da aynı kategori içinde düşünüldükleri için gene bu tür Prekarya oluşumları ile kamu yönetimleri uğraşmak zorunda kalmaktadırlar. Belirli alanlarda okuyanlar ya da çalışanlar gelecekte istikrarlı bir iş düzenine yönelmektedirler. Bunlar aynı zamanda stajyerlik çalışmalarını da aynı doğrultuda görmektedirler. Esnek emek piyasalarında kamu güvencesi olmadığı için her türlü istikrarsızlık durumunda, birçok sorun Prekarya topluluklarının önüne çıkarak ciddi tehditler oluşturmaktadır. İyi bir toplumun bu tür sorunlu kesimler ile diyalog kurabilen ve empati yaparak onları anlayabilen yöneticilere her zaman için gereksinmesi vardır. Toplumsal hafıza içinde Prekarya’ya yer verilmesi ile sorunların aşılması doğrultusunda olumlu ortamlar yaratarak, kamu kurumlarının çözüm üretme konusunda harekete geçmeleri sağlanmaktadır. Prekarya içinde yer alan sorunlu toplulukların arasında sürtüşmeler çıkması var olan sorunları çözümsüzlüğe itebilmektedir. Bu nedenle her türlü sorunların aşılabilmesi ve hızla çözüm üretilebilmesi doğrultusunda, devletler ile Prekarya toplulukları arasında yakınlaşma ve birlikte çalışma ortamlarının yaratılması gerekmektedir. Prekarya topluluklarının birbirleriyle çekişme ve çatışma aşamasına geldiği noktalarda, bu gibi topluluklarının kendileri ile savaşma gibi çok tehlikeli ortamlara sürüklendiklerini görerek, istenmeyen durumların ortaya çıkmasını engelleme doğrultusunda kamu yönetimlerinin yeni önlemler alınması gerekmektedir.
Küreselleşme olgusu yıkıcı, parçalayıcı ve çökertici etkilerini bütün dünya ülkelerine yaydığı bir çizgide, işçi sınıfı gibi kimlik sahibi bütün toplumlar ile birlikte devletlerin halklarını ya da ulusal yapılarını zamanla yok etmektedir. Bu nedenle demokrasiler dayandıkları halk tabanını ellerinden kaçırmışlardır. Bir anlamda küresel emperyalizm ekonomi ve elektronik üzerinden dünyaya egemen olurken var olan devletler ile birlikte bunların dayandığı halk kitlelerini de ellerinden kaçırmışlardır. Bir anlamda bütün dünya ülkelerinde yaşayan halk kitleleri, kendi çıkarları ve kazanımlarını koruma çizgisinde yaşamlarını sürdürme şansını giderek ellerinden kaçırmışlar ve bu yüzden dünya platformu kaybolan halklar müzesine dönüştürülmüştür. Kendi ülkesi ve ulusu için bir şeyler yapmak çabası içinde çırpınan bugünün vatanseverleri, namuslu aydınları ve geleceğin hazırlığı içinde olan gençlerin arkasından kimse gitmemekte ve herkes olan biteni seyrederek, kendisini tehlikeye atmadan bu dönemi geçirmeye kalkarken, dünyayı günümüzdeki çıkmaz noktaya getirerek ciddi bir sorunlu durum yaratan günümüzün küreselci egemen kesimleri, bildiği yollardan giderek başladıkları işi tamamlamaya çalışmaktadırlar. İnsanlar özgürlük, eşitlik ve kardeşlik temellerine dayanarak bugünün ulusal yapılanmalarına erişmişlerdir. Ekonomi ve elektronik üzerinden bütün dünyayı altüst ederlerken tüm insanlığı, insan ırkını ve kazanılmış bütün hakları yok edebilecek tehlikeli girişimlere kalkışmaktadırlar. Paradan para kazanan süper emperyalistlerin sömürge düzeni devam ettiği aşamada sadece proletarya görünümündeki işçi sınıfı yok olmamakta, aksine bütün toplum ve devlet düzenlerinin geleceği ortadan kalkmaktadır. Günümüzde kapitokrasi uygulamaları ile halk kitleleri darmadağın edilirken, aynı zamanda devlet ve kamu düzenleri de ortadan kaldırılmaktadır. Dünya haritasının bir köşesinde halk kitleleri olarak yaşama şansını giderek kaybetmekte olan insanlar, yeniden halk olabilmek ve halklaşarak sosyal ve siyasal güçlükleri aşabilmek için geçmişten gelen mücadelelerini bugün de sürdürmek zorunda kalmaktadırlar. Her türlü ayırımın ötesinde her şeyi ortaklaşa paylaşabilme doğrultusunda insan topluluklarının yeniden halklaşmaları kaçınılmazdır.
Yüzyıllarca her türlü yalanlar ve sahtekârlıklar kullanılarak aldatılan insanoğlunun günümüzde yeniden silkelenerek kendisine dönebilmesinin zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir. Önce toplumsal sınıfları daha sonrada ise bütün halkı hedef alan bir doğrultuda toplumların çökertilmesi senaryolarına karşı çıkılması gerekmektedir. Yaşam boyu daha güzel günler arayışı içinde olan halk kitleleri ve insanlık, günümüzde toplumsal sınıfların tasfiyesi üzerinden yok olmaya doğru sürüklenmektedir. Bu doğrultudaki gelişmeler sürekli olarak dışarıdan dayatıldıkça hak ve özgürlüklerini koruma ve savunma durumundaki insan kitleleri daha zor koşullarda bir var olma mücadelesini yeniden vermek zorunda kalmaktadırlar. Halk kitlelerinin isteklerini ve gereksinmelerini karşılamaktan giderek uzaklaşan kapitokrasi yönetimleri, kendi sermaye düzeni çıkarlarına öncelik verdikleri için dünya halklarının bir araya gelerek toparlanmasına fırsat bırakmayan bir biçimde her türlü zorbalıklarına ve zorlamalarına devam etmektedirler. Halk kitlelerinin hareketlerini ve taleplerini sürekli olarak popülizm kavramı altında suçlayarak, milyonlarca insanın gereksinmelerinin karşılanmasına izin vermemektedirler. Ekonomi ile zor durumda bırakılan ve elektronik ile toplumsal yaşamdan dışlanan halk kitlelerinin kendi çıkarları doğrultusunda ağırlıklarını, siyasal gelişmelere karşı ortaya koymalarına hiçbir zaman izin verilmeyerek, başlamış olan yıkım operasyonunun tamamlanmasına öncelik verilmektedir. Halk kitlelerinin kendisini yok edecek bir sürüklenmeye izin vermemesi ve bu gidişe bir dur demesinin zamanı artık gelmiştir.
Dünyanın bugün düşürüldüğü çıkmaz çukurun yaratıcısı olan egemen güçler, bu olumsuz gidişlere karşı gelecekte hiçbir şey yapamayacak gibi bir görüntü vermektedirler. Bu olumsuz durum zamanla daha da netleşmeye başlamıştır. Proletaryayı yok edenler ile dünya halklarını parçalayarak ve çökerterek ortadan kaldırmaya çalışanlara karşı, demokrasileri ortadan kaldıran kapitokrasilerin yapacak hiçbir şeyleri yoktur. Finans- kapital düzeninin büyük patronlarına karşı proletarya olma şansını elinden kaçırmış olan yeni Prekarya’cıların yapabilecekleri hiçbir şey kalmamıştır. Şimdi yeniden tarihin itici gücü olan halk kitlelerini yeniden inşa etmenin zamanı gelmiştir. Günümüzün çıkmazından kurtulabilmek üzere halk kitlelerinin yeniden silkelenerek kendine gelmesi ve bu doğrultuda bir dünya halkları kurultayı oluşturmasının zamanı gelmiştir. Kapitokrasinin çözüm üretmediği, Prekarya’nın etkin bir biçimde devreye giremediği bugünün koşullarında dünyanın kötü gidişini durduracak bir çizgide dünya halkları organizasyonu gibi büyük bir kitlesel uyanışa her geçen gün daha fazla gereksinme duyulmaktadır. Uyanacak halk kitlelerinin kasıtlı olarak sürdürülen aldatma senaryolarına karşı yeni bir dünya halkları birliğinin örgütlenmesi gerekli görülmektedir. İnsan kitlelerini insanlıktan çıkaracak biçimde robotlaşmayı gündeme getiren, insan hakları diye diye insanlığı robotlaştıran bir elektronik imparatorluğa herhangi biçimde dünya halklarının teslim olması kabul edilemeyecek bir olumsuz senaryodur. Dünyaya gelmiş olan bütün insanların eşit koşullarda var olacağı ve daha iyi bir dünya için dayanışma içinde eşitlikçi bir yaklaşım doğrultusunda hareket edeceği bir yeni küresel alternatifi, dünya halkları birliğinin gündeme getirmesi gerekmektedir. Dünyanın önüne konacak yeni bir alternatif sayesinde kapitokrasinin önü kesilecek , Prekarya’nın zayıflığı giderilerek örgütlü bir halklar dayanışması hareketine dönüştürülerek, emperyalist çizgideki küresel yönlendirmelerin önü kesilerek, daha insancıl bir dünya için özgürlükçü ve eşitlikçi bir alternatifin ortaya konmasıyla birlikte, bütün dünya halklarının kardeşçe bir araya gelerek her türlü emperyalist saldırı ve baskıya karşı insanlığın kazanımlarının savunulması sağlanabilecektir. Demokrasilerin ilk dönemlerinde olduğu gibi dünyanın yeniden halk kitlelerinin yönetimine girmesi ile birlikte, Proletarya ya da Prekarya konuları geride kalacak ve bunların yapamadığı toplumsal çıkış ve muhalefeti dünya halkları birliği üstlenerek yerine getirmeye çalışacaktır. Birleşmiş Milletlerin yetersiz kaldığı bu aşamada Dünya Halkları Birliği gerekli olan merkez konumunu insanlık adına kullanacaktır.
- TÜRK DÜNYASI’NIN MERKEZİ: TÜRKİYE Mİ? AZERBAYCAN MI? - 25 Eylül 2024
- TÜRKİYE’NİN B PLANI: Merkezi Devletler Birliği (MEDEB) - 24 Ağustos 2024
- BÜYÜK MAKEDONYA KURULUYOR - 6 Ağustos 2024
- NORMAL MİLLİYETÇİLİK AŞIRI SAĞ OLAMAZ - 14 Temmuz 2024
- ALMANYA SİYASETİNDE TÜRKİYE - 1 Temmuz 2024
- KEMALİZM VE SİYONİZM - 13 Haziran 2024
- ENDONEZYA’DAN TÜRKİYE’YE BARIŞ ÖNERİSİ - 7 Mayıs 2024
- SAVAŞ İLE BARIŞ ARASINDA - 29 Şubat 2024
- DEVLET PLANLAMA TEŞKİLATI (DPT) YENİDEN KURULMALIDIR - 28 Ocak 2024
- YERELLEŞME VE ÜNİTER DEVLET - 9 Ocak 2024