…
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE VE SOSYO-EKONOMİSİNDE GERÇEKLEŞEN 2024
2023’e ÇOK KISA BİR BAKIŞ
Hatırlanacağı gibi Türkiye 2024 yılına, “derinleşen ve yaygınlaşan” bir yoksullaşma tablosuyla ve yeni yılın daha iyi olmayacağı beklentisiyle girmişti. 14-28 Mayıs 2023 tarihlerinde yapılan seçimlerinin ardından ülke ekonomisinin yönetimi Mehmet ŞİMŞEK’e teslim edilmiş, o da “enflasyonla mücadele” programını başlatmıştı. Ancak Şimşek’in iş başına geldiği gün yüzde 39 seviyelerinde olan TÜİK enflâsyonu, 2024 yılının Ocak ayında 64,8’e, yerel seçimlerin yapıldığı Mart’ta ise 68,5’e yükselmiş ve neredeyse ikiye katlanmıştı.
2024’ÜN ÖZET BİR GÖZLEMİ
Verilerle oynandığı halde yüzde 70’lere doğru yükselen ve gerçekte çok daha yüksek olan enflasyon, emek hariç her şeyin fiyatının zıplaması anlamına geliyordu. Yani her şey zamlanırken ücretler, maaşlar aynı oranda zamlanmıyor ve halkın alım gücü “reel olarak” düşüyordu. Deneyimlenen bu gerçek de, daha çok yoksullaşma ve daha çok sefalet demekti.
Halk yığınlarının içinde bulunduğu bu durum, kaçınılmaz bir şekilde “31 Mart yerel seçimlerine” yansıdı ve AKP 22 yıllık tarihi boyunca ilk kez bir seçimden ikinci parti konumuna düştü. CHP ise, SHP ile kazanılan 1989 yerel seçimlerini saymazsak, 1977’den beri ilk kez bir seçimde birinci parti oldu. Halk sandığa gitmiş ve kendisini, enflâsyon düşürme programının başat aktörü ve aracı görerek “bilinçli şekilde yoksullaştıran” Şimşek programına ve onun arkasındaki iktidara faturayı kesmiş, 22 yılın en büyük uyarısında bulunmuştu.
Aslında ülkede yaşanan gelişmeleri üç ana başlıkta toplayabiliriz. Bunların ilki, yukarıda belirttiğimiz gibi, Mart ayındaki yerel seçimlerin CHP’nin zaferiyle sonuçlanmasıdır. İkinci gelişme, TCMB’nin enflâsyonla mücadeledeki başarısızlığıdır. Bilindiği gibi ekonomi yönetiminin enflâsyonu düşürme bağlamında uyguladığı programın iki temel araca dayanıyordu: Bir yandan reel ücretler baskılanırken diğer yandan da TL’nin değerlenmesi.
Bu uygulamanın yanında, uluslararası emtia ve petrol fiyatlarının düşmesine ve TL’nin reel olarak değerlenmesine karşın enflâsyon yüzde 40’ların üzerinde seyretmeyi sürdürdü. Söz konusu bu olgu, ülke ekonomi yönetimi için tartışmasız bir şekilde başarısızlık olarak değerlendirildi.
Bu başarısızlığın kökeninde, enflâsyona yol açan etmenin, “talep artışı” olarak yanlış saptanması yatmaktadır. Tüketim malları dış alımındaki artışın hız kesmeden sürmesi, yüksek faizden ve özellikle KKM ucubesinden yararlanan üst gelir gruplarının tüketiminde herhangi bir azalma olmadığını gösterirken, diğer yandan da gelir dağılımı adaletsizliğinin daha da arttığı gerçeğine işaret ediyordu.
Bir diğer anlatımla, ekonomi yönetiminin gücünün sadece emekçi ve emekliye yeterken, fiyat belirleme gücü olan büyük firmaların fiyatlama davranışlarını disipline etmeyi, büyük olasılıkla “bilerek” tercih etmedi. Deneyimlenen bu olgu da, yüksek kârların ittirdiği fiyat artışı gerçeğinin, yaşanan “enflâsyonun başat nedeni” olduğunu göstermektedir.
2024’ün üçüncü önemli gelişmesi, ikinci ve üçüncü çeyrekte deneyimlenen “ekonomik daralmadır.” Bir başka anlatımla 2024 yılı, önceki yılların aksine, “ekonomik kriz” yılı olarak değerlendirilmelidir. Bunun sonucu olarak 2024’te, hem “enflâsyonla mücadele” programının hem de “ekonomik krizin” maliyeti emekçilerin sırtına yüklenmiş olmaktadır. Aralık ayında açıklanan asgari ücret artışında gördüğümüz gibi, geniş toplum kesimleri 2024’ü reel ücret kayıplarıyla tamamlamıştır.
2024’DE GERÇEKLEŞEN ÜLKE EKONOMİSİ ve MALİ GÖSTERGELERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
- Büyüme ve Enflâsyon
2023 yılına göre enflâsyon ve büyüme verilerindeki gelişme “beklentilere koşut” gerçekleşti. Açarsak, öteden beri hep duymaya alıştığımız “ekonomik büyümeden taviz vermeden enflasyonun düşürüleceğine” ilişkin “siyasi söylemler” giderek azaldı ve düşen büyüme ve yükselen enflâsyon bir arada gerçekleşti. Sonuçta Türkiye ekonomisi II. ve III. çeyrekte yüzde 0,2 küçüldü (Bir çeyrek öncesine kıyasla 2024’ün ikinci çeyreğinde yüzde 0,21, üçüncü çeyreğinde ise yüzde 0,2 oranında küçüldü) ve “teknik durgunluğa (resesyona)” girmiş oldu.
III. çeyrekte inşaat faaliyeti, ekonomik aktiviteyi sürükleme yönünden baş alan sektör oldu. Sanayi sektörü yüzde -2,2 küçülürken, finans-sigorta faaliyetleri bir önceki çeyreğe göre toparlandı. Tüketim yavaşlasa da, bir önceki çeyreğe göre daha canlı olup, hane halkı tüketimi son büyüme verisine 2,2 puan katkı yaptı. Devletin nihai tüketim harcamaları üçüncü çeyrekte eksi bölgedeydi, tüketerek büyümeye kamu sektörü bu kez katkı sağlamadığı görüldü.
Sanayi üretimi endeksi 2024 Haziran ayında negatif bölgeye girdi ve orada kaldı. Ekim ayı sanayi üretim endeksi yüzde -3,1 olarak gerçekleşti. Yıllık ölçekte endeksteki değişim ise, yüksek teknolojide yüzde -13,1, orta-yüksek teknolojide yüzde -6, imalatta yüzde -3,3, ara malında yüzde -2,7 ve sermaye malında ise yüzde -9,3 olarak gerçekleşti. Aynı zamanda “sanayi üretiminde katma değerin düştüğünü” gösteren bu veriler, son çeyrek büyüme verisi açısından da “karamsar” olmamıza yol açmaktadır.
Enflâsyon oranını betimleyen TÜİK’in TÜFE oranı,[1] Mayıs ayında yüzde 75’e kadar yükseldi. Ardından Temmuz ve Ağustos aylarında “baz etkisiyle” yüzde 51,97’e kadar geriledi. TCMB sıkı duruşunu sürdürmesine karşın aylık bazda fiyat artışları yüzde 2’in altına gerilemediğinden, Kasım ayında yüzde 47,09’da kalan yıllık enflâsyon (manşet enflâsyon) Aralık ayında ancak yüzde 44,38’e gerileyebildi. Böylece TCMB’nın yüzde 38 olan yılsonu enflasyon tahminine yaklaşamadı ama Kasım ayında yıl sonu için açıkladığı yüzde 44 tahmini “tam” gerçekleşti![2]
Bu yıl yaşanan tüketici fiyat artışlarında her ayın için ayrı bir “fenomen” bulunmaktaydı. Ocak ayında sağlık, Martta eğitim, Nisanda alkollü içecekler ve tütün, Eylülde yine eğitim, Ekimde giyim ve ayakkabı, Kasım ayında gıda ve son olarak Aralık ayında da ev eşyasında aylık artışlar çok yüksekti. Bu olgulardan gıda, kira alanlarındaki enflâsyonun “sıkı para politikasının” çözeceği bir sorun olmadığı artık kabul edildi.
Fiyat artışları konusunda değinmeden geçemeyeceğimiz bir diğer konu da, para politikasının sıkı duruşuna rağmen enflâsyonla mücadelede “süreç uzadıkça”, fiyatlamaların gerçeği yansıtmaktan uzaklaştığı, değer yargıları yıprandığı, kısa vadeli kararlarla hareket edenlerin çoğaldığı ve “bulaşıcılık etkisinin” büyüdüğü olgularıdır. Keza çekirdek enflâsyon direnç gösterirken, hizmet enflâsyonunun kısmen iyileşme gösterdiği izlenmektedir. Bu gerçeğin bir sonucu olarak de “enflâsyon beklentileri” düşmemektedir. 2025 sonundaki enflâsyon için hane halkı enflasyon beklentisi yüzde 63,1, reel sektörünki yüzde 47,6 ve piyasanınki de yüzde 27,5 düzeyindedir.
- Politika Faizi, Kurlar, Dış Ticaret ve Cari Denge, Dış Ticaret
TCMB Para Piyasası Kurulu (PPK)’nun Mart ayında yüzde 50 seviyesine yükselttiği ve sonraki dokuz PPK toplantısında sabit bıraktığı politika faizini, 26 Aralık’taki PPK’da 250 bps indirim ile 47,5 düzeyine getirdi. Bu indirimin, daralan ekonomi için kredi olanağı yaratması ve finans kapitalin canlanması olarak okunması gibi, “erken seçim” olasılığına hazırlık olmak üzere “enflâsyonla mücadeleye mola verilmesi” şeklinde görülmesi de mümkündür. 23 Ocak’ta yapılan PPK toplantısında politika faizi 250 puan daha düşürülerek yüzde 45 olarak belirlenmiştir.
Bu arada TCMB politika faizini arttırırken TL’nin reel olarak değerlenme sürecine girmesi, “kontrollü kur” sistemi ile USD/TLY’nin enflâsyon kadar artmaması, CDS primini düşürerek yabancının ilgisini Türkiye’ye çekmeye başladı. Ancak Ekim ayı “ödemeler dengesi” verisine göre “doğrudan yatırımlardan” kaynaklanan net çıkışlar 204 milyon Amerikan Dolarına ($) ulaşırken, portföy yatırımlarında yurt dışı yerleşiklerin hisse senedi piyasasında 642 milyon $ net satışı gerçekleşti. Öte yandan aynı ay DİBS piyasasında yurt dışı yerleşikler 978 milyon $ net alış (faiz düşürme sinyali verildiği için) yaptı.
“Dış ticaret dengesine” baktığımızda, ara malı ithalâtı talebinin düştüğünü görmekteyiz. Keza yatırım malları ithalâtı için de aynı durum söz konusu. 2023’ün ilk 11 ayında 48 milyar $ tutarına yatırım malı, 250 milyar $ tutarında da ara malı dış alımı yapılmıştı. 2024’ün aynı döneminde ise bu değerler sırasıyla 46 ve 216 milyar $’dır. İlkinde yüzde 3,7, ikincisinde ise yüzde 10,5 oranında düşüş var. 2021 son çeyrekten itibaren rekabetçi kur yaratılarak beklenen ihracat mucizesi ortaya çıkmadı. Keza 2023’teki kontrollü kur sisteminin ihracat üzerinde hiç olumlu etkisi olmadı. Üretim ve ihracat genel olarak dış alıma dayalı olduğundan, ekonominin yavaşladığı dönemde ithalât da gerilemektedir. 2024 yılı Ocak-Ekim döneminde ihracat yüzde 3,1 oranında “artarken”, ithalattaki “gerileme” yüzde 7,2 oldu. Öte yandan ihracatın ithalatı karşılama oranı geçen yılki yüzde 69,7’den bu yıl yüzde 76’ın üzerine çıktı.
Önemli bir ithalât kalemi olan ham petrol fiyatının 2023’ün ilk 11 ayındaki ortalama ithal fiyatı 82,8 $, 2024’ün aynı dönemindeki ortalama fiyatı ise 81 $. Bu durum yüzde 2,2 oranında bir düşüşe işaret etmektedir. Ara malı ithalat değerindeki düşüş ile karşılaştırıldığında fiyat etkisin fazla olmadığını anlamaktayız.
Ülkenin döviz ihtiyacını gösteren “cari denge hesabı” ise, 2024 Haziran’ından sonra 5 ay boyunca fazla verdi. Bunun nedeninin, üretim yapısındaki bir düzelmeden değil, yaşanan ekonomik durgunluk nedeniyle “üretimin düşmesi” ve altın ithalâtının kısıtlanması olduğu bilinen bir gerçektir. Bu kadar uzun süren aylık cari fazlaya, son 5 yıldır rastlanmamıştı.
Cari denge, 5 aylık aradan sonra Kasım ayında tekrar açık vermeye başladı. Bundan sonra açığın sürmesi, içinde bulunduğumuz yılda cari açığın, 2024’e göre önemli ölçüde büyümesi beklenmektedir.
Bu arada ödemeler dengesinin finansmanında “kaynağı belirsiz döviz” hareketlerini gösteren “net hata ve noksan” kaleminin, 11 ayın sonunda 15.8 milyar $’a çıktığı bir diğer deneyimlenen olgu. Bu kalemde görünen 15.8 milyar $’lık “kaynağı belirsiz döviz çıkışının” en önemli nedeninin “kaçak altın operasyonları” olduğu anlaşılmaktadır.
Özetle, 2023 yılı Ocak- Ekim döneminde 36 milyar $ olan cari açık, 2024 yılının Ocak-Ekim döneminde 3,3 milyar $’a geriledi. 2022’de cari açığın neredeyse yarısı net hata ve noksan ile finanse edilmişti, bu da kısmen tersine dönmüş durumda. Kısacası, cari açıkta en iyisi geride kaldı.
2023 yılının ikinci yarısından rasyonel politikalara dönüşün, KKM’nin çözülme sürecinde ve dolarizasyonu frenlemede etkisi ortay çıktı. 2023 sonunda KKM dâhil toplam mevduat içinde yabancı paranın payı yüzde 60’ı aşarken, son dönemde yüzde 40’lar civarına düştü. Ancak Şimşek 2024 yılı bitmeden KKM’ın sonlandırılmasını öngörüyordu. Fakat böyle olmadı. 2023’te ulaştığı 3.4 TL’lık “zirve” seviyesinden ancak 1.1 trilyon TL (33.8 milyar $)’ye kadar gerileyebildi.
- Kamu Maliyesi[3]
2024 yılında kamu maliyesindeki görünüm pek parlak değildi. Önceki yıllarda olduğu gibi “bütçe açığı”, “kamuda tasarruf” ve “vergi sisteminde dolaylı vergilerin egemenliği” bu yılın da başat konularıydı. Örneğin 2024 yılında dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 66’ya yakındı.
Ocak-Aralık dönemi “merkezi yönetim bütçe açığı” 2 trilyon 106 milyar TL ve “faiz dışı bütçe açığı” ise 845 milyar TL olarak gerçekleşti. Ancak 2024 yılı için öngörülen bütçe açığı 2,652 milyar TL idi. Bir başka ifadeyle, merkezi yönetimin hiç faiz gideri olmasa bile bütçe 835 milyar TL açık verecekti. Böylece hedefin altında ama “devasa bir bütçe açığı” gerçekleşmiş oldu. Bütçe harcama gerçekleşmelerini aşağıdaki tabloda topluca izleyebilirsiniz.
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2024 Yılı Ocak-Aralık Bütçe gerçekleşmeleri
Yukardaki yıllık gider bütçesi gerçekleşmelerinden yapacağımız önemli çıkarımları şu şekilde özetleyebiliriz:
– Kaybolan mali disiplin: Bütçe açığı/GSYH= %4,8; faiz dışı açık/GSYH= %1,9 Bu oranlar, 22.06.1993 tarihli AB Kopenhag Zirvesi’nde alınan kararlar doğrultusunda aynı yıl üye devletler arasında imzalanan ve aday ülkeleri de içeren Maastricht Anlaşması kriterlerindeki oranın üstündedir.
– Yıllık enflâsyon oranının üzerinde “toplam bütçe giderleri”.
– Geçen yıla göre yüzde 101,3 oranında artan personel giderleri. Personelin devlet tarafından ödenen SGK ödemelerini dâhil ettiğimizde, harcama tasarrufunun yürürlükte olduğu bir yılın vergi gelirlerinin yüzde 41,6’sı personel giderlerine harcanmıştır.
– EÜAŞ, BOTAŞ, Ziraat ve Halk Bankaları’na 1 yıl içinde toplam 405 milyar görev zararı ödenmesi.
– Her 100 TL’lık verginin 17.4 TL’sı faiz ödemesinde kullanıldı. 2024 yılında iç borç için ödenen faiz tutarı, anapara tutarını aştı.
Hazine’nin iç ve dış borç stokundaki artış 2024 yılında da devam etti. Brüt dış borç stokunun ana bileşeni 2024 yılında da özel sektördü. Hazinenin iç borç stoku da 2024 yılında artışını sürdürdü. İç borçlanmadaki görünüme göre “döviz riski” azaltılmaya çalışılsa da, döviz cinsi tahviller üzerinden devam etmektedir. Vadesi 12 ay içerisinde dolacak borcun stoktaki payının geçen yıla göre gerilediğini bu arada belirtmeliyiz.
SOSYO-EKONOMİ ve ÇEVRE YÖNLERİNDEN 2024
Yazımızın bu bölümünde 2024 yılında, sosyo-ekonomik çerçevede neler yaşandığını; ücretler, istihdam, yoksulluk, demografi, gelir dağılımı ve çevre başlıkları üzerinden değerlendirmeye çalışacağız.
- Ücretlilerin Kötüleşen Durumu
TÜİK verilerine göre 2024 yılında kayıtlı ücretli sayısı, geçen yıla göre yüzde 2,5 artarak 15.8 milyon kişiye ulaştı. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’na göre, Eylül sonu itibariyle bunun 5.3 milyonu kamu kesiminde çalışmaktadır.
Önceki yıllarda olduğu gibi ücretliler en yoğun şekilde hizmet sektöründe çalışmaya devam etti. Yıl içinde ücretliler sanayi sektöründe yüzde -1,1 azalırken inşaat sektöründe yüzde 6,3 artış gösterdi.
Türkiye’de ücretli çalışanların yaklaşık yarısı “asgari ücretli” olup, diğer yarısının da önemli bir kısmı asgari ücrete yakın ücretler almaktadır.
Ancak ne asgari ücretli ne de diğer ücretlilerin emeklerinin tam olarak karşılığını aldıkları söylenemez. 2024 yılında asgari ücret, yüksek seyreden enflâsyon nedeniyle tüm yıl eridi. Çünkü asgari ücret artışı, 2022 ve 2023’te olduğu gibi yılda iki kez değil bir kez gerçekleştirildi. Üstelik, asgari ücret 2025 artışı için Asgari Ücret Tespit Komisyonu bazı üyeleri ve Çalışma Bakanı tarafından belirlenen yüzde 30 artış oranı, gerçekleşen, TÜİK’e göre yüzde 44,3, ENAG’a göre yüzde 83,4 enflâsyon oranlarının “çok” altındadır.
Keza, SSK ve Bağ-Kur emeklileri için açıklanan yüzde 15,75 oranındaki “emekli maaş artışı” da, yılın ikinci yarısında enflâsyonu göğüslemekten uzaktı.
Sıkı para politikası sonucu büyümenin yavaşladığı, artan kredi maliyetinin şirketler üzerindeki olumsuz etkilerinin görüldüğü bir ortamda, “çalışma barışını” sağlayacak, “kayıt dışılığı” önleyecek, işsizliğin artmasına engel olacak ücret artış oranı gerekir. Ancak bozulan makroekonomik ortamın içinde öyle bir “sihirli oran” oldukça zordur. Ancak enflâsyonla mücadelenin sadece ücretlerin baskılanması yönünde devam etmesi, var olan adaletsizlikleri daha da artırmakta ve emeğin ulusal gelirden aldığı payı da azaltmaktadır.
- Artan İşsizlik
Tuhaf bir şekilde, TÜİK tarafından açıklanan “işsizlik oranı”, Ocak ayındaki yüzde 9,1 seviyesinden gerileyerek Ekim ayında yüzde 8,8 oldu. Bu açıklamaya göre 2024 yılında ekonomik faaliyetlerdeki düşüşe karşın işsizlik oranı beklendiği gibi artmadı, hatta düştü.!
Ocak ayında erkeklerde işsizlik oranı yüzde 7,7’den Ekim ayında yüzde 6,9’a düşerken kadınlarda işsizlik oranı, Ocak ayında yüzde 11,7’den Ekim ayına geldiğimizde yüzde 12,3’e yükseldi. “Genç işsizlik” oranı ise yüzde 16,6.
“Atıl işgücü oranı” da, Ocak ayında yüzde 26,5 gibi yüksek bir oran iken Haziran ayında yüzde 29,2’ye kadar, yani son yıllarda görülmemiş seviyeye çıktı. O nedenle atıl işgücü oranına bakarsak 2024 yılında gerçek işsiz sayısının, TÜİK’in açıkladığı gibi 3,1 milyon değil, 10 milyona yakın olduğunu söyleyebiliriz.
“İstihdam oranı”, 2024 yılında çalışabilir nüfusun yarısından fazlasının istihdam edilememesi nedeniyle yüzde 50’nin altında kaldı. Bir başka anlatımla, kadın işsizliği, üniversite mezunu işsizliği ve genç işsizliğinin yüksekliği nedeniyle istihdam oranı dar bir bantta sıkışmış durumda.
- Sona Yaklaşan Demografik Fırsat Penceresi
Çalışabilir yaş nüfusunun oranı ile tanımlanan “demografik fırsat penceresi” şimdilik ülkemizde “sıkıntılı” durumda değildir. Çünkü 15-64 yaş arası çalışma çağındaki nüfusun toplam nüfus içindeki payı 2013 yılından bu yana yüzde 68 civarında olup, düşmemiştir. Keza 15-24 yaş genç nüfus ise son yirmi yıldır 11,5 milyon civarında. Çalışabilir nüfusa istihdam olanakları yaratılır ve kayıt dışılık önlenebilirse, bu nüfusun ekonomik büyüme ve verimliliğe katkısı büyük olacağı açıktır.
Ancak doğum hızındaki yavaşlama çok belirgin. Toplam doğurganlık hızı 2001’de 2,38 iken 2023’te 1,51’e kadar geriledi. Ayrıca yaşam süresi arttıkça 65 yaş üstü nüfusu toplam nüfus içindeki payı yükselmektedir. Diğer bir değişle “nüfus yaşlanıyor”. Bu haliyle çalışabilir nüfus “azalış tüneline” girmek üzere ve 2050 yılında toplam nüfus içindeki payının yüzde 61,9’a gerilemesi öngörülmektedir. “65 yaş üstü nüfusun” toplam nüfus içindeki payının da günümüzdeki yaklaşık yüzde 15 seviyesinden 2050’de yüzde 23’e yükseleceği tahmin edilmektedir. TÜİK’e göre, tüm bu veriler ışığında Türkiye’nin demografik fırsat penceresi 2030 yılında kapanacaktır.
- Gelir Dağılımında Bozulma
Bilindiği gibi “gelir dağılımı eşitsizliğini” ölçen Gini Katsayısı, sayı sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, bire yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade eder. Ülkemizde TÜİK’in açıkladığı söz konusu katsayı 2014 yılında 0,39 iken 2023 yılında 0,42 oldu. Nüfusun en düşük gelirli yüzde 10’luk kesiminin ulusal gelirden aldığı pay sadece yüzde 2,3 iken en yüksek gelirlilerin payı yüzde 33’e yakın. Halbuki 2014 yılında bu oran sırasıyla yüzde 2,5 ve yüzde 28,9 idi. Kısacası, nüfusun en zengin kesiminin milli gelirden aldığı pay artarken en düşük gelirlilerin payı azaldı.
- 2024’te Türkiye ve Çevre
2024’te “yenilenebilir enerji” kapasitesini artırmaya devam etti. Özellikle güneş enerjisi yatırımları rekor seviyeye ulaştı. Shura Enerji Dönüşümü Merkezi Verileri’ne göre, 2024 yılında kurulu ülke gücünün yüzde 59’unu, elektrik üretiminin ise yüzde 46’sını yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlandı.[4] Bu arada Türkiye, en fazla yenilenebilir enerji kurulu gücüne sahip ülkeler arasında 11nci sıraya yükseldi.
Bu olumlu gelişmelere karşın ülkede çevre ve iklim değişikliği konusunda biten yılda kaydedilen yetersiz ve/veya olumsuz gelişmeleri aşağıdaki başlıklarda toplayabiliriz:
– Germanwatch tarafından her yıl hazırlanan İklim Değişikliği Performans Endeksi (CCPI)’nde Türkiye, 53ncü sırada, alt sıralardaki ülkeler arasında yer aldı. Yenilenebilir enerji kategorisinde orta düzeyde yer alırken, sera gazı emisyonları, enerji kullanımı ve iklim politikaları konularındaki performansı “düşük” olarak değerlendirildi.[5]
– Türkiye’nin güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı (NDC), 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarında azalma yerine artışı hedeflemektedir. Uzmanlar, 2025 yılında sunulması beklenen ikinci NDC’nin bilime dayanmayacağı ve küresel ısınmanın 1,5 derecenin altında sınırlandırılmasıyla uyumlu olmayacağı yönündeki endişelerini dile getiriyor.[6]
– Temiz Hava Hakkı Platformu’nun (THHP) her yıl düzenli olarak hazırladığı Kara Rapor’un altıncısına göre, hava kirliliği sonucu gerçekleşen ölümler hem sayısal hem de orantısal olarak önceki yıllara göre daha fazla. Rapora göre, temiz hava politikalarıyla Türkiye’de 68 bin 440 kişinin hayatını kaybetmesinin önüne geçilebilirdi. Türkiye’de nüfusun yüzde 92’sinden fazlası hala Dünya Sağlık Örgütü standartlarına göre kirli hava solumaktadır.[7]
– Yaz aylarında, özellikle Akdeniz ve Ege bölgelerinde 7 bin hektardan fazla ormanlık alan yangınlarda yok oldu.
– İstanbul’da baraj doluluk oranları yüzde 30’un altına düşerek son 10 yılın en düşük seviyesine geriledi. Keza Güneydoğu Anadolu’da tarımsal sulamada ciddi sıkıntılar yaşandı ve kuraklık nedeniyle 100 bin hektar tarım arazisi işlevsiz hale geldi.
SONUÇ YERİNE
2024 yılına, “derinleşen ve yaygınlaşan” bir yoksullaşma tablosuyla ve yeni yılın daha iyi olmayacağı beklentisiyle girilmişti. Beklendiği gibi de oldu, ülke ekonomisi göstergeleri ve bireylerin refahı ve geleceklerine güven yönünden oldukça olumsuz ve sıkıntılı bir şekilde de yıl tamamlandı. Tabii ki en büyük sorun, kalıcı ve didişken bir niteliğe dönüşmüş enflâsyon ve bunun düşürülmesi için ekonomi yönetiminin aldığı önlemlerin çoğunlukla ücretli ve dar gelirli halk kesimlerinin refahını daraltıcı yönde olmasıydı.
Diğer bir konu da, TÜİK açıklanan enflâsyon rakamlarına güvenilmemesi ve açıklanan sayıların, ENAG ve İTO’nca hesaplananlara göre çok farklı olmasıydı. Keza bireyler, gerçekte çok daha yüksek olan enflâsyon yaşadıklarının farkındaydı.
2024 yılında ülkede deneyimlenenleri üç başlıkta toplayabiliyoruz: Bunların ilki, Mart ayındaki yerel seçimlerin CHP’nin çok açık bir utkusuyla sonuçlanmasıydı. İkincisi ise, TCMB’nin enflâsyonla mücadeledeki başarısızlığıdır. Emtia ve petrol fiyatlarının düşmesine ve TL’nin reel olarak değerlenmesine karşın enflâsyon yüzde 40’ların üzerinde seyretmeyi sürdürüyordu.
Üçüncü önemli gelişme de, ikinci ve üçüncü çeyrekte yaşanan “ekonomik daralma” olmuştur. Diğer bir ifade ile 2024 yılında yaşanan ekonomik sıkıntıların, önceki yılların aksine, “ekonomik kriz” niteliğini taşımasıdır. Yaşanan krizin en başat ve öncekilerden ayıran özelliği de, ekonomik küçülme ve yükselen enflâsyon bir arada gerçekleşmesidir.
Para politikasının sıkı duruşuna karşın enflâsyonla mücadelede “süreç uzadıkça”, fiyatlamaların gerçeği yansıtmaktan uzaklaştığı, değer yargılarının yıprandığı, kısa vadeli kararlarla hareket edenlerin çoğaldığı ve “bulaşıcılık etkisinin” büyüdüğü ayrıca deneyimlenen olgulardır.
2021 son çeyrekten itibaren rekabetçi kur yaratılarak beklenen ihracat mucizesi ortaya çıkmadı. Keza 2023’teki kontrollü kur sisteminin ihracat üzerinde olumlu etkisi olmadı. Yaşanan durgunluğun bir sonucu olarak “dış ticaret dengedeki “değişime koşut olarak Haziran ayından itibaren oluşan “pozitif cari denge”, 5 ay aradan sonra Kasım ayında tekrar açık vermeye başladı.
2024 yılında kamu maliyesindeki görünüm de pek parlak değildi. Önceki yıllarda olduğu gibi “bütçe açığı”, “kamuda tasarruf” ve “vergi sisteminde dolaylı vergilerin egemenliği” bu yılın da baş sıralarda yer alan sorunlardı.
Kamu maliyesi bağlamında yaşanan bir diğer sıkıntı “kaybolan mali disiplin” oldu. Örneğin, Bütçe açığı/GSYH= %4,8; faiz dışı açık/GSYH= %1,9. Bu oranların son durumu, Maastricht Anlaşması kriterlerinin üstündedir. Keza kamu borçlanmasının artarak devamı ve borç servisinin yüksek maliyetlerle yapılmasının sonucu olarak, her 100 TL’lık verginin 17.4 TL’sı faiz ödemesinde kullanılmıştır. Mali disiplin açısından önemli bir gösterge olan “faiz dışı fazlanın” elde edilmesi ise bütçedeki artan borç faiz yükü nedeniyle zor. Ayrıca “değişken faizli DİBS’ler” yüksek faiz ortamında risk oluşturuyor.
“Atıl işgücü oranı” da, Ocak ayında yüzde 26,5 gibi yüksek bir oran iken Haziran ayında yüzde 29,2’ye kadar, yani son yıllarda görülmemiş seviyeye çıktı. O nedenle atıl işgücü oranına bakarsak 2024 yılında gerçek işsiz sayısının, TÜİK’in açıkladığı gibi 3,1 milyon değil, 10 milyona yakın olduğu anlaşılmaktadır.
Demografik olarak ülke potansiyeline baktığımızda, “nüfus yaşlanması” izlenmektedir. Bu haliyle çalışabilir nüfus “azalış tüneline” girmek üzere ve 2050 yılında toplam nüfus içindeki payının yüzde 61,9’a gerilemesi öngörülmektedir. “65 yaş üstü nüfusun” toplam nüfus içindeki payının da günümüzdeki yaklaşık yüzde 15 seviyesinden 2050’de yüzde 23’e yükseleceği tahmin edilmektedir. TÜİK’e göre, tüm bu veriler ışığında Türkiye’nin demografik fırsat penceresi 2030 yılında kapanacaktır.
Özetle, ekonomideki daralmaya rağmen, enflâsyon beklentileri hane halkı ve reel sektör açısından yüksek seyretmektedir. Dış ticaret açığı ise, dış alımdaki, teknolojik yatırımlardaki ve dış satımdaki hız/güç kaybı nedeniyle daralmayı sürdürmektedir. Diğer yandan ülke ekonomi yönetimi enerjisini yoğun bir şekilde, çoğu kısa erimli yabancı sermaye ilgisine harcamaktadır.
Ersin Dedekoca 22 Ocak 2025
KAYNAKÇA
[1] Daha tarafsız ve açıkladığı sayılara daha çok güvenilen ENAG ve İTO oranlarının çok gerisinde.
[2] İTO ve ENAG’ın Aralık ayı ve yıllık enflâsyon oranları ise sırasıyla: 1,74 ve 55,2; 2,34 ve 83,40 olarak açıklandı.
[3] Çalışmamızın bu bölümünün hazırlanmasında, kendisini ve ailesini 21 Ocak tarihli Bolu Kartalkaya faciasında sonsuzluğa uğurladığımız ve 22 Ocak’ta toprağa verdiğimiz değerli insan Dr. Nedim Türkmen’in 17 Ocak tarihli Sözcü Gazetesinde yayınlanan “Türkiye yüzyılı: Bütçe açığı %54, faiz giderleri %88.3 personel gideri %101.3 arttı” makalesinden yararlanılmıştır. Hakk’ın rahmeti ve nuru üzerine olsun.
[4] https://shura.org.tr/raporlar/
[5] The Climate Change Performance Index 2025: Results, Germanwatch, 19.11.2024, https://www.germanwatch.org/en/CCPI
[6] “Republic of Türkiye Updated First Nationally Determined Contribution”, https://unfccc.int/sites/default/files/NDC/2023-04/T%C3%9CRK%C4%B0YE_UPDATED%201st%20NDC_EN.pdf
[7] “Temiz Hava Hakkı Platformu | Kara Rapor 2024”,
- TÜRKİYE EKONOMİSİNDE VE SOSYO-EKONOMİSİNDE GERÇEKLEŞEN 2024 - 23 Ocak 2025
- AB’NİN EN BÜYÜK İKİ ÜLKESİNDE HAZAN ZAMANI - 15 Aralık 2024
- BATI VE RUSYA ARASINDA İKİ ÜLKE: MOLDOVA VE GÜRCİSTAN - 9 Kasım 2024
- KUR KORUMALI MEVDUATTAN ÇIKARKEN GİRİLEN TANIDIK KAPAN: SICAK PARA - 23 Ekim 2024
- TÜRKİYE VE BRICS+: DIŞ BASINDAN ÖĞRENİLEN BAŞVURU - 18 Eylül 2024
- TÜRKİYE VE STAGFLASYON RİSKİ - 3 Eylül 2024
- İKİNCİ ÇEYREK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE OLUMLU KIRILMA OLSUN - 24 Ağustos 2024
- FİNASALLAŞMIŞ KAPİTALİZMİN YENİ BİR KRİZİ Mİ? - 8 Ağustos 2024
- DÜNYA VE TÜRKİYE’DE ENERJİ - 2 Ağustos 2024
- PETRO-DOLARIN SONU MU? - 10 Temmuz 2024