Atatürk’le Gelen Kadın Hakları, Bahriye Üçok
Kadın hakları açısından tarihe baktığımız zaman, İslamiyetin bu yolda kadınlar yararına getirmiş olduğu yenilikleri dünyanın başka hiç bir yerinde ve çağındaki devrimlerle kıyaslanamayacak kadar büyük bir hamle olduğu açıkça görülecektir. Şöyle ki: İslamiyetten önceki kadın haklarıyla sonrakiler arasında saptanan büyük farklar bu gerçeği açıkça gözler önüne sermeye yeterlidir. 6’ıncı yüzyılın Arap kadını genellikle hak süjesi değil hak objesi idi. Nitekim cahiliye çağı denilen İslam öncesi çağda kadın evlenirken velisi tarafından satılmakta ve bundan dolayı da satın alanın, yani kocasının mamlekinden sayılmakta idi. Öyle ki, koca öldüğü zaman karıları mirasçıları arasında bölüşülmekte ve oğulları üvey anneleri ile evlenmekte idiler. Doğaldır ki, bu durumda kadının miras hakkı da yoktu. Çünkü kendisi mirasın konularından birisi sayılmakta idi. Kocalar karılarını hiç bir şarta bağlı olmadan boşayabilmekte idiler ve dul kadınlar da bir yıl süre ile hiçbir temizlik yapmadan bir çadırda oturmak zorunda idiler. Ayrıca bazı Arap kabilelerde kız çocuklarının öldürüldüğü de herkesce bilinmektedir. 7’inci yüzyılın başlarında İslamiyet ayet ve hadislerle kadına kişiliğini tanıdı. Bundan böyle ergin ve mümeyyiz kadın tam ehliyetli hak süjesi haline geldi. Artık o mirasın konusu değil bazı durumlarda erkeğin yarısını almakla birlikte, bu hakkın da sahibidir.
Evlenmede kocanın vermesi gereken bedel, artık kadının velisine değil, doğrudan kendisine ödenecektir. Böylece kadın, boşanma veya dul kalma durumları için bir tür garanti elde etmiş olmaktadır.
Kadının iktisadi ve ticari hayatta istediği gibi çalışabilmesi için hiç bir engel kalmamıştır. Evlenirken iradesini beyan etmesi şarttır. Üvey oğulları ile evlenme zorunluluğu kaldırılmakla kalmamış, hatta yasaklanmıştır. “İlim tahsil etmek her Müslüman kadın ve erkeğe farzdır”, hadisi ile de bilimsel alanda kadınla erkeğin farkı olmadığı gösterilmek istenmiştir.
Ancak tarih boyunca büyük İslam alemindeki kadınların büyük çoğunluğu kendilerine İslamiyetin tanımış olduğu bu haklardan tamamıyla habersiz ve bu hakların bilincine varmadan gene de erkeklerin adeta bir kölesi gibi bir çok bakımlardan eski yaşayışlarını sürdürüp gitmişlerdir. Çünkü İslam ülkelerinde, en ücra köylere kadar eğitim, değil kadınları, erkekleri bile ele alıp yetiştirme yollarını aramamıştır. 1926 yılında Medeni Kanun’unun kabulü ile ve 5 Aralık 1934’de kadınlara siyasal hakların tanınmasıyla, Atatürk de tarihin en büyük devrimlerinin birini gerçekleştirmiştir.
Ancak büyük şehirlerimizde ve kasabalarımızda kadınların bugün bilim, bürokrasi, teknokrasi, öğretim, eğitim, ticaret ve ekonomi alanlarında yüklenmiş oldukları rollere bakarak kendimizi aldatmayalım. Bugün bile Türkiyemiz kadınlarının büyük bir bölümü Cumhuriyetle gelen devrimlerin kendilerine tanımış olduğu haklardan habersizdirler; hatta İslamiyetin vermiş olduğu haklardan, da habersizdirler.
Bu cümlemi bir örnek vererek açıklayayım: İslam dini dinsel bir evlenme kuralı getirmemiştir yani Hristiyan kişilerin kilisede rahibin önünde evlenmek istediklerini beyan etmeleri ve doğan çocuklarını vaftiz ettirip adları yazılmış olan kilise defterinin aynı sayfasına kaydettirmek gibi bir saptanma işlemi Müslümanlıkta öngörülmemiştir. Kilise öteden beri hem evlenmeleri hem doğumları saptayan bir çeşit nüfus kütüğü görevini yapmaktadır. İslam hukukuna göre evlilik sadece iki erkek tanık önünde sözle ifade edilmekten öteye gidememiş olduğundan evlilik zevalinden sonra bile iki erkek tanıkla saptanabilmekte idi. Böylece dinî bir nikâhın olmayışı bir çok kişileri eski geleneklerine göre evlenmekte adeta serbest bırakmıştır.
Yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğunda evlenecek olanlardan izinname adı verilen bir resmî belgenin istenmesi de evlenmeleri saptama imkân vermemiştir. Taraflar resmî belge olmadan da aralarında bildikleri gibi evlenmeye devam etmişlerdir ve halâ da etmektedirler.
Bugün hâlâ en ücra köylerimize kadar öğretim ve eğitimin girmemiş olması, girdiği yerlerde de yetersiz bulunması en ilkel evlenme biçimlerinin günümüze değin geçerli olması sonucunu vermiştir.
Bence bugün kanunlarımızda kadınlarla erkeklerin eşitliğini bozan önemli hayati bir hüküm yoktur onun için Türk kadınını bundan böyle kadınlara yeniden haklar veya eşitlik hakları kazanmak için bir mücadeleye atılmak zorunluğunda görmüyorum. Kadınların ancak kanunlarımızın kendilerine tanıdığı hakların bilincine varabilmeleri ve onları erkeklerin baskısından uzak, serbestçe kullanabilmeleri için bir eğitim ve öğretim seferberliğine inmek zorunluluğunu kabul ediyorum. Tâ ki kadın yalnız oy verme hakkı olduğunu bilmekle kalmasın bu hakkını kocasının veya kendi üstünde etken olan başka erkeklerin baskısından uzak özgürce kullanabilsin.
Kaynak:Atatürk’ün İzinde Bir Arpa Boyu, Bahriye Üçok, sf:56,57,58