…
MADRİD ZİRVESİ’NDEN SONRA NATO’NUN YENİ YÜZÜ
Dr. Ali Rıza KUĞU
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), 29 Haziran 2022’de Madrid’de kritik bir zirve toplantısı gerçekleştirdi. Uzun süredir beklenen ve Ukrayna Savaşı nedeniyle önemi daha da artan Madrid Zirvesi, tarihi kararlar alınan bir toplantı oldu. Madrid Zirvesi kararlarını politik ve askeri bakımdan dikkatli okumak ve yorumlamak gerektiği inancındayım.
ZİRVENİN EN ÖNEMLİ SONUCU İTTİFAK’IN YENİ DÜŞMANLARININ İLAN EDİLMESİDİR.
Soğuk Savaş’tan sonra Batı Avrupa ordularının önemli ölçüde küçülmesi nedeniyle, NATO askeri güç açısından belli bir darboğaza girmiş ve politik bakımdan varlığı sorgulanır hale gelmişti. İttifak’ın 1990’lar ve 2000’li yılların başlarındaki tehdit değerlendirmelerinde daha çok uluslararası terörizm, yasadışı insan kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti, organize suç örgütleri vb. asimetrik tehditler öne çıkarılmıştı.
Şüphesiz her biri suç niteliğinde olan ve öncelikle polisiye önlemler gerektiren söz konusu risk ve tehditler, NATO gibi güçlü bir askeri ittifakın varlık sebebi olma bakımından hafif kalmıştır. Madrid Zirvesi’nde alınan bazı kararlar, NATO’nun gittikçe derinleşen bu sorununa çözüm bulmaya yöneliktir.
Madrid Zirvesi Sonuç Bildirisi’nde “müttefiklerin güvenliği ve Avrupa-Atlantik bölgesinin barış ve istikrarına yönelen en önemli ve doğrudan tehdidin Rusya Federasyonu olduğu” açık şekilde deklare edilmektedir. Bu cümleden olmak üzere, devam eden Ukrayna işgalinde Rus saldırganlığı kınanmakta, Rusya’nın neden olduğu savaş suçlarının altı çizilmekte ve Rusya’ya savaşı derhal durdurma çağrısı yapılarak, NATO’nun ve üye ülkelerin Ukrayna’ya tam desteği vurgulanmaktadır.
Bildiride NATO’ya tehdit olarak gösterilen ikinci ülke Çin Halk Cumhuriyeti’dir. Bildiri metninde “Çıkarlarımız, güvenliğimiz ve değerlerimize meydan okuyan ve kural temelli uluslararası düzenin altını oyan Çin’in sistemik rekabeti ile karşı karşıya olunduğu” şeklinde kışkırtıcı bir ifade yer almaktadır.
Rusya hakkındaki değerlendirme Ukrayna Savaşı nedeniyle bir yere kadar anlaşılır olmakla birlikte, Çin hakkındaki ifadeler aydınlatılmaya muhtaçtır. Çin ile Batı –özellikle A.B.D.- arasında bir rekabet olduğu doğrudur; ancak bu daha çok ekonomik bir rekabettir. NATO’nun böyle bir rekabette taraf olması anlamsızdır. Çin’in en azından şimdilik Batı’ya askeri tehdit oluşturduğu yönünde somut bir bulgu yoktur. Ayrıca kural temelli uluslararası düzenden kasıt uluslararası kapitalist sistem ise, bu düzenin bekçisi NATO olmamalıdır. Sonuç olarak, Rusya ve Çin’in tehdit olarak aynı sepet içine konması söz konusu iki ülkeyi birleşik ve güçlü blok haline getirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Kim bilir, belki de asıl amaç budur.
Rusya ve Çin dışında NATO’ya yönelik güncel tehdit olarak; terörizm, siber, uzay, hibrit ve diğer asimetrik tehditler ile teknolojinin kötüye kullanımı, düzensiz göç, insan kaçakçılığı gibi sorunlar sayılmıştır. Bunlar ve benzeri tehdit ve riskler hemen her zirvede sonuç bildirisine giren olağan hususlardır. Bu arada NATO’nun yakın geçmişte asimetrik tehdit ve riskler konusunda çok da başarılı bir sınav vermediğini söylemek zorundayız.
Bir diğer dikkat çeken husus, Rusya’nın neden olduğu iddia edilen gıda ve enerji krizine dikkat çekilmesidir. Gıda ve enerji konusu Batı toplumları ve ekonomisi için vazgeçilmez gereksinimlerdir. Belki de bu hassasiyet nedeniyle, NATO müttefiklerinin terörizme karşı savaşa kesintisiz devam edeceği vurgulanırken, Rusya’nın tehdidinin karşılanacağı ve düşmanca eylemlerine karşılık verileceği belirtilmektedir.
Rusya tehdidine karşı kullanılan bu yumuşak ton, köprülerin tamamıyla atılmak istenmediğinin de göstergesidir. Oysa Eylül 2014’teki Galler Zirvesi’nde, daha kararlı bir tutum sergilenmiş ve doğudan (Rusya) ve güneyden (terör) İttifak’a yönelen tehdide karşı “Hazırlık Eylem Planı” adı altında bir belge dahi üretilmişti.
TOPLANTININ GÜNDEM VE SÖYLEMİ UKRAYNA SAVAŞI’NIN YOĞUN ETKİSİ ALTINDA KALMIŞTIR.
Bildirinin 8’inci maddesinde, Rus saldırganlığına karşı egemenlik ve toprak bütünlüğünü koruması için Ukrayna’nın politik ve askeri bakımdan destekleneceği kuvvetli ifadelerle belirtilmektedir. Ancak Rusya-Ukrayna arasındaki savaşa fiili müdahaleden bahsedilmemekte ve Ukrayna’nın kendisini bizzat savunması gerektiği ima edilmektedir.
Sadece İttifak’ın doğu kanadına muharebeye hazır durumda tugay çapına kadar kuvvetler konuşlandırılacağı ifade edilmektedir ki; bahsedilen çapta kuvvetlerin “ilerde konuşlanma” açısından savunma veya caydırma değil, bayrak gösterme veya uyarı kuvveti anlamına geleceği açıktır. Ayrıca Ukrayna’nın NATO üyeliği perspektifinden ise hiç bahsedilmemektedir. Belli ki, bu plan şimdilik rafa kaldırılmıştır.
İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya davet edilmiş olması, genellikle Rusya’nın kuşatılması ve anılan ülkelerin güvenliği bakımından değerlendirilmiştir. Her iki değerlendirme de doğrudur. Ancak İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine arktik bölgeler üzerindeki küresel rekabet açısından da yaklaşmak gerektiği görüşündeyim.
Dikkatten kaçmaması gereken bir konu da NATO’nun enerji güvenliği, siber savunma ve NBC savunması konularında yeni arayışlar içinde olduğudur. İklim değişikliğinin yarattığı tehdidin azaltılması için İttifak’ın gaz emisyonunu kontrol altına almayı amaçlaması da kayda değer bir tutum olarak görülebilir.
Barış için Ortaklık (BİO) üyesi olan veya olmayan çok sayıda “ortak” ülke yetkililerinin Madrid Zirvesi’ne katılmış olması, NATO’nun bir taraftan kolektif savunmaya vurgu yaparken diğer taraftan “alan dışı” angajmanlara açık olduğunu teyit etmektedir. NATO’nun salt askeri bir ittifaktan geniş bir politik-askeri platforma doğru evrimleşmekte olduğunu görüyoruz. BİO, Akdeniz Diyaloğu ve Küresel Ortak projeleri bu amaca yönelik hamlelerdir.
Özellikle Bosna-Hersek, Moldova ve Gürcistan’a destek verileceğinin açıklanması, Rusya’ya Balkanlar ve Kafkasya konusunda bir mesaj niteliğindedir. Bildiride genişleme bağlamında “açık kapı” politikasının devam edeceğinin açıklanmış olması da yakın gelecekte İttifak’a yeni üyelerin katılımına işaret etmektedir.
Yeni düşmanlar bulunmuş olması, üye ülkelerin savunma harcamalarını arttırmaları ve NATO’nun ortak bütçesine daha fazla katkı yapmalarını istemek için de bulunmaz bir nimettir. Nitekim sonuç bildirisinde buna yönelik ifadeler yer almaktadır. Bu durum küresel savunma sanayinin lider şirketleri için yeni fırsat ve olanaklar doğuracaktır.
NATO’NUN YENİ STRATEJİK KONSEPTİ TEHDİT DEĞERLENDİRMESİ AĞIRLIKLI POLİTİK BİR BELGE NİTELİĞİNDEDİR
Madrid’de kabul edilen yeni Stratejik Konsept’te, NATO’nun bir savunma ittifakı olduğuna ve “kolektif savunma” ilkesine, kamu diplomasisinin bir gereği olarak vurgu yapılmaktadır (m.1). Bireysel özgürlükler, insan hakları, demokrasi ve hukuk düzeninin NATO’nun ortak değerleri olduğu vurgulanmaktadır. Ama en önemlisi, Transatlantik Bağ’ın İttifak için vazgeçilmez olduğu yinelenmektedir (m.2). Bunun anlamı, A.B.D.’nin NATO içindeki lider konumunun tartışılmaz olduğunun altının çizilmesidir.
Stratejik Konsept’te Rusya’dan kaynaklanan tehdit öncelenmekle birlikte, NATO’nun gerçekte küresel bir tehditle karşı karşıya olduğu belirtilmektedir (m.6). Dünya üzerindeki otoriter aktörlerin, müttefiklerin çıkarları, değerleri ve demokratik hayat tarzlarına meydan okuduğu ifade edilmektedir. Hiçbir uluslararası norm ve taahhüde bağlı kalmayan bu aktörlerin hibrit yöntemlerle demokratik süreç ve kurumlara müdahale ettikleri, yurttaşların güvenliğini hedef aldıkları, siber-uzay ve uzayda zararlı faaliyetler yürüttükleri, dezenformasyon yaptıkları, göçleri araçsallaştırdıkları, enerji kaynaklarını maniple ettikleri ve ekonomik baskıyı politik bir silah olarak kullandıkları belirtilmektedir (m.7).
Bütün bunlar gerçek ve haklı tespitlerdir. Ancak, bazı NATO ülkelerinin başka ülkelerde anti-demokratik, otoriter lider ve yönetimleri desteklediklerini biliyoruz. Yine son dönemde yasadışı göçün bazı ülkelerde demografik denge ve istikrarın bozulması için bilinçli olarak desteklendiği yönünde inandırıcı iddialar var. Bu karanlık hesapların içinde NATO ülkelerinin de olduğu hemen herkes tarafından kabul ediliyor. Nitekim İngiltere’de başbakanlığa aday bir politikacı, daha birkaç gün önce mültecilerin Türkiye’ye gönderilmesinden bahsediyordu. Şu hâlde Stratejik Konsept’te yer alan bu tür beylik ifadelerin arkasının uygulamada doldurulması gerekiyor.
Stratejik Konsept, Zirve Sonuç Bildirisi’nde yer alan tehdit değerlendirmesini biraz daha detaylandırmaktadır. Rusya’nın, sahip olduğu askeri güç ve kendisine bir etki alanı yaratmak için kullandığı yöntemler muvacehesinde, birinci derecede tehdit olduğu tekrarlanıyor. Ancak, NATO’nun Rusya’ya reaksiyonu bağlamında temkinli bir dil kullanılıyor. Rusya’nın tehdit ve düşmanca eylemlerine sorumlulukla karşılık verileceği ve Moskova ile iletişim kanalının açık tutulacağı söyleniyor (m.8-9).
Terörizmin NATO ülkelerine yönelik en doğrudan asimetrik tehdit olduğu belirtilmekte ve teröre karşı ortak mücadele kararlılığı vurgulanmaktadır. Bu meyanda Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Sahel bölgelerindeki çatışma, kırılganlık ve istikrarsızlıklara dikkat çekilmektedir (m.10).
Ancak terörle mücadele konusunda vurgulanan kararlılığa inanmamak için geçerli sebeplerimiz var. Bazı terör örgütlerinin kurulma ve gelişmesinde küresel güçlerin akıl hocalığı ve desteklerini görüyoruz. Örneğin Türkiye’nin terörle mücadelesine NATO’nun fiilen bir destek sağlamadığının, birçok NATO ülkesinin kaçak teröristlere kucak açtığının ve örgütlere açıktan askeri yardım yaptığının inkâr edilecek bir tarafı kalmadı.
Bir de anılan üç bölgeden kaynaklanacak tehditleri bertaraf etmek için sorunların kaynağına inmek, eğitimsizlik, yoksulluk, adaletsizlik ve baskı ile mücadele temek gerekir. NATO olarak bu misyonu üstlenmek BM’den rol çalmak anlamına gelip, başka sorunları da beraberinde getirebilecektir.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin NATO çıkar, değer ve güvenliğine meydan okuduğu Stratejik Konsept’te de yinelenmektedir. Çin’in teknolojik ve endüstriyel sektörlere egemen olma hevesi, tedarik zincirini kontrol etme arzusu, küresel ayak izini artırması, Rusya ile ortaklığı, kötü niyetli siber operasyonları, zararlı söylemleri vb. hususlar tehdit olarak nitelenmektedir (m.13).
Metinde Çin’in perde arkasında dünya hâkimiyeti için askeri bir hazırlık içinde olduğu algısını yaratacak ifadeler var. İleriyi görmek ve tedbirli olmak iyidir, ancak bunu niyet okumaya dönüştürmeye gerek yoktur. Çin’i doğrudan NATO’nun karşısına almak yerine, onunla şeffaf ve yapıcı bir diyalog geliştirmek daha uygun bir hareket tarzıdır.
NATO’NUN TEMEL GÖREVLERİ DEĞİŞMEMİŞ, ANCAK FAALİYET ALANI GENİŞLEMİŞTİR.
NATO’nun temel görevleri başlığı altında “caydırma ve savunma”, “krizlerin önlenmesi ve yönetimi” ile “iş birliğine dayalı güvenlik” gibi üç temel görev sayılmaktadır (m.4).
NATO bir savunma örgütü olmasına rağmen, onun ittifak bölgesinin her noktasını savunma, müttefiklerin egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunması ve her saldırgana üstün gelme konusundaki güç ve kararlılığından hiç kimsenin kuşku duymaması gerektiği vurgulanmaktadır (m.20). Buna göre NATO caydırma ve savunma işlevini nükleer, konvansiyonel, füze savunma ve siber yeteneklerinin karışımıyla yerine getirecektir.
Stratejik Konsept’te yeterli kuvvetlerle ilerde konuşlanma hususunun öne çıkarılmış olması özellikle dikkat çekicidir (m.21). Bu konu Soğuk Savaş’tan sonra gündemden düşmüş, krizlere ilk müdahale ve zaman kazanma görevleri için kuvvet yapısına NRF gibi “ani müdahale kuvvetleri” monte edilmişti. İlerde konuşlanma fikrinin yeniden canlanmasıyla, daha fazla NATO ve A.B.D. askeri unsurunun Balkanlar, Doğu Avrupa ve İskandinav yarımadasında konuşlanması kaçınılmaz olacaktır. Bunun pratikteki anlamı ise anılan bölgelerde yeni askeri üsler kurulmasıdır.
Stratejik Konsept’te siber uzay ve uzay rekabetindeki tehdit ve risklere parmak basılması (m.15-16), bu nedenle dijital dönüşüm ve bilgi teknolojilerine daha fazla yatırım yapılarak (m.24), uzay ve siber-uzaya engelsiz erişimin temini ve bu alanda her türlü tehdidin bertaraf edilmesinden bahsedilmesi (m.25) anlaşılır bir şeydir. Ancak, bu tehdit ve risklerin gerektiğinde 5. Madde görevleri yani “Kolektif Savunma” kapsamına alınması, NATO’nun faaliyet alanını genişletecek ve rakiplerini artıracaktır.
Konsept’te dikkat edilmesi gereken bir nokta da deniz ticaret yollarının güvenliği için İttifak’ın deniz askeri yeteneklerinin geliştirilmesi ihtiyacının ve bu konudaki kararlılığının vurgulanmasıdır. Bu görev de dünya ticaretini kontrol eden küresel güçlerin çıkarlarını gözeten ve bu nedenle NATO’yu zaman zaman ticari rekabetin bir parçası haline getirme potansiyeli taşıyan bir görevdir (m.23).
NATO yeni Stratejik Konsept’te kritik altyapı, tedarik zinciri, sağlık sistemi vb. konularda stratejik zafiyetler ve bağımlılıkların azaltılması için askeri ve sivil tehditlere karşı önlem almayı misyon edinmektedir. Bu kapsamda enerji güvenliği, halkın zaruri ihtiyaçlarının karşılanması ve askeri birliklere sivil destek konuları ön plana çıkarılmaktadır (m.26). Bu madde Ukrayna Savaşı’nın yarattığı kaygı ortamında, Avrupa’da muhtemel savaş hali koşullarında bir insani krizin önlenmesi amacına yöneliktir. Belli ki Ukrayna’nın işgali Batı yarımkürede ciddi bir travma yaratmıştır.
Yine Rusya’ya bir mesaj olarak politik, ekonomik, enerji, enformasyon vb. hibrit taktiklerin baskı aracı olarak kullanılmasını önlemek de NATO’nun amaçları arasına alınmıştır (m.27).
Yeni Stratejik Konsept’te nükleer silahlar konusu üç maddede geniş ve öncelikli olarak ele alınmaktadır. Nükleer gücün çok özel ve özellikle A.B.D. nükleer gücünün NATO’nun güvenliğinin yegâne garantisi olduğu ifade edilmektedir. A.B.D. nükleer güçlerinin Avrupa’da konuşlanmış olmasının önemi vurgulanmakta ve NATO’nun kendisine karşı nükleer bir tehdit ya da silah kullanana bedel ödeteceği belirtilmektedir (m.28-29-30). Bu mesajın nereye adreslendiği de yeterince açıktır. Kaldı ki m.18’de NBC konusunda Rusya, Çin, İran, Kuzey Kore ve Suriye’den (kimyasal) kaynaklanan tehdit vurgulanmaktadır.
Bunlar dışında silahların kontrolü, silahsızlanma, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi (m.32-33) ve terörle mücadele (m.34) konularında bilinen söylemler tekrarlanmıştır.
NATO’NUN ETKİ VE İLGİ ALANLARI YENİDEN TANIMLANMAKTADIR.
Bu bağlamda en net ifade, NATO’nun küresel anlamda her ülkeye erişim sağlayacağı ve herkesle iş birliği geliştireceği yönündeki kararlılık beyanıdır (m.44). İttifak’ın güvenliğini etkileme potansiyeli olan krizlerin önlenmesi ve bunlara müdahil olma, stratejik mesafelerde operasyon yapma, NATO liderliğinde kriz yönetimine ortakların katkısının sağlanması, ilgi alanının dünyanın tümünü kapsadığını göstermektedir (m.35-36-37).
Metinde genişleme konusunda bütün Avrupa demokrasilerine “açık kapı” politikasının devam ettiği, üyelik konusuna karar verecek olanların NATO ülkeleri olduğu ve üçüncü tarafların bu hususta söz haklarının olmadığı belirtilmektedir (m.40). Bu ifadeden Balkanlardaki aday ülkelerin de makul bir süre içinde NATO’ya alınacağı anlaşılmalıdır. Yine Bosna-Hersek, Gürcistan ve Ukrayna ile ortaklığın geliştirileceği özellikle vurgulanmaktadır (m.41).
NATO-AB arasındaki stratejik ortaklığın geliştirilmesi, askeri ve sivil iş birliği alanlarının artırılması, AB üyesi olmayan NATO üyelerinin AB savunma çabalarına tam anlamıyla müdahil olmaları ve AB savunma harcamalarının artırılması gibi hususlar da yeni Konsept’te yer almaktadır (m.43). Burada Türkiye açısından “AB üyesi olmayan NATO üyelerinin AB savunma çabalarına tam olarak katılmaları” hususu önem taşımaktadır. Geçmişte AB’nin, üyesi olmayan NATO ülkelerini bu alanın dışında tutmak istediği bilinmektedir.
Ayrıca Batı Balkanlar ve Karadeniz’in NATO açısından stratejik önemde olduğu, bu bölgelerdeki ülkelerin üçüncü tarafların baskı, müdahale ve tehditlerine karşı desteklenmesi gerektiği, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Sahel bölgelerindeki tehditlere karşı partner ülkelere destek verileceği ve Hint-Pasifik bölgesinin Avrupa-Atlantik güvenliği açısından önemi gibi hususlar üzerinde durulmaktadır (m.45).
Bu ifadelerden Rusya’nın Karadeniz’deki konumunun zayıflatılması ve Batı Balkanlarda Sırplar üzerinden kurduğu etkinin kırılması niyeti anlaşılmalıdır. Ancak her zaman belirttiğimiz gibi, Karadeniz’in sahildar ülkelerin ortak kontrolünde kalması ve uluslararası rekabet ve çatışma alanına dönüştürülmemesi Türkiye’nin güvenliği açısından yaşamsaldır. Bir de stratejik odağın Hint-Pasifik bölgesine doğru kaydırılması düşüncesinin, özellikle Pakistan ve Hindistan açısından ciddi sonuçlar yaratacak bir proje olduğunu ve Çin’in etki alanlarının sınırlanmasını amaçladığını göz ardı etmemeliyiz.
Son olarak ancak belki de en önemlisi, NATO üyelerinin savunma harcamalarının ve NATO ortak fonuna katkılarının artırılması uyarısı kuvvetli ifadelerle Stratejik Konsept’te yerini almıştır (m.48).
MADRİD ZİRVESİ’NDEN ÇIKARILAN SONUÇLAR
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi ve akabinde Madrid Zirve’sinde NATO’nun karşı tavır belirlemesiyle birlikte, yeni bir Soğuk Savaş’ın ayak seslerini duyuyoruz. Bu elbette post-modern bir Soğuk Savaş olarak geçmiştekinden daha farklı araç ve yöntemlerle yürütülecektir.
Dünya güvenlik ortamı yeni husumet ve yeni ittifaklara gebedir. Böyle bir tırmanmanın önlenmesi ve küresel barış ve istikrarın korunması için BM’nin daha fazla inisiyatif alması zorunludur.
Ukrayna Savaşı NATO için somut düşmanlar yaratmış ve İttifak’a olan ihtiyacı Avrupa ülkeleri nezdinde teyit etmiştir. Bir askeri saldırı karşısında Avrupa ülkelerinin güçsüz ve hatta çaresiz kalması, A.B.D.’nin Avrupa güvenliğindeki başat rolünü ve NATO’daki hâkimiyetini perçinlemiştir.
AB kendi savunma ve güvenliğinin NATO ve A.B.D’ye bağlı olduğunu kayıtsız şartsız kabul etmiştir.
Avrupa’da savunma harcamalarının artmasıyla birlikte yeni bir silahlanma dönemine girilmesi olasıdır. Savunma teknolojilerine yeni yatırımlar yapılması ve sektörde hızlı bir büyüme beklenmelidir.
Uzay ve siber uzayda rekabet ve çatışma gün geçtikçe şiddetlenerek ciddi bir güvenlik sorunu haline gelecektir. Öte yandan nükleer caydırıcılık gündemdeki yerini korumaya devam edecektir.
NATO’nun genişlemesi ve daha fazla küresel angajmanlara girmesi gerek politik gerekse komuta ve kuvvet yapısı açısından ciddi sorunlara neden olabilecek ve bu yüzden yeni Stratejik Konsept’in uygulanması için bazı yapısal uyarlamalar gerekecektir.