…
ABD & TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİ DOĞRU OKUMAK
Soğuk Savaş’ın başlaması ile birlikte Avrupa’da hangi ülkelerin Batı ya da Sovyet kampında kalacağına ilişkin yoğun bir mücadele vardı. Sovyetler, NATO’nun varlığı ve üslerini en büyük düşman belirlemişti. Arka planda KGB, ülke yönetimlerine sızıyor, Sovyet ordusu da işareti alınca Çekoslovakya, Macaristan gibi ülkelere dalıyordu. Türkiye, Yunanistan ve İtalya gibi ülkelerin durumu daha kritikti. Sovyetler, Batılı ülkelerin gayretlerine karşı Gladyo hikâyesini uydurmuşlardı. Sovyetler, 28 Şubat 1945 akşamı Moskova Büyükelçimizi çağırarak Türkiye’den Kars, Ardahan ve İstanbul’da üs istediler. Ankara, hemen yönünü ABD’ye çevirerek güvenliğimizi sağlayacak güç dengesi için Batı kampını seçti ve NATO üyesi olmamız kolay olmadı. Sovyet tehdidi bizim için yeni değildi. Stalin, 1933 yılında da aynı isteklerle gelmişti[1].
1952’den itibaren NATO’nun üyesi olan Türkiye, Soğuk Savaş süresince NATO’nun güney kanadında 610 km’lik Sovyet sınırının savunulmasında kritik bir rol aldı. Bu dönemde, Türkiye, özellikle ABD’nin desteğiyle, gittikçe artan Sovyet tehdidine karşı NATO’nun savunma şemsiyesi altında kendine güven bulabildi. Yaklaşık 70 yıldır, NATO’ya üyelik, Türkiye’nin savunma politikasının temel taşı olmuştur. Türkiye, ittifakın koruyucu şemsiyesinden yararlanırken, kendi adına da, Batı dünyasının ortak savunmasına ve bölgenin güvenliğine önemli bir katkı sağlamıştır. NATO üyeliği kapsamında Türk ordusunun modernizasyonuna yönelik kapsamında sağlanan savunma teknolojileri, araç silah ve teçhizat yanında ABD, en az iki kez muhtemel bir Türk-Yunan Savaşı’nı engellemiştir.
NATO’da işleyiş ittifak çıkarları çerçevesinde başat ülke ABD’nin çizdiği yönde yürür. Ancak, kararlar oybirliği ile alınır ve Türkiye’nin de olduğu gibi her ülkenin beğenmediği bir kararı veto hakkı vardır[2]. NATO iddia edildiği gibi bir emperyalizm mekanizması değil, ciddi ve sağlam bir ittifaktır. Üye ülkelerin ittifakın genel istikameti çerçevesinde kararlara katılımı beklenir ve bu amaçla alınacak kararlar için sağlam bir istişare mekanizması vardır. Soğuk Savaş döneminde bu istikamet Sovyet Komünizminin yayılmasını önlemek ve Rusların bir NATO üyesine saldırmasını caydırmak üzerineydi. Soğuk Savaş sonrasında düşmanını kaybeden NATO, 2014 yılında Rusların Ukrayna’yı işgali ile eski düşmanına kavuştu. Buna birkaç yıl evvel Çin eklendi.
Türkiye’ye gelince, 1950’lerde yani Adnan MENDERES döneminde, Sovyet tehlikesini savuştururken, NATO üyeliği ve ABD dostluğunu abarttık. “Küçük Amerika” peşinde ülkenin dönüştürülmesi için tüm kapılarımızı açtık ve kendi çıkarımıza olmayan işlerle meşgul edildik. Türkiye’de anti-Amerikancılığın başlangıcı için kırılma noktası 1964 yılındaki Johnson mektubu oldu. ABD’nin hedefinde Komünizm tehlikesi vardı ve 1960 Anayasası ile birlikte Türkiye’de Sol canlanmıştı. Soğuk Savaş solcularının 1960’lardan kalma Sovyet dezenformasyonun ürünü olan:
– NATO’ya hayır,
– Kahrolsun Amerikan emperyalizmi,
– Gladyo,
– Kontr-gerilla gibi söylemler o günlerden beri devam ediyor.
Hala içimizdeki Soğuk Savaş dönemi Solcularının, eski Rusçu ve Maocu artıklarının, sözde Atlantik karşıtı Avrasyacıların dezenformasyonuna maruz kalıyoruz. Kendine “Türk Solu” bile diyemeyen, Türklüğü “ırkçılık ve “faşizm” olarak niteleyen ama mesele “Kürtçülük” olunca “halkların kardeşliği”nden bahseden bu kesimler yüzünden ülkemizde Sol hep sığ kaldı, kendini yenileyemedi. Tabii ki tüm Sol kesimleri aynı kefeye koymuyoruz, Atatürkçü olanları ve gerçekten bağımsız Türkiye’yi savunan Türk Sol’unu ayırt ediyoruz. Ancak, eski Sol’un ülkeye vereceği bir şey yok. Çünkü uluslararası ilişkiler böyle yürümüyor. 1849 yılımda Doğu Türkistan, Nepal, İç Moğolistan ve Mançurya’yı işgal eden Mao’nun Çin’i ya da iki yüzyıldır milletler hapishanesi olan Rusya’yı emperyalist kabul etmeyen, Türk milliyetçilerini “faşist” olarak gören zihniyet, bugünün Türk medyasında daha anti-emperyalist görüntü altında sesini daha çok duyuruyor[3].
1990’larda Türkiye, NATO ve Batıda sözü geçen, itibar edilen bir ülkeydi. Bugün Ankara, olup-bitenlerin suçunu Batı’nın PKK terör örgütüne vermiş olduğu desteğe indirgemiş olsa da büyük resmin pek de öyle olmadığını, Türkiye’nin son 20 yıldaki dış ve iç politika hatalarının ülkeyi bu hale düşürdüğünü biliyoruz. Ankara, sık sık ABD’nin müttefikliğe sığmayan davranışlarına referans yapsa da “müttefiklik” ortak çıkarlar gerektirir. Winston CHURCHİLL’in dediği gibi “bir ittifak için en büyük tehlike ittifak olmamasıdır”. Batı ile çıkarlarımız Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bölge bölge ayrışmıştır. Washington’un müttefiklik anlayışı da bu makalede anlatacağımız gibi sık sık ayar değiştirmektedir. Hatta bundan en çok NATO üyeleri yani Avrupa’daki müttefikleri şikâyetçidir.
ABD ile ilişkiler özellikle 2013 yılından sonra bu hale gelmeyebilirdi. Şimdi Türkiye’nin dış politikası ve uluslararası ilişkilerindeki geldiği konumu ile ilgili gerçekçi bir değerlendirme yapma zamanı. Çünkü yalnızlaştırılan, tüm çevresi ile yabancılaşan ve nihayetinde İran gibi hedef haline gelmeye başlayan Türkiye, değerli (!) yalnızlığı ile beka sorunu yaşayabilir. Türkiye’nin bir an önce enerjisini toplamaya, ABD ile ilişkilerini yoluna koymaya ve onu bekleyen Ortadoğu ve Asya’da çok önemli jeopolitik gelişmelere hazırlanmaya ihtiyacı var. Tarih çok hızlandı ve etrafımızda olup-bitecekler için kayıtsız kalma lüksümüz yok.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 4 yıldır ABD başkanı Joe BİDEN’le Beyaz Saray’da görüşme umudu ile ortam hazırlamaya çalışıyordu. ABD heyetinin Türkiye’nin güvenlik kare ası durumundaki Akar-Güler-Fidan-Kalın dörtlüsü, hükümet içinde Türk-Amerikan ve NATO ilişkilerinin en hararetli savunucuları[4]. 9 Mayıs 2024’de ABD başkanı Biden, Erdoğan’ı ilk defa Washington’da kabul edecekti ama program iptal oldu. Çoğu fiziki olarak yılda 30 kez Putin ile görüşen Erdoğan ve ekibinin uzun süredir ısrarına rağmen ABD tarafı hala görüşmekte isteksiz. Öncesinde F-16 gelişmeleri, Türkiye’nin ABD ile pazarlıklarda düştüğü zor durumu gösterdi. Aslında Türkiye’nin beka seviyesindeki çıkarları ile ABD’nin konjonktürel durumu işbirliğini mümkün ve kaçınılmaz kılıyor.
ABD’nin Suriye’de Fırat’ın doğusundaki oluşumdan geri adım atmaya niyeti yok, bu da işleri içinden çıkılmaz hale getiriyor. Ama asıl sorun şu; ABD yönetimi, 2013 yılından beri Erdoğan’ın kişiliği ve Türk dış politikasının işleyiş tarzından hiç haz etmiyor. Geçtiğimiz ay içinde Irak’ta yapılan görüşmeler, İran ve Ortadoğu ile ilgili gelişmeler ana gündemi oluştursa da Türkiye’nin asıl beklentisi ABD ile ilişkilerde uzun süredir denediği örtülü ambargolardan kurtulma şansını yakalamak ve gündemi kullanarak onun seveceği bir rol kapmak. Bu makalede, Türkiye’nin son 20 yılda yaptığı dış politika hataları içinde hala vazgeçmediğimiz ideolojik bataklığa, ABD ve bir bütün olarak Batı ile düştüğümüz ayrışan yollara, Türkiye’nin büyük güçler içindeki konumuna yer verecek, altı ana konuya odaklanacağız:
– Türkiye-ABD ilişkilerinin genel çerçevesi,
– Türkiye-NATO ilişkileri,
– ABD’nin Soğuk Savaş sonrası müttefiklik anlayışı,
– AKP iktidarı döneminde dış politika,
– ABD ile ilişkilerde yaşanan gelişmeler ve olası geleceği,
– Türkiye’yi bekleyen senaryolar.
Son yıllarda siyasi planlamacıların ve yorumcuların en çok zorlandıkları konulardan biri Türkiye’nin ne yaptığını ya da yapmak istediğini anlamak oldu. Bu anlaşıldığında da geç kalmış oldular. Ortadoğu’daki büyük hayalleri sönen ve yalnız kalan Türkiye kendine yeni bir rol ararken, uyguladığı çalkantılı politikalar kafaları karıştırıyor. Türkiye-ABD ilişkilerini doğru anlamadan olup-bitenlerin büyük resmini gerçekçi bir analizini yapamayız.
Türkiye-ABD ilişkilerinde son durum
Türkiye ve ABD; Rusya, İran, terörle mücadele ve Ortadoğu politikaları üzerinde farklı çıkarlara sahipler. ABD orijinli askeri malzemeye bağımlı olan Türkiye, savunma işbirliğini devam ettirmek istiyor[5]. ABD’nin özellikle Türkiye içindeki ve dışındaki Kürtlere yaklaşımı ve politikaları Türkiye’nin kırmızı çizgilerinin çok ötesine taşıyor ve arada bir denge kurmak olasılığı zorlaşıyor. Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin kötüye gitmesi, ülkedeki ABD hava üssü ve NATO tesislerinin geçici ya da daimi olarak kapanmasına yol açabilir.
ABD-Türkiye ilişkilerinin gizli pazarlıklar bölümünde kamuoyuna Halk Bankası davası olarak yansıyan bir bölüm var. Hikâyeye göre, 17 Aralık 2013’de Türk-İranlı iş adamı Rıza ZARRAB’ın İstanbul Havaalanı’nda tutuklanması ile olaylar başladı. Türkiye, petrol ve doğal gaz karşılığı İran’a saf altın göndermekte ve Zarrab’ın adamları bunları taşımaktadır. Ocak 2018’de New York jürisi Halk Bank eski başkan yardımcısı Mehmet Hakan ATİLLA’yı Zarrab’la birlikte ABD’nin İran’a yaptırımlarının aleyhine çalışmaktan suçlu buldu. ABD henüz bazı şeyleri deşifre etmedi ve konu koz olarak tutuluyor. Türk-ABD ilişkileri daha da bozulursa, Erdoğan’ın mal varlığı gündeme getirilebilir.
Hükümet, ABD’nin yoluna tekrar girmek için fırsat kolluyor. İsveç’in NATO üyeliği meselesinde pazarlık bu ülkenin kendi ifadeleriyle “teröristlere güvenli sığınak olmaktan çıkması” talebiyle başlatılmıştı. Ama bu görüntünün arkasında Rusya’dan S-400 alımı, Türkiye’nin Suriye’de Kürtlere karşı operasyonları, Ege’de Yunanistan’ın tehdit edilmesi ve Doğu Akdeniz’deki enerji denklemini bozmaya dönük hamlelerden kaynaklanan yaptırımların kaldırılması, bu minvalde özellikle F-16 paketinin onaylanması konuşuldu. Suriye’de YPG/PKK’ya verilen desteğin kesilmesi de artık neredeyse tüm pazarlıkların değişmez başlığı. Güya taraflar F-16 ile NATO’yu birbirinden ayrı tutuyordu ama kapalı kapılar ardında pazarlık tam olarak buydu.
Ankara, Suriye’de kendine göre bir harita çizmek istiyor ve bunun için uzun zamandır ABD tarafı ile görüşüyor. 2012 yılında yapılan görüşmelerde Obama yönetimi, İncirlik’in açık kalması karşılığında Türkiye sınırından 60 km. güneye kadar güvenli bölge kurulmasına onay vermişti[6]. İkili anlaşmanın uygulamaları ve ABD’nin İncirlik’in üzerinden uçuşa yasak bölge uygulamasına geçişi Rusya’nın Suriye’ye girmesini tetikledi. 2016 yılındaki 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası ise ABD ile yollar oldukça ayrıştı. Bununla beraber, her ne kadar Ankara, Rusya ile ilişkileri Suriye ve S-400 örneklerinde geliştirse de ABD ile Esat’ı devirme projesinde ve İdlib’in güvenliğinin ABD tarafından sağlanmasında işbirliğine devam etti. Bugün gelinen aşamada ABD ve Rusya ile ilişkilerimizin ikisi de gergin ve her an yeni bir kriz çıkmaya müsaittir.
2016 yılındaki darbe girişiminden sonra Amerikalı bir rahibi suçlayan Erdoğan’ın, akabinde Rusya’dan S-400 hava savunma füzelerini satın alması, ABD’nin savunma sanayi yaptırımlarını tetikledi. ABD, 2.5 milyar dolarlık Rus platformunun alınmasına Türkiye’nin ısmarladığı F-35’ler hakkında istihbarat toplanmasına yardım edeceği için karşı çıktı. ABD ve NATO politikaları, Türkiye ile ayrışırken Washington’un dış politikasında Doğu Akdeniz önemli hale gelmeye başladı.
ABD dış politikası “Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji Ortaklığı Kanunu” çerçevesinde; Yunanistan’ı değerli NATO müttefiki, İsrail’i sağlam müttefik, Güney Kıbrıs Rum yönetimini ise ana stratejik olarak belirledi. 2021 yılında “ABD-Yunanistan Karşılıklı Savunma İşbirliği Anlaşması” savunma ve güvenlik işbirliğini artırmak için güncellendi. Karşılığında Türkiye, “Mavi Vatan” deniz stratejisini açıkladı. Buna göre, Türkiye; bir kısmı Yunan ve Rumların kendi suları olduğunu iddia ettiği Doğu Akdeniz, Ege ve Karadeniz’de kendi deniz sınırlarını çiziyordu.
2023 yılında ise Türkiye’nin ABD’den 40 adet F-16 ve yaklaşık 80 adet modernizasyon kiti talebi ve Ankara’nın Rus S-400 hava savunma sistemi ile ilgili görüşmeleri gündemi meşgul etti. Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılma isteğine Kürt terör örgütüne destek verdikleri gerekçesi ile karşı çıktı. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik perspektifi karşısında Biden yönetimi bir süre Türkiye’yi uyutmayı denedi. Eski ulusal güvenlik danışmanı John BOLTON, Rusya’ya olan desteği nedeni ile Türkiye’nin NATO üyeliğinin sorgulanmasını istedi.
Biden’in aklında Türkiye’nin bölgede ana bozucu güç olduğu ve F-16 satışının Amerika’nın ulusal güvenlik çıkarları ve NATO’nun uzun dönemli birliği ile uyumlu olmadığı şüphesi var[7]. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Kongre’ye satış tavsiyesi bile Türkiye’nin bölgede kötü niyetli bir caydırıcı güç olduğu imajını değiştirmedi.
ABD’nin 2023 yılı başında Türkiye’ye bakışında ana çizgiler şu şekilde idi[8]:
– Türkiye’deki seçimlerde Erdoğan’ın değişebileceği, nakit sıkıntısı ve devasa enflasyon ile ayakta kalamayacağı,
– Erdoğan’ın kürt kesimine yakın muhalefet partisinin başkanını hapiste tuttuğu ve Anayasa Mahkemesi tarafından terörle bağlantısı nedeni ile bu partiye para akışının kesildiği,
– Erdoğan’ın en büyük siyasi rakibi olan İstanbul belediye başkanı olan Ekrem İMAMOĞLU olduğu ama diğer üç kişinin daha onun rakibi olabileceği,
– Erdoğan’ın kamuoyu desteğini canlı tutabilmek için Suriye’ye harekât kozunu kullanmaya çalıştığı ama bunun için Moskova ve Washington’un desteğini alamadığı,
– Erdoğan’ın iktidarı kaybetme riski karşısında anayasal düzeni değiştirmek ve bunun için SADAT gibi militan örgütleri kullanabileceği olasılığı.
Ancak, Erdoğan’ın tekrar beş yıllığına başkan seçilmesi ile ABD ve NATO çevrelerinde şöyle bir izlenim oluştu: “bir yandan Moskova ile dost olan diğer yandan Ukrayna’ya Ruslarla savaşında değerli yardım yapan Ankara ile ilişkilerde dikkatli olmalıyız.” Bir NATO ülkesi olmasına rağmen artık Türkiye’nin desteğine güvenmek kolay değildi. En azından bu destek belirli şartlar altında olacaktı. Amerikalılar otoriter gördükleri Erdoğan ile artık daha dikkatli iletişim kuracaklardı: kızdırmamak için çok fazla eleştirmemek ve sürekli değişen siyasi, diplomatik ve askeri gelişmeler girdabında bir orta yol bulmak[9].
Erdoğan, henüz NATO’dan çıkma konusunu ima etmekte tereddütlü. Ancak, Karadeniz’e giriş ve Kırım da dâhil Ukrayna limanlarından hareket eden gemileri kontrol eden bir jeopolitik eksene sahip Türkiye’nin iki tarafa da oynaması NATO üyesi bir ülke için pek akıllıca değil. Bununla beraber, Türkiye, NATO’nun Ukrayna ekonomisi ve diğer ülkeleri beslemek için açtığı tahıl koridoruna müteşekkir olmasını bekliyor. Ukrayna’ya drone ve zırhlı taşıyıcı araçlar gönderen Türkiye, diğer yandan Rusya’dan gıda, demir ve çelik ürünleri olmak üzere ithalat yaparak Moskova’nın ekonomisine katkıda bulunuyor.
ABD için artık Erdoğan, coşku ile desteklenecek bir lider değil. NATO ve ABD ilişkilerinde hesaplanmış pazarlıklar üzerine bir ilişki kuruyor; çünkü İslami ideolojisini Türk dış politikasına dikte ediyor. Türkiye’nin değişen vizyonu ve çıkarları ABD’ninkiler ile gittikçe uzaklaşıyor. Erdoğan’ın ülke içinde gazeteci, akademisyen ve sivil toplum örgütlerini baskı altına alarak gücünü geliştirmesi doğru bulunmuyor.
Ukrayna-Rusya Savaşı Washington’un Türkiye politikasını değiştirmesini açıkça zorlaştırdı. Erdoğan iktidarda kaldığı sürece, hala faydalı olduğu için Washington onu kendisine düşman etmenin yanlış olacağını hesaplıyor[10]. Yakın gelecekte ABD ve Türkiye ilişkileri yüzeysel bir müttefiklik düzeyinde kalacak; Türkiye, sadece Rusya ve Batı arasında değil Ortadoğu’daki rakip güçler arasında da bir tampon oluşturacak. Ortadoğu’da bölgesel güç olmak için rekabet halindeki Erdoğan, Amerikan kuvvetlerine evinize gidin demedikçe Washington onunla çok uğraşmayacak ama statükonun değişmesini bekleyecek.
Öte yandan, jeopolitik olarak Rusya’nın sıkıştırılmasının, NATO’nun doğuya doğru genişletilmesi, Karadeniz’de tam kontrol sağlanması ve Güney Doğu Avrupa’ya kuvvet intikal ettirmek maksadıyla gerçekleştirilebileceği öngörüldü. Ancak ABD, Türkiye’yle çıkar çatışması nedeniyle ilişkilerin soğuması ve Türkiye’nin Montrö Boğazlar Sözleşmesinin ihlaline/esnetilmesine de izin vermeyeceğini anlaması üzerine Yunanistan faktörünü ön plana çıkardı.
ABD, Yunanistan’a silah, malzeme ve teçhizat olarak birçok destek sağlamasının yanında, bu ülkede mevcut üslerini büyütmüş, güçlendirmiş ve ilave üsler tesis etmiştir. Türkiye’ye 20 km. kadar mesafede bulunan Dedeağaç liman üssü, ABD’nin bölgedeki yığınak merkezi haline gelmiştir. Üsse, daha önce gelen zırhlı araçlar, helikopterler, malzeme ve teçhizata ilaveten binlerce tank ve zırhlı muharebe aracıyla 3500 askeri personelin daha geldiği görülmüştür. Bunların bir kısmının NATO savunması kapsamında Bulgaristan ve Polonya’ya intikal edeceği belirtilmiştir.
ABD- Türkiye İlişkilerine Yeni Perde Açılabilir mi?
Dış borç bulma arayışı ile Erdoğan yeniden “Amerikan açılımı” denilecek bir sürece başlamıştı. Savunma sanayinde NATO müdürlükleri kurmak, savunma diyalog grupları oluşturmak, ortak üretim işbirlikleri aramak, ABD’nin talebiyle Yunanistan’la normalleşerek Doğu Akdeniz’de geri adım atmak gibi hamleler 9 Mayıs görüşmesini cazip kılmak için atılan adımlardı. Aslında karşılıklı olumlu işaretler, 31 Mart 2024 yerel seçimleri öncesi başladı. ABD yatırım bankası JP Morgan, “Türkiye’yi 2024’ün potansiyel büyük hikâyelerinden biri olarak görüyoruz” dedi. Bir diğer ABD yatırım bankası Goldman Sachs, seçim sonuçlarından bağımsız olarak Türkiye’de hem parasal hem de mali politikanın devam edeceğini raporladı. Kısacası ABD finans kapitali, 31 Mart sonrası için Erdoğan’a göz kırptı.
Ve yine bu süreçte ABD’nin talebiyle Türk-Yunan normalleşmesi başlatıldı, Doğu Akdeniz’deki “Mavi Vatan” tutumundan geri adım atıldı. 7 Ekim’den bu yana İsrail’e yüksek perdeden sözlü tepki gösterildi ama uygulamada örneğin ticaretin kesilmesi konusunda en ufak adım atılmadı. Savunma Sanayisi Başkanlığı tarafından başkanlık bünyesinde bir “NATO Müdürlüğü” kurulacağı haber verildi. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü ise “Türkiye-ABD Savunma Ticareti Diyaloğu” grubu kurduklarını duyurdu. Ayrıca, NATO’nun yeni planlamalarında Türkiye’ye önemli roller verildiği fısıldanıyor.
Hükümete yakın kaynaklar Rusya ile yakınlaşma ve ikircikli politikalar konusunda yakın zamanda günah çıkarma açıklamaları da yaptılar:
– Önceki Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “Biz ne Avrupa’dan uzaklaştık ne de Rusya’ya yaklaştık. ABD ile müttefikiz diye neden Rusya ile kötü olalım.”
– Eski savunma bakanlarından Fikri IŞIK, ABD’lilere şu mesajı işte bu nedenle veriyordu: “Rusya’yla ilişkimiz stratejik değil, taktik!”
Çavuşoğlu’na göre; “Türkiye ile ABD’nin Irak politikasının birbirine yakın”. Suriye’de ise en kritik konu olan İdlib’de en büyük desteği ABD’den gördüklerini açıklıyor. Keza, Çavuşoğlu Şam yönetimi konusunda da ABD ile yan yana, Rusya ile karşı karşıya olduklarını söylüyor; “Rejim konusunda Rusya ile ayrı, ABD ile aynı düşünüyoruz.”
Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan FİDAN ve ABD Dışişleri Bakanı Antony J. BLİNKEN’in başkanlık ettiği 7-8 Mart 2024 tarihlerinde Washington’da düzenlenen Türkiye-ABD Stratejik Mekanizmasının yedinci toplantısını yaptılar. Toplantı sonrası yapılan açıklamada yer alan şu bölüm dikkat çekicidir[11]:
“İki ülke Suriye krizini tüm yönleriyle ele almışlar ve Türkiye ile ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı çerçevesinde Suriyelilerin önderliğinde, Suriyelilerin sahiplendiği bir siyasi sürece olan bağlılıklarını tekrarlamışlardır. Türkiye ve ABD, DEAŞ bağlantılı tutukluların ve Suriye’nin kuzeydoğusunda yerlerinden edilmiş kişilerin, rehabilite edilebilecekleri ve kendi toplumlarına yeniden entegre edilebilecekleri, gerektiği şekilde adalete teslim edilebilecekleri menşe ülkelerine geri gönderilmelerinin önemini yinelemiştir.”
Ortak yayınlanan metnin iyi incelenmesi halinde daha çok ABD çıkarlarının ön plana çıktığı görülecektir. Ortak toplantıda ABD’nin, Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devletçiği kurma politikasından vazgeçmediği, bütün terör örgütleri ile mücadeleye vurgu yapılmasına rağmen PKK konusu Irak ile sınırlı tutulmuştur. Türkiye’nin Suriye’de Fırat’ın doğusuna yönelik operasyon talebi olumlu karşılanmayacak, iki ülke arasında gerginlik doğal olarak tırmanacaktır. Fırat’ın batısında ise Esat takıntısından vazgeçmeyen hükümete en büyük destek ABD’den geliyor. ABD Sezar Yasası ile Esat yönetimine yaptırım başlattı; bununla ekonomik sıkıntılar üzerinden halkı yönetime karşı kışkırtmayı hedefliyor.
Ancak Fırat’ın doğusunda PKK devletçiği kurmaya çalışan ABD, bununla da kalmayıp, Barzani ile PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG’yi aynı cephede birleştirmeye çalışıyor. Nitekim bu iki grup ABD’li yetkililerin huzurunda bu konuda bir anlaşmaya vardılar.
Özet olarak, içeride terörle mücadele diye ABD ile düşmanlığı körükleyen hükümet, Suriye’de hala Müslüman Kardeşleri iktidara getirmek için ABD ile iş birliği yapıyor yani Sünni İslamcı hayallerinden vazgeçmiyor. Gazze Savaşı öncesi Ortadoğu’da U dönüşü yapan; İsrail, Mısır, S. Arabistan ve BAE ile barış yapmak için Müslüman Kardeşler’den vazgeçmeye hazır olan hükümetin hesapları birden değişti. Yeni Anayasa hazırlığı, Gazze Savaşı ile birlikte Hamas’a açık ve örtülü desteği eski büyük hayalleri konusunda yeni bir oyuna girdiğinin işaretleri olarak görülmelidir.
Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde en önemli sorunlarından birisi büyük güçlerle ilişki kurmayı bilmememiz, aceleci ve duygusal davranmamızdır. Bugünün gerçeği, ABD’nin küresel üstünlüğü ve bizim de ancak Batı kanadında olursak ülkemizin gelişmesinin önünü açabileceğimiz ve bu konumumuzun komşu ülkelerden çok Türk Dünyası için gerekli olduğudur. Aksi takdirde bugün olduğu gibi her coğrafyada dışlanır, ait olduğunuz ittifakta bile istenmeyen ülke konumuna düşer, sonunda da İran ya da Suriye gibi hedef ülke haline gelirsiniz. Bir zamanlar üye olduğunuz ittifak bu sefer sizi yok etmek için planlar yapar.
Erdoğan’ın Batı ile olan kötü ilişkilerinin temeline öncelikle şu yazılmalı; gittikçe kötüye giden demokrasi (kuvvetler dengesinin hemen hemen ortadan kalkması ve siyasi baskılar), basın özgürlüğünün büyük ölçüde yok olması (yandaş medyanın medya algısını büyük ölçüde sahiplenmesi), mahkemeler gibi zayıflayan devlet kurumları (yargı ve atanmışların kurumlarının siyasileşmesi, parti-devletine dönüşmesi), saldırgan dış politika ve Putin ile ilişkiler (Batı karşıtlığı)[12]. Erdoğan, Suriye, Libya ve Ukrayna’da Putin’i kızdırsa da onun cazip özelliği Batı karşıtlığı ve bu tavrı devam ettikçe Putin yanında olacak.
Türkiye’yi bekleyen senaryolar
Makalenin geniş versiyonu için;
https://www.academia.edu/118523310/ABD_and_T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkilerini_doğru_okumak_ABDnin_müttefiklik_anlayışı_
Kaynaklar
[1] Sait Yılmaz, Asya Devrimleri ve Atatürk, Nobel Yayınları, (Ankara, 2024), 165.
[2] Örneğin Türkiye, Kıbrıs Rum Kesimi’nin NATO’ya girişini, Yunanistan’ın NATO planlamaları içinde Ege’de komuta-kontrolü içeren pek çok girişimini veto etmiştir.
[3] Halbuki işin derin kısmı ile ilgili olanlar bilirler ki iki örgüt hariç Türkiye’deki sol örgütleri İngilizler kurgulamıştır ve 1971 yılında Çin ile yakınlaşmasından sonra Türkiye’de Maoculuğu yaratan ülke de ABD’dir.
[4] Owen Matthews, Islamism is dead in Erdogan’s Turkey, The Telegraph, (April 2, 2024).
[5] Flanagan, ibid, (2013).
[6] New York Times, Turkey and U.S. Plan to Create Syria ‘Safe Zone’ Free of ISIS, (27 July 2015).
[7] Robert Ellis, Has Turkey Become an American Foe? Research Institute for European and American Studies, (January 17, 2023).
[8] Ellis, ibid, (January 17, 2023).
[9] Donald Kirk, Why the US cannot turn its back on Turkey, The Hill, (June 13, 2023).
[10] Kirk, ibid, (June 13, 2023).
[11] AA, Türkiye ve ABD arasında terörle mücadele için istişarelerin yeniden başladığı bildirildi, (09 Mart 2024).
[12] RDE RL, Erdoğan Could Lose The Election in Turkey. It Would Be Blow To Putin, (May 11, 2023).
- YENİ HAVACILIK, FÜZE TEKNOLOJİSİ VE GELECEĞİN HAVA SAVUNMA SİSTEMLERİ - 24 Kasım 2024
- AMERİKAN PLÜTOKRASİSİ, BAŞKANLIK SEÇİMLERİ VE DÜNYANIN GELECEĞİ - 7 Kasım 2024
- TÜRK DEVRİMCİLİĞİ, ATATÜRK VE CUMHURİYET - 4 Kasım 2024
- NÜKLEER SAVAŞ SENARYOLARI (ALTINCI BÜYÜK YOK OLMA) - 18 Ekim 2024
- YENİ TEKNOLOJİLER VE SAVUNMA SANAYİİ - 25 Eylül 2024
- ORTADOĞU’DA BÖLGESEL SAVAŞ “İRAN SENARYOSU” - 8 Eylül 2024
- ABD SİLAHLI KUVVETLERİ’NİN MODERNİZASYONU VE DÖNÜŞÜMÜ - 19 Ağustos 2024
- ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI’NA DOĞRU HİNT-PASİFİK GELİŞMELERİ - 31 Temmuz 2024
- UKRAYNA VE GAZZE SAVAŞLARI SAVUNMA ANLAYIŞLARINDA RADİKAL DEĞİŞİMLERİN HABERCİSİ - 26 Temmuz 2024
- ABD’NİN KÜRT PROJESİ - 16 Temmuz 2024